28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 13 AĞUSTOS 2019 SALI gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: İLKNUR FİLİZ olaylar ve görüşler Üniversiteye girişte neden başarılı değiliz? Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ Çukurova Üniversitesi, Öğretim Üyesi ÖSYM tarafından gerçekleştirilen 2019 sınavına ilişkin YKS ve AYT sayısal verileri yayımlandı. “https://dokuman.osym.gov. tr/pdfdokuman/2019/YKS/sayisalbilgiler18072019.pdf.” Sonuçlar bir önceki yıldan çok da farklı değil. Hatta sayısal verilerden hareketle biraz daha gerilediğimiz görülüyor. Son 20 küsur yıldır benim izlediğim ve not aldığım ÖSYM verilerinin en kötüsü diyebileceğimiz bir yıldayız. Bu yıl öğrencilerimizin başarısının geçen yıla göre daha da gerilediğini yandaki çizelgeden de görebiliriz. Temel Yeterlilik Testi sonuçları fen ve matematik sonuçlarının ötesinde Tarih 1’de 10 soruda 2 doğru cevap, Coğrafya 1’de 6 soruda 2.1 doğru cevap ve din kültüründe 6 soru da 1 doğru cevap. Bu sonuçlar ülkemizin öğrencilerine, çok önemsediği tarih, coğrafya ve din kültürünü de öğretemediğini ortaya çıkmaktadır. Temel fen bilimlerinde matematikte 40 soruda 5.6, fende 20’de 2.2 ve ikinci basamak sınavı AYT’de ise matematik 40’ta 4.7, fizik 14’te 1, biyoloji 13’te 1.2 ve en kötüsü kimya 13’te 0.9 doğru cevap vermiş öğrencilerimiz. Yıllık 1.2 milyon insanın nüfusa katıldığı ülkemizin geleceği için bu sonuçlar tam bir felaket. ÖSYM verileri birkaç açıdan analiz edildiğinde ülkemizin bugünkü durumu ve gelecekte karşılaşacağı sorunları tahmin etmek zor değil. Temel bilimleri kavramamış, tarihi bilgisi olmayan, coğrafyadan bihaber, dahası bu kadar zorunlu ve seçmeli din dersine rağmen dini de bilmeyen bir lise mezununun bu ülkeye ne katacağı hepimizin önünde ciddi bir sorun oluşturuyor. Verilere bakıldığında öğrencile Fen ve matematikte çan eğrisi ekseninde gördüğümüz kadarı ile 40 sorudan 25 soru aralığında doğru cevap çıkıyor ki bu gerçekten sağlıklı bir üniversite eğitimi için çok yetersiz. 20152019 Yılları arasında sorulan sorular ve ortalama üzerinden öğrencilerin verdiği doğru cevaplar Soru sayısı Soru sayısı Test Alanları 2015/17 2015 2016 2017 201819 2018 2019 Matematik 50 10.2 9.85 9.72 40 3.92 4.7 Geometri 30 4.1 4.22 3.78 Fizik 30 7.0 5.03 6.48 14 0.47 1.0 Kimya 30 9.52 9.53 8.75 13 1.11 0.9 Biyoloji 30 10.53 7.73 9.78 13 1.67 1.2 T. Dili Edebiyatı 56 20.12 27.36 20.98 24 4.74 4.9 Coğrafya1 24 9.88 7.88 10.21 6 2.27 2.1 Tarih 1 44 12.7 14.87 13.12 10 1.61 2.0 Coğrafya2 14 5.79 5.09 5.82 11 2.85 2.3 Felsefe Grubu 32 10.85 9.53 10.8 12 2.02 2.4 İngilizce 80 21.34 20 80 24.82 Tarih2 11 1.46 1.9 Din kültürü 6 2.09 1.0 rimizin büyük çoğunluğunun hemen her alanda birkaç soru çözebildiği gösterilmektedir. Fen ve matematikte çan eğrisi ekseninde gördüğümüz kadarı ile 40 sorudan 25 soru aralığında doğru cevap çıkıyor ki bu gerçekten sağlıklı bir üniversite eğitimi için çok yetersiz. Hatta üniversite eğitimi için kabul edilemez seviyede sayılır. Sınava başvuran 2 milyon 375 bin 217 adaydan kaç kişi üniversite okuyacak kadar akademik bilgiye sahip sayılır? ÖSYM’nin yayımladığı veriler hangi puan aralığında kaç öğrencimizin bulunduğunu gösteriyor. Bu sonuçlar daha da ürkütücü. Çünkü bu verilere göre çok sınırlı sayıda öğrenci soruların yüzde 7580’ini yanıtlayabiliyor. Temel Yeterlilik Testi (TYT) sonucuna göre öğrencilerimizin içinde sayısal alanda 400 üzeri puan alan 29 bin 332 öğrenci bulunuyor. Sayısal alanda 27 bin 768 ve sözel alanda 1699 öğrencimiz bu seviyede bulunuyor. Toplamda tüm öğrencilerin sayısalda yüzde 1 ve sözelde ise öğrencilerin ancak yüzde 0.1 kadar 400 puan ve üzerinde başarı gösterebiliyor. Ülkemizde ancak ilk 30 bininci sıralamadaki öğrenciler üniversiteyi okuyabilir. Mevcut hali ile her yıl 600 bine yakın öğrenci üniversitelere yerleştirilmektedir. Öğrencilerin cevapladığı doğru soru sayısı ve aldığı puanlara göre bunların büyük çoğunluğu üniversiteyi okuyacak akademik bilgi ve beceri konusunda yetersiz. Çok ağır bir ifade, ancak ne yapalım ki gerçek bu! Öğrenciler neden başarısız? Son yıllarda yapılan bütün ölçme değerlendirme sınav sonuçları ve gözlemler, öğrencilerimizin öncelikle okuduklarını anlama ve yorum yapmada yetersiz olduğunu belirtiyor. Bu durum PISA ve diğer sınavlarda da yansımasını göstermektedir. 2018 yılında sınav sistemi yeniden değişti ve ağırlıklı olarak bilgiye dayalı sınav siteminden okuduğunu anlamaya yönelik sisteme geçildi. 2018 ve 2019 sınav sonuçlarının daha da düşmesi öğrencilerimizin soyut düşünme, yorum yapma, sorgulama ve bilgiyi kullanmada çok yetersiz olduğunu göstermektedir. Bu durum ülkemiz insanın bir bütün olarak yaşam ve akademik başarısı yanında yaşadığı birçok derin sorunla doğrudan ilişkili olsa gerekir. Maalesef yükseköğretimde ve lisansüstü eğitim alan öğrencilerimizde de çoğunlukla okuduğunu anlama ve okuduğundan yorum yapama beceriyeteneğinden yoksun olunduğu açıkça görülüyor. Daha önce de belirtiğimiz gibi sorun öğrencilerde değil, aileden başlayarak okulda uygulanan öğretme ve eğitim modeliyönetimi ile doğrudan ilişkilidir. Bu bilgi düzeyine sahip öğrenciler ile üniversite eğitimi yapılamaz Sık sık yazıyoruz, öğrencilerin iyi niyetini sorgulamadan çoğunluğunun algıları ve akademik bilgisi üniversiteyi okuyacak düzeyin çok altında. Söyleyebileceğim ve kendi derslerimde de gördüğüm bu düzeydeki bilgiye sahip öğrenciler ile üniversite eğitimi yapılamayacağıdır. Ortada yıllardır uygulanan bir sistem var ve sonuç itibarıyla ortada artık taşınamayan bir başarısızlık var. Ülkenin en büyük enerji kaynağı gençliğin enerjisinden yaralatılamıyor. Demek ki uyguladığımız yöntem ve yaptığımız hesapkitap tutmamış, biz yetişkinlerin yanlış öğrettiğimiz yerde gençler de hesap kitap yapamıyor. Bu başarısızlığın sorumluluğu çok konuşulmuyor. Öyle görülüyor ki reform şart. Yeni bir paradigma değişimine ve anlayış değişimine olan ihtiyaç kaçınılmaz, çünkü üniversitelerin yaratıcı ve üretken kadroları da liseden yetersiz gelen üniversite öğrencilerinden oluştuğu için koordineli olarak başarısızlık en üst yapıya kadar giderek zayıflıyor. Bölücülüğün en zararlısı... Prof. Dr. Yakup KEPENEK Böl ve yönet, Eski Roma’dan buyana bir ülkeyi zayıf düşürmek isteyen ve çoğu kez dış güçlerin başvurdukları çok bilinen bir yöntemdir. Osmanlı’nın yıkılışının ana nedenlerinden birinin bu olduğunu tarih yazıyor. Türkiye bütünlüğünü çok büyük bedeller ödeyerek gerçekleştirdiği Kurtuluş Savaşı’nın başlamasının 100. yılında yeni bir bölünmüşlüğe sürükleniyor, kendi içinden ve akademisyenleri eliyle bölünüyor. İnsan hak ve özgürlüklerinin iyice sıfırlandığı içinde bulunduğumuz ortamda Anayasa Mahkemesi, AYM, özgürlük ve barış çağrısı yapan bir bildiriye imza atan bilim insanlarının salt bu nedenle suçlanmalarını, hak ihlali saydı, haklarının yenildiğine hükmetti. Geçmişte, AYM ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM ya da Yargıtay’ın bazı kararlarını başkan ve AKP Genel Başkanı eleştirirdi. Bu kez öyle olmadı, çok değişik bir yaklaşım sergilendi, 29 Temmuz günü 1071 akademisyenin imzasıyla şu bildiri yayımlandı: “Sözde ‘barış bildirisi’ adı altında terör örgütü propagandası yapan bazı akademisyenlerin ceza almalarını ‘hak ihlali’ gören Anayasa Mahkemesi skandal bir karara imza atmıştır.  Bu karar şehit ve gazilerimizin hatırasını zedelemiş, maşeri vicdanı yaralamıştır.   Terörle mücadele ettiği için devleti suçlayan açıklamalar yapmak dünyanın hiçbir ülkesinde ifade özgürlüğü olarak değerlendirilmez.  Bu kararın, terör örgütlerine karşı etkin operasyonların gerçekleştirildiği bir dönemde alınması ise ayrıca dikkat çekicidir. İmzası bulunan biz akademisyenler, terörle mücadeleyi sekteye uğratmayı ve ülkemizi karalamayı amaçlayan her türlü kurum, organizasyon ve inisiyatifin karşısında olduğumuzu ve olmaya devam edeceğimizi beyan ediyoruz. Türk milleti adına karar vermekle yetkili kılınan Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının adale Türkiye, bütünlüğünü çok büyük bedeller ödeyerek gerçekleştirdiği Kurtuluş Savaşı’nın başlamasının 100. yılında yeni bir bölünmüşlüğe sürükleniyor. te ve kamu vicdanına aykırı olmaması gerektiğine inanıyor, bu yanlış kararda imzası bulunanları kınıyoruz.” Tüm kişi ve kurumlar AYM kararlarına anayasa gereği uymak zorundadır. Kuşkusuz AYM kararları eleştirilebilir. Ancak bu açıklama ile AYM saldırı altına alınıyor ve suçlanıyor. 1071 akademisyen AYM’yi çok yanlı ve yanlış bir noktadan, barış ve özgürlük savunucularının haklarını tanıdığı için suçluyor. Bununla da yetinmiyor, ifade özgürlüğünü, üstelik dünyayı işin içine katarak tanımlamaya kalkıyor; dahası şehit ve gazilerden de söz ederek toplumsal duyarlılıkları kaşıyor, AYM kararının zamanlamasına ilginç bir biçimde dikkat çekiyor ve karşı çıkışının alanını, o AYM kararıyla sınırlı tutmuyor, ülkemizi karalamayı amaçlayan her türlü girişim olarak genişletiyor; yetmiyor, kararda imzası olan AYM üyelerini (Başkan dahil 8 üyeyi) hedef gösterircesine kınıyor. Saray bağımlısı basınyayının da yoğun çabalarıyla ülkede öyle bir kamuoyu oluşturuluyor ki, AYM üyelerinin yarısı, özgürlük ve barış savunucularını haklı bulduğu için suçlanıyor. Bunu da isimlerinin önünde Prof., Doç., Dr. yazan ve kendilerini akademisyen olarak adlandıran 1071 kişi yapıyor. Böylece, ülkeye yepyeni ve çok büyük bir bölücülük zararı verecek bir tohum ekilmiş bulunuyor. Biliniz ki, 1071’ler olarak, günlük siyasetin o ilkel ve içeriksiz bö lünmüşlüğünü bu ülkenin bilim dünyasına taşıyor, böylelikle, bölücülüğün en zararlısına imza atmış oluyorsunuz. Asıl suçlu sizsiniz! Siz, 1071 akademisyen, sizler yalnız bu hukuk, özgürlük ve barış değerlerine en hafif deyimle şaşı bakan bu bildiriniz için değil, şimdiye dek bilim insanı kimliğinizle, susmamanız gerektiğinde sustuğunuz için suçlusunuz! AKP’nin iktidara gelir gelmez bilim üst kurumu TÜBİTAK’a, daha sonra da TÜBA’ya el koyması karşısında susmaktan başka ne yaptınız? Üniversitelerde rektör atamalarında çok yetersiz de olsa öğretim üyelerinin eğilimlerine başvuran yaklaşım tamamıyla ortadan kaldırıldığında tınmadınız. Günümüzde tüm bilimsel çalışmaların vazgeçilmezi on “Evrim Kuramı”nın ders programlarında çıkarılması karşısında da ağzını açmadınız. Dahası Türkiye, Avrupa Nükleer Araştırma MerkeziCERN aday üyesiydi, 2012’de aday üye üyelikten tam üyeliğe geçecekti. Erdoğan hükümeti karşı çıktı, Sırbistan ve Güney Kıbrıs tam üye oldular. Türkiye’nin, dünyanın bu en saygın bilimsel araştırma kurumlarının birinden böylelikle de bilimsellikten uzak tutulması karşısında sessiz kaldınız. Bu ülkede 20082013 tarihleri arasında beş yıl süre ile Akademik Personel Lisansüstü Eğitim Giriş Sına vı ‘ALES’ soruları çalındı. Ben bilim insanı diyorum, siz akademisyen diyorsunuz; olsun ancak akademisyen olmanın hırsızlığa bağlandığı bir oluşumu nasıl karşılıyorsunuz? 15 Temmuz 2016 FETÖ kalkışması sonrasında 6 bin dolayında bilim insanı görevlerinden uzaklaştırıldı, pasaportları ellerinden alındı, yurtdışında bile çalışmaları engellendi. Danıştay’a başvurup haklarını arayamıyorlar. Oysa, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında bile sayıları bunun onda biri dolayında olan üniversitelerden uzaklaştırılanlar, yurtdışında çalışabiliyor, Danıştay kararıyla işlerine dönebiliyorlardı. AKP iktidarı kimi bilim insanlarının hak ve özgürlüklerini 12 Eylül 1980 faşizminin bile yapmadığı kadar ortadan kaldırdığında, siz 1071’ler neredeydiniz? Soruları uzatmaya gerek yok, ancak bazı noktalar vurgulanmalıdır. Gerçek bilim bölmez, birleştirir! Neden sayınızı 1071’de tuttuğunuzu, uzmanlık dallarınızı neden açıklamadığınızı ve terörden beslenenler konusunda bilimsel çalışmalar yapıp yapmadığınızı bir tarafa bırakalım ve şu iki gerçeğin altını özenle çizelim. Birincisi; bilimsel araştırma, doğruları, yalnız ve ancak barışın ve düşünce özgürlüğünün bulunduğu ortamda bulabilir. İkincisi, hiç unutulmasın. Osmanlı’nın, okumuşlarının bölünmüşlüğü nedeniyle battığının bilinciyle kurulan Cumhuriyet, bu ülkeyi hukukta, eğitimde olduğu gibi bilimde de birleştirir. Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinin DTCF önyüzünde yazılı “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” ya da bilimsel bilginin yol göstericiliği kararlılığıyla kuruldu. Son olarak, bir ulusun bilim insanları arasındaki bölünmüşlük, diğer her tür bölünmüşlüğe göre çok daha yıkıcıdır ve asıl bundan kaçınılmalıdır. HHH Bayramınız kutlu olsun. Ümmet değil Cumhuriyet, kulluk değil bilgelik! Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV Dinlerdeki hak ve ahlak öğretileriyle bir derdimiz yok. Ancak, küçücük çocuğun başına takke ya da türban geçiren, başka dilden ayet ezberleten, din eğitimi yerine masallarla vakit harcayan ve rastgele yorumlarla beynini ele geçiren ile düşüncesi bu yollardan tutsak edilenden ne hayır beklenir? Küçük çocuk eğitim kitapları onların o yaşlarda oyuna, doğa sevgisine, öteki canlılarla etkileşime ve kendi dillerini iyi öğrenmeye gereksinimleri olduğunu belirtir. Birçok Arap ülkesiyle kimi Hıristiyan toplumlarda olan budur. Neden böyle? Önce, ilkel eğitimin geçmişi yüz binlerce yıl geriye gider, bilimin tarihiyse ancak 300 yıldır. Bruno ve Vanini yakılmış, Galilei tutuklanmış, Hallacı Mansur’un derisi yüzülmüş, ama Darwin’in “Evrim Kuramı”nı derste anlatmış olan öğretmen Scopes’u mahkemede savunmuş olan hukukçunun heykeli şimdi tam o yapının karşısına dikilmiştir. Ancak, birkaç yüz yıllık bilim boş inançlı çocuksu masallara ve büyümuska benzeri safsataya ağır darbeler indirmiştir. Dinlerde ahlak dersleri de vardır ama bilim geçmişin kurumuş tahtalarına özlemci değil, onarımına sürekli gereksinim duyulan tutarlı bir yapıdır. Akılcı, deneyimci, yanlışlardan da öğrenen ve ileriye doğru değişimden yanadır. Bağnaz Hıristiyanlık Haçlı Seferlerini başlatırken “Tanrı bunu istiyor” parolasıyla tetiklemişti. Papa X. Pius Descartes’ı yasaklatmıştı, ama Vatikan Hitler’i aforoz bile etmedi. Şimdiki sözcüleri de İsa’nın dünyaya gene gelip Tanrı’nın ordusunun başkomutanlığını üstleneceğini, son büyük savaşın Ortadoğu’da olacağını, zaferi Evangelist ve yandaşlarının kazanacağını, sonra da bu tür Hıristiyanlığın her yerde egemen olacağını yazıyorlar. Bu türlü kitapların her biri ABD’de 60 milyonun üstünde satıyor. Atatürk Türkiyesi Küresel ısınmanın yaşamı tehdit ettiği ilk söylendiğinde “iklime yalnız Tanrı karar verir” diyen ayvazlar vardı. Bu konuya ABD’de on yıl önce değindiğimde, biri bana da buna benzer bir tepki göstermişti. Bizde de yağmur duası için “denenmiş yollardan geri dönülmez” diyen sorumlular çıktı. “Kadın başörtüsüyle özgürleşti” diyen kişi yapabilirse dünyada ve ülkemizde kadın hakları atılımlarını incelesin. “Mekke ve Medine’yi izlemeliymişiz” de diyorsa, Suudi, Körfez şeyhlikleri ve Afganistan gibi toplumlarda kızların cehennem yaşamı üstüne basılmış kitapları görsünler. Afgan kızı babasının dükkânına gitmek için bile giysileri ve traşıyla erkek gibi görünmelidir. Kırkaltı Suudi kadın erkeksiz otomobil kullanınca, minaredeki imam şöyle bağırmıştı: “Öldürülmeleri gerekir.” Bugün “Tanrı’ya itaat” sözü kölelik olmamalı. Müslüman toplumlar içinde yalnız Atatürk Türkiyesi’nde aydınlanma süreci yaşandı. Dünyanın her yerindeki bağnaz çevre yobazlıklarını tartışmaya bile yanaşmıyorsa ve kemikleşmiş çıkarlarına dost elle sarılmışsa, öteki gezegenlere ulaşma yarışında yer nerede olabilir? Bi limsel doğrularla uyumlu eğitime kapalı yurttaş “kulakul” olmuş, körinancın kapattığı beyni ve daralan olanaklarla uzun ve karanlık bir yoldadır. “Ah, Mekke ve Medine” derken tüm Arap ülkelerinde bilim adamı yetişmemesinin nedeni budur. Kişi varlıkla olsa da tembel beyinlidir. Petrol gelirini aralarında bölüşen prensler ancak hızlı yatları ve Avrupalı kapatmalarıyla Akdeniz limanlarını dolaşır, arada muhalifleri yok ederler. Körfez ülkelerinde resmi görüş “din kitabı olduğuna göre anayasaya gerek yoktur” diyor, ama din başka, anayasa başka! Yahudilerde on buyruk, islamda beş şart ve Hindistan’da sekiz yol gibi ilkeler ve başka benzerliklere karşın, ufak farklılıklardan mezhepler çıkmış, savaşlarda kanlar akmıştır. J. Swift “Gülliver’in Yolculukları” adlı yapıtında iki komşu ülke savaşını şu saçma nedene dayandırır: “Yumurta sivri ucundan mı, yuvarlak gerisinden mi kırılmalı?” Ilımlı İslam Oğul Bush’un bakanları memurlara öğle arasında İncil okuyorlardı. ABD’de Evangelistlerle birtakım tarikatlar ve cemaatler iktidarı ele geçirme yarışındaydılar. Ortak düşmanları laiklik, bilime dayalı eğitim, halk yararına düşünce ve kapkaç düzene muhalifler. Küresel çaptaki tekelci sermayenin sözcüsü olan azınlık “ılımlı” sıfatını da yapıştırdığı FETÖ kıvamındaki siyasal İslama bir bağlaşık kemendi sarıp kendine bağlamıştır. Emperyalizm yakıp yıkmada, öldürmede, altyapıları çökertmede ve yoksul çoğunluğu cehennem ezincinde yaşatmada Nazi Gestaposuyla yarıştadır. Orwell’in “1984”te anlattığı zebani kuruluşlarıyla bir anlama karşı karşıyayız. Oysa, değişim bir doğa kuralıdır. Kendine dinci diyenler bilgi yerine masa ile kasa peşindeler, ama Sünni dünyası 7.5 milyonluk İsrail’de bilimsel çalışmaların sayısı 22 Arap ülkesindeki toplam çalışmaların iki katından fazla olduğunu bilsin. Bilimin çekip gideceği yok, daha da hızlanıp gelişeceği biline. Ok atma değil, ışık hızı çağındayız. Toynbee diyor ki: “Fatih İstanbul’u teknolojik üstünlükle aldı.” Ümmet çağı da çok geride kaldı. Suudi Kralı adına yılın büyük ödülü dünyanın yerinde durduğunu ve güneşin onun çevresinde döndüğünü yazan Sünni Arap rektöre verilmişti. Mars’a yollanan yapay uydu fotoğraf çekip gönderiyor, robotlar hizmete giriyor. “İstikbal göklerdedir” diyen Atatürk’tü; aydın veziri boğduran Abdülhamit ya da “halk bir sürüdür” deyip yabancı zırhlısıyla kaçan sözde halife Vahdettin değil. Ümmet kavramı geçerliyken, 279 çalışması olan ElKindi kırbaçlanmış.184 araştırmalı ElRazi kör edilmiş, tıp kitabı yüzlerce yıl başvuru kaynağı olan İbni Sina kentten kente kaçıp durmuş, İbn Ryşd’ün yazdıkları yakılmış, insanbiliminin kurucusu İbni Haldun’un değeri bilinmemişti. Çözüm ümmette değil Cumhuriyette, kullukta değil bilgeliktedir. Bu yolda sorumlu aydınlar ve sessiz gibi duran çoğunluğun hareketlenmesi çağ atlatır. İkinci seçenek ise beyin ve yaşam kapılarının özgür düşünceye kapanması demektir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle