25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 11 EYLÜL 2019 ÇARŞAMBA [email protected] TASARIM: EMİNE BİLGET olaylar ve görüşler Merkel’in stratejik derinliğinin; gerilimden uzak durarak ticari, siyasi ve askeri konularda uzlaşmacı ve ülke çıkarlarını korumaya yönelik olduğu çok açık... Bizdeki komşularla sıfır ‘ABD,sorun diyerek, sonunda gelinen noktanın sıfır komşuluğun liberalizm içler acısı durumu düşünüldüğünde insan, acı içinde kalıyor. garantörlüğünü kaybediyor’ Orhan Özkaya Yazar Alman tarihçi ve gazeteci Christoph von Marschall, Trump’ın başkanlığındaki ABD’nin liberal düzenin garantörü konumunu kaybettiğini varsayarak, artık Almanya’nın bu sorumluluğu üstlenmesi gerektiğini belirtiyor. Bu saptamayı yaparken Marschall, Almanya’nın liberal dünyaya kendi çıkarları doğrultusunda dayatmalar yerine; bu ülkelerin güçlerinden yararlanarak işi ele almasının kaçınılmaz bir gerçek olduğunu açıklıyor. Almanya’nın ABD’nin yerine liberal düzenin temsilcisi rolünü üstlenmesi gerektiği çıkışını yaparak, dış politikanın duygusallıktan arınması gerektiğini vurguluyor. Zira Alman dış politikasının duygusallıktan henüz kurtulamadığının altını çiziyor. Ülkesinin diğer ülkelere politik dayatmalar yapacak, dikte edecek güçte olmadığını belirterek, bu durumun terk edilmesinin zamanının geldiğini açıklıyor. Almanya’nın ABD Doları’yla yabancılaştığını eleştirerek, kendisine özgüveninin pekişmesini, dünya krizleri karşısında başarılı dik duruşunu önemli görüyor. Ancak Avrupa politikasında ise, kendisini bir güç olarak görmeye başlaması, kendisine olduğundan daha fazla değer atfetmesi, dost ülkelerin önerilerine kulak tıkaması, kabul edilemez sorunlar yarattığını vurgulaması öne çıkıyor. Çarpıcı eleştiriler Aslında, “Avrupa’nın en büyüğü olması onu, siyasi nüfuz açısından dayatmacı yapma saplantısına sokmakta; zorlukların birlikte aşılması gerektiğini kabul etmekten uzak durması, AB’deki konumunu da sarsmakta” demek suretiyle, eleştirilerini sürdürüyor. Zira Avrupa’nın en büyük ekonomik gücü olmasına karşın, askeri açıdan durumun iç açıcı olmadığını ortaya koyuyor. “Alman ordusunun çoğu uçağı uçamıyor, tankları aktif değil, kullanılamıyor; denizaltılar işlevsiz, alayıda biri işe yarıyor” ifadelerini kullanarak, güvenlik çıkmazının aşılmasının şart olduğunu, bunun da AB ülkelerinin işbirliği ile özellikle Fransa’ya kulak vermekle olacağını belirtiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın güvenliğini garanti eden ABD’nin artık Trump dönemi koşullarında bu garantiden uzak durduğu, NATO’yu da sorgulamaya başladığı düşünülürse, üyelerin aidatlarını yatırmadaki isteksizlikleri karşısında öfke duyması, sürdürülebilirliğin sorgulanır olmasına yol açıyor. Merkel’in Güney Kafkasya yaklaşımları Merkel, Sosyal Demokratların ısrarla hükümette yer almama kararlarına karşın, ülkeyi hükümet çıkmazına sürükleme sorumluluğunu üstlenmeme duyarlılığı göstermeleriyle ve onların gönülsüz de olsa bir işbirliği ile hükümet kurma başarısı gösterdi. Trumplı ABD’nin dayatmacı yaklaşımlarına karşı, dik durmaya çalışmakta, bu nedenle son Kafkasya gezisini planlayarak, özellikle Azerbaycan’la enerji konusunda daha yoğun işbirliği arayışına girişmiş bulunuyor. 2005 yılından bu yana ilk kez ziyaret ettiği bu ülkede, AB ve Almanya adına enerji konusuna odaklanması beklenen bir durum. Türkiye üzerinden Avrupa’ya doğalgaz sevkıyatının kapasitesinin artırılması, 2020 yılında bunun 16 milyar metreküpe çıkarılması, 10 milyar metreküpünün de Türkiye üzerinden satılması üzerinde duruldu ğu anlaşılıyor. Bütün bunların; Şahdeniz 2, Trans Anadolu Boru Hattı (TANAP), Güney Kafkasya Boru Hattı, Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) ile oluşan Güney Gaz Koridoru projesiyle gerçekleşeceği ortaya konuyor. Rus doğalgazını Baltık Denizi üzerinden Almanya’ya taşımayı amaçlayan Kuzey Akım 2 ile Türkmenistan doğalgazını da ele alarak, Rusya’ya olan doğalgaz bağımlılığını azaltmanın yollarını arıyor. Aliyev’in Dağlık Karabağ konusundaki siyasal arayışlarına olumlu yaklaşarak; Ermenistan ile aralarındaki bu sorunu çözebilmeleri için arabuluculuk yapmaya hazır olduklarını ve diplomatik ve siyasi çözümün sürmesinden yana olduklarını belirtmesi, Merkel’in siyasal bir aktör olarak, dünya çapındaki gücünü ortaya koyuyor. Merkel’in Afrika’daki ayak izleri artıyor Merkel, Güney Kafkasya ziyaretine Gürcistan ve Ermenistan’ı da dahil ederek yürütmüş, Ermenistan’ın son seçilen Başbakanı Nikol Paşinyan’la görüşmüş, özellikle soykırım ifadesini kullanmamıştır. Gürcistan ile yaptığı 200 milyon Avro’luk iki anlaşmayla; su sağlama sistemleri ve doğalgaz depoları yapımını üstlenmiştir. Afrika konusunda Merkel, sadece devlet yatırımlarını değil, Alman işadamlarının da devreye sokulmasının yolunu açıyor. Alman şirketleri Afrika’nın kalkınmasına katkı yapmak için çaba harcarken, aynı zaman da Avrupa’ya göçü durdurmaya, engel olmaya çalışıyorlar. Alman özel sektörü Afrika kıtasındaki yatırımları artırarak, bu alandaki hızlı çıkışını sürdürmek istiyor. Bu konuda Merkel’in çok kutuplu siyasal arayışları da etkili olmakta; Rusya, İran, Hindistan ve Çin’e karşı gösterdiği yaklaşımlar ve ABD’nin yaptırımlarına karşı direnmesi, Suriye’deki Esad’a karşı olumlu tutum, teröre kesin tavır koyması ve Suriye halkının bütünlüğünden, bölünmemesinden yana net tutum takınması onu, Batı’nın diğer saldırgan ülkelerinin tutumundan ayrı bir konumda tutuyor. İşte Alman şirketleri, Merkel’in bu tutarlı çizgisini arkalarına alarak Afrika yatırımlarını güçlendirmekten çekinmiyorlar; Kurdukları AlmanAfrika Derneği sayesinde, bu kıtaya 1 milyar Avro’luk yatırım yapma projesi geliştirdiklerini açıklamaktan çekinmiyorlar. Dernek Başkanı Stefan Liebing, “özel sektörün Afrika’da yatırım kapasitesinin yüzde 10 artacağını, bu artışta devlet garantilerinin büyük rol oynadığını, Hermes kredileri bu artışta büyük paya sahip” diyerek, geçen yılın yatırımını aştıklarını belirtiyor. Strabag, Güney Afrika’da kıtanın en büyük köprüsünü yapıyor; Volkswagen, Ruanda’nın başkenti Kigali’de montaj tesisi kuruyor... Bu yatırımların artarak devam edeceği anlaşılıyor... Çin’e karşı geç kalmama telaşı   Çin’in Afrika’da yatırımlara erken başlaması, Almanya’nın bu konuda geç kalmamak için harekete geçmesini daha fazla ertelememesi gerektiğini ortaya koyuyor. 2016 yılında Çin, ABD’den 16 kat daha fazla doğrudan yatırım yaparak, bu konuda öncü olma yolunda... Çin, altyapı ve sanayi yatırımlarına ağırlık vererek, Afrika kıtasında liderliği bırakmaya niyetli görünmüyor. AlmanyaAfrika Derneği Başkanı Liebing, “Çin’le rekabete girişmek yerine, bu ülke şirketleriyle işbirliğine girmek gerekir” diyerek, rasyonel öneriler getiriyor. Böylece kıtada istihdamın artacağı, kalkınmanın hızlanarak, aynı zamanda Avrupa’ya göç dalgasının, istihdamı artırarak yerinde çözüleceği konusuna açıklık getiriyor. İşte Merkel’in stratejik derinliğinin; gerilimden uzak durarak ticari, siyasi ve askeri konularda uzlaşmacı ve ülke çıkarlarını korumaya yönelik olduğu çok açık... En önemlisi de, Almanya’nın Afrika ülkelerine yaptığı ihracatın yüzde 2’lik bir paya sahip olmasının son derece düşük olduğunu ve bunun kabul edilemezliğinin görülmesi gerektiğini, bu hızlı stratejik çıkışı yapmak gereği duyması çok yerinde bir durum. Afrika’daki petrol endüstrisinde lider ülke konumundaki Nijerya, Çin Ulusal Offshore Petrol Şirketi Başkanı Li Yan Ji’nin üretimde günlük 800 bin varile ulaştıklarını belirtmesini, bu durumun 1.2 milyon varile çıkarılacağını açıklamasını olumlu karşılayarak, ilişkilerin sürdürülmesi için çaba harcanacağını belirtmiştir. Li Yan Ji, Nijerya ile 16 milyar dolarlık bir anlaşma yaptıklarnı açıklamalarına ekledi. Bizdeki komşularla sıfır sorun diyerek, sonunda gelinen noktanın sıfır komşuluğun içler acısı durumu düşünüldüğünde insan, acı içinde kalıyor. Aşkın ruhu ve Dersu Uzala... Lütfen bir ağaç dikmesini, bir ağacı korumasını ve aşkın ruhunu öğrenin ve öğretin çocuklarınıza... Yoksa can ve canan aşkının filizlendiği bu güzelim topraklarda cennet vadileri kapkara kesilecek, haberiniz ola... GÜROL TONBUL Yazar ve Yönetmen Elli metre otobanın gürültüsünü otuz desibel azaltan, gövdesinde, yapraklarında en az elli kuş türünü ve canlıyı yaşatan, kırk ton toz emen, ürettiği oksijenle insanları ve toprağında ürettiği humus ile başka canlıların da yaşamasına aracılık yapan olağanüstü bir varlıktan söz etsem... Alkış tutarsınız değil mi? Bu sihirli varlık ağaçtır ağaç... Yani her teknolojik gelişim uğruna, rant uğruna kestiğiniz, yaktığınız, yok ettiğiniz ağaç... Hani kıymetli otomobiliniz kirlenmesin diye, otomobilinizin camını açıp dışarı savurduğunuz sigaranızın bile yakıp kül ettiği ağaç... Günümüzdeki çevre ve hava kirliliğinin yüzde ellisini temizleyen bu olağanüstü varlığı nasıl keser, nasıl yakar insan? Altın ve taşocakları uğruna binlerce ağacın kesilmesine, yok edilmesine nasıl eli varır insanın? Hani Nasreddin Hoca’nın ağacı misali bir durum bu. Hoca bir gün ağacın dalla rını buduyormuş. Çıktığı dalı keserken yoldan geçen biri “Aman Hocam, bindiğin dalı kesiyorsun, düşersin!” demiş. Hoca bu, aldırmamış adama, kesmeye devam etmiş bindiği dalı. Biraz sonra da “pattt!” yerde bulmuş kendini. Kırık dökük vücutla koşmuş adamın arkasından. “Aman mübarek adam” demiş, “Düşeceğimi bildin, öyleyse öleceğimi de bilirsin!” Hocanınki bir ironi elbette. Ama yazan, çizen, uyaran kişinin durumu yoldan geçenden farklı değil. İnsanın yok ediciliği Yıllar önce radyo tiyatrosu kuşağında, sevgili arkadaşım, yazar Eşref Karadağ’ın Yangın kitabından oyunlaştırılan aynı isimli oyunu yönetmiştim. Yayımlandığı zaman önemli bir bilinç oluşturmuştu radyo dinleyicisinde. Merak öğesi bol bu kitapta, beldenin en güzel tepesi Çamlık’a çıkarır bizi yazar Karadağ. Halkın sığınağı olan bu yeşil alanda her ağaç onlarca canlıya kucak açar. Eteklerinin bir ucu denize uzanan bu alana rantçı kişiler göz diker elbette. Onlar için ne sit alanının ne de ormanın hiçbir önemi yoktur. Oraları yerleşime açmak için tek çözüm yolları vardır: Yangın... Olan bitene tırmandıkları ağacın üstünde tanık olan iki çocuk Ali ile Mustafa kötü niyetli adamlarla mücadele etmeye karar verirler. Perdeyi açmışken, insan ve doğa ilişkisi üzerine eşsiz bir film olan Dersu Uzala’dan da söz etmem gerekir. Filmin yönetmeni, ünlü sinemacı Akira Kurosawa ilk defa kendi ülkesinin dışında bir filme imza atacaktır. Vladimir Arsenyev’in otobiyografik eseri doğaya ve insana değer veren, yalan nedir bilmeyen, naif bir insanın hikâyesini anlatıyordu ve bu hikâye Kurosawa’yı derinden etkilemişti. 1975 yılı yapımı film, Doğu Sibirya bölgesinde bir arazinin haritasını çıkarmak üzere görevlendirilen bir grup Rus askerin bölgede yaşayan ve vahşi bir hayat süren Dersu Uzala adındaki kişiyle karşılaşmalarını, Dersu’nun hayat ve doğa hakkında öğrettiklerini anlatmaktadır. Filmin açılış sahnesi, orman içindeki inşaat ve yerde kesilmiş yüzlerce ağaç insanın yok edici yanını vurgulayan olağanüstü bir sahnedir. “İnsanlar doğanın bir parçası olduklarını unutmuşa benziyor ve onu vahşi bir biçimde yok ediyorlar. Çevre sorunları giderek yaşamsal düzeye tırmanıyor ve hayatımızı tehdit ediyor. Bu sorunu anlatmak istedim. Ayrıca, ikisi de doğa tutkunu, doğaya âşık iki insanın gerçek dostluğunu anlattım filmimde” der Kurosawa. Canlıların yaşam hakkı “Sevinçli bir yol beni heyecanlandırıyor/ Baldıran ağacından bir kar tanesi kalbimi çaldı” diyen Amerikalı şair Robert Frost her canlının yaşam hakkını savunur. Ona göre insan, hayvan ya da bitki eşit olarak gelmiştir bu dünyaya ve bir ruhu paylaşırlar: Aşkın ruhunu... Lütfen bir ağaç dikmesini, bir ağacı korumasını ve aşkın ruhunu öğrenin ve öğretin çocuklarınıza... Yoksa can ve canan aşkının filizlendiği bu güzelim topraklarda cennet vadileri kapkara kesilecek, haberiniz ola... Çocuklarımızın soframızdaki yeri Nusret ERTÜRK Nâzım Hikmet, o ünlü destanında kadınlarımızı anlatırken unutulmaz bir benzetme yapar, akıldan çıkmayacak bir tanı koyar, yanılmaz bir ölçüyü bize sunar. Kadınlarımızın durumunu iki küçük dizeyle gözler önüne serer: “Soframızdaki yeri/Öküzümüzden sonra gelen” der. Bu ölçü her şey için geçerlidir. Ustamızdan ödünç alarak bu ölçüyü, yazımın başlığına taşıdım. Çocuklarımıza nasıl baktığımızı göstermek istedim. Dalımızda tomurcuk/ Geleceğimiz çocuk “Çocuk Kalbi” (1886), adlı kitabı ne zaman ansam, durur düşünürüm. Çocuk kalbi, dünyadaki en duyarlı nesnelerin başında gelir. Çocuk kalbi kırılmaya gelmez; kırılırsa, örselenirse bir daha düzelmez. Kendisine yapılanları, yaşadıklarını kesinlikle unutmaz. İlkokul üçüncü sınıf öğrencisinin günlüklerinden oluşan kitap, içten gelen, gerçek sesi yansıtır. “Çocuk Kalbi” kitabının en çok okunanlar listesinde olmasının da nedeni burada saklıdır. Okşanması, sevilmesi gereken çocuklara bazılarımız durup dururken en aşağılayıcı sözlerle sesleniyor: “Bacaksız!”, “Çocuk olma!”, “Çocuk musun?”, “Tekne kazıntısı!” “Çocukluk hastalığı!”, “Çocuğa güven olmaz!”, “Bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var!” Daha neler. Çok yaralayıcı sözler. Gözümüz gibi korumamız gereken o tomurcuklara bu sözler nasıl söylenir? Uzun yıllar çocuk yurdu müdürlüğü yapan, çocuklarla ilgilenmede pek becerikli olan, yurtlardaki çocuklarca “Müdür Ba ba” adı takılan İlhami Tuncal, Ankara’nın en bakımlı huzurevine müdür atanmıştı. Bir ay sonra İlhami Bey’i kutlamaya gittim. Odasına, yılların yorgunu kadının, erkeğin biri giriyor, biri çıkıyor; istekleri bitmiyordu. İlhami Bey’in güler yüzü gülmez olmuş, bitkin düşmüştü. Çocuk yurtlarından etkinliğini bildiğim için ayrılırken sordum: “Çocuklar mı? Büyükler mi?” Müdür Baba gülümsedi. Eliyle, geçmişteki çocukları anımsattı. Aziz Nesin, kurduğu Nesin Vakfı’ndaki çocuklarla fotoğraf çektirmişti. Resmin altına şunu yazmıştı: “Resimdeki en büyük, en çocuk!” Benim bir önerim var: Tüm ülkelerdeki askere alma yaşı elliden başlamalı. Böyle bir düzenlemenin uygulamaya konulduğu gün, savaşların yüzde doksanı o gün kesilecektir! “Kınalı kuzu” deyip, gönülleri alınıp askere gönderilen o gençler, güvenle yeni bir dünya kuracaklardır. Çocuklar, gençler barıştan yanadır. Sorunları barış içinde çözmek isterler. Savaşları çıkaranlar, büyük oranda büyüklerdir. Büyüklere zorunlu askerlik yolu açılırsa, göreceksiniz onlar da en barışçı kesilecek, savaşların sonu gelecektir. “Paralı askerlik”, “bedelli askerlik” de neymiş! Buram buram eşitliğin çiğnenmesini, bir de çocuklara, gençlere soralım mı? Çocuklara, gençlere değer verdiğimiz oranda, onları bilimle, sanatla doyurduğumuz, donattığımız anda geleceğimiz güzel olacaktır. Çocuklar, bir ülkenin göstergesidir: “Çocuktan al haberi!” Çocuklar, artık siz de sesinizi biraz daha yükseltin, lütfen. Çünkü büyükler bile, “Ağlamayan çocuğa meme vermezler!” diyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle