23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 25 KASIM 2020 ÇARŞAMBA gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Onurlu devlet olmak PROF. DR. ŞADUMAN HALICI Akdeniz’de Roseline A üzerinden Berlin ile kriz yaşıyoruz. Yunan komutanın sevk ve idaresinde yapılan Irini harekâtında görevli Alman Hamburg fırkateyni Türk yük gemisi Roseline A’yı durduruyor. Gerekçe, Roseline A’nın insani yardım değil yasadışı silah taşıdığı. Alman güçler helikopterle gemiye iniyor. Arama başlıyor. Deniz hukukuna göre ne arama hakkı ne personelini indirme hakkı var. Bunun için geminin bayrağını taşıdığı ülkeden yani Türkiye’den izin almamış. Uluslararası açık deniz serbestisi ilkelerini ezip geçen, hukuka tamamen aykırı olan bu haberleri okuyunca tepesinde helikopterleri, güvertesinde yabancı askerleri gören Roseline A’nın Türk personeli gözümün önüne geldi. Tarihte yolculuk yapmaya başladım. Cumhuriyet okuyucuları ile de paylaşmak istedim. Acı manzara Yıl 19081909, tüm ülke özgürlük, eşitlik, kardeşlik vurgularıyla coşuyor. Mahmut Esat isminde bir genç o günlerde İzmir İdadisi’nde okuyor. Henüz on altı yaşında. Yaşamın içine giriyor, gözlemliyor. İzmir Limanı’na demir atan İtalyan ve Fransız donanmalarını görüyor. İdadi arkadaşı Rum, Ermeni, Yahudi gençlerinin bu manzara karşısındaki neşe ve gurur gösterilerine tanık oluyor. Beşiktaş’ta yatan Barbaros’u mezarından kaldırmak ve “Bak pabucunu dama attığın Andrea Doria’nın çocukları şimdi senin sularında... Büyük Amiral kalk da gör!” demek istiyor. Yıl 1913... Mahmut Esat İstanbul’da hukuk eğitimini sürdürüyor. Memleketi İzmir’e vapurla yolculuk yapıyor. Vapurlar Türklerin deTürkiye onurlu bir ülkedir. Uluslararası hukuktan doğan tüm haklarını kullanmalı, geçmişte yaptığı gibi bugün de kendisine yapılan hakarete hukuk yoluyla yanıt vermelidir. Vermelidir ki kimse bir daha Türkiye Cumhuriyeti’ni yok sayacak eylemlere cesaret edemesin. ğil... Ya Fransız Mesajeri Maritim ya da Romanya vapurları gibi şirketlerinin vapurları işliyor. İşte o seyahatlerden biri: Kritik görev Masejari Maritim Şirketi’ne ait vapura İstanbul’dan biniyor. Ardından iki Türk subayı güverteye çıkıyor, bir Rum görevli hemen subaylara koşuyor ve kılıçlarını almak istiyor. Subaylar kılıçlarını vermek istemiyor... Rum görevli sesini yükseltiyor: Vapur. Fransız toprağıdır... Burada sizin subaylarınız kılıç takamaz. Subaylar kılıçlarını teslim ederken Mahmut Esat kamarasına koşuyor. Öfkesini, İzmir’e varıncaya kadar ağlayarak kusuyor. Yıl 1924. Mahmut Esat Adalet Bakanı olur. Yıl 1926, 2 Ağustos Ege Denizi’nde, Midilli Adası yakınlarındaki Sığrı Limanı önünde Türk bandıralı Bozkurt ile Fransız bandıralı Lotus çarpışır. Bozkurt batar, 8 Türk gemici ölür. Cumhuriyet savcılığı Lotus’u idare eden Mülazım Jan Demons ile Bozkurt’un süvarisi Hasan Kaptan’ı tutuklar. Ağır cezada yargılamaları başlar. Fransız Denizcilik Cemiyeti, çarpışma Türk karasuları dışında olduğu için Türkiye’nin yargılama yetkisi olmadığı iddiasıyla Türk hükümetine müdahale edilmesini ister. Fransız basını ayaklanır. Le Jurnal, Türkiye’nin Fransa’nın Lozan’da verdiği izinle kurulduğunu iddia eder. Matin, tutuklamayı Fransa’ya hakaret olarak yorumlar. Tehdit edici cümlelerle Türkiye’den Demons’un serbest bırakılması istenir. Fransa hükümeti de Türkiye’ye verdiği nota ile bu isteği sahiplenir. Adalet Bakanı Mahmut Esat, geri çekilmenin Türkiye’nin uluslararası saygınlığını sarsacağına, İsmet Paşa’nın Lozan’da bin bir güçlükle kaldırdığı adli kapitülasyonlara kapı aralayacağına işaret eder. Bu duruşunu Çankaya’da da sürdürür. Konuyu Uluslararası Adalet Divanı’na götürmek ve divanda Türkiye’yi savunmak ister. Görev, Mahmut Esat’a verilir. O da hummalı bir çalışma başlatır. Türk heyeti Fransız temsilcileriyle ortak tahkimname düzenlemek üzere Cenevre’ye gider. Mahmut Esat, ilk kritik hamlelerini burada atar: Fransızların hazırladığı tahkimnamede sadece bir sözcüğü değiştirerek davayı kanıtlamak yükünü onların sırtına yükler. Ardından divana oy verme yetkisiyle bir Türk hâkiminin atanmasını sağlar. Tarihi savunma Türkiye’ye dönünce ekip arkadaşları ile birlikte savunmasını hazırlamayı sürdürür. İtalyan, Alman, İsviçreli ve Fransız hukukçularının görüşlerine başvurulur. Örnek olaylar derlenir, savunma tamamlanır. Mahmut Esat, Lahey’e gider. Divan, 2 Ağustos 1927 günü davayı görüşmeye başlar. İlk savunmayı Fransa temsilcisi yapar. Türkiye’nin yargılama hakkına sahip olmadığını, bu nedenle Fransa’ya ve Demons’a tazminat vermesi gerektiğini iddia eder, iddialarını pek çok örnekle destekler. Mahmut Esat 4 Ağustos’ta savunmasını yapar. Pek çok kanıt sunar, Fransa’nın da benzer olaylarda Türkiye ile aynı kararı verdiğini örnekler. Tarihler 7 Eylül 1927’yi gösterdiğinde Uluslararası Adalet Divanı Türkiye’nin tezini haklı bulduğunu açıklar. Cumhuriyet okurları... BozkurtLotus olayı, iki geminin çarpışmasından kaynaklanan adi bir deniz olayı değildir. Tam bağımsız Türkiye ile emperyalist Fransa arasında bir davadır. Bu nedenle divandan çıkan karar, tüm dünyada o gün haklı bir yankı bulur. Mahmut Esat’a da Bozkurt soyadını kazandırır. Mücadelenin kaynağı Türkiye’nin davayı kazanmasında o güne değin yapılan hukuk devrimi de etkili olmuştur. Bununla birlikte BozkurtLotus davasını bir oy fazlayla Türkiye’ye kazandıran asıl etken, Mahmut Esat’ın ateşli savunmasıdır. Peki, Mahmut Esat, bu savunma gücünü nereden almıştır? 14 yıldır içinde yanan ateşi söndürme arzusundan. Zira Lotus, Türk subaylarının hakarete uğradığı Mesajeri Maritim Şirketi’ne aittir. Türkiye onurlu bir ülkedir. Uluslararası hukuktan doğan tüm haklarını kullanmalı, yapılan hakarete hukuk yoluyla yanıt vermelidir. Vermelidir ki kimse bir daha Türkiye Cumhuriyeti’ni yok sayacak eylemlere cüret edemesin. Kaynak: * Mahmut Esat Bozkurt, “Türk Denizcileri”, Yeni Asır, 4 Eylül 1938; Mahmut Esat Bozkurt Toplu Eserler, C. III, (Derleyen Şaduman Halıcı) Kaynak Yayınları, İstanbul, 2015, s. 262. * Şaduman Halıcı, Yeni Türkiye Devleti’nin Yapılanmasında Mahmut Esat Bozkurt, AAM Yayınları, Ankara, 2004. Kendine özgü meslek PROF. DR. CENGİZ KUDAY Öğretim, eğitim her şeyin üstündedir. Bir ülkenin bekası eğitimle olur. Kanallar Yıl 1923, nüfus 13 milyon. Bu yapabilirsiniz, fakat eğitime gereken önemi vermezseniz bu yaptıklarınızın önemi kalmaz. nun 11 milyonu köyde yaşıyor. Toplam 40 bin köy, 38 bininde okul yok. İki milyon kişi sıtma, bir milyon kişi frengi, verem, tifüs, trow yaygın. Okuma yazma erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4. Okul çağına giren çocukların 3/4’ü okula gidemiyor. Toplam 4 bin 894 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise var, laşmanın kolay olması. O zaman da bulaşıcı hastalıklar vardı fakat devlet çözüm üretiyordu. Boş bulduğu her evi, her binayı okul haline getirdi. Bugün şehirlerimizde, ilçelerimizde yazlık düğün salonu, spor sahaları, kapalı salonlar, 1190 odalı saraylar var. 45 gün gibi kısa bir zamanda büyük şehir hastaneleülke bu konuda yarışıyor: FinlandiyaGüney KoreJaponya. Okuma oranı yüzde 99.9. Nedeni, bütçelerinin en büyük payını öğretime harcamaları. Sonra Japonya mucizesi, harp, sonra Kore mucizesi diyoruz. Tabletle, televizyon yayınıyla, bilgisayarla öğretim olmaz. Öğrenci öğretmenini görmeli, arkadaşlaBatılı donanmasını Amiral Togo Heihachiro tamamen yok etmiş ve Japonya bir dünya devi olarak dünya sahnesinde yerini almıştır. Bu büyük amiral, Doğu’nun Amiral Nelson'u olarak bilinir. Emekli olunca Japon imparatoru onu onurlandırmak için bir ödül vermek ister. Amiral, ödül olarak köyünde bir öğTürkiye'nin tüm liselerinde 230 öğ ri yapabilen devlet, bu boş sahala rını görmeli, okulunuçevresini gör retmenlik kadrosu ister. Bu isteği renci var. Öğretmenlerin 3/1'inde öğretmenlik eğitimi yok. Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok olumsuzrı değelendirip küçük küçük bölüm meli ve hissetmeli. Öğrenmek, yallerde az sayıda öğrenciyle ve tayin nız okumak ve duymakla olmuyor. bekleyen binlerce işsiz öğretmen Bu sosyal bir hadise. Bu konu istereddedilir. Amiral Togo’nın ısrarı luklara rağmen yüzlerce okul açıl ile bu görevi yapamaz mı? nirse eldeki imkânlarımızda çözüÖğretmenliğin çok özel meziyetdı. Nasıl açıldı, bina yok, öğretmen yok. Millet mektepleri açıldı. Uygun Saygıyla eğiliyoruz lür, buna inanıyoruz. Geçmişin zor ler taşıyan ve kendine has profeslu günlerinde çözümler üretilmiş. yonellikte olduğu söylenir. Kont olan her bina okul haline getirilÖğretim, eğitim her şeyin üstün (Çok kısıtlı sağlık hizmetlerine rağ unvanı verilir. 1906'da İngiliz kradi. Kullanılmayan kışlalar üniversi dedir. Bir ülkenin bekası eğitimle men bütün o zamanın hastalıkları; lı tarafından da liyakat nişanı verite oldu. Teknik üniversite: Taşkışla. olur. Kanallar yapabilirsiniz, evle sıtma, verem, trohomifrengi ile sa lir. Amiral Togo, köyünde öğretmen Muhasebe okulunun karşısı: Yıldız ri yeniden yapabilirsiniz, fakat eği vaşan kişileri minnetle anıyoruz.) olmak konusunda ısrarlıdır. Fakat Teknik. Tekkeler ilkokul. (Beşiktaş time gereken önemi vermezseniz Bugün bizleri idare edenlere örnek öğretmenliğin çok farklı ve profestekkesi eskiden Şair Nedim Oku bu yaptıklarınızı hiçbir önemi yok. olmalarını diliyor, bizleri yetiştiren yonellik gerektiren bir meslek oldulu olarak hizmet verdi. Eşim oradan Birkaç yıl evvel Finlandiya'ya git aydınlık, devrimci, Atatürkçü öğret ğu kendisine hatırlatılır. İmparator mezun.) Çocukluk yıllarımda ilko miştim. Başkent Helsinki’de olamenlerimizi saygı ile anıyor ve ön ona çocukların eğitiminin farklı ve kullarımın hemen hepsi eski birer ğandışı bir hareketlilik vardı. O gün lerinde eğiliyoruz. önemli olduğunu, fakat ileri yaştaki köşk veya büyükçe evlerdi. Ortao Finlandiya’nın ortaöğretiminin bitti Anekdot: Tablet veya bilgisayar veliaht imparator Hirohito'ya onu kul ve lisem savaş sonrası boş bı ği günmüş. Binlerce kişi yaşlı genç öğretmen olamaz. Çarpıcı bir ör danışman olarak atayabileceğini rakılan köşk ve evlerdi. Bugün ara coşkuyla bunu kutluyordu .İlk ve nek vereyim. Çarpıcı örneği yine anlatır. O da bu öneriyi kabul eder. lığa kadar öğrenime ara verildi. Se ortaöğretim kalitesi Finlandiya'nın Japonya'dan vermek isterim. RusÖğretmenlik çok önemli ve özelbep, sınıfların kalabalık olması, bu olmazsa olmazlarıymış. Sanırım 3 Japon deniz savaşında, Rusya'nın likleri olan bir meslektir. Devlet projesi değil, servet projesi HAKKI ÜLKÜ ESKI ALIAĞA BELEDIYE BAŞKANI ESKI CHP İZMIR MILLETVEKILI Bir süredir tartışılan Kanal İstanbul projesi için hem İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bir örnek olur düşüncesiyle hem de İstanbul halkının haklı davasına katkıda bulunmak amacıyla bürokratik boyutuyla, siyasal boyutuyla, ekonomik boyutuyla ve hukuksal boyutuyla benzeşmesi itibarıyla önerilerimi sunmak istiyorum. Öncelikle anayasanın 56. maddesini hatırlatmak istiyorum. Bu maddenin bir paragrafında der ki devlet, herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak, insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Herkesin hakkı Ayrıca herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. 2872 sayılı Çevre Yasası da bunu ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Bunları hatırlattıktan sonra geçmişte İzmir’in Aliağa ilçesinde 18 Ekim 1989 tarihinde yayımlanan bir kararname ile devlet, ithal kömüre dayalı bir termik santral yapılmasına yönelik olarak bakanlar kurulu kararı almış ve bunu Resmi Gazete’de yayımlamıştır. Çevre kirliliğini yaşadığımız belediye başkanı olarak sorumluluk taşıdığımız Aliağa’da yapılacak olan bir termik santralın yaratacağı ek kirliliğin boyutlarını tasavvur bile etmek insan sağlığı açısından korkunç sonuçlar yaratabilecek düşüncesi ile Bakırçay diye anılan ve 15 belediyeyi içeren bir güçle bu kirliliğe karşı çıkmak için örgütlendik. Bir dizi eylemler yaptık. Yasak olmasına rağmen ki şimdi yasalaştı referandum yaptık. Merkezi yönetim organları suç duyurusunda bulundu. Danıştay’a yaptığımız itiraz sonucunda, yöresinde çevre kirliliği yaratması muhtemel olan bir kuruluş hakkında yöre halkını haberdar ederek sorması belediyelerin görevleri olarak kabul edilir. Bu nedenle cezalandırılması gereken bir durum yoktur diye oybirliği ile karar verildi. Şimdi sırasıyla, n Bürokratik boyutuyla sivil toplum bilinciyle ve eylemleriyle bürokrasinin önüne geçerek çevre duyarlılığı konusunda anlamlı ve övgüye değer bir davranış sergilenmiştir. n Siyasal boyutuyla o günkü koşullarda var olan sosyal demokratlar, sosyalistler, Yeşiller, İslamcılar ve liberaller aynı cephede buluşup ideolojik ayrılıkların üzerinde bir sivil uzlaşma oluşturmuştur. n Ekonomik boyutuyla yapılacak yatırımın ekolojik yapıyı olumsuz etkilemesi yanında ulusal çıkarlarla bağdaşmadığı ortadadır. n Kültürel boyutuyla çevre ahlakı, bir değer yargısı olarak toplumda yer edinmeye başlamıştır. n Hukuksal boyutuyla yeni bir çevre hukukunun oluşmasına katkıda bulunmuştur. Böylece çevre hakkıyla ilgili şüpheli konulara özellikle ilgili çevrede yaşayan herkesin bir söz hakkı olduğunun bilinmesi ve bunların ÇED yönetmeliğini yürürlüğe sokmasıyla bir anlam kazanmıştır. Merkezi yönetimlerin dayatmalarına karşı bir güvence oluşturmuştur. Sonuç: Aliağa’da yapılmak istenen termik santralın çevreye zararlı olacağına kani olan o dönemin başbakanı Süleyman Demirel, aynı gün 50 bin kişilik insan zincirinden haberdar olunca Rio’dan “Madem halk istemiyor, o halde biz de Aliağa’ya termik santral yapımından da vazgeçtik” demiştir. 16 milyonluk İstanbul’un belediye başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu tabii ki kendisini o göreve getiren halkına soracak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle