28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 4 EYLÜL 2019 ÇARŞAMBA gorus@cumhuriyet.com.tr olaylar ve görüşler Mustafa Kemal ve General Harbord OSMAN SELİM KOCAHANOĞLU AraştırmacıYazar Milli Mücadele döneminin TBMM öncesinde Erzurum ve Sivas kongreleri gibi iki temel taşı vardır. Erzurum Kongresi bitince (23 Temmuz7 Ağustos1919) Mustafa Kemal 22 gün daha orada kalarak Sivas Kongresi için yapılan hazırlıkları takip etti. Erzurum Kongresi bölgesel ama Sivas milli bir kongreydi. Mustafa Kemal tarafından açılan ve yedi gün süren Sivas Kongresi, ülkenin bağımsızlığı uğruna ilk direniş noktası olacaktı. Kongre sonunda bir beyanname yayımlanmış, 16 kişilik de bir Heyeti Temsiliye seçilmiştir: Seçilen bu Heyeti Temsiliye, 12 Eylül 1919’dan TBMM’nin açılışına kadar kongrenin kararlarını yerine getiren icra ve yönetim organı olarak çalışmıştır. Aldığı kararlara bakılırsa yarı hükümet, yarı icra organı gibi çalışarak adım adım Anadolu’ya egemen olmuştur. Sivas Kongresi’ni iyi analiz etmek için o günlerde Sivas’a gelen General Harbord üzerinde de durmak gerekir. Kongrenin açıldığı günlerde General James G. Harbord da görevli olarak Anadolu gezisine çıkmıştı. Paris Barış Konferansı’nda Ermeni delegasyonu başkanı Bogos Nubar Paşa ile görüştükten sonra İstanbul’a gelmişti. Asıl görevi Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurulup kurulmayacağını, Amerika’nın karşılaşacağı siyasi, askeri ve ekonomik sorunları araştırmaktı. Haydarpaşa’dan trenle hareket eden Harbord, Anadolu yaylasının ortasından geçerken, köylüler tırpanla ekin biçiyor, harmanlarda döven dönüyor, ama tek bir makineli alet kullanıl Sivas Kongresi’ni iyi analiz etmek için o günlerde Sivas’a gelen General Harbord üzerinde de durmak gerekir. mıyordu. Yedi otomobil ve otuz kişilik konvoyuyla 13 Eylül 1919’de Mardin’e geldi. MalatyaSivas üzerinden Ermenistan ve Batum’a geçecekti. General hayretler içinde General Harbord 20 Eylül 1919’da Sivas’a geldi. Kongre kapanmış Beyanname yayımlanmıştı. Kongrenin amacı ve liderlerini tanımak için, Heyeti Temsiliye’yi ziyaret etti. 2.5 saatlik bir görüşmede tercüman olarak yanında Türkçe bilen Ermeniler ve Robert Kolej müdürü Hüseyin Pektaş vardı. Mustafa Kemal’in yanına mağrur giren Amerikalı generalin hayretler içinde kalacağı tahmin edilemezdi. Sivas’ta iyi İngilizce konuşan, Amerika görmüş iki kişiyle karşılaştı. Birisi ne kan itibarıyla Türk ne din itibarıyla Müslüman, fakat vatanseverliği dillere destan bir Osmanlı vatandaşı oradaydı. Polonya kırması bu vatandaş, Amerika’da maslahatgüzar ve büyükelçilik yapan Alfred Rüstem Bey idi (18621935). Diğeri de şu bizim Bahriyeli Rauf Bey centilmenimizdi.... Yapılan görüşmede, daha çok Mustafa Kemal Paşa konuşmuş General Harbord dinlemişti. Amerikan Kongresi’ne sunduğu raporu, Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulamayacağı realitesini ortaya koyan tarihi bir belgedir. Raporunda ilginç cümleler bulunur: “Sarı saçları, mavi gözleri nedeniyle Çerkes subayına” benzettiği Mustafa Kemal’i “imkânsıza oynayan hayalperest bir general” olarak tanımlar. Karşısında koskoca Britanya İmparatorluğu’na kafa tutan maceracı bir general duruyordu. Hem etkileyici konuşuyor, hem duygularını açık ve net ifade ediyordu. Mustafa Kemal’in mandadan anladığı, en fazla “bir ağabeyin kardeşine öğüdü veya yardımı gibi bir şey” olmalıydı. General Harbord, bu genç sarışın Paşa’nın Milli Mücadele ve ihtilal yolculuğu nu maceraya benzetir. Konuşması arasında Mustafa Kemal’e şunu sormuştur: Ya başarıya ulaşamazsanız, sonu ne olacak? ‘Bir kuş gibi çırpınmaktansa...’ Mustafa Kemal’in bu soruya cevabı, tarihin kucağına doğup onun memelerini emerek büyümüş doğu ikliminden şaşırtıcı bir karakterdi. Amerikan kurtuluş savaşında bile böyle bir örneği duymamıştı: “... Bir millet varlığını ve istiklalini korumak için düşünülebilen teşebbüs ve fedakârlığı yaptıktan sonra, muvaffak olamazsanız demek, o milleti ölmüş saymaktır. Millet yaşadıkça, fedakarlığa katlandıkça muvaffakiyetsizlik söz konusu olamaz.... İngilizlerin avucunda bir kuş gibi çırpınmaktansa, şerefimizle çarpışarak ölürüz....” Mustafa Kemal’in bu sözleri generale eğer doğru çevrilmişse, Harbord’u büyüleyecek böylesi romantik cümleler bulunamazdı. Harbord, Kongre’ye sunduğu raporunda, sadece sarışın Paşa’ya değil iyi İngilizcesi nedeniyle bizim İngiliz Koloneli Rauf Bey’e de sicil düşmüştür. Rauf Bey, Amerika seyahatinde Başkan Ruzvelt ile tanışma sahnesini anlatarak görüşmeyi renklen dirmiş olmalı. Harbord, Başkan Ruzvelt ile tanışan bir bahriyeli ile Anadolu yaylasında karşılaşacağını tahmin etmemiştir.. Mustafa Kemal’den muhtıra Mustafa Kemal Harbord görüşmesi Heyeti Temsiliye’nin 22 Eylül 1919 tarihli oturumunda da konuşulmuş, karar defterine aynen şu cümleler yazılmıştır: “... Amerikan hükümeti tarafından Memaliki Osmaniye ve Kafkasy a’da tedkikat yapmak üzere gönderilen Ceneral Harbord heyeti Sivas’a vasıl olmakla, harekâtı milliyenin maksat ve meşru gayesi, teşkilat ve vahdeti milliyenin sebebi zuhuru, anasırı gayri müslimeye karşı olan hissiyat, İngiliz propogandası ve icraatı hainanesi mufassalan ve müdellelen anlatıldı ve görüşülen şeylerin muhtıra halinde yazılarak avdetlerinde almak üzere Samsun’a gönderilmesi karargir oldu.” 24 Eylül 1919 tarihli ve Mustafa Kemal imzalı bu muhtıra, Kafkasya dönüşü Harbord’a verilmek üzere Samsun’a gönderilmiştir. Muhtırada, Milli Hareketin amaç ve gayeleri anlatıldıktan sonra, Osmanlı devletini parçalamak isteyen haksız işgalin kaldırılması ve yapılacak barışın bu topraklar üzerinde yaşayan halkın iradesine saygı gösterilerek kurulacağı ifade edilir. Hüküm cümlesi: Sivas Kongresi Sevr Antlaşması’nda parçalanması düşünülen Anadolu’nun birlik ve bütünlüğünü ve TBMM’ nin açılmasını sağlamısını sağlamakla, Türk Milli Mücadelesi’nin temel taşı olmuştur. Sivas Kongresi’ndeki manda tartışmaları ve yazının tamamı Cumhuriyet.com.tr’de... TCDD, Cumhuriyet ve Atatürk demektir Orhan Özkaya Yazar Cumhuriyet’in Kaleleri Şeker Fabrikaları acımasızca satılarak yandaşlara aktarıldı. Halkımızın yoğun isyanına karşın bu akıl almaz satış; işsizliğin, açlığın, yoksulluğun ve bölge halkının can damarı olmaları göz ardı edilerek, insafsızca satıldı; hem de seçim arifesinde. Direnen işçiye; “... Sizlerin işine son vermeyeceğiz, özelleştirme yapıyoruz, yeni alan patron sizlere dokunmayacak!” denilerek, isyan yatıştırıldı. Halkın tepkisi hiç dikkate alınmadan, ona değer verilmeden acele ile satış gerçekleştirildi. Sonra anlaşıldı ki, bu fabrika alanları konut sektörüne feda edildi... Bor Şeker Fabrikası’nın yerine yapılan villalar gibi... Cargill dayatmaları, halkımızın iradesinin üstünde kabul gördü. Bu satışlar sırasında; yetkililer, satışlara devam edeceklerini ve durumun itirazlarla önlenmesinin mümkün olmayacağını açıkladılar. İşte tam da bu gelişmeler seçim atmosferi altında gündem dışına düşmüşken, Ankara Garı’nın bazı arazileri ve tesisleri satılığa çıkartılarak, Sağlık Bakanı’nın özel üniversitesine aktarıldı. Cumhuriyet’in tren garları da satıldı Atatürk’ün 1924 yılında projelendirip, tescillini sağladığı TCDD’nin Ankara Garı’nın, müze, kreşler ve lojmanlarla birlikte devri gerçekleştirilmişti. Ankara Misafirhanesi ile Demiryolu Müzesi ve Sanat Galerisi’nin de bulunduğu 49 dekarlık arazi 13 Mart 2018’de Hazine’ye devredilmişti. Bu tesisler derhal boşaltılıp, konu halkın gözünden kaçırılarak sonuçlandırılmış oldu. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Kararkuş Candan, arazi nin ve müzenin önemine dikkat çekerek “TCDD arazileri ve An kara Garı hafıza mekânlarımızdır”, “Hafıza mekânlarımızı tehdit eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Hükümet yeni üniversiteler açıyoruz diye bütün üniversiteleri bölüyor. Diğer kurumların mal varlıklarını ve kaynaklarını ortaya koyarak başka bir üniversite yaratmaya çalışıyor. Üretken değil, varlıklarımızı tüketen, bölen, parçalayan bir yaklaşım içerisindeler. O yüzden elimizdeki varlıklarımızı alıyor. Bunlardan biri de TCDD arazisi”, şeklinde açıklamalarda bulunarak, “Ankara’ya giriş kapısı ile birlikte halkımızı bir Cumhuriyet dönemi, görüntüsü karşılıyordu. Dolayısıyla bugün devredilmek istenen yer Cumhuriyet’in giriş kapısıdır” dedi. Açıklamalarına devam ederek “TCDD yerleşkesi bir bütün... Yerleşkenin yarısını bölüp hazineye devretmek akıl almaz bir durum. İçinde tarihi eserlerin ve İkinci Bölge Müdürlüğü’nün olduğu, taşına toprağına dokuna mayacağınız, halka açık alan bölünerek Gar’ın mekânsal konumu bölünüyor. Diğer yandan bu devir TCDD Garı ve Atatürk’ün konutunu da tehdit ediyor. Bu, ilerde Gar’ın kapatılabileceğinin göstergesi sayılır” diyerek isyanını dile getirdi. Bağımsız milletvekili Aylin Nazlıaka da, “Atatürk Orman Çiftliği, EGO hangarları, İller Bankası gibi bu tarihi ve kültürel mirasımız da yok ediliyor. Aldığımız bilgiye göre; 49 bin 267 metrekarelik TCDD arazisinin üzerindeki taşınmazlar da yağmalanacak. Ankara 81 milyonun ve coğrafyamızda bulunan bütün ülkelerin ortak değeridir. Gökçek döneminde genç Cumhuriyet dönemine ışık tutan yapıların büyük bir hınçla yok edildiğine yıllarca tanıklık ettik. Yıkım devam ediyor” diyerek haykırdı. Ülke varlıkları bir meta gibi pazarlanamaz Daha önce, “Türkiye Demiryolu Ulaştırılmasının Serbestleştirilmesi Hakkındaki 6461 sayılı Kanun”, demiryollarının rekabete açılması, özel sektörün devlet işletmesi ile rekabet etmesi gerekçesi ile çıkarılmıştı. TCDD çalışanlarının sendikaları bu duruma karşı çıkarak; “Çeken ve çekilen araçlarını rakip firmaya kiralayarak rekabeti engellemiş olmuyor mu? TCDD, toplumun ödediği vergilerle yaratılan değerlerin özel sektöre aktarılmasına karşı çıkıyoruz. Sendika olarak, tüm TCDD çalışanlarını bu özelleştirmeye karşı mücadeleye çağırıyoruz” diye tepkisini dile getirmiş ve halkın desteğini talep etmişti. 2012 hedefinin 103 bin yolcu ve 25.5 bin ton idi. 2005 yılından bu yana demiryollarında 5.5 bin km’lik demiryolu rayının yenilenmesi, iyileştirme çalışması yeteri kadar halkın ilgisini çekmedi. Hızlı tren projesinin Eskişehir ve İstanbul hattına konması taşımacılık sektörüne karşı halkın ilgisine yönelik bir uygulama olarak görüldü, ancak meydana gelen kazalar bu ilgiyi olumsuz yönde etkiledi. TCDD, 150 yıllık geçmişiyle Türk halkının ve Atatürk dönemin en büyük Cumhuriyet kazanımlarından biridir. İşte bu nedenle küresel odakları ve işbirlikçileri rahatsız ediyor... TCDD 2005 yılında, özel sektörün demiryollarında faaliyet göstermesi için bir yönetmelik çıkarmış, ancak Danıştay tarafından bu yönetmelik iptal edilmişti. Danıştay’ın dik duran yapısı henüz Cumhuriyet hukukuyla bu kararı ödünsüz vermişti. Atatürk döneminin karizmatik kuruluşu, bin bir emekle meydana getirilen ve uğruna “Onuncu Yıl Marşı” bestelenen halkın malı bu kamucu devlet kurumu acımasızca elden çıkarılmakta... Sadece doğuda kazma, kürekle 250’ye yakın tünelin yapılması heyecanı yok sayılıyor. Devletçilikten, kamuculuktan güç alan Atatürkçülük; köylü, işçi ve emekçinin en büyük dostudur. Halkın alın terini sömüren, Kemalist devrimlere, Cumhuriyete karşı yıkım halindeki güçlerin ihanetleri asla yanıtsız kalmaz, Cumhuriyetle özdeşleşmiş KİT’ler ve TCDD, Atatürkçülüğün kalesi sayılır, halkımız yıkılmasına asla izin vermeyecektir. TCDD bir meta gibi pazarlanamaz, Kemalist bir iktidar tarafından mutlaka bu satışlar geri alınacaktır. Atatürk’ün Mavi Tren’in penceresinden yoksul köylüyle yaptığı görüşmenin görüntüsünün TCDD ile bütünleşmesi ve onun sürekli olarak Mavi Tren’i kullanması, bu öngörüyü kanıtlamakta... ATALIK TOHUMLARI BUGÜNE TAŞIYAN ÇİFTÇİLER EBRUHAN YETER CKD Fethiye Şubesi Yerel Tohum Sorumlusu Fethiye’de 2013 yılında başlayan yerel tohum takas etkinlikleri ve bu süre içerisinde yapılan çalışmaların her aşamasını paylaştık. Sosyal medya paylaşımları, çeşitli köşe yazıları, TV ve radyo programları, okullarda ve çeşitli etkinliklerde söyleşiler, paneller, ziyaretler gibi birçok toplumsal sorumlulukları omuzlarımızda hissederek ekip ruhuyla emek verdik. Bu alanlarda milli bir projeyi yürüttüğümüzü ve “ben” değil “biz” bilinciyle hareket ettiğimizi hiç bir zaman unutmadık. Milli bir mücadele Milli bir mücadele olduğuna inandığımız yerel tohum çalışmalarının bizden sonra ve bizden başkaları tarafından da devam etmesi için birçok şehirde birçok vatansevere ilham olduk. Birçok derneğin kurulmasına, kooperatif için adım atılmasına vesile olduk bilgi ve tecrübelerimizi sonuna kadar onlarla paylaştık. Amacımız yerel tohumların üretilmesi, sağlıklı nesillerin yetişmesi, tarımda bağımsızlığın korunması, küçük çiftçiliğin ve köylülüğün bitmemesi için üretici ve tüketiciler olarak güçlerimizi birleştirmekti ve bunu başardık. Bunun için de en önemlisi üreticiler ile kurulan iletişim, karşılıklı güven, ikna gücü, geleceğe yönelik planların yapılması ve hayata geçmesi için yine birlikte mücadele edilmesiydi. Önce köylü kalkınmalı Ekonominin düzelmesinin, köylünün kalkınmasıyla, yerli üretimle ve her bölgede tarım alanlarının üretime açılmasıyla mümkün olacağını ekonomik zorlukları yaşayan her vatandaş görmektedir. Birçok köyde mera yok, hayvanlar ahırlarda bağlı ve hazır yem yemek zorunda. Bu durumların sağlığımızı tehdit eden boyutu ise ayrı bir sorun. Köylü ziraatçıya bağımlı ve çaresiz bırakılmış, imece kültürü kalmamış, ortak kullanım alanları yok, kendi yem ihtiyacını karşılama şartları uygun değil. Ürettikleri para etmezse, gün gelip ziraatçıya para ödeyemez duruma gelmekten ve üretimden vazgeçmek zorunda kalmaktan endişe ediyorlar. Çocuklarının bu şartlarda çiftçi olmasını istemiyorlar. Milli Köy projeleri hayata geçirilmelidir, üreticitüketici güç birliği yapmak zorundayız. Türeticitüketici el ele verecek doğru ve milli tarım için yeniden birlikte ayağa kalkacağız. Yanlış tarım politikalarıyla, Orta Anadolu çiftçisi buğday ekmekten, Çukurova çiftçisi pamuk ekmekten uzaklaştırıldı: Trakya’nın ayçiçeği tarlaları yavaş yavaş yok olmaya başladı. Bu yok oluşlara bir de yanan orman alanlarını, küle dönen tarım arazilerini eklersek geleceğimizi nasıl elbirliği ile kararttığımızı görebiliriz. Besiciliğin hali Besicilik yapan köylü hayvancılığı bırakınca hayvancılık küçük ölçekli üreticiden çıkıp birkaç büyük şirketin eline kaldı. Aile tarımı uygulaması olmasaydı, her ekilen üründen gelecek yılın tohumu ayrılmasaydı bugün yerel tohumları yaşatma çabamız da olmazdı. Atalık tohumlarımızı geleneksel yöntemlerle bugüne kadar taşıyan, yaşatan, çoğaltan ve paylaşan üreticilerimiz iyi ki var. Sürdürülebilir tarımın temel taşı dev şirketler değil, aile tarımı uygulanmasıdır. Her geçen gün yediğimiz gıdaların fiyatları hızla artarken, sağlıklı ürünlere ulaşma konusunda da toplumda büyük bir arayış görülmektedir. Bizlere düşen sorumluluk çok fazla. Aile tarımı desteklensin. Çözüm yolları Çiftçilerin çocuklarına özel eğitimler verimesi, Kooperatifleşmenin yaygınlaşması ve yaşatılması, üretici ve tüketicilerin bir araya gelme uygulamalarının hayata geçirilmesi, imece desteğinin çiftçiler arasında yeniden yaygın hale gelmesinin sağlanması ve daha birçok konuda birlikte çözümler aranmalıdır. Her bölgenin kendi toprağına özel olan tarım ürünlerinin öncelikle o bölge halkı tarafından bilinip, korunması o bölgenin özellikle küçük üreticilerinin desteklenmesi ekonomik bağımsızlığımız için zorunludur. Her tohum kendi toprağına özeldir, ancak bereketli topraklarımızda her ürünü kolayca yetiştirmemiz de mümkündür. Bu da, tarım üretiminde bizi dünyaya yetecek üretimi yapabilen ülke konumuna getirecektir. Toprağımıza, tohumumuza, çiftçimize sahip çıkarak, çözümün “milli tarım” ve “milli üretim” olduğunun bilinciyle, hepimize düşen çok önemli görevler olduğunu unutmadan mücadele etmeye devam edeceğiz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle