16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 30 KASIM 2020 PAZARTESİ HABER İLK BAŞKAN BÖREKÇIZADE RIFAT EFENDI’DEN ALI ERBAŞ’A Diyanet’in kısa tarihi PROF. DR. RIDVAN AKIN GALATASARAY ÜNIVERSITESI Cumhuriyet rejiminin dayandığı zemini belirleyen en önemli kanunlar Devrim kanunlarıdır. Bu üç kanun (429, 430, 431) radikal içeDiyanet İşleri Başkanlığı, en tartışmalı devlet kurumu olma özelliğini devam ettirmektedir. Kurumun, hilafetin lağvı ve Osmanlı hanedanının yurtdışına çıkarılması yasalarıyla eşzamanlı olarak ihdas edilmiş olması anlamlıdır. Çok partili döneme kadar devlet aygıtı içinde dinin 1961demokrasisine kadar, cumhuriyetin kurucu ideolojisi karşısında uyumlu resmi İslamı temsil eden Diyanet örgütü, İslamcılık akımının güçlenmesine koşut olarak gittikçe siyasallaşmıştır. Özellikle son iki başkanın görevde bulunduğu dönemrikleriyle eski rejimden kopuşu sağla denetim altında tutulması işlevini sürdüren kurum, 1950’ler de, siyasi iktidar ile bir devlet kurumu olarak “Diyanet” arayan düzenlemelerdir. 429 sayılı Şer’iye ve Evkaf ve Erkânı Harbiyei Umumiden sonra önemli dönüşümlere sahne olmuştur. sındaki organik ilişki iyice belirgin hale gelmiştir. ye Vekâletlerinin İlgasına Dair Kanun ile Milli Mücadele döneminde var olan Şer’iye ve Evkaf ve Erkanı Harbiyei UmuSONUÇLAR miye vekâletleri lağvedilmiş, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı kurulmuştur. 430 sayılı Tevhidi Kuruluş Tedrisat yasası ile bütün eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. Hilafetin ilgasıamacından na ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair 431 sayılı kanun ile de hilafet lağvedilmiştir. Bu yasalar günümüz İslamcı çevrelerde nefretle anılan düzenlemelerdir. Ama İlk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi... di Akseki döneminde başlamıştır. Bu başka bir noktada kanımca asıl bundan sonra Cumhuriyet Devrimi’nin gerçek konsolidasyonu başlamıştır. Milli Kurtuluş Savaşı başladığında, İstanbul’daki Şeyhülislamlık makamı ve Evkafı Hümayun Nezareti’nin hükümet içindeki işlevini görmek üzere Ankara’da Şeriye Vekâleti kurularak İcra Vekilleri Heyeti’ne (Hükümete) alındı. Cumhuriyet’in ilanı, başlangıçta ne İcra Vekilleri içinde yer alan Şeriye vekilinin konumunda ne de Birinci Meclis tarafından 1922’de Hilafet makamına seçilen Abdülmecid Efendi’nin konumunda bir değişikliğe yol açmıştı. Asıl devrimci değişiklikler, 1924 MartNisan aylarında gerçekleşti. Bunlar ‘Devrim Kanunları ve 1924 Anayasası’dır. 429 sayılı yasa, din işleri örgütünü siyaset alanından çıkararak siyasi otoriteemareler sırasıyla, hacca gidenlere döviz tahsisi ve izin verilmesi (1947) ilahiyat fakültesinin tekrar açılması ve ilkokulların 4. ve 5. sınıflarında seçmeli din dersine izin verilmesi gibi kararlardır. (1949) En önemli adım ise, CHP’nin 1950 seçimlerinden (iktidardan düşmeden) önce 29.4.1950 tarihli 5634 sayılı yeni bir Diyanet Teşkilatı yasası çıkarmış olmasıdır. Bu yasa ile Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne devredilmiş bulunan imam hatip ve kürsü vaizliği kadroları Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlanmıştır. Çok partili dönem Atatürk döneminin Diyanet İşleri Başkanı Börekçizade Rıfat Efendi’nin vefatından sonra Milli Şef İnönü bu göreve sırasıyla M. Şerefeddin Yaltkaya Türk devrimi önderliğinin, dini denetim altında tutma ve Türk ulus devletinin pekiştirilmesinde işlevsel bir kurum olarak tasavvur ettiği Diyanet İşler Başkanlığı, kuruluş amaçlarından bambaşka bir noktada bulunmaktadır. Kamusal alandaki görüntüsüyle Başkan, adeta meşrutiyet döneminin şeyhülislamı rolünü üstlenmiş görünüyor. Bu durum, anayasa, kuruluş ve görev yasaları ile bariz bir şekilde çelişmektedir. Ayasofya’nın “Cumhuriyet hukukuna” aykırı bir kararla Diyanet’e devredilmesi, Başkan’ın hutbeye kılıç ile çıkması, minberin hilafet sancaklarıyla donatılması, anayasal düzenle ve devrim kanunlarıyla açıkça çelişmektedir. nin emrine verdi. Şeriye Vekâleti yeri ve A. Hamdi Akseki’yi getirdi. Her ikisi Büyüyen bürokrasi ne, başvekilin inha cumhurbaşkanının ise tasdik ettiği bir makam olarak Diyanet İşleri Reisliği ihdas edildi. Rıfat Börekçi dönemi Bence Atatürk’ün Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurma kararının iki yönü vardır: Din gibi bir alanı devletten özerk bir kurum olarak düşünememesi veya belki de bunu bir risk olarak görmesi birinci nedendir. İkincisi ise Osmanlı resmi ideolojisi olan Sünni İslamı bir Türk İslamı haline dönüştürmeyi hatta, Türk Ulus Devleti’nin bir “rüknü” olarak tasavvur etmiş olmasıdır. Ama kanımca gerçek neden Türk tarihinin en büyük devrimcisinin bile bürokratik devlet geleneğinin “kodlarının” bir ürünü olarak tarih sahnesine çıkmış olmasıydı. Rıfat Börekçi’nin Diyanet İşleri Başkanlığı döneminde, din ve din adamı telakkisi büyük ölçüde bu düşüncelerimi teyit eder niteliktedir. Türk laikliği, İslamı Arap öğelerinden tamamen arındırarak, bir Türkİslamı yaratmak istemiştir. Tek Parti Dönemi Erken dönem Cumhuriyet laikliğinin bir Türkİslamı inşa ederek, Arap kültürdin dairesinden kopmak amacının var olduğu uygulamalardan anlaşılmaktadır. 1932’de Türkçe ezan, 1934’te Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi, 1941’de Türk Ceza Kanunu’nda Türkçe ezan ve kamet zorunluluğunu ihlal edenlere (Arapça yasağı) 3 ay hapis cezası getiren bir madde eklenmesi gibi... Bir başka boyut da din eğitimi konusudur. Bir dönem ilahiyat fakültesi ve imam hatip okullarının da kapatılmasından sonra, İstanbul Üniversitesi İslam Tetkikleri Enstitüsü dışında din eğitim ve öğretimi ile ilgili hiçbir kurumun kalmadığını belirtmek gerekir. İzinsiz din eğitiminin şiddetle takibi, gayri müslim yurttaşları da etkilemiş, örneğin Yahudilerin çocuklarına evlerinde İbranice eğitim vermeleri kovuşturmaya konu olmuş, Türkiye’de yaşayan ama Türk vatandaşı olmayan rahipler ceza kovuşturmasına uğramıştır. Yine Alevilerin Osmanlı’dan beri yarı gizli sürdürdükleri cem ayinleri Cumhuriyet döneminde de yasadışı bir dini faaliyet olarak algılanmıştır. Katı uygulamalardan vazgeçilmesi de tek parti yönetiminin din telakkisi ile uyumlu bir çizgi izlediler. Demokrat Parti’nin başkanlığa getirdiği Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, Halk Fırkası grubunda tam bir cumhuriyetçi portre çizmiş görünüyor. Her ne kadar, DP dönemi, Ticanilik, Süleymancılık ve Saidi Nursi ile popülist kaygılarla temasın olduğu bir dönem olduysa da tarikatların “Resmi İslam”a nüfuz etmelerine izin verilmemiştir. Bunda DP yöneticilerinin CHP’den “çıkma” olmalarının önemi vardır düşüncesindeyim. 27 Mayıs sonrası Milli Birlik Komitesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’na, din kurumu üzerinde kendi anlayışlarına uygun bir simayı getirdi. Bu isim İstanbul müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’dir. Bilmen 1943’ten beri İstanbul müftüsü ve çok tanınmış bir din alimi idi. Bununla birlikte 27 Mayıs yönetiminin radikal kanadı İnkilap Mahkemeleri, kültür ve eğitim reformu, korporatif nitelikli bazı kurullarla toplumu örgütleme planlarının yanı sıra, tek parti radikalizminin nostaljisi ile ezanın ve ibadetin Türkçeleştirilmesi, dinde reform gibi söylemleri gündeme getirmek istedi. Bu gelişmeler, siyasi irade karşısında daima “muti olan” Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’nın emekliliğini istemesi ile sonuçlandı. Bu talebin gerçekte bir istifa olarak değerlendirilmesi daha doğru olur. Gerçeker’in başkanlığı İnönü’nün 1964’te göreve getirdiği Mehmet Tevfik Gerçeker’in babası TBMM’nin birinci döneminde Şeriye vekili olan Karacabey müftüsü Mustafa Fehmi Efendi’dir. Gerçeker, Yüce Divan ve Danıştay üyeliği yapmış 1961 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra Danıştay Genel Kurulu tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmiştir. AYM’den yaş haddinden emekli olduktan sonra, İnönü’nün son koalisyon hükümeti devrinde Diyanet İşleri Başkanlığı’na getirilmesi, kuruma İnönü bakışını açıklar niteliktedir. AP’nin Diyanet politikası AP’nin 1965 seçimlerini kazanıp tek başına iktidara gelmesinden sonra, göreve gelen bütün Diyanet İşleri başkanlarının görev sürelerinin kısalığı, başkanlığın parti politikalarının etki alanına girdiğini gösterir. Bunlar içinde Şu anki Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı Ayasofya’nın açılışı sırasında hutbeye elinde kılıçla çıkması büyük tartışma yarattı. rin seçkinleri içinde yer alması, İslamcılığın AP iktidarı eliyle, Diyanet içinde önce nüfuz alanını sonra, hegemonyayı ele geçirdiğini gösterir niteliktedir. 70’lerin kaos ortamı 1977’de Ecevit’in Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanlığı’na getireceği Dr. Lütfi Doğan’ın önemli bir özelliği var. Dr. Doğan, 12 Mart Ara Rejimi döneminde göreve getirilmişti. Selefi Lütfü Doğan ise 1968’de Adalet Partisi iktidarı tarafından başkanlığa atanmıştı. Ara rejim hükümetleri kendi anlayışlarını yakın bulmadıkları Lütfi Doğan’ı tebdil etmiş olmalıdırlar. Dr. Lütfi Doğan ise Demirel başkanlığında kurulan Milliyetçi Cephe hükümetlerine kadar tutucuİslamcı çevrelerin dışında bir çizgi ile başkanlık görevini sürdürdü. İki denge adamı Tayyar Altıkulaç’ın İslamcı çevrelerden ziyade Adalet Partisi’ne ve Demirel’e yakın olduğunu ifade etmek gerekir. Bir denge adamı olduğunu gösteren en önemli karine, 12 Eylül Ara Rejimi döneminde yerini korumuş olmasıdır. Aynı yargıyı Mehmet Nuri Yılmaz için de söylemek mümkündür. O da Demirel ve Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığı döneminde başkanlık görevini sürdürmüştür. Devletin kurucu ideolojisiyle çatışmaktan kaçınan bir anlayışa sahipti. İslamcılık anlayışı Diyanet Teşkilatı’nın İslamcılığın etki alanına girişi Turgut Özal’ın başbakanlığı ve ANAP iktidarı dönemine tekabül eder. Özal, Nakşibendi tarikatıyla yakın ilişkileri olan bir siyasi kimlikti. Özal’ın, Tayyar Altıkulaç’ın yerine Prof. Mustafa Said Yazıcıoğlu’nu getirmesi İslamcı kadroların Diyanet’i ele geçirme yolundaki ilk hamle sayılmalıdır. Yazıcıoğlu, halen aktif olarak AKP’de siyaset yapmaktadır. AKP iktidarı AKP’nin ilk iktidar döneminde, her alanda olduğu gibi, Diyanet yönetimi ni vardır: Birincisi Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı olması, ikincisi de kamuoyunu tedirgin edecek nitelikte atamalardan kaçınma siyaseti. Ali Bardakoğlu, AKP’nin göreve getirdiği ilk başkandır. AKP dışında olmamakla birlikte, siyasetten sakınma çizgisini görevi boyunca sürdürdü. Devletin dönüşümü Türkiye, AKP iktidarının ikinci döneminden itibaren ciddi bir dönüşüm sürecine girmiş olup bu süreç hâlâ devam etmektedir. 2002’den beri iktidarda bulunan AKP’nin 2007 sonrasındaki hamlelerini bir siyasi partinin olağan icraatları olarak yorumlamak zordur. Türkiye, bir taraftan gittikçe kapitalistleşip, çarpık da olsa kentlileşirken bununla koşut olarak taşrada İslami sermayenin (özellikle tarım ve ticaret sermayesi) toplumun diğer kesimleriyle (proletarya ve köylüler) din üzerinden bir diyalog kurmakta oldukça başarılı olduğu gözlemlendi. İslamcı burjuvazi ve onun partisi, ideolojisi “din” olan bir örgütlenme ve kadrolarını devşirme siyaseti yürürlüğe koydu ve burada büyük bir başarı sağladı. Sonuç itibarıyla, AKP iktidarının meşrulaştırılması ve siyasal gücün “konsolidasyonu” Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden yürütülmektedir. “Eski resmi devlet ideolojisi” laikliğe alternatif ideolojinin üretimi, yaygınlaştırılması ve pekiştirilmesi alt, orta ve yüksek bürokratik kadrolarıyla Diyanet örgütü aracılığıyla yürütülmektedir. Laiklik, Cumhuriyet tarihi boyunca elinde tuttuğu resmi üstünlüğünü kaybetmiş, din fiilende facto henüz de jure değil yeni hegemonyanın ideolojisi oldu. Mehmet Görmez ve Ali Erbaş Son 10 yılda, Diyanet İşleri Başkanlığı iktidar partisinin egemenliğinde, “yeni devletin” ideolojik hegemonya aygıtına dönüştürüldü. Sonuç olarak, Bilindiği üzere, AKP iktidarı döneminde, devlet kurumlarının hemen hepsi yürütme lehine güç kaybetmiş ve gerilemiştir. Buna karşılık 2002 sonrası, “çıtayı en çok yükselten” kurum Diyanet örgütüdür. Örgüt, 130 bin personeli ile iktidarın en çok kolladığı ve organik ilişki içinde bulunduğu bir kuruma dönüşmüş; Başkan, devletin değil, siyasi iktidarın dinsel politikalarından sorumlu bir aktör rolünü oynar hale gelmiştir. Diyanet, gittikçe büyüyen bürokrasisi ile kamu harcamaları bütçesinden pek çok önemli bakanlıktan daha fazla tahsisat almaktadır. Bu durumu, yurttaşların din hizmeti alma ihtiyaçlarının artması ile ilgili olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Her şeye karşı... Diyanet teşkilatı, toplumdaki bütün muhalif siyasal partilere, statüko karşıtı eğilimlere, özellikle sol, sosyalist, feminist, yeşiller hatta liberal her türlü düşünce ve siyasal akıma karşı “pozisyon” almaktadır. Kanımca, Diyanet’in fetvaları da kuruluş ve görev kanununa aykırıdır. Laik hukuk açısından son derece sakıncalı olan bu durumun, iktidar dışındaki sağ partiler tarafından olağan karşılanması, muhalif kanat açısından ise kanıksanması endişe vericidir. Bu haliyle kurum, demokratik siyasal hayatın, çoğulculuğun, serbest düşüncenin önünde ciddi bir engele dönüşmüştür. Daha açık bir ifade ile Diyanet İşleri, demokratik, çoğulcu siyasal hayatı kısıtlayıcı, teokratikotoriter bir yapının inşasına hizmet eden bir örgüte dönüşmüştür. Ayrıcalıklı olmamalı Türkiye’nin seküler güçleri, diyanet işlerine yönelik “alternatif bir politika” ortaya koymak zorundadır. Türkiye, diyanet ve kamusal hayattta dinin yerini çoğulcu demokratik bir platformda tartışıp çözmeden gerçek hürriyetçi rejimi yaşayamaz, güçlendiremez. Bunun en akılcı yolu, Diyanet’in “genel idare” içinde yer alan ayrıcalıklı bir kamu kurumu olmaktan çıkarılmasıdır. Dinin, diğer düşünceler karşısında “özel himaye görmeme” durumu, kurulacak gerçek laikliğin Bu alanda ilk emareler, ŞerafedAP’nin göreve getirdiği üçüncü Diyanet alanında da temkinli başladığı açıktır. Diyanet İşleri örgütünün “yeni devle ve sağlam bir demokrasinin, hür düdin Yaltkaya’nın vefatından sonra, İşleri Başkanı Lütfi Doğan’ın daha son Bu dönemde tam angaje bir Diyanet İş tin” en güçlü ideolojik aygıtı olduğunu şüncenin, açık toplum ve açık rejimin Diyanet’in başına getirilen Ahmet Ham ra, MSP, RP, AKP gibi İslamcı partile leri Başkanı atayamamasının iki nede söylemek yanlış olmayacaktır. teminatı olacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle