24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 19 EYLÜL 2019 PERŞEMBE gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: İLKNUR FİLİZ olaylar ve görüşler Ankara zirvesi: Barış yapmak savaş yapmaktan zordur. Türkiye’nin bugün tanımadığı Esad’la birlikte Dönüm noktası adımlaratması,sorunun çözümüne en büyük engel olan ABD üzerinde baskı oluşturabilecek yegâne vasıtadır. Ahmet Yavuz Suriye’nin geleceği noktasında 16 Eylül 2019 günü Ankara zirvesinde atılan adımı önemsemeliyiz. Zira bıçak kemiğe dayandı. Artık meseleyi başka türlü ele almak gereği devletin zirvesinde de anlaşılmışa benziyor gibi... “Gibi” diyorum çünkü benimki bir izlenim. Biraz da temenni, tam bir çıkarım değil. Bir süre önce Fırat’ın doğusunda hayata geçirilmeye başlanan güvenli bölge sevdasının içinin boş olduğu görüldü. Birileri için sürpriz oldu! Münbiç’te yaşananları başkası yaşamış gibi... Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir süre önce bu konuda memnuniyetsizliğini belirtti. Bununla kalmadı. Zirve açıklamaları esnasında 15 gün sonrasına miat verdi. Sanırım, Birleşmiş Milletler toplantısı fırsatıyla Trump’la yapacağı görüşmede, gidişattan hoşnut olmadığını ifade edecek... Alacağı cevabı kendisi de öngörüyor olmalı ki, konuşması esnasında, Suriye’de en doğru işleyişin “Astana süreci” olduğuna vurgu yaptı. Bu sefer Suriye’nin siyasal birliği, toprak bütünlüğü ve istikrarı vurgusu farklı bir tondaydı. Sanki ayaklar suya değmiş gibi... Israr gereksiz Çünkü ABD’nin rotasında değişiklik yok: Suriye’yi bölmek. Türkiye’nin rotası ise tersi olmalı: Bölünmemiş Suriye. Türkiye’nin tek başına bunu sağlama gücü yok. Rusya ve İran ile birlikte olarak dahi sorun ancak dengede tutulabiliyor. Türkiye bugüne kadar ikircikli tutumlarla geldi: “Fırat’ın batısını Rusya, doğusunu ABD ile götürürüm, kontrol altına aldığım alanları da gerekiyorsa topraklarıma katarım,” yaklaşımını zihinsel arka planında muhafaza etti. Dolayısıyla bugüne kadar ifade ettiği “Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusu” günü kurtarmaya yönelikti. Ancak bunun işlemeyeceğini görmüşe benziyor. Çünkü hesap yanlıştı. Israr gereksizdi. Bağdat’a kadar gitmeye gerek yoktu. Oradan dönülüyor olması evladır. Öte yandan ABD ile Fırat’ın doğusunda gerçekleştirilmeye çalışılan güvenli bölgeden, kendisi başka bir şey, ABD’nin başka bir şey anladığını yeniden öğrendi. Aslında herhalde bir başka hususu daha gördü: Fırat’ın doğusunda 50 km. lik bir derinliğe kadar olan alanı tamamen kontrol altına alsa bile, daha güneyde bir devletçiğin or taya çıkmasına mani olamayacağı gibi, onun kurulmasına ve meşruiyet kazanmasına hizmet edeceğinin de ayırdına vardı. Bakanlıklar arası zıtlık Bunu, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile Milli Savunma Bakanı Akar’ın birbirine zıt ifadelerinin basına yansımasından çıkarmak mümkün. Geçmişte örneğine az rastlanır bir duruma tanıklık ediyoruz: Milli Savunma Bakanı gidişatın sonuç alıcı olacağı gibi iyimser bir tutum sergilerken Dışişleri Bakanı hoşnutsuzluk belirtiyor. Genelkurmay bu konuda ne düşünüyor, bunu bilen de yok, ilgilenen de... Oysa bilmeliyiz. Gerçi bu konuda Genelkurmay görüş belirtse, alçılar salçalar “askeri vesayet hortladı” diye ortaya çıkar. Oysa sivilasker ilişkilerinde ABD’yi örnek gösteren bu tipler Trump’a direnen CENTCOM’un bunu nasıl yaptığını sorgulamaz. Neyse, bu konuyu geçelim ve konumuza dönelim... Bu noktada ABD’ye bakış ve gelecek perspektifi açısından da anlamlı bir durum söz konusu. Cumhurbaşkanı daha ziyade Dışişleri Bakanı’da yakın duruyor. Başka yol yok Bu konunun yukarıda zikredilen, iktidarın Suriye’nin toprak bütünlüğü konusundaki tavrının sonuna yaklaşması bağlamında anlamı var. Çünkü Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamaktan başka bir yolun, Türkiye’ye huzur getirmeyeceği gerçeği bilinçlere yansımaya başladı. Rusya ve İran’ın da bunu onaylamayacağı, zirvede bir kez daha ortaya çıktı. Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması stratejisini benimseyen adımları kararlılıkla atarsa ne gibi değişiklikler olabilir? Öncelikle İdlib’de durum farklılaşır. Zira İdlib’de atılacak adımlar mihenk taşı özelliği taşıyor. Eğer Türkiye, daha önce açılması yükümlülüğünü üstlendiği M4 ve M5 karayollarının (HalepLazkiye yolunun) güneyi ve doğusunda bulunan 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11 numaralı gözlem noktalarını, anılan yolun batısı ve kuzeyine çeker ve yeni yerlerinde tesis ederse meseleyi farklı bir şekilde ele aldığı sonucuna varabiliriz. İlişkilerde güven artar Bu, Rusya ve İran hatta Suriye ile olan ilişkilerde güven yaratır. İlave olarak İdlib’den göçü sınırlar. Ayrıca bu bölgede sıkışmış olan teröristlerin Suriye ordusu tarafından imhasına zemin yaratır. Tabii bütün bunların kolay olmayacağı açıktır. İyimser bir senaryoyla, bir süre sonra Suriye devleti, Fırat’ın doğusu hariç ülkesine tamamen hâkim olduğunu ileri sürebilir. Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelerde Adana Mutabakatı çerçevesinde bulunmasını benimsediğini açıklayabilir. Ordusunu da Fırat’ın doğusuna yönlendirme olanağına kavuşur. Ortaya çıkması muhtemel yeni durum, diplomatik yollardan AB ülkelerinin de devreye sokulmasını mümkün kılabilir. Yeni anayasal süreç de bunlara paralel yürütülebilirse, ABD’nin Suriye’yi bölme planına sınır getirilebilir, engel olunabilir. O takdirde Astana süreci daha büyük bir dalgaya yol açacaktır. Bu yönde atılacak adımların arzu edilen ve yukarda tasvirine çalıştığım son durumu sağlaması mümkün olmayabilir. Ancak mevcut güç dengesi, elimizde bu seçeneği devreye sokmaktan gayrı bir yolun varlığına işaret etmiyor. Esad’ı tanımak şart Öte yandan ancak böyle bir tercih Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönme heves ve arzusunu açığa vurmalarını sağlayabilir. Barış yapmak savaş yapmaktan zordur. Savaşanların birbirlerini tanıması gerekmez. Ancak taraflar birbirlerini tanımadan barış yapamaz. Türkiye’nin bugün tanımadığı Esad’la birlikte adımlar atması, sorunun çözümüne en büyük engel olan ABD üzerinde baskı oluşturabilecek yegâne vasıtadır. İyimser bir bakış açısıyla Ankara zirvesinden böyle bir çıkarımda bulunmak, içinde birtakım riskleri barındırsa da ülkenin uzun zamandır unutulan ulusal çıkarının gereğidir. Çözüm Atatürk politikaları Zirvenin Çankaya’da yapılması farklı yorumlara yol açtı. Sembolik boyutu açısından şunu ileri sürmek mümkün: Çankaya, Sovyet Rusya ve İran ile dostluğun ilmek ilmek örüldüğü yerdir. Kurucu atamız Mustafa Kemal Atatürk, sadece bu iki ülkeyle değil, aynı zamanda bütün komşularımızla iyi komşuluk ilişkilerinin temellerini Çankaya’da atmıştı. Hatay sorununa rağmen Suriye bile bu yaklaşımın kapsama alanı içindeydi. Verilmek istenen mesaj, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikasını hayata geçirmenin bir adımıysa; buna sadece ve sadece alkış tutulur. Çünkü Türkiye’nin ihtiyacı, iç cephesini kuvvetlendirmek ve yeniden bütün boyutlarıyla Atatürk’ün politikalarına dönmektir. Başka geçerli yol yoktur. Hayat her gün bu gerçeği kafamıza vura vura öğretiyor. Birileri bunu geç öğreniyor diye kınayacak halimiz yoktur. Ancak seviniriz. Küreselleşme çağında demokratik kitle örgütleri ne yapabilir? Sadece ABD değil, Türkiye de yeni bir stratejiye muhtaç! Türkiye’deki son Rusya ve İran ile yapılan zirve, bana göre “Dağ fare doğurdu” denilebilecek yuvarlak sonuç laflarıyla geçiştirilen, Türkiye’nin zaten yanlış olan Suriye politikası bakımından da başarısız bir toplantı oldu. HHH Ortadoğu krizinin temelini anımsayalım: 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısından sonra, ABD tarafından, aslında temelleri daha önce Neocon’lar tarafından atılan ve kuramsal çerçevesi de Huntington tarafından çizilen bir “Radikal Siyasal İslamla mücadele stratejisi” oluşturuldu: Bu stratejiye göre, “Radikal Siyasal İslam”a karşı “Ilımlı (Amerikancı) İslam” demokratik bir siyasal model olarak desteklenecek ve Ortadoğu bu modele göre yeniden düzenlenecekti. Bu stratejinin arkasında, İsrail’in güvenliği için, düşman Arap ülkelerinin arasında dost bir Kürt Devleti kurulması hedefi de yatıyordu; böylece “bir taşla iki kuş vurulacaktı”. Zamanın ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Ortadoğu’da sınırların yeniden çizileceğini söylerken bu stratejiye ve hedefe atıf yapıyordu. Batı’ya yönelik Radikal Siyasal İslam terörü saldırısının “Demokratik Ilımlı (Amerikancı) İslam” modeliyle ve İsrail’e yönelik Arap/İran tehdidinin de yeni bir Kürt Devleti aracılığıyla önleneceği umut edilmişti. Modelin üç sakat tarafı vardı: Birinci olarak, Amerikancı İslamdan demokrasi bekleniyordu ama İslami partilerin demokrasiyi sadece kendileri için istediği dikkatten kaçmıştı. İkinci olarak, mevcut devletlerin rejimlerinin değiştirilmesi amaçlanıyordu ama rejimler devrilince bölgeye istikrarsızlığın egemen olacağı ve bunun Radikal Siyasal İslamın güçlenmesine yol açacağı öngörülememişti. Üçüncü olarak, Akdeniz’e çıkışı da olan yeni bir Kürt Devleti kuruluşunun başta Türkiye olmak kaydıyla mevcut bölge devletleri tarafın dan dirençle karşılaşacağı ve bunun nasıl aşılacağı tam düşünülmemişti. (Türkiye’deki “Kürt Açılımı” bu bağlamda anlamlı bir projeydi, ama iktidarını zayıflatacağı gerekçesiyle AKP tarafından fiyasko ile sonuçlandırılması, ABD’nin hesaplarını altüst etti.) HHH Türkiye’de de AKP, Ortadoğu’daki bu “Ilımlı (Amerikancı) Liberal İslam” modeli çerçevesinde “Stratejik ortak” olarak seçilmişti. Fakat “Ilımlı (Amerikancı) İslam” modeli Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da tam bir trajedi ile sonuçlandı; bölgeyi istikrarsızlaştırdı, bölünme, kan ve gözyaşı getirdi. Bu çerçevede bir zamanlar “Model ÜlkeStratejik Ortak” olarak tanımlanan Türkiye’de de modelin, özgürlükçülüğe doğru değil, baskıya doğru evrildiği görüldü. Kuzey Irak’ta kurulmuş olan Kürt Devleti’nin Suriye üzerinden oluşturulacak bir koridorla Akdeniz’e ulaşması ise Türkiye’nin büyük direnciyle karşılaştı. ABD’nin artık bu başarısız stratejide ısrarı pek olanaklı görünmüyor! HHH Öte yandan Türkiye’nin Esad’ı düşürmeye yönelik “Kraldan çok kralcı” ve mezhepçi Suriye politikasının yanlışlığı da çoktan kanıtlandı. Suriye konusunda Rusya ve İran ile ilişki kurulması doğru bir karar, Astana süreci de geçerli bir yaklaşımdı: Ama bir yandan ABD ile öte yandan Rusya ve İran ile ilişki kuran Türkiye’nin, Suriye politikasındaki yanlışlarda ısrar ederek bu ikili oyunu sürdürmesi olanaksız görünüyor. Nitekim Ankara’daki son zirve de, ABD ile ortak devriye gezilen Suriye topraklarında DEAŞ ve onunla ilişkili örgütler dışında hangi grupların terörist sayılacağı konusunda bile net bir mutabakat oluşturamamış, yuvarlık sözlerle dolu bir sonuç bildirgesiyle geçiştirilmiş, bence Türkiye açısından başarısız kalmış bir toplantıdır. Muzaffer ZERAN Yazar 21. yüzyılın ekonomik, sosyal ve siyasal durumunu ArGe yoluyla araştırmak gerekiyor. Dünyayı tanımak, neler olup bittiğini anlamak, çözümlemek ve çözüm üretmek gerekiyor. Emperyalizm şu an içinde bulunduğu krizleri aşmak için başvurduğu tüm işleri öğrenmek ve bunlara karşı alternatif yapılar oluşturmamız gerekiyor. Kamucu bir anlayışla ekolojik yapıyı bozmadan kalkınma yöntemleri bulmamız gerekmektedir. Bu cehennemi, yeryüzü cenneti yapmak insanlık görevidir. Bu talan ve bu sömürüden kurtulmak hem Ortadoğu halkları ve hem de ülkemiz halkının örgütlenmesinden geçiyor. Emperyalizmin eskortluğu Gelelim ülkemize, ülkemiz Ortadoğu’da adeta tüm emperyal güçlerin pinpon topu gibi oynatılan küresel güçlerin her şeyini teslim ettiği bir ülke hali Toplumsal sorunların sistemle alakalı olduğu unutulmamalıdır. Mevcut sorunlar, sistemden kaynaklandığı için önce sistemi değiştirip dönüştürmek gerekir. ne geldi. Ülkemiz bu kötü durumu hak etmemektedir. Ülkemizde ise sağ iktidarlar 1950 yılından beri emperyal güçlere siyasetten, ekonomiye, eğitimden, madenlere vb. alan açtılar. Ülkemizin sömürülmesine ve talan edilmesine eskort görevi gördüler. Emperyalist güçler, dünyanın eko sistemini altüst ettiler. Dünya’nın nihai sonunu hazırladılar ve canlılara cehennem yaşattılar. Dünya halkları zaman geçirmeden bu gidişe dur diyecek koordineli internet bağları ile örgütlenme ve bir araya gelme yolunu bulmalıdır. Kamucu ve ekolojik kalkınma modelini örnek alarak üretime ve istihdama yönelik her alan incelenek üretime dönük çareler aranmalıdır. Sosyalizmin modernizasyonu, çağa uygunluğu adaptasyonu göz önünde tutulmalıdır. Toplumsal sürecin değişim ve dönüşümü bu süreci yaşayan asıl sahiplerine çözdürmek gerekmektedir. Sendikalar, odalar ve tüm demokratik kitle örgütleri koordineli uyumlu bir çalışma ve öncelikleri ortaya koyarak bir çalışma takvimi oluşturabilirler. Ülkemiz 82 milyon bir nüfusa sahiptir. Genç nüfus acil iş ve güvenli bir gelecek beklemektedirler.Bu amaçla üretimi artırıcı tedbirler alınabilir. Demokratik kitle örgütleri öncü rolünü oynayabilir. Neler yapılabilir? Tarım ülkesi olarak: a)Ekolojik tarım her bölgede geliştirilmelidir. b)Turizm sektörü her alanında geliştirilmelidir. Dünya gelecekte temiz gıda ve temiz suya erişmekte zorluk çekecektir. Ülkemizin toprağını, suyunu, hayvanlarını ve ormanlarını korumalıyız. Gelecek kuşaklara bu mirası aktarmalıyız. Bu miras ileride ülkemize daha çok turistin gelmesine sebep olacaktır. Bu da en önemli istihdam sorununun çözümünde yardımcı olacaktır. Sistem değişimi gerekli Toplumsal sorunların sistemle alakalı olduğu unutulmamalıdır. Mevcut sorunlar, sistemden kaynaklandığı için önce sistemi değiştirip dönüştürmek gerekir. Yerelden başlayan ve muhtarlıkları da içine alan çalışmalarla başlamak gerekiyor. Bu süreç öncelik sıralaması yapılarak halkın önceliklerine göre çözüm sırası oluşturulmalıdır. İlgili odalar, sendikalar ve tüm o yöredeki demokratik kitle örgütleri sorunu kaynağında asıl sahiplleri olan halka beraber çözmek zorundadırlar. Mücadelenin gelenekselleşmesi açısından çok önemlidir. Toplumsal sorunların yaratıcılarını bertaraf ederek toplumun öncüleri her konuda donanımlı, üretken ve hep yeniyi üreten bireyler olmasına önem verilmelidir. Yapılacak her bir şey toplum yararına olmalıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle