23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 24 MART 2020 SALI gorus@cumhuriyet.com.tr editör: çağdaş bayraktar TASARIM: ece kurtuluş dursun olaylar ve görüşler SAĞLIK VE İBADET GANİ AŞIK EMEKLİ MÜFTÜ VE CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ İbadet (tapınma) ihtiyacı, insanlığın tarihi kadar eskidir. İbadetlerin içerik ve biçimleri toplumların beslendiği manevi (dini) veya kültürel kaynaklara göre farklı mahiyetler kazansa da aslolan ve değişmeyen öğe, üstün bir güce sığınarak kendisini güvende hissetmek ve iç huzura kavuşmaktır. Dünyevi beklentilerin tümünden vazgeçerek İslam tasavvufunda önemli bir merhale olan fenafillah (Allah’ta varolmak) mertebesine ulaşan kimse için ibadet, manevi hazzın doruk noktası olup yaratılanın, Yaratan’ın üstün varlığında manen ve mecazen buharlaşmasıdır. İdeoloji zehiri ve riyakârlık yüzünden safiyeti ve kudsiyeti ağır bir hasara uğrayan İslam anlayışında ve ibadetlerde, sözü edilen manevi doyuma ulaşma imkân ve iklimi kalmamıştır. “Ben yaşıyorum” diyen yalan söyler, yaşayan da zaten söylemez. İbadetlerin temeli ihlas (içtenlik), şartı da sağlıktır. Cuma namazı ve umre Cuma namazı aynı zamanda istiklal ve bağımsızlık namazıdır. Cumhuru ulema, cemaatin hür olmasının, cuma namazının 6 şartından biri olmasından hareketle cumanın bağımsızlık namazı olduğunu hükme bağlamıştır. Esaret altındaki Müslüman ülkelerde cuma namazı kılınmaz, kılınması gereksizdir. Nitekim Kahramanmaraşlı Sütçü İmam, cuma namazı kılmak için camiye giden halkın milli öfkesini, “işgal altındayız, önce düşmanı kovalım “sloganı ile kamçılayarak Kahramanmaraş’taki tarihsel başkaldırıyı başlatmıştır. Sanılanın aksine Fransızlara karşı ayaklanmanın fitilini ateşleyen kahraman, İmam isminde süt satarak geçinen sade bir vatandaştır, yani cami imamı değildir. Anadolu’da nice imam ve müftüler de halkı, Kuvayi Milliye paralelinde örgütleyerek Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yanında saf tutmuşlardır. Türk halkının Cumhuriyet ve devrimlerle buluşmasından sonra kimi meczuplar, 100 bin cami, 120 bin din görevlisi, 12 milyarlık bütçesi olan, iktidarın özel birimi gibi çalıştığı için de büyük tepkiler alan devasa büyüklükteki Diyanet İşleri Başkanlığı’na rağmen “Türkiye’nin ‘darı harp’ (işgal altında) olduğunu “iddia ederek (zırvalayarak) cuma namazı kılmıyorlar. Kurtuluş Savaşımız kazanılamamış olsaydı, vatan coğrafyasının kaçta kaçı bize verilecekti ya da bir avuç toprak veril Koronavirüsün Çin’de ortaya çıkıp komşu İran’a kadar ulaştığı bir zaman diliminde, 21 bin kişinin umre yapmasına izin vermek inanılmaz bir sorumsuzluk ve gecikerek dönüşlerinde uygulanan karantina skandalları da ibretliktir. Suudi Arabistan, koronavirüs nedeniyle Kâbe ziyaretlerini durdurdu. meyecek, Batılı bazı tarihçilerin ifadesiyle “Haydi bakalım, geldiğiniz yere, Orta Asya’ya” diyeceklerdi. Gafillerin bundan haberleri yok. Cuma namazının yetişkin bir mümine farz olmasının 6 şartından biri de sağlıklı olmak (genel manada), diğeri ise ayaklarının sağlam olmasıdır. Bu koşullar, cuma namazı ile ilgili bütün kaynaklarda zikredilmiş olsa da, 1997 tarihli Diyanet İslam İlmihali, sayfa 173’ü kaynak göstermekle yetinmek isterim. Açıkça anlaşılacağı gibi sağlıklı olmak, cuma namazı kılabilmenin şartlarından birisidir. Peki, camiye “sağlıklı” gidip ölümcül bir virüs kapma ve bu virüsü başkalarına da bulaştırma ihtimali oldukça yüksek (örneğin Covid19), yani konu ve gündem “sağlık” ise cuma namazının kılınmaması, bir akıl dini olan İslama neden aykırı olsun? Salgın tehlikesine karşın camilerin, isteyenlerin tek başına (cemaatsiz) namaz kılabilmesi için açık tutulması da yaşadığımız büyük bela ve alınan önlemlerle çelişen ciddi bir yanlıştır. Çünkü halk, birer ikişer camiye gidince haliyle bir topluluk oluşuyor ve yakın temas durumu yaşanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği sıkıntı ve acılardan kaynaklanan, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün değil de Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın talimatları doğrultusunda, daha çok sınır bölgelerinde kimi camilerdeki uy gulamaları o da vatan savunması uğruna mevcut iktidar çok istismar ettiği için, kendisinin de benzer eleştiriye uğrayacağı endişesiyle, camileri halkın sağlığı pahasına açık tutuyor; bunun adı aymazlık ve popülizmdir. İktidar rahat olsun; Atatürkçüler ve ulusalcılar, dine saygı duyarlar, asla istismarını yapmazlar. Umre’nin Hanefi fıkhına göre hayat boyunca (ömründe) bir defa yapılması sünnettir. Çocuk yaşımda rahlei tedrislerinde bulunduğum (feyiz aldığım) Kayseri’nin seçkin din bilginleri ile cemaatle namaz kıldığımızda, bazen sünnet terk edilirdi ve hocamız, “Çocuklar, sünnetin terki de sünnet” derdi. Koronavirüsün Çin’de ortaya çıkıp, komşu İran’a kadar ulaştığı bir zaman diliminde, 21 bin kişinin umre yapmasına izin vermek inanılmaz bir sorumsuzluk ve gecikerek dönüşlerinde uygulanan karantina skandalları da ibretliktir. Son söz Namazında /niyazında olanlar bilmeliler ki, ibadet için yaşamak, yaşamak için de sağlıklı olmak tartışılmaz bir zorunluluktur. Bir akıl ve medeniyet dini olan İslamda dar düşüncenin, saplantıların ve kör taassubun yeri yoktur. Cehaletin, sefaletin ve doğmaların girdabındaki İslam dünyasının kurtuluşu da dar kalıpları kırıp akla ve bilime yönelmekle mümkün olacaktır. COVID19’a karşı ekonomik savaş Sevgili okurlarım, Koronavirüsün yol açacağı tahribatın bütün dünyada çok büyük bir ekonomik ve mali kriz yaratacağı biliniyor. Bu krizin sonuçlarının ne olacağını ise şimdiden kestirmek zor: İnsanlık aklını başına toplarsa, Sosyal Devlet anlayışının yeniden gündeme gelmesi beklenebilir. Yok, insanlık şu anda ABD’yi yönetenlerin savundukları ve dünyayı da arkalarından sürükledikleri mali ve ekonomik ilkeleri uygulamayı sürdürürse, yoksulların daha da yoksullaşacağı Neoliberalizm, Neokapitalizm ve Neoemperyalizmin daha da zalimleşeceği bir sömürü düzeni ortalığı kasıp kavurabilir. Elbette böyle bir zulmün dünya çapında yol açacağı toplumsal siyasal ve ekonomik değişmeleri kestirmek ise çok daha zordur. İnsanlık, Endüstri Devrimi’nden Bilişim Devrimi’ne geçişte, Sovyetler’in çöktüğü ve Küreselleşmenin başladığı dönüm noktasından daha da etkili ve yıkıcı bir durum ile karşı karşıyadır. Bu “durum” ne kadar sürer, insanlığa ne kaybettirir, ne kazandırır, yukarıda da belirttiğim gibi şimdiden kestirmek zor. HHH Bu çerçevede, ne yazık ki iktidar, Koronavirüse karşı önlem olarak açıkladığı ekonomik paket açısından mevcut sömürü düzeninin yanlışlarında ısrar eden bir tutum sergilemiştir. Açıklanan ekonomik pakete soğukkanlı bir biçimde baktığımızda alınan önlemlerin şu hedeflere sahip olduğu görülmektedir: 1) Özel sektörün borçlarının ve kredi mekanizmalarının rahatlatılması. 2) İnşaat sektörünün canlandırılması ve müteahhitlerin desteklenmesi için konut kredisi oranın yüzde 90’a yükseltilmesi. 3) Konaklama vergisinin geçici olarak durdurulması. 4) THY’ye ve öteki havayolu şirketlerine destek için, iç havayollarında KDV’nin yüzde 1’e indirilmesi. 5) Yaşlılara göstermelik olarak kolonya ve maske verilmesi. 6) Sonuç olarak 100 milyar TL’lik desteğin büyük kısmının sermaye kesimine aktarılması. Bu pakette halkın geniş kesimlerinin, özellikle de çalışanların, hem sağlık gereksinmelerini hem de mali ve ekonomik sıkıntılarını karşılayacak önlemler pek görünmüyor. Örneğin, halkın, hastaların ve hastanelerin gereksinme duydukları, dezenfektan gibi, maske gibi, gözlük gibi, elbise gibi, vantilatör gibi, tıbbi malzemelerin üretimine ve dağıtımına ilişkin önlemler yok. Örneğin, başta doktorlar olmak üzere, sağlık personeline özel destek yok. Örneğin, benim krizin başından beri önerdiğim, kapanan ve çalışanlara ücretli izin veren işletmelere destek yok. Devlet memurlarının çalışma koşullarına ilişkin önlemler de yoktu ama sonradan dün çıkarılan bir kararname ile bu konuda bazı düzenlemelerin yapılmasının önü açıldı. Temizlik ve temel gıda maddelerinde KDV indirimi yok. Toplu taşıma araçlarındaki kalabalıkların önlenmesi için alınacak tedbirler yok. Aslında bu liste gerek işçiler, gerek küçük esnaf ve küçük üretici, gerek çiftçiler, gerekse turizm sektörü açısından çok daha uzatılabilir... Ama özetle “yok oğlu yok”! HHH Sevgili okurlarım, dünya yepyeni bir krizle boğuşuyor. AKP iktidarı da bu krize hazırlıksız yakalandı. Bedelini biz vatandaşlar ödüyoruz. Zaten yöneticilerin iç ve dış politikadaki beceriksizliklerinin ve yanlışlarının bedellerini, kimi zaman canları, kimi zaman özgürlükleriyle, hep vatandaşlar ödemiyor mu! En umutsuz zamanlarda bile, hatta özellikle en umutsuz zamanlarda: Umudu, çözümü, ideali savunmaktan vazgeçmeyeceğiz: YAŞASIN SOSYAL DEVLET... YAŞASIN HUKUK DEVLETİ... YAŞASIN DEMOKRASİ... YAŞASIN SAĞLIKLI YAŞAM... KAHROLSUN KORONAVİRÜS... KAHROLSUN ZALİMLER! Koronavirüs: Ölüsü dirisinden daha tehlikeli Av. Dr. Seyithan Güneş Emekli hÂkim Doğal bir felaket olan korona virüs nedeniyle oluşan sağlık sorununun hukuk dünyasında ne denli etki yaratacağını şimdiden görmek mümkündür. Felaket olarak gösterilenin, bir “global alicengiz oyunu” veya başka bir deyimle bir “küresel senaryo” olma şüphesi de yok değil. Yaratılan algının ulusal veya küresel reaksiyonunu görünce virüs, bir “hukuk enkazını” da arkasında bırakacağa benziyor. Etkinin, dünya düzenini değiştirecek boyutta olması bekleniyor. Tarihi olayları değerlendirirken MÖ veya MS diyoruz ya, işte bundan sonra da “Koronadan Önce veya “Koronadan Sonra” diyeceğiz gibi geliyor. Sonuç “yeni dünya düzeninin” başlamasına da sebebiyet verecektir. Bu felaketin çok boyutlu olacağı konusunda da çok geniş bir ulusal ve küresel inanç oluştuğu da görülmektedir. Fakat felaketin kalıntısı, ekonomik, politik ve hukuki enkaz şeklinde tezahür edecektir. Ekonomik ve politik yönlerinin yorumlanmasının ve tasvir edilmesini, uzmanlarına bırakılması gerekir. Fakat hukuki yönünü ayrıntıya girmeyecek şekilde kısaca belirtmeye çalışacağım. Devletler hukuku açısından: Virüsün yayılmasını önlenmesi için bir kısım devletlere ait “malların ithalatına sınırlama” ve o ül kelere “seyahat özgürlüğünü kısıtlama” tersine ihracat edememe veya yurtdışına çıkamama şeklinde tezahür edebilecektir. İşte eşya ve insan dolaşımı ile ilgili devletler arası birtakım yeni antlaşmalar yapılacağı gibi eskilerin ise feshi veya tanınmaması şeklinde problemler çıkacaktır. Hukuki boyut Anayasa hukuku açısından: T. C. Anayasası’nın 119. maddesine göre, salgın hastalıklar sebebiyle olağanüstü halin ilan edilmesi, b) işten çıkarılmalar nedeniyle işsizlere iş, fakirlere yardım için sosyal devletin bir gereği olarak iş ve aş sağlama yükümlülüğü en üst seviyede devreye girecek ve bu da yönetimleri zorlayacaktır. (Örneğin 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye’de devrin hükümeti vatandaş ve askerin aç bırakılmaması amacıyla Camilere buğday doldurulduğu halde buna Camiler kapatıldı denilmişti. Ceza hukuku açısından: Hastalığı kasten veya tedbirsizlikten dolayı bulaştıranlar hakkında soruşturma ve yargılanmalar olasılıklar dahilinde olacaktır. b) Karantina koşullarına uymayanların TCK 195, gerekli tedbirleri almayan, bildirimleri yapamayan yetkililerin de “Umumi Hıfzısıhha Kanunu 57 ve 61. ve TCK 257. maddeye göre cezalandırılmaları gündeme gelebilecektir. İdare hukuku açısından: Yaşa nan durum, doğal felaket olmasına rağmen, kişilerin zarar görmesi halinde devletçe, gerekli tedbirlerin alınmasında idarenin “hizmet kusuruna düşmesi” durumunda, devletçe zararların giderilmesi yükümlülüğü gündeme gelecektir. Bu nedenle zararların giderilmesi amacıyla da idari yargıda “tam yargı davaları” keza hükümetçe tedbir gerekçesiyle aldığı birçok idari karar ve işlemlerin hakkında ise idari yargı yoluna başvurularak “iptal davaları” açılacaktır. Borçlar hukuku ve ticaret hu kuku açısından: Borçlar hukukunda sözleşmenin en önemli unsurlarından birinin “edim”dir. Yani biri diğerine karşı yükümlülüğüdür. İşte bu salgından dolayı taraflar biri veya ikisi edimini/yükümlülüğünü yerine getiremeyecektir. Bu durumda aktin feshi veya tazminat davaları ile mahkemeleri kitlitlenme noktasına geti recektir. İcra ve iflas hukuku açısından: Bu kriz nedeniyle oluşan ekonomi boyutunun sonucu olarak, borçlar zamanında ödenemeyecektir. Bunun için icra daireleri, icra hukuk ve icra ceza mahkemelerinin; yine şirketlerin borçlarını ödeyememe nedeniyle ticaret mahkemelerinde “iflas davaları” veya “konkordato davaları” had safhada olacaktır. Evet, bütün dünyayı kasıp kavuran bu virüsün, doğrudan yarattığı sağlık ve yaşamı risk altına alma durumu, ne yazık ki üretim ve ekonomi düzeninde yaratacağı doğrudan tahribatın dolaylı olarak devletlerin hukuk düzenlerini enkaza çevirmesi söz konusu olacaktır. Dolayısıyla bu virüsün yok olmasının, yani ölüsünün dirisinden katbekat daha tehlikeli olacağı herkesçe görülmelidir. Çare devletçilik Bu durum nedeniyle Cumhuriyetin ilkeleri arasında sayılan “Devletçilik” politikasının önemi daha da ortaya çıkacağı gibi aynı zamanda diğer ülkelerin de ortak kurtuluş iksiri sayılacaktır. Belki de köye dönüşler, devletlerin hukuksal politikası haline gelecektir. Bundan sonra hangi devlet çıkan riski tamamen göğüsler, yaşlılarına, hastalarına bakar, işsizlerini, fakirlerini besleyebilir ve adaleti hızlı kaliteli sağlayabilirse gerçek devlet o olacaktır. Bu arada kapitalistemperyalist devletlerin yapısının da daha farklı bir boyuta evirilmesi beklenen bir durum olacaktır. Burada yok olmaya doğru yüz tutan “Sosyal Devlet” ve yok sayılan “Devletçilik Politikası”nın tekrar gündeme gelmesi ve yaşatılması da kaçınılmaz olacaktır. Yazıyı bağlamadan önce en tartışmalı bir duruma da dokunmadan geçemeyeceğim. Ceza ve tutukevlerinin haddinden fazla dolu olduğu herkesçe bilinmektedir. Ve şu anda hukuk devletine yakışmayacak yoğunlukta insan onuruna aykırı bir doluluk ve izdiham yaşandığı da bilinmektedir. Bu da “Genel Af” veya infaz yasasında yapılacak bir değişiklikle ile çözüme kavuşacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle