23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 13 MART 2020 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERPİL ÜNAY OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Unutuldu mu? TARIMSAL KALKINMA: DR. ALI NAIL KUBALI NCM DANIŞMANLIK YÖNETIM KURULU BAŞKANI Bu yazıda, tarımın ihmal edilmesi ile Türkiye’nin krizsiz ve duraklamasız bir kalkınma olanağından kendisini nasıl yoksun bıraktığı, üzerinde durmak istediğim temel konudur. 1960’larda “Planlı Dönem”e girerken Türkiye, 1950’lerden bu yana ekonomimizin en kronik dar boğazı olarak süregelmiş olan döviz jenere etmedeki becerisizliğini unutmuş, adeta mistiğine kapıldığı büyük bir sanayileşme hamlesinin hazırlığına başlamıştı. Ekonomi derslerimizde okuduğumuz tüm öğretileri bir kenara bırakmıştık. Kalkınmak, ülkede bol olan kaynaklara dayandırarak dış rekabette üstünlük sağlamak yerine, kestirme bir yolla tarım ve tarıma dayalı sanayi evrelerini atlayarak dayanıklı ve dayanıksız tüketim malları üretmek idi. Üretimden vazgeçiş Bu strateji ile “ithal ikamesi” üretimine öncelik veriyorduk. Sanki kapalı bir ekonomi yaratmayı özendirircesine otomobil, buzdolabı, televizyon, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, fırın gibi birçok ithal malın yurtiçinde üretilmesine çaba harcıyorduk. Adına “üretim” denilen şey ise yarı monte ürünlerin ithal edilerek Türkiye’de nihai montajının yapılması idi. Bu ithal malların yerini alarak döviz kullanımını azaltacağı söylenen yurtiçi “üretim”, bu tüketim ürünlerine doymaz bir talep yaratarak onların üretimi için kullanılan ham ve yarı mamul ithalatını ne büyük hızla artırdığı o yılları yaşamış olanların hafızalarındadır. “Üretim”e ve ihracata büyük sübvansiyonlar veriliyordu. Tarım sektöründen kesilerek tahsis edilen fonlara karşın ithalatı azaltmak ve sanayileşmeyi hızlandırmak mümkün olmuyordu. Sonuçta Türkiye dövizleri tükenmiş bir biçimde ham ve yarı mamul dahi ithal edemez, yatırım için makine getirtemez, araçlarının, evlerinin ve işyerlerinin yakıt ve enerji ihtiyaçlarını karşılayamaz bir biçimde 1980 yılının ihti Tablolar, bütün kaynaklarının kesilmesine karşın tarımın rekabet ve direnç gücünü yeterince gösteriyor. Umarım katlettiğimiz, ülkemizin bu en güçlü doğal sektörünü suni teneffüsle de olsa yeniden ayağa kaldırırız! Planlı dönemde tarıma yapılan yatırımların seyri: Toplam yatırımlar 1. plan 2. plan 3. plan 4. plan 5. plan 6. plan 7. plan ç nde tarımın payı (%) Tarım 13.9 11.1 11.8 10.0 11.4 7.93 5.5 8. plan 4.7 Kaynak: DPT. 5 Yıllık Kalkınma Planları (Tablo 1) 2001 2001 lal ortamına ulaşıyorgderuç.ekl. HalbuTkoipl“aTmaürrıemt mve ta1r0ı0ma Tar. ve tar. dayalıdsaay. san. rnianyei”k,uTrüduarlykaT. aicsyraa.neğv.’eınüteriaennrt..köan6lek0mı.n9limtaesmınelındTiüümzseadn ğaeyr reklerinden birTairiıdmi. 12936.01’lı yıllarınTsooplam 5B2.u7na karşın 21. yüzyıla girildiğinde tarım ve tarıma dayalı sanayinin fiz4ik7.s3el üretim içindeki payı Tablo 2’deki10g0ibiydi. Aynı yıl Türkiye’nin ihracat yapısı nunda ye için AbTiBarDrKım’daaelsdkayaınynaaazymlıdaığS3ımt7r.a8“tTeajirsıim” b: TaşüKlarıykknapikr:oDgPraTmd2ıa0d0eş2stöyeıklyı leydi (Tablo 3): rlıihdloekrtdoeratetzeTiüzmmiümirdneitğniemsrdpeat3sıa9iv.ç1ıinburaikdai.mOlatrala kanıtladığım gerçek şu idi: 1. Tarıma yapılan her birim yatırım sanayiye oranla daha çok üretim, gelir (ve istihdam) yaratıyor. 2. Tarımda her üretim artışı sanayi ye oranla daha çok ihracat yaratıyor. 3. Tarımda her birim üretim artışı yapmak için ihtiyaç olan döviz girdisi sanayiye oranla çok daha az! Öyleyse Türkiye önce tarımsal kal Kaynak: DPT 2002 yılı programı destek çalışmaları. (Tablo 3) kınmasını yapmalıydı. Bu esnada ortaya çıkan gelir ve döviz fazlası ile sanayileşmesini tasarruf ve döviz darboğazlarına takılmadan yapabilirdi! Ama bu yapılmamıştır. Tablolar bütün kaynaklarının kesilmesine karşın, tarımın rekabet ve direnç gücünü yeterince gösteriyor sanırım. Sektörün günümüzde gelmiş olduğu durum ise sanıyorum bu yazının okurlarının malumudur! Bu satırlarda özetlediğim tezimi defalarca çeşitli ortamlarda ülke yö neticilerine ve kamuoyuna anlattım! Ama tarıma yapılan yatırımlar kesil meye devam etti. Son günlerde TÜSİAD’ın Yönetim Kurulu Başkanı ve Yüksek İstişare Kurulu Başkanı’nın tarımın önemi ni vurgulayan konuşmaları yayım landı. Umarım katlettiğimiz, ülkemizin bu en güçlü doğal sektörünü suni te neffüsle de olsa yeniden ayağa kal (Tablo 2) dırırız! Hangi virüs daha tehlikeli Sevgili okurlarım, tüm dünya Koronavirüs’e odaklanmış durumda. Oysa insanlığı tehdit eden ve kişiden kişiye, politikacıdan politikacıya, toplumdan topluma, devletten devlete, Koronavirüs’ten daha da hızlı yayılan virüsler var: Biz toplum olarak neden Koronavirüs’ten korkmayız? Çünkü Koronavirüsten çok daha tehlikeli olan aşağıdaki mikropların tümüyle enfekte olmuşuz ve Atatürk’ten beri hızlanan ama son yıllarda yeniden yavaşlayan bir biçimde, asırlardır bunlar mücadele ediyoruz da ondan! HHH Cehalet virüsü... Pislik virüsü... Aydın düşmanlığı virüsü... HHH Hukuksuzluk virüsü... Adaletsizlik virüsü... Kaba kuvvet kullanma virüsü... HHH Paraya tapma virüsü... Yalancılıksahtekârlık virüsü... Hırsızlıkyolsuzluk virüsü... Rüşvet virüsü... Fırsatçılık virüsü... Üçkâğıtçılık virüsü... Yalakalıkdalkavukluk virüsü... Döneklik virüsü... HHH Bencilliknarsistlik virüsü... DiktatörlükFaşizm virüsü... Dinin, ırkın, siyasette istismarı virüsü... Demokrasi düşmanlığı virüsü... Laiklik düşmanlığı virüsü... Emekçi düşmanlığı virüsü... HHH Sevgisizlik virüsü... Kibir virüsü... Açgözlülük virüsü... Megalomani virüsü... Güvensizlik virüsü... Psikopatlık virüsü... Sosyopatlık virüsü... Nefret virüsü... Dışlama virüsü... HHH Emperyalizm virüsü... Terör virüsü... Sömürü virüsü... Savaş virüsü... Yoksulluk virüsü... Uyuşturucu ticareti virüsü... İnsan ticareti virüsü... HHH Doğayı tahrip etme virüsü... Çevreyi kirletmeyok etme virüsü... HHH Sanıyorum ben de bütün ömrüm boyunca bu virüslerle mücadele ede ede, birinci derecede risk grubunda olmama karşın Koronavirüs’ten korkmayanlar arasına katıldım. Darısı başınıza! “Kitap okuduğunuzu biliyoruz.” http://www.cumhuriyetkitap.com.tr Şehir hastaneleri tehdit mi? PROF. DR. DURAN BÜLBÜL 2020 yılı bütçesine göre Yozgat, Isparta, Mersin, Adana, Kayseri, Elazığ, Eskişehir, Manisa, AnkaraBilkent ve Bursa’da işletilen 10 şehir hastanesine devlet bütçesinden 5.6 milyar TL kira bedeli, 4.8 milyar TL hizmet bedeli ödenecektir. 13 bin 423 yatağa sahip bu hastanelere yalnızca 2020 yılında yapılacak ödeme 10.4 milyar TL’yi bulacak. Üstelik aynı hastanelere kira ve hizmet bedeli adı altında gelecek yıl 16.8 milyar TL, 2022 yılında ise 22 milyar TL ödeme yapılacak. Böylece sadece 2018 yılından 2023 yılına kadarki 5 yıllık dönemde devletin bütçesinden 57.8 milyar TL çıkacak. Üstelik her yıl artan bu devasa ödemeler toplamda 25 yıl boyunca devam edecek. Şehir hastanelerinin maliyetinin giderek arttığı anlaşılınca kamu özel işbirliği (KÖİ) yöntemiyle şehir hastanesi yapımından vazgeçildi. Sağlık Bakanlığı, 10 şehir hastanesini bütçe kaynaklarıyla kendisi yapmaya karar verdi. Cumhurbaşkanlığı yayımladığı 2020 yılı yatırım programıyla Antalya, Aydın, Denizli, Diyarbakır, Ordu, Rize, Sakarya, Samsun, İstanbul ve Trabzon’a toplam 10 bin 300 yataklı 10 şehir hastanesi yapılacağını ve bu hastanelerin toplamda 10.9 milyar TL’ye mal olacağını resmen ilan etti. Programa göre, bu 10 hastaneye bu yıl yaklaşık 1 milyar TL bütçeden para aktarılacak ve 2023 yılında hepsi tamamlanacak. Mevcut 10 şehir hastanesine yapılan yıllık ödeme tutarı, genel bütçeden inşası devam eden 10 hastanenin yıllık yatırım tutarının 10 katı olup bu tutar her yıl artmaktadır. Keza, mevcut şehir hastanelerinin yıllık gider toplamı, yeni yapıla Şehir hastanelerinin kira ve hizmet ödemelerine ilişkin köklü bir yöntem değişikliğine gidilmemesi halinde, çok da uzak olmayan bir gelecekte genel bütçeyi sarsacak bir ödeme sıkıntısı yaşanması kaçınılmaz olacaktır. cak 10 hastanenin toplam maliyetine yaklaşık olarak eşittir. Evrensel olandan yerel olana gitmek gerekirse tüm dünyada KÖİ projelerine yapılan temel eleştiri, uzun süreli KÖİ projelerinin halkın seçme hakkını gasp etmesidir. Ülkemizde şehir hastaneleri projelerinin 28 yıl (inşaat hariç 25) süre ile yapıldığı çeşitli organlar tarafından açıklanmıştır. İdare, bu süre içinde sözleşmeyi feshetmek isterse yüklü bir tazminat hükmünün yer aldığı ülkemizde tahmin edilmekle beraber yurtdışındaki projelerde bu bilinen bir gerçektir. Neden tehdit? Bu nedenle KÖİ projelerinin idare tarafından feshedilmesi son derece nadir karşılaşılan bir olaydır. Bu durumda şöyle bir sorunla karşı karşıya kalmaktayız: Bir sonraki seçimlerde şehir hastanelerine karşı olan siyasi bir yapı iktidara gelirse veya mevcut hükümet kamuoyu tepkisi nedeniyle şehir hastaneleri projelerini iptal etmek isterse ne olacak? Şehir hastaneleri ile ilgili en somut tehdit bütçe üzerinde yarattığı etkidir. Yukarıda da yer verildiği üzere, 2020 için şehir hastanelerine 10 milyar TL’den fazla ödenek ayrılmıştır. Sağlık Bakanlığı’na 2020 yılı için verilen toplam ödenek ise 58 milyar TL’dir. Yani Sağlık Bakanlığı planlanan sayının yarısına dahi ulaşmamış sayıdaki şehir hastanesi için bütçesinin yüzde 16’sından fazlasını ayırmaktadır. Önümüzdeki birkaç yılda bu oranın yüzde 30’un üzerine çıkacağı aşikârdır. Toplam 20 adet yapılması planlanan şehir hastanelerine toplam bakanlık bütçesinin yüzde 30’luk kısmı ayrılırken geri kalan 1000’in üzerindeki sağlık tesisi ve bakanlık merkez teşkilatı için ise yaklaşık yüzde 70’lik bir kısmın kâfi olacağını düşünmek pek gerçekçi değil. Zayıf denetim Bir diğer önemli tehdit, şehir hastanesi işletmecilerine yapılan ödemelerin döviz cinsinden olmasıdır. 2018 yılı ortasında TL’de yaşanan değer kaybı, yaşadığımız ilk vaka olmadığı gibi son olmayacağı da pek çoğumuzun malumudur. Son yaşanan olayda, devlet tasarruf refleksi olarak, değiştirilmesi mümkün olan tüm sözleşmelerin TL üzerinden yapılması için yoğun çaba sarf etti. Ancak bu çabalar şehir hastaneleri için bir anlam ifade etmemektedir, çünkü daha önce çeşitli yazarlar ve TTB tarafından dile getirildiği ve Sağlık Bakanlığı tarafından reddedilmediği üzere, sözleşmelerde ödemelerin döviz üzerinden veya döviz değerine eşit TL ile yapılacağı hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla herhangi bir döviz artışı halinde ülkedeki herkesin geliri düşerken, son döviz artışında olduğu gibi Sağlık Bakanlığı’na ithal ettiği malları satan şirketler altı ay civarı paralarını tahsil dahi edemeyerek iflasa sürüklenirken, şehir hastanesi firmaları artan kur üzerinden gelir elde etmeye devam edecekler. Sayıştay’ın 2018 yılı Sağlık Bakanlığı denetim raporunda yer alan bulguda görüldüğü üzere, şehir hastanelerinde aynı hizmet için farklı ödemeler yapılmaktadır. Şehir hastanelerinde ise 300 kata varan bir farklılık söz konusudur. Böyle fahiş farklılıkların temel gerekçesi olarak ihale sürecindeki rekabet eksikliğini göstermek doğru olacaktır. Bir diğer önemli tehdit sağlık hizmetinin özelleştirilmesidir. Anayasa hükmü gereği asli ve sürekli nitelikteki kamu hizmetleri memurlar eliyle yürütülür. Mevcut şehir hastanelerinin pek çoğunun hukuki dayanağı olan 3359 sayılı kanunda yer alan ancak şu anda mülga olan ek madde 7’de de bu hükme paralel olarak tıbbi hizmetlerin işletmeciye devredilmeyeceği ifade edilmiştir. Ancak uygulamaya baktığımızda şehir hastanelerinde verilen fizik tedavi ve rehabilitasyon, görüntüleme, laboratuvar, kemoterapi gibi hizmetlerin işletmeci tarafından verildiği görülmektedir. Anayasa ve dayanak kanun maddesinde yer alan açık hükme rağmen bu uygulamanın devam etmesi, şehir hastanesi sözleşmelerinin hukuki kontrol açısından ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir. Yine göz ardı edilemeyecek önemli bir diğer tehdit de ihale bedelinin belirlenmesinden sonra ortaya çıkan önemli değişikliklerde ihaleye konu işlerde ve ihale bedelinde değişiklik yapılıp yapılmadığının bilinmemesidir. Ankara Etlik, Ankara Bilkent ve Elazığ şehir hastanelerinin ihale şartnamelerinde “Kapatılacak hastanelere ait taşınmazlar ihaleyi alan şirketlere kampus dışı ticari alan olarak verilecektir” ifadesi yer almaktayken TTB’nin açtığı dava sonucu ihalelerin yürütmesi durdurulmuş ve Danıştay da bu kararı onaylamıştır. Ardından 6428 sayılı kanun ile ihale şartnamelerinde ve sözleşmelerinde mevcut hastanelerin taşınmazlarının devrine dair hükümlerin uygulanmayacağına dair düzenleme yapılmıştır. Bu durumda, üç ihalede, sözleşme imzalanan kişilere kendilerine taahhüt edilen ve şehrin en önemli yerlerinde bulunan taşınmazların verilmemiştir. Yüklenicilerin bu duruma karşı dava açmamaları akıllara, bu değişikliğe karşılık nasıl bir menfaat sağlandığı sorusunu getirmektedir. Yüklenicilerin, bu kadar büyük bir tavizi karşılık olmaksızın vermelerini beklemek ticari hayatın gerçeklerine uymamakla beraber, nasıl bir taviz verildiği veya verilip verilmediği ise bugüne kadar Sağlık Bakanlığı tarafından kamuoyuna duyurulmamıştır. Sonuç Şehir hastaneleri tehdit olma potansiyeli ve boyutu tahmin edilebilir olmaktan çok uzaktır. Bir yandan mevcut kira ve hizmet bedellerinin hesaplandığı karmaşık formüllerin izahı kamuoyu ile paylaşılmamakta diğer yandan bu formüller yapılan değişikliklerle daha da karmaşık hale getirilmektedir. Artan döviz kurları, verilen garantiler ve sözleşme süresinin uzunluğu gibi faktörler önümüzdeki yıllarda şehir hastanesi ödemelerinin bütçe içindeki payını tahmin edilenin üzerinde artırma potansiyeline sahiptir. Şehir hastanelerinin kira ve hizmet ödemelerine ilişkin köklü bir yöntem değişikliğine gidilmemesi halinde, çok da uzak olmayan bir gelecekte genel bütçeyi sarsacak bir ödeme sıkıntısı yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Bunun anlamı büyük bütçe açıkları, finansmanı ise yeni vergi ve borçlanmalar olacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle