19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 2 EYLÜL 2019 PAZARTESİ [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler Kaz Dağları’nda madencilik ve toplum sağlığı Op.Dr.Fikret ŞAHİN Eski Balıkesir Tabip Odası Başkanı Chp Balıkesir Milletvekili Edremit Körfezi’nin kuzeyinde yer alan Kaz Dağları, maviyle yeşilin yani denizle zeytinliklerin ve doğanın kucaklaştığı, zengin flora ve faunasıyla ülkemizin en güzel yerlerinden biridir. Kaz Dağları sadece doğal güzellikleriyle değil tarihi ve mitolojik değerleriyle de kültürel mirasımızdır. Bu nedenle dünyada mitoloji ve efsaneler dağı olarak bilinmektedir. Yunan mitolojisinde, Homeros’un İlyada destanında, Kaz Dağları bin pınarlı İda Dağı olarak adlandırılır. Sayısız pınarlar azalmakla birlikte halen bulunmaktadır. İda Dağı’nda çobanlık yapan Paris'in altın elmayı Afrodit'e vermesiyle dünyada ilk güzellik yarışmasının yapıldığı yerdir, Kaz Dağları. Bilindiği gibi, bu güzellik yarışması sonucunda meşhur Truva savaşları yapılmıştır. Türk efsanelerinde, Sarıkız ve Hasan Boğuldu öyküleri Kaz Dağları’nda yaşanmıştır. Meşhur Truva Atı ve İstanbul’un fethi esnasında kullanılan teknelerin hepsi Kaz Dağlarındaki ağaçlardan yapılmıştır. Önemli gen kaynağı Günümüzde coğrafi olarak Balıkesir ve Çanakkale il sınırları arasında kalan sıradağlardır ve Türkiye’nin en fazla oksijen üreten bölgesidir. Florasıyla (bitki örtüsü) dünyanın en önemli gen kaynaklarından biridir. Dünya Bankası’nın maddi desteği ile yürütülen “Genetik Kaynakları Yerinde Koruma Projesi”nin pilot bölgelerinden biri de Kaz Dağları’dır. Hem iklim hem de jeolojik açıdan bütün dünya ülkelerinin dikkatini yönelttiği, birinci derece koruma altına alınması gerektiğini saptadıkları bir bölge olan Kaz Dağları’nı, bugün geldiğimiz noktada maden işletmeciliğine feda ediyoruz. Kaz Dağları’nda, Çanakkale Kirazlı Balaban tepe mevkiinde Kanadalı Maden şirketi Alamos Gold Inc. tarafından; 203 bin hektar (2 Milyon 30 Bin dönüm) alanda madencilik yapılacak, 6 bin dönümde ağaç kesimi yapılacak, Halen ağaç kesimi yapılan alan 2 bin 500 dönüm ve bu alanda yaklaşık 200 bin karaçam ağacı kesildi. Proje ilerledikçe şu anki kesimin 2 katı kesim daha yapılacak, 70 milyon ton toprak yer değiştirecek, yeraltında uyuyan ağır metaller (arsenik, cıva, kurşun...) uyanacak, yeraltı sularına karışacak, 25 milyon ton toprak siyanür ile temas edecek, Kaz Dağları’ndaki doğa katliamına karşı hepimiz siyaset üstü bir davranış sergilemek durumundayız. Kaz Dağları’nı korumak; ülkesini, vatanını, bayrağını seven, vicdanı olan gelecek nesilleri düşünen herkesin görevi olmalı. 26 bin ton siyanür kullanılacak, 6 yıl çalışılacak, siyanür dolu atık havuzları 200 yıl kalacak... Ülkemizin çıkarılan altından alacağı pay nedir ? Şirketin beyanı üzerinden: Devletin değerli madenlerden alacağı pay yüzde 4.5 (28 Şubat 2019 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan maden kanunu hakkında düzenlemeyi içeren KHK ile değişen yasaya göre). Yani proje tamamlandığında devlet, Kirazlı projesinden ve buradaki altın çıkarma işlerinden sadece 180 milyon dolar alacakken, Kanadalı Alamos Gold firması geriye kalan 3 milyar 820 milyon doların tamamı alacak. Mevcut iktidar bölgede izin verdiği madencilik faaliyetleriyle, ülkemizin bu kadar az oranda gelirine karşılık yıllık tarımsal geliri 8 milyar tl olan Çanakkale’deki tarımsal üretimi ve dolayısıyla halkın sağlığını tehlikeye atmaktadır. Sistematik saldırı Bugün Kaz Dağları’nda yaşadığımız durum aslında 30 yıl önce Bergama’da yaşadığımız durumun bir benzeri. Ülkemizin yeraltı kaynaklarına emperyalist sömürgeciler tarafından sistematik bir saldırı var. Biz doğamız, ormanlarımız, ağaçlarımız, derelerimiz, sularımız, kuşlarımız, böceklerimiz derken; onlar yerli işbirlikçileriyle birlikte kârımızı nasıl artırırız, daha fazla nasıl kazanırız diyorlar. Kaz Dağları’nda yapılan vahşi madencilik faaliyeti sadece doğaya ve doğal yaşama zararlı değil aynı zamanda insan ve toplum sağlığına da zararlı. Elimizde konuyla ilgili Türk Tabipler Birliği’nin hazırlamış olduğu 2 adet rapor var; 2001 tarihli BergamaOvacık Altın Madeni raporu (Eurogold firması) 2013 tarihli Kaz Dağları ve Çanakkale yöresi madencilik ra poru (Alamos firması) Her iki rapor da ana hatlarıyla benzer bilgileri içeriyor; Çevrenin korunmasının in san yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olduğu, altın madeni işletmeciliği esnasında kullanılan siyanür liç ve atık havuzunda biriken ağır metallerin insan sağlığı üzerinde büyük risk oluşturduğu bilimsel olarak ifade edilmiştir. 2010’dan beri yasak Yörede yapılan işlem bir kimya madenciliğidir. Kurulan tesis maden ocağı olmanın yanında kimyasal endüstriyel tesis özelliğindedir. Avrupa Birliği’nde 2010 yılından bu yana siyanür kullanımı yasak olmasına rağmen firmalar kendi ülkelerinde kullanamadıkları siyanürü ülkemizde rahatça kullanmaktan çekinmemektedirler. Altın cevherinin siyanürle saflaştırılması esnasında cıva, krom, kurşun, alüminyum, kadmiyum, arsenik gibi insan sağlığına zararlı ağır metaller serbestleşmekte ve atık olarak açığa çıkmaktadır. Madenin çalışması, cevherin işlenmesi ve atıkların depolanması safhalarının hepsinde çevre ve insan sağlığına zararlı unsurlar bulunmaktadır. Madenin çıkarılması esnasındaki maden tozlarının, işlenmesi esnasında açığa çıkan gaz ve sıvı atıkların, hava, su ve toprak üzerinde toksik (zehirli) etkileri bulunmaktadır. Hava yoluyla alınan tozlar, solunum yetmezliği, astım, kronik akciğer hastalıklarına ve akciğer kanserine neden olmaktadır. Yapılan bilimsel çalışmalarda maden işçilerinde akciğer kanserinin normale göre 24 kat fazla oranda görüldüğü tespit edilmiştir. Zararlı atıklarla bulaşmış olan suların içilmesiyle bulantıkusma, ishal gibi basit şikâyetlerden mide kanseri ne kadar çok ciddi hastalıklarla karşılaşılmaktadır. Ayrıca suların ve gıdaların içinde bulunan ağır metallerin sinir sisteminde birikmesi sonrası hafıza kayıpları, uyuşukluklar, güç kayıpları, titremeler ve kas hastalıkları, görme ve işitme bozuklukları görülmekte. Maden tozlarıyla, kirlenmiş sularla veya atık malzemelerle temas eden ciltte; en basit alerjik rahatsızlıklardan cilt kanserine kadar rahatsızlıklar görülmekte. Maden tozları ve atık sularla oluşan toprak kirliliği sonrası toprak eskisi gibi verimli olmamakta ve elde edilen ürünlerde insan sağlığı için zararlı maddeler birikmektedir. Siyaset üstü tavır şart İnsanların yaşam hakkı, sağlık hakkı, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı ve ekosistemin sürdürülebilirliği göz önüne alındığında bu maden işletmelerinin insan sağlığına ve çevreye telafisi mümkün olmayacak derecede zarar vereceği açıktır. Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunmasıyla ilgili anayasanın 56. maddesine göre, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir”. Ayrıca 2872 sayılı Çevre Yasası’nın 1. maddesinde kanunun amacı “bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır” demektedir. Özetle, Kaz Dağlarında yapılan madencilik faaliyetleri bilimsel veriler ışığında toplum ve çevre sağlığına zararlıdır. Ayrıca bölgede sürdürülen bu madencilik faaliyetleri anayasanın 56. maddesine ve çevre kanuna aykırıdır. Toplarıyla tüfekleriyle 104 yıl önce Çanakkale’yi karadan ve denizden geçemeyen emperyalist güçler, bugün AKP himayesindeki maden şirketleriyle Çanakkale’yi yeraltından geçmeye çalışmaktadırlar. Kaz Dağları’ndaki doğa katliamına karşı hepimiz siyaset üstü bir davranış sergilemek durumundayız. Kaz Dağları’nı korumak sadece Cumhuriyet Halk Partisi’nin görevi olmamalı, ülkesini, vatanını, bayrağını seven, vicdanı olan, gelecek nesilleri düşünen herkesin görevi olmalı. Bu bağlamda toplumumuz iktidar partisi milletvekillerinden özellikle de bölge milletvekillerinden Kaz Dağları’nın korunmasına destek vermelerini beklemektedir. Gelin hep birlikte Türkiye’nin dört bir yanında yok edilmeye çalışılan doğal güzelliklerimize sahip çıkalım, Çanakkale’yi bir kez daha geçilmez kılalım. Müzedeki resmin uzun öyküsü A.CELAL BİNZET Konumuz olan “Timur’un Mezarı” adlı yağlıboya resim Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde. Türbe içini gösteren ve Doğu’ya ilişkin bir yapıt. Oldukça büyük boyutlu tablonun onunla orantılı geniş oyma çerçevesi de ayrı bir sanat yapıtı gibi. Moğol İmparatoru Timur’un Semerkant’taki türbesinde, doğu giysili kişilerin saygı duruşu içinde betimlendiği bir yapıt. Tablo boyutunun bugüne değin saptan(a)mamış olması ilginç bir eksiklik.. Sanatçısı, Rusya doğumlu Vasily Vasilyevich Vereshchagin’in yaşamı bir deniz kazasıyla son bulur. (18421904) 1852’de St. Petersburg Sanat Akademisi’ndeki klasik sanat eğitimin ardından Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nde JeanLéon Gérome ile çalışıyor. Aynı tarihlerde ressam Osman Hamdi Bey de bu atölyede öğrenim görmekte. İki sanatçının da ay nı anlayışta (oryantalist) yapıtlar verdiğini unutmayalım. Vereshchagin’in çoğu savaş temalı resimleri, gönüllü yazıldığı ordu ile katıldığı savaşların izlerini taşır. Dinsel temalı resimleri ise sansür ve yasaklanmaktan pay almakta gecikmez. Viyana sergisindeki “Kutsal Aile ve Diriliş” resmi radikal dinciler tarafından asit dökülerek tahrip edilir. “Barbarlar” başlığı altında top ladığı 7 resimde savaşın tüm evrelerini titizlikle anlatmıştır. Sanatçı, 1873 yılında açtığı Londra sergisinde, birçok alıcı çıkmasına karşın serinin parçalanmasını istemez. Sonunda tüm yapıtları Moskova’daki Tretyakov Devlet Galerisi’nce satın alınır. Çerçevedeki ayrıntı Böylesine önemli bir sanatçıya ilişkin yapıtın Ankara’da bulunuş öyküsü belirsizliklerle dolu. Yapıtla ilgili önemli bir ayrıntı tablonun çerçevesinde gizli. Çerçeve kenarlarındaki Rusça yazılar dikkat çekici. Bazı harfleri yer yer döküldüğü için eksiklikler görülüyor. Üst kenarda “Azizin türbesinde Tanrı’ya şükrediyorlar” yazılı. Sağ ve solda iki dikey kenardaki tümce ortak: “Tanrı’dan başka Tanrı yoktur.” Alt kenarda ise harfler yerinden döküldüğü için okunabilen tek sözcük var: “...asker...” Bilinmezlikle dolu böyle bir yapıtın, Rus müzesinden çıkarılarak Ankara’ya neden geldiği merak uyandırmaz mı hiç? Rusya’daki kurumlarda yapıtın Ankara’da bulunduğu bilgisi var. Bu derece önemli bir tablonun ülkemize gönderilmesi durumu açıklıyor sanırım. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında S.S.C.B. ile yaşanan büyük dostluk sürecinde Ankara’ya atanan Büyükelçi Aralov’un Lenin’den Gazi Mustafa Kemal’e bir armağanı sayılıyor. Rusya’daki müzeden çıkan yapıtın 100 yıla yaklaşan serüveni Ankara’da bitiyor. Geldiğinde Milli Eğitim Bakanlığı kayıtlarına giren tablo 1980 yılında Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin açılmasıyla oraya aktarılıyor. Komşu bir ülkeden başlayıp bilinmezlerle dolu bir sanat yolculuğunun izlerini sürmek ilginç olmalı. Bugün elimizde bulunmayan bilgilere belki ileride ulaşma olanağı da bulunur! Kim bilir? Bir siyasi liderin iç döküşünden, Sivas Kongresi’nin 100. yılına... Bu yıl ve önümüzdeki üçdört yıl Türkiye’yi bağımsızlığa götüren tarihi adımların 100. yıllarına tanıklık ediyoruz, edeceğiz. 19 Mayıs’ta 100 sayfalık Cumhuriyet’le okurun karşısına çıkmıştık. Amasya Genelgesi’nin ve Erzurum Kongresi’nin 100. yılında özel sayfalar hazırladık. Büyük Taarruz’un 97. yılında okurlarımıza “Belge ve Anılarla 30 Ağustos Zaferi” kitapçığını armağan ettik. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 30 Ağustos’ta “Atatürk’ün sözleri Nâzım’ın dizelerinde” başlığıyla gazetemizde yayımlanan edebiyat ağırlıklı özel yazısı büyük ilgi gördü. Bir siyasi liderin “içten” cümleleri okuru yakaladı, bu özel yazıyı “alkışlayan” edebiyat dünyası Kemal Kılıçdaroğlu’nun tezini tartıştı. Neydi o tez? Kılıçdaroğlu’nun önemli incelemesinden bir bölümüyle anımsayalım: “Bu yazı sadece ve sadece genel başkanlığını yaptığım Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucu Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk ile Nâzım Hikmet arasındaki ilişkiye dair, haddini aşmamaya çalışan, son derece kişisel bir değerlendirmeyi, bu değerlendirmeye bağlı olarak da Nâzım Hikmet’in dizeleriyle ilgili mütevazı bir tezi içermektedir. Atatürk’ün, ‘Mutlu, rahat ve hür yaşamak’ ve ‘Barışın tatlı güneşi’ ifadeleri, Nâzım’ın davetiyle birlikte düşünüldüğünde, ‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim...’ dizelerinin öncüsü olamaz mı? Tekrara düşeyim, bence olur... Uzatmadan... Bu satırlar, Atatürk’ün konuşmalarının Nâzım Hikmet’in dizelerinde bulduğum karşılıklarına dair, kişisel bir iç döküştür. Bir siyasetçinin, ülkesinin ve partisinin kurucu lideri Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ile ülkesinin mağdur edilmiş bir şairi arasında kurduğu samimi bir köprüdür.” CHP lideri “içten” bir yazıyla, “samimi” bir köprü kurdu. Siyaset dünyasına “edebiyat molası”yla şöyle bir nefes aldırdı!.. Ekrem İmamoğlu Sivas’ı yazdı... CHP, Parti Meclisi’ni iki gün sonra 4 Eylül’de Sivas’ta topluyor. Cumhuriyet de özel sayfalarla Sivas Kongresi’nin 100. yılına hazırlanıyor. “Sivas Kongresi’nin Bilinmeyen Bir Yönü: Ali Galip Olayı”nı Alev Coşkun’un kaleminden okuyacaksınız. Işık Kansu okurlarımız için Sivas Kongresi’nin tarihi belgelerini derledi. Tarihçi Osman Selim Kocahanoğlu’nun yazısı da özel saylarımızda yer alacak... Sivas Kongresi’nin 100. yılına yönelik özel sayfalarımızın sürprizi ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kaleminden okuyacağınız yazı olacak. Beylikdüzü Belediye Başkanlığı sırasında Atatürk’ün Sivas’taki 108 gününü “SivasMilli Mücadele’nin 108 Günü” adı altında bir kitapta toplatan Ekrem İmamoğlu’nun yazısını ilgiyle okuyacaksınız. Okurlarımızla yazıdan küçük bir alıntıyı burada paylaşmak istiyorum: “Asla kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü Türkiyemiz, 4 Eylül 1919 günü, kimsenin yıkamayacağı çok sağlam temel ilkeler üzerine inşa edilmiştir.” İşte o gün, 100 yıl önce Sivas Kongresi’nin hemen ardından Mustafa Kemal Atatürk tarafından İstanbul’a çekilen telgrafta, “Kuvayı Milliye, ulusun kesin istencini gösterme gücünü kazanmıştır” yazıyordu. Bağımsızlık yolunda atılan en büyük adımlardan Sivas Kongresi’nin 100. yılında o “istenç”, bağımsızlık ruhu yıkılmaz bir dirençle ayakta!.. Büyük ödülle gururlandık Avrupa Birliği (AB) desteğiyle, Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı (BIRN) ile Gazeteciler Cemiyeti’nin ortaklaşa düzenlediği ve Batı Balkanlar ile Türkiye’de nitelikli araştırmacı gazeteciliği desteklemeyi amaçlayan “AB Araştırmacı Gazetecilik Ödülleri” geçen hafta açıklandı. Gazetemiz çevre ve kent muhabiri Hazal Ocak, İstanbul’da boyutu 240 milyar lirayı bulan rant oyunlarını ortaya koyduğu “Emsalsiz İhanet” başlıklı haber dizisiyle birincilik ödülünü kazandı. Ocak, ödülünü AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Christian Berger’in elinden aldı. Bizleri gururlandıran muhabirimizi kutluyor, daha nice ödüllük manşetlere imza atacağına inanıyorum...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle