13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
DİZİ EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: SERPİL ÜNAY 912 OCAK 2020 PAZAR Libya’ya asker gönderme kararına Atatürk üzerinden haklılık ve ‘meşruiyet’ kazandırılmak isteniyor Atatürk Libya’ya neden gitti? M eclis Libya’ya asker gönderme kararı aldı. Muhalefet, “Libya’daki iç savaşa bulaşmayalım, diplomatik ALEV COŞKUN G ünün koşullarından koparılmış tarihsel olaylar bizi şaşırtıcı ve çok yanıltıcı sonuçlara götürür. Atatürk 1911 yılında yolların denenmesi daha doğrudur” diyor. Buna Libya’ya gitti. 110 yıl önce gerçekleşmiş bir olayı bugü karşın Erdoğan, “Atatürk de Libya’ya gitmişti” yanı ne taşıyarak yargılara varmak ve bugünler için gerek tını veriyor. Libya’ya asker gönderme kararına Ata çeler yaratmak yanlış olur. O günün koşulları ile bugü türk üzerinden haklılık ve “meşruiyet” kazandırıl nün koşulları birbirinden farklıdır. Bu yazımızda, Musta mak isteniyor. Tarihsel olaylar geliştiği günün ko fa Kemal’in yüzbaşı rütbesiyle Trablusgarp’a (Libya) gi şulları içinde değerlendirilmelidir. dişinin tarihi nedenleri üzerinde durulacaktır. 20. ASRIN BAŞINDA ÇIKAR HESAPLARI 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılması, Doğu ile Batı’yı birbirine bağlayan ticari yolları büyük oranda kısaltmıştı. Akdeniz ticari yönden çok önem kazanmıştı. Bunun yanında 1900’lü yılların başlarında petrolün insan yaşamında çok önemli stratejik bir doğal kaynak olduğu anlaşılmıştı. Asırlardır ülkeler arası ticaretin kavşak noktasında bulunan Ortadoğu’nun önemi daha da artmıştı. Ortadoğu, Akdeniz ve Kuzey Afrika dört yüz yıldır Osmanlı Devleti’nin egemenlik alanında bulunuyordu. Ancak 1900’lü yılların başında Osmanlı Devleti o eski “ihtişam”ını (görkemini) ve gücünü yitirmiştir. Atatürk’ün dediği gibi, salt Meşrutiyet’in ilanı sorunların çözümüne yetmiyordu. Osmanlı Devleti’ndeki bu karmaşadan yararlanan Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. (5 Ekim 1908) BosnaHersek Avusturya ve Girit Adası Yunanistan tarafından kendi topraklarına dahil edildi. Avrupa’daki durum Bu noktada Avrupa’daki devletlere kısaca bakalım. İngiltere, Portekiz, Fransa kapitalist dünyanın kurallarını uyguluyor ve sömürge politikalarını yürütüyordu. İtalya, Avrupa kıtasında sömürge sahibi olma konusunda sonlarda olan bir devletti. Bu sırada Osmanlı’ya bağlı Yemen’de isyan çıktı. (Şubat 1910) Osmanlı Devleti Trablusgarp’taki kuvvetleri Yemen’e kaydırdı. Trablusgarp ve Bingazi’ye öteden beri göz dikmiş olan İtalya, bu durumdan yararlanmak istedi. Babıali’ye Trablusgarp ve Bingazi’nin 24 saat içinde boşaltılarak kendilerine teslim edilmesini isteyen bir ültimatomu 28 Eylül 1911’de verdiler. Ertesi gün de İtalya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. İtalyanlar önce Trablusgarp’ı top ateşine tuttular, ardından kenti işgal ettiler. Daha sonra Tobruk ve Bingazi limanlarını ele geçirdiler. Osmanlı Devleti’nin Haliç’te çürümeye terk edilmiş donanması İtalya’nın bu deniz harekâtına karşı yanıt veremiyordu. Aslında, Fransa ile İtalya, Kuzey Afrika’nın paylaşımında bir anlaşmaya varmışlardı. İtalya, Fransa’nın Fas’ı işgaline, Fransa da İtalya’nın Bingazi ve Trablus’a asker çıkarmalarına karışmayacaktı. İtalyanların hedefi İtalya’nın o tarihte Akdeniz bölgesinde iki büyük hedefi vardı. Birisi Adriyatik kıyılarını ve Arnavutluk’u alarak Adriyatik’i bir iç deniz yapmak, ötekisi de Trablusgarp’ta denetim sağlayarak Libya’yı kendi sömürgesi haline getirmek... İtalyan saldırısı başladığında Harbiye Bakanı Mahmut Şevket Paşa, İstanbul’daki bütün subayları toplayıp onlara bir konuşma yapmıştı. Mustafa Kemal’in de katıldığı bu toplantıda bakan şu acı itiraflarda bulunmuştu şöyle diyordu: “Ordu herhangi bir harbe hazırlanmış değildir. Ordumuz zayıftır, silahları eksiktir, mühimmatımız tamam değildir. Donanmamız ise yok denecek derecededir... Nakliyat girişimi düşmanın ağzına bir lokma atmak demektir. Bu hale göre... Trablus bugün kapanın elinde kalır!”(1) Bu durumda Trablus’a, oradaki halkı eğitip savaşa hazırlayacak gönüllü subaylar gönderilmesinden başka çare yoktu. Atatürk, Binbaşı rütbesini Trablusgarp’ta aldı. MİLİS SAVAŞI Osmanlı Devleti, Trablusgarp’ı bir “milis” savaşı ile koruyabileceğini düşünüyordu. Mustafa Kemal, Enver Bey, Fethi Okyar, Fuat Bulca, Dr. İbrahim Tali Öngören gibi genç subaylar gönüllü olarak bu harekete katıldılar. Kılık kıyafet değiştirerek gizli yollardan Trablus ve Derne’ye ulaştılar. Atatürk, Libya’ya “Şerif” takma adıyla ve gazeteci kimliğiyle gitti. Vatan borcu için... Mustafa Kemal ve genç subaylar Trablusgarp’a gidişi bir vatan borcu olarak kabul etmişlerdir. Mustafa Kemal, İtalyanların Osmanlı topraklarını kendi sınırlarına katmak istekleri karşısında Trablusgarb’ı savunmaya koşmuştu. Trablus’ta bir milis, bir gerilla savaşı yapılıyordu. Bölgenin yerli halkı özellikle Sunisilerle güç birliği yapan Mustafa Kemal her türlü zorluğa göğüs gererek Derne’de üstün İtalyan ordusuna karşı savunma cephesi oluşturmayı başardı. Binbaşı Enver Bingazi, Bölge Komutanlığı ile Valiliği üstlenmişti. Mustafa Kemal, Derne’deki kuvvetlerin Doğu Kolu Komutanı olmuştu. Mustafa Kemal Derne’yi ellerinde tutan İtalyanlara karşı savaştı. Bir kamp kurdu. Ayrıca oluşturduğu basımevinde “Elcihad” (Kutsal Savaş) adlı bir gazete yayımladı. Yöredeki kabilelerin çocuklarını bu kampta eğitti. Bir savaş sırasında bir şarapnel parçasının düştüğü kiraç kuyusundan sıçrayan pıhtı gözlerine girince ağır bir göz rahatsızlığı geçirdi. Yerli halk giderek gerilla savaşlarına destek olmaktan vazgeçiyordu. Bu durum İtalyan ordularının işgallerini engellemenin olanaklarını ortadan kaldırıyordu. Mustafa Kemal, İtalyanların Derne’de kuşatılmış vaziyette tutup ilerlemelerini engellemek için çalışmıştı. Araplardan gönüllüler, 8 Osmanlı subayı ve 160 asker olmak üzere emrinde 8 bin savaşçı vardı. Ancak, İtalyanlar aşiretlere ve çarpışan Araplara para sızdırıyorlardı. Musta fa Kemal dahil, Libya’ya giden ve ölmeye hazır olan Osmanlı subayları, vatan parçası sayılan Bingazi’nin İtalyanların eline geçmesine engel olamayacaklardı. Bu arada Mustafa Kemal sağ kolundan yaralandı.(2) 15 Ekim 1911’de yüzbaşı olarak Trablusgarp’a giden Mustafa Kemal orada binbaşılığa yükseldi. Adaların işgali Osmanlı Devleti’nin giderek zayıfladığını yukarıda belirttik. Libya işgalini güçlendirmek amacıyla İtalyanlar, 24 Nisan 1912’de Ege’deki 12 adayı işgal etti. Osmanlı Devleti ses çıkaramadı. Herhangi bir harekette bulunamadı. Savaş bir süre daha devam etti. Ancak Balkanlar da kaynıyordu. Nitekim, 8 Ekim 1912’de Karadağ hükümeti, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Ardından 18 Ekim 1912’de Yunanistan ve Bulgaristan, 20 Ekim 1912’de Sırplar, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiler. Bu, Balkan Savaşı’nın başladığını gösteriyordu. Sonunda, 8 Kasım 1912’de Osmanlı Devleti’nin Komutanı Ali Nadir Paşa, hiç savunma yapmadan Selanik’i Yunanlılara teslim etti. Bu arada Rumeli elden gidiyordu. Selanik kaybolunca “Pek ani bir kararla Derne’ye gitmiştim” demekten kendini alamamıştı.(3) Uşi Antlaşması Balkanlar’da savaş çıkınca Osmanlı Devleti, birçok cephede savaşamayaca ğı için İtalyanlarla bir barış antlaşmasına yanaştı. 18 Ekim 1912’de İsviçre’nin Ouck (Uşi) kentinde bir anlaşma imzalandı. Trablusgarp ve 12 adayı İtalyanlara bıraktı. 20 Kasım 1912’de Atatürk, Trablusgarp’tan İstanbul’a geriye çağrıldı. Başka bir ülkede savaş Mustafa Kemal ve genç Osman lı subayları Trablusgarp’ta başka bir Tanin gazetesinin gözüpek muhabiri Şerif Bey. ülkede bambaşka insanların vatanı için savaşıyorlardı. Acaba özellikle Mustafa Kemal bu konuda ne düşünüyordu? Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği yapmış alanı bulmak demekti. Mustafa Kemal’in oradan arkadaşı Salih Bozok’a yazdığı mektuptaki şu satırlar bunu açıkça göstermektedir: olan Hikmet Bayur, Atatürk’e bu yolda bir soru sordu. Askerlik sanatı Atatürk’ün yanıtı şu oldu: “Bilirsin ben askerliğin her şeyden zi “Savaş sonrasının faydasız olduğunu yade sanatkârlığını severim. Burada sa ben de görüyordum. Ancak orduda ve ak natın bütün icraatını tatbik edecek kadar ranım olan subaylar arasında maddi ve zamana ve bu zamanın doğuracağı vesait manevi sıramı muhafaza etmek için buna ve vesilelere malik olunursa işte o zaman mecburdum. Esasen İstanbul’da beni fiilen milletin arzusuna uygun bir hizmet yap işsiz bırakıyorlardı.”(4) mış olacağız!” Aslında bu psikoloji, başta Enver Bey, ol mak üzere Trablusgarp savunmasında görev almaya giden öteki genç subaylar için de geçerliydi. Onlar da bu savaşta yükselmek emelinde idiler. Bütün bunların yanında Mustafa Kemal için Trablusgarp savun 1. Osmanlı İtalyan Harbi, 19111912, s.66 vd. 2. Mustafa Kemal, Zabit ve Kumandanla Hasbi hal, s.24. 3. Faroz Ahmad, İttihatçılık’tan Kemalizm’e, 1985,s.117. masına katılmak, bir kurmay subay için kü 4. Hikmet Bayur, Atatürk’ün Hayatı ve Ese çümsenemeyecek olan bir olanağa kavuş ri, TTK, 1963, s.50. Ş.Turan, Mustafa Kemal mak, bildiklerini, yeteneklerini uygulama Atatürk, age, s.105. Gazetecileri hapsedebilir, hatta öldürebilirsiniz... Ama yenemezsiniz! 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü bu yıl da buruk kutlandı. Kutlamalar, “kutlanacak bir şey yok” söylemiyle başladı. 144 gazetecinin hapiste olduğu, binlerce gazetecinin basın kartına el konduğu, yazılı, görsel, dijital bütün yayın organlarının “maddi” para cezalarıyla tehdit edildiği bir ortamda elbet buruk kutlanır gazeteciler günü. Medyanın yüzde 90’dan fazlasının iktidarın yarı ve tam resmi yayın organı haline geldiği dikkate alınırsa, gazeteciliği gerçekten “halkın haber alma hakkını kullanması için” yapanların sayısı da ayrıca tartışılır. Ancak ne olursa olsun, gerçek başlıkta vurguladığımızdır.  HHH Bugünkü adıyla medya, geleneksel tanımlamayla basın, gerçek toplum için her şeydir. O yüzden topluma hükmetmek isteyen yönetimler, toplumun oksijeni olan basını kontrol altında tutmak için her şeyi yaparlar. Tarihte bunun pek çok örneği vardır. Ama bunun ters teptiği çok olmuştur... 1920’lerde, tüm İstanbul medyasını saray adına, mandacılık adına ele geçirdiğinizi düşünürsünüz, bir Yunus Nadi çıkar, Yeni Gün doğar. Susturmak isterler, o da sırtlar matbaasını Ankara’nın yolunu tutar, Anadolu’da Yeni Gün’ü çıkarır, bütün mürekkebiyle Kurtuluş Savaşı’na omuz verir. 1940’ların karmaşık ortamında tüm gazetecilerin paylaşılmış kampların temsilcisi haline geldiğini sanırsınız, bir Sabahattin Ali çıkar... Tek başına kalsa bile gerçekleri haykırır, emperyalizme meydan okur. Marko Paşa diye bir gazete çıkarır, yayın süresini şöyle ilan eder: “Yazarları hapisten çıktıkça yayımlanır!”  O günlerin “güçlüleri” unutulur gider, geriye tınısı dinmeyen bir nara kalır: “Başın öne eğilmesin!” 1970’lerin kanlı günlerinde silah sesinin bütün sesleri bastıracağını, gerçekleri susturacağını düşünürsünüz. “Sağsol çatışması” adı altında Türkiye’nin istenilen yere sürükleneceği üzerine planlar yaparsınız. Bir Uğur Mumcu çıkar, tüm sağ ve sol örgütlere aynı kaynakların silah sağladığını ortaya çıkarır. 80’li yıllarda, dini ticarete alet edenler halka çaktırmadan bir düzen kurduklarını sanır ama o, “TarikatSiyasetTicaret” denklemini halkın önüne koyuverir. Baş etmek zor, yok etmek gerek dersiniz. O daha yaşarken ölümünden sonrasını yazmıştır: “Korkak bin kez ölür, cesur bir kez!” HHH Yukarıda “tarihten yapraklar” gibi aktardığımız “susturma” yöntemleri bugün de değişik biçimlerde uygulanıyor. Hapsetme bir gelenek! Bugün okuma yazma oranının en yüksek olduğu yerlerin başında hapishaneler geliyor. Silivri’de ilk günlerde koğuşta yalnız kalınca, güler yüzlü, iyimser bir gardiyan akşam yoklamasında, “Allah kurtarsın” dedikten sonra şöyle fısıldamıştı: “Merak etmeyin Mustafa Bey, yakında mutlaka okumuş yazmış biri gelir, yanınıza verirler!” Kısa bir süre sonra Prof. Erol Manisalı ve Prof. Fatih Hilmioğlu ile “kucaklaşmıştık”... Şimdi daha başka bir yöntem başladı. Baktılar ki, Cumhuriyet gibi gazetelere hapistehdit sökmüyor, “O zaman maddi olarak yüklenelim” dediler. Gelsin milyonluk tazminat davaları! Cumhuriyet Vakfı Başkanı Alev Coşkun, muhabir arkadaşımız Hazal Ocak, milyonluk tazminat istemiyle yargılanıyor. Cumhuriyet Vakfı Sekreteri Işık Kansu’dan da iki milyon istiyorlar. Yazı aramızda benden de küçük bir talep var, 50 bin lira kadar! İktidarın değil, halkın sesi olmak için mücadele veren gazete ve gazetecileri her türlü yöntemle susturmak istiyorlar. Basın İlan Kurumu, BirGün ve Evrensel’e ilan akışını kesmişti. Cumhuriyet’e de 19 günlük ceza kesildi.  Cumhuriyet muhabirleri Seyhan Avşar, Zehra Özdilek, Alican Uludağ, Mehmet Kızmaz da sabahları adliyeye uğrayıp ifade verdikten sonra gazeteye haber yazmaya geliyorlar. Son haber Zonguldak’tan. Halkın Sesi gazetesi Yazıişleri Müdürü Cevdet Akgün şöyle bir haber yazdı: “FETÖ’den kapatılan Bank Asya’nın avukatı hâkim yapıldı.” Akgün, bu haber yüzünden 5 ay hapis cezası aldı, önceki gün hapse girdi! Gazetecileri yenemezsiniz! Tümünü susturduğunuzu düşünürsünüz... Tümünü satın aldığınızı düşünürsünüz... Ama önünde sonunda yanıldığınızı görürsünüz!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle