12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 2 OCAK 2020 PERŞEMBE EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: İLKNUR FİLİZ [email protected] 2019’da Neler Oldu?2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ALEV COŞKUN Dünkü yazımızda 2019 yılındaki iç politika gelişmeleri üzerinde duruldu. Bugünkü yazımızda dış politika konuları ile ilgili gelişmeler ve Kanal İstanbul projesi ele alınacaktır. Dış politika 2019 yılında kimi zaman ağır eleştiri alan dış politika kısaca şöyledir. Bölgemiz, Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Ege hatta Karadeniz çok sıcak bir süreçten geçiyor. Suriye’de İdlib bölgesi ve TürkiyeSuri ye sınırında ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ateş hattındadır. Ortadoğu süper güçlerin bir satranç tahtasına dönüştü. Suriye sorunu aslın da bir yandan “Suriye’nin istikrarsızlaş tırılması” öte yandan Suriye petrollerinin paylaşımı sorunudur. Suriye’nin petrol alanları, bölgenin do ğu ve kuzeydoğusundadır ve temel ola rak ABD’nin denetimi altındadır. ABD bu rada PKK/PYD güdümünde siyasal özerk bölgeler kurmak için yıllardır çalışıyor. ABD, bölgedeki petrol sahalarında üre tim için Suudi Arabistan ve Mısır’dan da yardım almaya başladı. Rusya da petrol konusuyla çok ilgilidir. Nitekim aralık ayının son haftasında bu konuda SuriyeRusya ortak girişimi olan Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz arama ça lışmaları başlatıldı. Ortadoğu, ABD, Rusya, AB ülkelerinin çıkarları için yapılan mücadelelerin sahnelendiği bir arenaya dönüşmüş bulunuyor. Üçlü gövde gösterisi de 76’sını denetliyor. Hafter, Kaddafi’nin eski komutanlarından olup uzun yıllar CIA’nın koruması altında ABD’de yaşadı. Libya iç savaşında birçok ülke müdahil olarak bulunmaktadır. Ortadoğu ülke Aralık ayının son haftasında, Çin, Rusya ve İran ortak deniz tatbikatı başladı. Tatbikat, Aden ve Basra Körfezi’ni bir leri, Suudi Arabistan, BAE, Mısır, Hafter’i destekliyorlar. AB içinde de Libya konusunda bölünme var. Fransa Hafter’i, İtal birine bağlayan Umman Denizi’nde dü ya Serrac’ı destekliyor. zenleniyor. Bu bölge petrol ve doğalgazın Rusya’nın Hafter’i eylemli olarak des özellikle Çin’e yönelik geçiş merkezinde teklediği bilinmektedir. Kremlin’in des bulunuyor. Çin, Rusya ve İran’ın üçlü teklediği Wagner adını taşıyan özel bir gövde gösterisi son derece önemli güvenlik şirketinin keskin nişancı dir ve ABD’ye karşıdır. larla Hafter’in yanında olduğu bili Doğu Akdeniz Doğu Akdeniz, 2019’da en hızlı ısınan bir bölge oldu. Bu bölgede niyor. Ancak Putin iki tarafla da te 2019 mas içinde olduklarını açıkladı. Libya’ya askeri destek petrol ve doğalgaz yatakları üzerindeki 2020 yılının ilk haftasında Libya’ya as sondaj ve paylaşım savaşı en etkin bir bi ker gönderme tezkeresinin Meclis’ten ge çimde sürüyor. çeceğine kesinleşmiş gözüyle bakılıyor. Bu konuda ilk girişim Güney Kıb Bu konuda en önemli eleştirel görüş, rıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafın Türkiye’nin Libya’daki iç savaşa müda dan başlatılmıştı. İsrail, Lübnan, Mı hil olmaması gereği üzerinde toplanmak sır, Yunanistan’ın katıldığı bir koalisyon tadır. Kıbrıs’ın güneyinde münhasır bölgeler Fiilen üçe bölünmüş olan Libya’da “İh ilan ederek bu paylaşımda ilk girişimleri van” ya da “Müslüman Kardeşler” düşün başlatmışlardı. Doğu Akdeniz 2020 yılı cesine yakın olan General Serrac’a des nın en önemli dış politika konusu olacak tek verilmesinin yanlış bir politika oldu gibi görünmektedir. ğu belirtiliyor. Libya konusu Türkiye bu konuda epeyce geç kalmakla birlikte 2019’un yaz aylarında Deniz Kuvvetleri’nin destek ve koruması altında Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmaları yapmaya başladı. Hemen ardından aralık ayında BM’nin Libya’da meşru hükümet olarak tanıdığı Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (Serrac Hükümeti) ile “deniz yetki alanları” anlaşmasını imzaladı. Kuşkusuz bu hareket Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de varlığını sürdürme girişimidir. Ancak bu konu tartışmalıdır. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti, Libya topraklarının sadece yüzde 6’sında egemenliğini kurmuş bulunmaktadır. Diğer taraftan General Hafter ise ülkenin yüz Rusya’nın tutumu Rusya, Libya’da yıkarıda belirtildiği gibi Hafter hükümetini destekliyor nitekim AKP’nin Libya’ya asker gönderme hazırlığına karşı, Rusya ilk tepkiyi Suriye’de gösterdi. Suriye merkez güçlerinin İdlib’de ilerlemesine yeşil ışık yaktı. Rusya, adeta satranç tahtasının en zayıf noktasından Türkiye’ye yüklendi. Kremlin Sözcüsü Peskov, 26 Aralık’ta “Türkiye’nin askeri müdahalesinin Libya’daki krizin çözümüne katkı sunmayacağını” açıkladı. Bu arada Erdoğan, Tunus’a giderek ortak bir girişim başlatmak istedi. Ancak Tunus Libya’da iç savaşa taraf olmayacağını açıkladı. Ocak ayında Türkiye’ye gelecek olan Putin’le bu konuların ayrıntılı olarak görüşüleceği kesindir. Bölge ülkeleriyle barış AKP siyasal iktidarı sıkıştıkça yeni yollar aramaya çalışıyor. Dış politikada ideolojik yönelme yerine ulusal çıkarlar doğrultusunda hareket etmek gerekir. Ortadoğu ve Doğu Akdeniz satrancında yapılacak en doğru hareket, Suriye’de Esad ile Mısır’da Sisi hükümeti ile bir an önce anlaşmaktır. Kanal İstanbul Bir diğer tartışmalı konu Kanal İstanbul projesidir. 10 yıllık geçmişi olan bu proje, özellikle 2019 Aralık ayında tekrar ısıtılarak siyasal gündemin ön sırasına getirildi. Kanal İstanbul teknik yönden, deprem yönünden, toplumsal, ekonomik ve siyasal yönlerden tartışılıyor ve eleştiriliyor. Ulusal çıkarlar açısından Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin kurallarını deleceği ifade ediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu projeyi kendi prestij projesi olarak görmektedir. Erdoğan bu projeye karşı çıkan İBB Başkanı İmamoğlu’nu da “görevini yapmayan hukuken hesabını verir” diyerek hedefe koydu. Erdoğan’ın bu konudaki söyledikleri şunlardır: İstanbul seçimlerini AKP kazandı, çıkmış kanal gereksiz diyor. Bunun kararını vermek sana düşmez. Bu karar bize ve İBB Meclisi’ne aittir. Projenin sahibi devlettir. Kurumların görevi üzerine düşeni yapmaktır. Görevini yapmayan hukuka hesap verir. Bu sözlerin anlamı, konunun epeyce sertleşeceği noktasında düğümlenmiş olmasıdır. Tüm bu iç ve dış politika gelişmeleri 2020 yılının ülkemizde çok sert tartışmalara gebe olduğunu gösteriyor. Tüm halkımız için 2020 yılının sağlık ve esenlikler getirmesini diliyoruz. Hukuk devletinin ve katılımcı demokrasinin ve çağdaşlaşmamızın temel direği laiklik ilkesinin gerçekleşmesi dileğiyle. Yazarımızın yazısı elimize ulaşmadığından yayımlayamıyoruz. ‘Kanal İstanbul’ ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi I Tarihsel durum PROF. DR. RONA AYBAY Son günlerde yurdumuzda gündemden düşmeyen bir konu var “Kanal İstanbul Projesi” Bu “Çılgın Proje”nin hangi kaynaklardan esinlendiği ve ne ölçüde “yerli ve milli” olduğu konusunda isteyen istediği tahminde bulunabilir. Ama, bu “niyet okuma” işlerini bir yana bırakarak saptayabileceğimiz bir özellik var: Sadece adına bakarak, bunun Türkçe açısından hiç de “yerli ve milli” olmadığı söylenebilir. Niçin “Kanal İstanbul”? İstanbul Boğazı’na “Boğaz İstanbul” demek ya da Beyazıt Kulesi’ne “Kule Beyazıt” demek ne denli yanlış ise açılacağı söylenen bu kanala “Kanal İstanbul” demek de öyle yanlış! Ama, yanlışlıklar Türkçe konusundaki bu özensizlikle sınırlı değil. Binlerce değil on binlerce yıllık ekolojik dengeleri altüst edecek; bölgede yaşayan hayvan, böcek popülasyonuna ve bitki örtüsüne yok edici zararlar verecek bu “Çılgın Proje”nin hazırlanmasında da gerekli özenin gösterilmediği, yaratacağı sorunların bilimsel yönden değerlendirilmesine önem verilmediği yolunda çok ciddi kaygılar ve tepkiler var. Bu sorunlara sadece değinip geçerek, konunun Montrö Boğazlar Sözleşmesi açısından önemli yönleriyle ilgili kısa bazı açıklamalar yapmak istiyorum. Montrö Sözleşmesi’nden önceki dönem Boğazlarımız, tarihin hemen her döneminde gerek askeri ve stratejik gerek ticari açılardan önemli sayılmış ve hukuksal düzenlemelere konu olmuştur. Bu düzenlemeler, yapıldıkları dönemde uluslararası ilişkilere egemen olan güçlerin çıkarlarının çatışmasına göre biçimlenmiştir. Bu düzenlemelerde, zamanın OsmanlıTürk yönetimlerinin askersel ve ekonomik güç durumunun ve diplomatik becerisinin de rolü olmuştur. Genel bir anlatımla şöyle denilebilir: Karadeniz’e kıyısı olan devletler, öteki devletlere oranla Boğazlardan yararlanmakta ayrıcalıklı bir statü elde etmek ve öteki devletlerin Karadeniz’e girişlerini olabildiğince engellemek istemişlerdir. Buna karşılık her dönemde dünyanın ekonomik ve askersel bakımdan güçlü devletleri ise Boğazlardan serbest geçiş hakkı istemişlerdir. Dünyanın, kendine uzak bölgelerini de kapsayacak genişlikte ekonomik ve askeri çıkarları olan devletler; Türk Boğazlarının, kendi bayrağını taşıyan ya da kendi sermayedarlarının mülkiyetinde olan gemilere açık olmasını isterler. Tarih boyunca İngiltere ve daha sonra ABD, bu devletlerin tipik örnekleridir. 1830’lardan bu yana, ABD’nin “devlet politikası” gerek askersel, gerek ticari gemiler için, hem savaş hem barış dönemlerinde açık denizlerin serbestliğini savunmak olmuştur. ABD’nin görüşüne göre Türk Boğazları da iki açık denizi birleştiren bir su yoludur. Buna karşılık, Karadeniz’e kıyısı olan devletler de ekonomik ve özellikle askeri çıkarları gereği; Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin gemilerinin Boğazlardan geçişinin olabildiğince sınırlanmasını isterler. Bu devletlerin tipik örneği tarihin akışı içinde adı değişmiş olsa da, kısaca Rusya’dır (Çarlık Rusyası, SSCB ve günümüzün Rusya Federasyonu). İstanbul’un fethedildiği 1453 yılından sonra Boğazlar üzerinde tam egemenlik kurmuş olan Osmanlı Devleti’nin yabancı devletler karşısında gittikçe azalan gücüne koşut olarak Boğazlar üzerindeki denetimi de azalmıştır. TBMM Hükümeti’nce “yok” sayılan 1920 Sevr Antlaşması, bu sürecin son aşamasını göstermektedir: Sevr’e göre, Türk Boğazları bütün gemilerin geçişine açık olacak; Boğazlar Bölgesi İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerden oluşan bir komisyonun denetiminde olacak; Türk tarafı ancak “danışma” niteliğinde görüş bildirebilecekti. 1923 Lozan Barış Antlaşmasının, mecazi anlamda “Türkiye Cumhuriyeti’nin Tapu Senedi” olduğu söylenir. Bu, yerinde bir benzetmedir. Çünkü Ulusal Kurtuluş Savaşımızın zaferle sonuçlanıp Türkiye’nin uluslararası topluluğun eşit bir üyesi olarak kişilik kazanması, Lozan Antlaşması’yla resmen belgelenmiş ve Cumhuriyet bu ortamda ilan olunmuştur. Ama bazı tapularda, mülkiyet hakkını sınırlayan “şerh”ler görülür. Lozan Antlaşması’yla Boğazlar Bölgesinde, Türkiye’nin egemenliği ilke olarak kabul ediliyordu ama bunu belgeleyen Tapuda bazı şerhler vardı: Boğazlar Bölgemiz askerden arındırılıyordu; Türk askeri güçleri sadece İstanbul ve çevresinde 12 bin kadar asker bulundurabilecekti. Boğazlardan geçişlerle ilgili uygulamalar ve denetimler, kurulması öngörülen Uluslararası Boğazlar komisyonunun yetkisinde olacaktı. Bu Komisyon’un Başkanı Türk olacaktı ama ilke, Boğazlardan geçişlerde denetim yetkisinin komisyonda olmasıydı. Türk başkan, kararların oluşmasında ve özellikle uygulamada Türk görüşlerinin baskın olmasını sağlıyordu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle