24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 19 ŞUBAT 2020 ÇARŞAMBA [email protected] EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR olaylar ve görüşler Hatay’ın anavatana kavuşması Kanla yazılan destanların kazanımları, emperyalist ülkeleri arkasına alanlara hiçbir zaman geri verilmez. Anavatanın kurtuluşu olan 9 Eylül 1922 gününü hep hatırlayan Kıbrıs halkı, eli kanlı EOKA’cıları hiç unutmadı. Ahmet GÜREL Atatürk Araştırmacısı KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Suriye’deki Fransız mandasına bağlı Hatay Cumhuriyeti’nin 1939’da referandumla Türkiye’ye bağlanmasını kabul eden Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’e gönderme yaparak; “İkinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım” demiştir. 1963 yılı Kıbrıs Erenköy Direnişçileri ve 20 Temmuz 1974, “Kıbrıs Barış Harekâtı”nı yapan gazilerle yirmi saatlik röportaj yaparak, altı adet “Kıbrıs Destanı” adıyla belgeseller yaptım. Kıbrıs Barış Harekâtı sonunda kayıplarımız şöyleydi, anımsayalım: Türk Silahlı Kuvvetleri’nden 415 Kara, 65 Deniz, 5 Hava, 13 Jandarma olmak üzere toplam: 498 şehit ve 1200 yaralı vermiştir. Kıbrıs Türk tarafı ise 70 mücahit ölü, 270 sivil ölü, 1000 yaralımız vardır. Diplomatik başarı Hatay’ın anavatana bağlanması, Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünya’da Barış” ülküsüyle ve kararlı diplomatik tavırla kan dökülmeden gerçekleşmiştir. “Kıbrıs Barış Harekâtı” ise 568 şehit verilerek tamamlamıştır. Bunu en iyi bilen KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı’dır, kendisi de harekâta katılmıştır. Magosa direnişinin sembolü olan ve orada heykeli bulunan Üsteğmen Oğuz Kalelioğlu ile iki saat röportaj yaptım. Ağlayarak anlattıkları biliyorum ki Kıbrıs halkının da belleğindedir. Barış yolu ile kazanılan siyasi zaferlerimizden biri de Hatay’ın anavatana katılmasıdır. Fransızların, İskenderun Sancağı’ndan çekilmemeleri ve sancak içindeki Türk nüfusa karşı davranışları üzerine Hatay direniş örgütü harekete geçer. Merkezi Adana’da olan, Tayfur Ata Bey’in başkanı olduğu İskenderun ve Havalisi Müdafaaı Hukuk Cemiyeti, bir heyet halinde Ankara’ya giderek Mustafa Kemal Paşa’dan bölge ile ilgilenmesini istemişlerdir. 1922 yılında Fransızlar tarafından Suriye Devletleri Federasyonu kurulur ve İskenderun Sancağı bu federasyona bağlanır. Lozan Antlaşması’yla Hatay’ın misakı milli sınırları dışında kalması yöre halkını umutsuzluğa sevk etmiştir. Hatay meselesi, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın, 15 Mart 1923 günü Adana’da yaptığı konuşmasında, “Kırk asırlık Türk yurdu düş Tayfur Sökmen (1892, Adana 3 Mart 1980, İstanbul), Milletler Cemiyeti’nin 19 Mayıs 1937’de Hatay için kabul ettiği anayasadan sonra kurulan Hatay Cumhuriyeti’nin ilk ve son cumhurbaşkanıdır. 2. Kolordu emrinde Kuvayi Milliye komutanlığı, Hatay Müdafaai Hukuk Cemiyeti temsilciliği, İskenderun ve havalisi Müdafaai Hukuk Cemiyeti kuruculuğu ve başkanlığı yapmıştır. Hatay Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığı yapmış, bu görevi, Hatay 29 Haziran 1939’da Millet Meclisi’nin kararıyla Türkiye’ye katılma kararı alıncaya kadar sürdürmüştür. man elinde esir kalamaz” sözü ile Hatay’ın, onun gündeminden hiç düşmediğini gösterir. Türkler, Fransızların engelleme çabalarına rağmen hedeflerine ulaşmak için yoğun bir propaganda faaliyetine girerler. Bu etkinlik içinde, özellikle anavatanda gerçekleştirilmiş olan Atatürk ilke ve devrimleri örnek alınır. Türk nüfusun yaptığı bu gayretli ve ısrarlı çalışmalar meyvelerini verir ve bir süre sonra Fransızlar, İskenderun Sancağı’nda Türk egemenliği kavramına sıcak bakmaya başlar. Sancakta yaşayan Türkler, Ankara’ya gönderdikleri heyetler ile Atatürk’ten daha yakın ilgi ve destek istemişlerdir. Türk hükümeti, 1936 Eylül ayında Cenevre’de yapılan Milletler Meclisi toplantısında konuyu gündeme getirerek, İskenderun Sancağı’nın bağımsızlık talebini Fransız hükümetine resmen bildirirler. Fransız hükümeti, San Remo Konferansı’nda Suriye’nin bağımsız bir devlet olmasını kabul eder. Bu sırada Hatay meselesiyle ilgilenen Türkiye de Milletler Cemiyeti’ne başvurarak, Hatay’a bağımsızlık verilmesini istemiştir. Milletler Cemiyeti, Hatay’da Türk ço ğunluğunun bulunup bulunmadığını anlamak için plebisit yapılmasına karar verir. Bu koşulu kabul etmeyen Türk hükümeti, Milletler Cemiyeti ile ilgisini keserek, doğrudan doğruya Fransızlarla görüşmelere başlar. Ulusal mesele O sırada, Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda kalmaktadır ve hastalı Yusuf Büyükburç ğı çok ilerlemiştir. Doktorların uyarısına rağmen, 20 Mayıs 1938 tarihinde Adana’ya gelir. Hatay konusunun en kritik döneminde, sağlığı üzerindeki olumsuz düşüncelerin sonucu etkileyeceği düşüncesiyle, sınıra kadar otomobiliyle giderek askeri birliklerin resmi geçişini ayakta izler. Sağlıklı olduğunu hissettirmek için her şeyi denerken yaptığı güç ve gövde gösterisi onun sağlığından çok şey alır. 4 Temmuz 1938 tarihinde, Türk ordusunun halkın sevinç gözyaşları arasında Hatay’a girmesi, hasta olan Atatürk’ü pek sevindirir. Yurdun her köşesinden aldığı tebrik telgraflarına, “Hatay milli meselemizin dostça tedbirlerle müspet neticeye ulaştırılmasından duyulan sevinç yerindedir” cevabını verir. Hatay’da Türk çoğunluğuna dayanan bir cumhuriyet kurulmuş ve bayrağı tıpkı Türk bayrağına benzetilmiştir. Bayrağın, ay ve yıldızının içi kırmızı yapılır. 23 Haziran 1939 tarihinde, Fransızlarla Ankara’da yapılan anlaşma ile Hatay, anavatana katılır ve 30 Haziran 1939 tarihinde ise Hatay, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içine alınır. Hatay Egemenlik Cemiyeti Genel Sekreteri Şükrü Sökmen Süer, Hatay’ın ilk valisi olur. 40 asırlık Türk yurdu 23 Temmuz 1939 tarihinde TBMM adına Hatay’a gelen heyetle birlikte anavatana katılma törenleri yapılır. Atatürk’ün sağlığında neticesini göremediği büyük ülküsü olan Hatay meselesi daima karşısında olduğu bir askeri harekât yerine arzuladığı gibi politik yollarla kesin sonuca ulaşır ve “Kırk Asırlık Türk Yurdu” anavatan sınırları içine alınmış olur. Bu yazıyı bitirirken, Çandarlı’da 1998 yılında tanıştığım bir Hataylı büyüğümden bahsederek yazımı bitireceğim. Bu kişi 85 yaşında 2001 yılında kaybettiğimiz Yusuf Büyükburç’tu. Erol Büyükburç’un amcası olan Yusuf Büyükburç, 4 Temmuz 1938 tarihinde, Türk ordusunun Hatay’a girişinde görev alan yedek subaydır. Hataylı olduğu için yapılan törende konuşma yaptırılmıştır. Kanla yazılan destanların kazanımları, emperyalist ülkeleri arkasına alanlara hiçbir zaman geri verilmez. Anavatanın kurtuluşu olan 9 Eylül 1922 gününü hep hatırlayan Kıbrıs halkı, eli kanlı EOKA’cıları hiç unutmadı. Hatay’ın anavatana kavuşması için, yaşamından çok şey veren, başta Atatürk olmak üzere tüm kahramanlar ışıklar içinde yatsınlar. FETÖ’nün TSK’ye yaptıkları Cumhur UTKU Türk ordusunun savaşmadan çökertilmesine neden olanların hesap verme zamanı geldi çattı. Hesabı, Fethullahçı çeteyi besleyip büyüten, birlikte hareket ettikten sonra ancak çıkar ilişkileri bozulduğunda ona “Fethullahçı Terör Örgütü” demeye başlayan siyasetçiler verecektir. Bunların kimler olduğunu gelecek günlerde öğreneceğiz. FETÖ ve PDY’yi (Paralel Devlet Yapılanması’nı) iç politikada yıllardır kimlerin, nasıl beslediği bilindiği halde belgelenemediğinden hukuken nasıl ele alınacağı henüz belli değil. Ele alınamamasının asıl nedeni, yabancı istihbarat teşkilatlarıyla da desteklenen kimi dini cemaatleri 15 Temmuz 2016 gününe ve günümüze gelebilecek kadar cesaretlendiren iktidarın halen görevde olmasıdır. Dört aşama Türk ordusunun yıkılışına Fethullahçı çetelerin sinsi ve zararlı evrelerinden geçilerek gelinmiştir. Ordu içinde yaşanılan olayların çözümlemesini (tahlilini) yaparken, çok gerilere gitmeyip bu uğursuz ve talihsiz zamanı (süreci) dörde bölmemiz daha doğru olacaktır: n Sirke bırakma zamanı. n Bitlenme zamanı. n Yerleşme ve kan emme zamanı. n Türk ordusu bünyesindeki yıkım ve çöküş zamanı. Ulusal bir ordu için, ordunun ulusal bir morale, siyasetten uzaklaşmaya, tek bir askeri karargâha ve komutana bağlı olarak, Cumhuriyet Devriminden sapmadan onun yolunda gitmesine her zamankinden daha çok gereksinim olduğu gözlemlenmektedir. Ordudaki FETÖ virüsü, 1981 yılında büyük kısmı Askeri Liselerde Atatürkçü eğitim almış Harbiye öğrencilerinin topluca okuldan atılmasından sonra harekete geçti. Genç subay açığını kapatmak için Harbiye’ye sivil liselerden sınavla çokça öğrenci alınmıştı. İlk kez Şemdinli olaylarında Fethullahçıların hedefindeki askerler, emekliliğe zorlanıp sivil mahkemelerde yargılanmaya başlandı. Çünkü o zamanki komutanlar, düşünce ve görev esnasındaki suçlardan dolayı görevdeki subaylarını yargılanmak üzere sözde savcılara teslim etmezlerdi. 28 Şubat 1997 MGK kararından sonra ordudaki sıkıntıları, komuta zayıflığını ve sözüm ona millici olmayan, insani olmayan uygulamaları açığa çıkaran web siteleri ortaya çıktı. Ordunun internet ve bilişim ağlarına sızdılar. YAŞ kararlarıyla irticadan atılan subaylar bir kanun değişikliği ile geri döndü, dönemeyenlere albay olmadıkları halde emekli albay hakkı verildi. Yükselme ve tayinlerde Fethullahçı cemaat etkili olmaya başladı. Polis ve savcılar, askeri kurum, kışla ve lojmanlara girerek soruştur ma ve tutuklama yapmaya başladı. Kırılma anı 2009 2009 yılında askeri mahkemelerin yetkilerinin sivil özel mahkemelere verilmesi Türk ordusunun çökertilmesinde önemli bir kırılma noktasıdır. Bunu Sayın Orgen. Başbuğ değil de herhangi bir siyasetçi söylemiş olsaydı, kamuoyunun dikkati bu denli çekilemezdi. Bu yasa çıktığında ilk olarak Kayseri İl Jandarma Komutanı ve Mehmet Ali Çelebi ile birlikte beş subay, görev başındayken yetkilendirilmiş mahkemelere teslim edildi. Bu casusluk hareketinin hızlanması için görevdeki Kemalist askerlerin gözaltına alınarak özel mahkemelerde yargılanması ve gözdağı verilmesi gerekiyordu. Bu durum, çok önemli atlama taşı oldu. Her Kolordu Komutanlığı bölgesinde özel yetkili mahkemeler kuruldu ve Fethullah Gülen’in onayıyla en az bir savcı ve hâkim atandı. Örneğin Van’da Ferhat Sarıkaya vardı. Asıl kaldırılan Türk ordusu Askeri vesayet kaldırılıyor derken ne yazık ki Türk ordusu kaldırılmıştır. Bugün askerlerden daha çok, Türkiye’nin geleceğinden (bekasından) endişe duyan akılcı ve gerçekçi her yurttaş, Türk ordusunun sağlıklı ve çağdaş bir yapıya kavuşmasını istemektedir. 16 Temmuz 2016 sabahından günümüze kadar yapılan sorgular, alınan ifadeler, iddianameler, bitmiş ve sürmekte olan yargılama tutanakları incelenmeli ve yapboz parçaları birleştirilmelidir. Olaylar, kişiler, kişilikler, hukuksal ve siyasal hareketler gerçek kronolojik sırasıyla çıkarılarak değerlendirmedikçe, Türk ordusunu yeniden çağdaş ordular seviyesine ulaştırmak olası değildir. Bu da günlük siyasetin dışında, Genelkurmay Başkanlığı’nın kendi karargâh çalışmaları yanında, gelecek endişelerinden, kin ve nefretten uzak kişilerin bulunduğu etkili ulusal dernek, sivil toplum ve bağımsız düşünce kuruluşlarının çalışmalarıyla olacak bir iştir. Yediği bu büyük vurgundan sonra Türk ordusunun yapısı, savaş araçlarının modernleştirilmesi, askeri hukuk sistemi, askeri sağlık, lojistik sistemi, emir komuta, terfi, sicil ve tayin sistemi, asker alma kanununu gibi konuların ivedilikle yeniden düşünülmesi gerekmektedir. Ulusal bir ordu için, ordunun ulusal bir morale, siyasetten uzaklaşmaya, tek bir askeri karargâha ve komutana bağlı olarak, Cumhuriyet Devriminden sapmadan onun yolunda gitmesine her zamankinden daha çok gereksinim olduğu gözlemlenmektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle