26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
EKONOMİ [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ 112 EYLÜL 2019 PAZARTESİ Bunlar iyi günlerimizŞu anda dolar ya da faiz gibi tek bir değişkenle yönetilemeyecek bir krizle karşı karşıyayız Berlin School of Economics and Law Ekonomi Bölümü’nden Doç. Dr. Ümit Akçay: Yaşadığımız İŞSİZLİK ARTACAK basit bir resesyon değil, yapısal kriz. Bu yüzden krizden çıkış için ekonominin büyümeye geçmesi yeterli olmayacak. “Krizde henüz dip nokta görülmedi” di lediyelerine kayyım atandı, bu gibi gelişmeler ekonomiyi ne derece yen Berlin School of Eco etkiliyor? nomics and Law Ekonomi Bölümü’nden Doç. Dr. Ümit Akçay’a göre, ŞEHRİBAN KIRAÇ Türkiye’de ekonomik kriz siyasi krizi, siyasi kriz de ekonomik kri Türkiye’de ekonomik kriz si zi besliyor. Literatürde bu du yasi krizi, siyasi kriz de ekono rum, “yapısal kriz” olarak ad mik krizi besliyor. Akçay, te landırılıyor. 2013’ten itiba n Küresel ekonomi için de resesyon uyarıları yapılıyor. Bu durum Türkiye ekonomisini nasıl etkiler? sizin büyüme, işsizlik, enflasyon ve kur konusunda bir tahmininiz var mı? Küresel ekonomideki yavaşlama, Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyecek, kuşkusuz. Kur tahmini yapmak anlamlı değil ama büyüme konusunda en iyimser tahminler bile kil politika hatalarından çok ren Türkiye’de bir yapısal kriz 2019 için daralma tahmi bizzat takip edilen borca dayalı büyüme modelinin, bugünkü krizin oluşumunda önemli rol oynadığını, demokrasinin, yatırım gelsin diye değil, yurttaşlar için talep edilmesi gerektiğine dikkat çeken Ümit Akçay ile Türkiye ekonomisinin yaşadığı krizi, atılan adımları ve çıkış yollarını konuştuk. konjonktürü var. Yapısal krizin bileşenlerinden biri devlet krizi/siyasi kriz. Bunu 2013 sonrasında hemen her yıl yaşanan seçimlerden/referandumlardan, darbe girişiminden ve rejim değişiminden görüyoruz. İkinci bileşeni de ekonomik modelin tıkanması. İstanbul seçimleri ya da Ümit Akçay ni yapıyor. İşsizlik de büyüme bağlı olarak yüksek seyretmeyi sürdürecek. n Yabancı bir üniversitede ders veriyorsunuz şu anda Türkiye’yi anlatmak zor oluyor mu? Almanya’da Türkiye yakından takip ediliyor. O nedenle dışarıdan anlaşılması zor konuları açıklar Yapısal kriz n Önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi tekrarlandı, şimdi de Diyarbakır, Van ve Mardin be kayyım atamaları gibi olaylar, bu yapısal kriz konjonktürünün yansımaları olduğu ölçüde etkililer. Nafile adımlar ken dahi çok zorluk çekmiyorum açıkçası. Öğrenciler arasında ya da akademik çevrelerde en çok merak edilen konu, siyasi ve ekonomik gelişmeler. Sorunlar ertelendi n Son bir yıldır ekonomideki kriz sanki sadece döviz kurunun yükselmesine ya da inmesine endekslendi. Neredeyse işsizlik, hayat pahalılığı, büyümenin düşmesi vb. sorunları yok sayıyor. Sizce n Son dönemlerde dolar yeniden yükselişe geçti, kurun tekrar yükselmesi ne anlama geliyor? Merkez Bankası bazı adımlar attı. Bunlar neden yetersiz kalıyor? Türkiye’deki yapısal kriz, dövizfaiz kıskacı biçiminde açığa çıkıyor. Bunun anlamı, ekonomik büyümeyi canlandırmak için yapılan faiz indirimlerinin döviz şokları ile Krizde henüz dip görülmedi n Krizde dip nokta görüldü mü? Krizden çıkış ve büyüme ne zaman olur? Henüz görülmedi. Güncel krizi, öncekilerle karşılaştırarak, ani bir çöküş ve sonrasında hızlı bir toparlanma yaşanacağını beklemek yanıl olasılık, zombi firmaların artması, ki olan budur. n Türkiye’yi bugünkü kriz durumuna getiren temel ekonomik politika hataları nelerdi? Tekil politika hatalarından çok bizzat takip edilen borca li gelire oranı sürekli geriliyor. 20022013 arasında hane halkı borcu, düşük gelirli kesimleri içerecek şekilde artıyordu. Buna “finansal içerilme” adı veriliyor. Bu yolla, geniş toplum kesimleri gelirleri anlamlı bir şekilde artmasa Türkiye ekonomisindeki ana karşılaşması. Dövizfaiz kıska tıcı. Yaşadığımız basit bir re dayalı büyüme modeli, bugün dahi harcama yapabilme ola sorunlar neler? Ana sorun, yapısal kriz. Daha somut olarak, yapısal krizin bir bileşeni olarak birikim modeli krizi. 2001 krizi sonrasında kurulan modele göre, enflasyon yüksek faiz ile düşürüldü. Sert bir kemer sıkma politikası buna eşlik etti. Ek olarak, emek piyasasının esnekleştirilmesi, taşeronlaştırma ve özelleştirmeler, örgütlü emeğin tasfiyesi ile sonuçlandı. Makroekonomik olarak yüksek faiz, sermaye girişlerini teşvik etti, artan sermaye girişleri TL’yi değerlendirdi. Değerli TL, bir yandan ithalatı artırarak cari açığın artmasına neden oldu, diğer yandan da dövizle borçlanmayı cı, ekonomi yönetiminin krize müdahale araçlarının da sınırlı olduğunu, yani aynı zamanda “kriz yönetiminin krizi”nin de yaşandığını gösteriyor. Merkez Bankası’nın yaptığı düzenlemeler, borca dayalı büyüme modelini canlandırmaya yönelik adımlar. Ancak krizi yaratan bizzat bu model. O nedenle atılan adımlar nafile. Ekonomi yönetiminin aklında, kredi canlanmasının ekonomik toparlanmayla sonuçlanacağı varsayımı var. Bunu kamu bankalarının öncülüğünde hayata geçirdiler. Ancak 2013 sonrasındaki her kredi genişleme döngüsü daha büyük bir kredi çöküşüyle sesyon değil bir yapısal kriz olduğu için, krizden çıkış için ekonominin büyümeye geçmesi yeterli olmayacaktır. Kriz, 2001 krizi sonrası takip edilen IMF destekli borca dayalı büyüme modelinin krizidir. Atılacak adımlar, bu modelden uzaklaştığı ölçüde anlamlı olabilir. Bu modele dönüş yönündeki adımların tek etkisi, krizi derinleştirmek olur. n Türkiye’de son yıllarda açıklanan sayısızca teşvik, önlem paketi var, ancak yatırım çeken, istihdam yaratan bir model ortaya konulamadı. Bu adımlar neden başarısız oldu? Başarısızlığın nedeni, eko kü krizin oluşumunda önemli rol oynadı. Ancak güncel kriz için bir “politika hatası” aranacaksa, 2009’daki, döviz geliri olmayan firmaların da dövizle borçlanmasını serbest bırakan düzenleme kritik önemdedir. n Dünyada merkez bankaları yeniden parasal gevşeme adımları atmaya başladı. Tekrar Türkiye’ye para gelir mi? Bu oldukça zor, ekonomisi daralan bir ülkeye sermaye gelmesi için o ülkede yüksek faiz verilmesi gerekir. Yüksek faiz verilirse ekonomi daha da daralır. Bir kısır döngüye girilmiş durumda. Borç döndürülemiyor nağı kazanıyor. Finansal içerilmenin önkoşulu ise faizlerin düşük olması. Düşük faizlerin mümkün kıldığı finansal içerilme, AKP’nin neoliberal popülist stratejisinin de bel kemiği idi. Faizler yükselmeye başlayınca, bu strateji işlememeye, AKP’nin oy oranı da düşmeye başladı. Özel sektör borçluluğu, AKP’nin borca dayalı büyüme modelinin sonuçlarından biri. Özellikle 20082009 krizi sırasında döviz geliri olmayan firmaların da dövizle borçlanmalarını mümkün kılan düzenlemeler, firma borçluluğundaki patlamanın önünü açtı. 2013 sonrasında hem TL’nin değersizleşmesi hem de faizdeki ar teşvik ederek özellikle borç dolarizasyonuna neden oldu. Bunlara ek olarak TL’nin değerlenmesi ithalatı ucuzlattı, bu ise önceden Türkiye’de üretilen ürünlerden bazılarını ithal etmeyi daha cazip hale getirdi. Bu, Harvard sonuçlandı. Krize neden olan yöntemlerle krizden çıkmaya çalışıyorlar, temel sorun bu. Faiz zaten inecekti nomi yönetiminin ekonominin gidişatıyla ilgili bir strateji geliştirememesidir. Bu olmayınca, kısmi ya da geçici teşviklerin herhangi bir pozitif sonuç vermesi oldukça düşük ihtimal. Daha yüksek olan n Batık borç artıyor, bunlar döndürülebilir mi? Burada bir düzeltme yapmak gerekiyor. Hanehalkı borçlanmasında tepe noktası 2013’te görüldü. Bu tarihten itibaren borcun mil tış üst üste gelince, borca dayalı büyüme modeli tıkandı. 2013’ten itibaren firma borçları yüzdürülüyor. Ancak 2018’deki döviz krizinden sonra özellikle döviz biçimindeki borçların döndürülemediği görüldü. Üniversitesi’nden Prof. Dani Rodrik’in işaret ettiği “erken sanayisizleşme” sürecini başlatmış oldu. Bu modelin işleyişi, sermaye girişlerine bağlı. Bu anlamda modelin “bağımlı finansallaşma” olarak adlandırılması isabetli olacak. Model, 2013’e kadar çok da aksamadan işledi. 2013, küresel finansal döngünün daralma aşamasına geçmesi nedeniyle bir dönüm noktasıydı. AKP yönetimi, bu modelin tıkanmasına rağmen herhangi bir alternatif geliştiremedi. Kredi genişlemesi döngüleriyle sorunlar her önemli dönemeçte geleceğe ertelendi. Şu anda, dolar ya da faiz gibi tek bir değişkenle yönetilemeyecek bir krizle karşı karşıyayız. n Merkez Bankası’nda başkan değişimi ve sonrasında gelen üst düzey Yurttaş için demokrasigörevden almaları ve hemen ertesinde faiz indirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? n Türkiye’de başta nomisi ve bunun son yıllar maye yatırımları arasında Merkez Bankası (TCMB) başkanının hukuk sistemi olmak daki uygulama çerçevesi negatif ilişki olduğu varsa değişimi, Türkiye’de 2001 krizi üzere, birçok alanda olan neoliberal politikalar, yımı doğru değil. sonrasındaki para politikası rejiminin ciddi tahribatlar var. demokratikleşmeyi değil, Demokrasi ve hukukun sonlanması anlamına geliyor. Birçok özerk kurum demokrasinin altını oyan üstünlüğü, devletin vatan TCMB başkanının görevden alınma kapatıldı, liyakat orta otoriter dinamikleri hareke daşlar ile arasındaki ilişki zamanlaması, belli ki ekonomi yönetimi dan kaldırıldı. Bunlar te geçirdi. Bu hem dünya lerin vatandaşlar lehine dü tarafından bilinçli olarak ayarlanmış. ekonomi açısından ne daki yakın dönem demok zenlendiği bir siyasi rejimin Gerek küresel konjonktür, gerekse kadar önemli? ratikleşme deneyimleri için, oluşabilmesi açısından, ya Türkiye’de enflasyonun seyri 20022007 arasında hem de Türkiye için geçerli. ni ülkede barış içinde bir nedeniyle, başkan değişimi ki AKP’nin “altın yılların Hatta, bugün bildiğimiz an arada yaşamak için gerekli olmasa da faizler zaten da” demokratikleşme sa lamdaki demokrasi, piyasa dir. Yani demokrasi yatırım düşecekti, şimdi başkan yesinde ekonomik büyü ekonomisi sayesinde değil, cılar için, yatırım gelsin di değişimi nedeniyle faizlerin me gerçekleşti. Güncel kri ona karşı yapılan mücade ye değil, yurttaşlar için ta düştüğü propagandasını zin nedeni de, otoriterleş leler sayesinde gelişti. Ol lep edilmeli. Zira otoriter yapabiliyorlar. me. Bu argümana katılma gusal olarak ise, demokra yönetimler altında da eko yanlardanım. tik gerileme ile ülkelere ya nomik büyüme gerçekle Teorik olarak, piyasa eko pılan doğrudan yabancı ser şebilir. İstanbul’da perakende fiyatlar yüzde 16 arttı İstanbul’daki perakende fiyatlar 2019 Ağustos’ta bir önceki aya kıyasla yüzde 2.53 artarken, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 16.41 yükseldi. Toptan fiyatlar ise aylık bazda yüzde 1.68 düşerken, yıllık bazda yüzde 12.56 arttı. İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) 1995 bazlı verilerine göre, Ağustos 2019 itibarıyla Ücretliler Geçinme İndeksi, şehirdeki pahalılığın daha da arttığını ortaya koydu. Söz konusu indeks, yıllık ortalama yüzde 18.03 artarken, Toptan Eşya Fiyat ları İndeksi ise yıllık ortalama yüzde 22.22 yükseldi. Perakende fiyatlardaki en fazla artış gıda ürünlerinde olurken, fiyatı en çok azalan ise giyim harcamaları oldu. Buna göre, perakende fiyatlar ağustosta bir önceki aya kıyasla gıda harcamalarında yüzde 5.55, ev eşyasında yüzde 2.39, konutta yüzde 0.46, kültür, eğitim ve eğlencede yüzde 0.41 arttı. Giyimde yüzde 3.05, ulaştırma ve haberleşmede yüzde 0.78, sağlık ve kişisel bakımda da yüzde 0.02 düştü. l Ekonomi Servisi Çiftçiye hırsız şoku Kriz koşullarında ayak Utku Çakırözer ta kalmakta zorlanan çiftçiye bir de hırsız dadandı. Eskişehir’in İnönü ilçesinde ki çiftçilere ait 14 su motorunun 15 gün içinde çalındığını duyuran CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, il emniyet müdürlüğü ve jandarma komutanlığıyla yaptı ğı görüşmelerde hırsızların bir an önce bulunmasını istedi. İnönü Ziraat Odası’nı ziyaret eden Çakırözer, “Çiftçimiz zaten zor koşullar altında, borç içinde kıt kanaat üretim yapmaya çalışıyor. Girdi maliyetleri, ödenmeyen destekler çiftçimizi mağdur etmişken şimdi de çiftçinin tarımda kullandığı su motoru ve elektrik kablolarını çalan hırsızlar başa bela oldu” dedi. Öte yandan Çakırözer, çiftçinin geçen yıla ait sertifikalı tohum kullanım desteği ödemelerini de alamadığını belirterek “Hem pancar alım fiyatları açıklanmıyor hem de destekler gecikiyor. Bu durum zor durumda üretimini gerçekleştirmeye çalışan çiftçimizi, daha da zora sokuyor. Destekler bir an önce verilmeli” diye konuştu. l ESKİŞEHİR/Cumhuriyet İngiltere’de kriz derinleşiyor İngiltere’de toplumun yarısının öfkesini, en gerici nostaljilerini siyasi kariyerleri için istismar eden politikacılar, “yeni faşist” entelektüeller, cumartesi günü toplumun hiçe saydıkları öbür yarısıyla karşılaştılar. Ortadan bölünmüşlüğün resmi Neoliberalizm, ekonomik krizle beslenerek canlanan ırkçılık İngiltere’de son derecede zehirli bir ortam yaratmıştı. Egemen sınıfların geleneksel temsilcisi, Muhafazakâr Parti ve “birinci at” yorulunca ahırdan çıkarılan “ikinci at” İşçi Partisi bu zehirli ortamın etkisiyle varoluş sorunlarıyla yüz yüzeydi. Muhafazakâr Parti lideri Başbakan David Cameron, ülkenin başına gelecekleri hesaplamadan, tam da toplumdaki “yalnızca kendini düşünen siyasi seçkinler” algısıyla uyumlu bir tercihle, ülkenin değil de partinin sorunlarına öncelik vererek, İngiltere’nin Avrupa Birliği üyeliğini referanduma sundu. Aynı dönemde İşçi Partisi seçim yenilgisinden sonra istifa eden liderinin yerine “yeni tabakta eski yemek”, Blair’ci adaylar arasından bir lider seçmeye hazırlanıyordu. Ortadaki sevimsiz görüntüye makyaj yapmak için listeye emektar sosyalist Jeremy Corbyn’in adı eklenince, yıllardır bastırılan enerji birden boşandı. Düzen partilerinin, siyasilerinin, entelektüellerinin korkudan kocaman açılmış gözlerinin önünde siyasi manzara hızla değişti. Corbyn, başkan seçilmekle kalmadı, parti hızla büyüyerek 600 bin gibi “korkunç” bir üye sayısına ulaştı. Bu iki gelişmeyle birlikte, ülkeyi birbirini izleyen siyasi krizlerin içine sokacak sürecin kapısını açtı. Cameron’un bencil tutumu, solun AB karşısındaki geleneksel ve haklı kaygılarını konjonktürün koşullarına uydurmaktaki başarısızlığının getirdiği kararsızlık, referandumdan yüzde 48’e 52 Brexit çıkmasına yol açtı. Brexit sonuçları üzerine yapılan sosyolojik ve demografik analizler, ülkenin ortasından ikiye bölünmüş olduğunu gösteriyordu. Yalnızca işçi sınıfı değil, kapitalist sınıfların bile Brexit konusunda bölünmüş olması, çok karmaşık bir ortama işaret ediyordu. Zehirli nostalji… Bir haftadır, İngiltere’de bir “anayasa hilesinden”, “meclis darbesinden”, “otokrasinin yükselmeye başlamasından”, “bir seçimli diktatörlüğün” gelişmesinden söz ediliyor. Deneyimli yazar Cockburn yaşananları, “Erdoğan’ın iktidarı ele geçirme sürecine” benzetiyor. Adeta bir kaos ortamı var. Çünkü, Muhafazakâr Parti’nin yaş ortalaması 50’nin üzerinde olan üyelerinin en zehirli nostaljilerine yaslanarak lider seçilerek başbakan olan Boris, son üç yılda Brexit kampında yaşanan değişikliklerin sonuçlarından korkarak parlamentoyu askıya aldı. Son üç yılda, Brexit sonucunu hazırlayan yolsuzluklar, yalanlar, Facebook, Twitter üzerinden seçmen manipülasyonu, Rusya parasının rolü artık biliniyor, Ulusal Suç Ajansı tarafından soruşturuluyor, hatta filmlere konu oluyordu. Dahası, Brexit’in yol açabileceği, ekonomik ve toplumsal yıkım giderek artan sayıda vatandaşın bilincine çıkıyordu. Dengeler değişmişti. Halkın, egemen sınıfların temsilcilerine yönelik öfkesini, aşırı sağcı (“Yeni Faşist”) nostaljilerine, İngiltere’yi otokrasiyle yönetilen, Singapur’a çevirme fantezilerine dayanak yapmak isteyen kesimler, aniden toplumun öbür yarsıyla karşı karşıya kaldıklarının ayırdına varmışlardı. Yeni bir referanduma izin verecek tartışmaları, milletvekillerinin iradesini yansıtacak bir meclis kararını bloke ederek bir an evvel Avrupa’dan çıkmak gerekiyordu. Ekonomi duvara çarparmış, İrlanda’da çatışmalar yeniden başlarmış, İskoçya ve Galler ayrılmaya kalkarmış, ırkçılık, yabancı düşmanlığı tavan yaparmış, onlar için hiç önemli değildi… Ancak, demokrasi güçlerinin, hatta devlet bürokrasisinin direnci artıyor. Bu direniş sermaye sınıfının sözcüsü yayınlarda yankılanıyor. Dahası halk da sokaklarda. Cumartesi günü ülkenin büyük kentlerinde 80 noktada binlerce vatandaş parlamentoyu askıya alma kararını protesto ediyordu. İşçi Partisi lideri Corbyn, tüm partiyi bu gösterilere destek vermeye ve katılmaya çağırmıştı. Parlamentoyu askıya alma “uyanıklığı” geri tepmeye başlamıştı, ama pazar sabahı gazeteler, Boris’in bakanlarından Gove’un, “meclisin alacağı karara uymayabileceklerine” ilişkin sözlerini aktarıyor, kriz derinleşmeye devam ediyordu. KISA...KISA... n İstanbul Fuarcılık tarafından düzenlenen, Ticaret Bakanlığı, İstanbul İhracatçı Birlikleri, Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu ve KOSGEB tarafından desteklenen CNR Food İstanbul Fuarı 47 Eylül’de açılıyor. Fuar 90 ülkeden 50 bin ziyaretçi hedefleniyor. n Irak Petrol Bakanlığınca, daha önce yapılan anlaşmaların ardından ilk defa Ürdün’e yaklaşık 3 bin 500 varil ham petrolün ihraç edildiği bildirildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle