19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 26 TEMMUZ 2019 CUMA [email protected] olaylar ve görüşler Meclis’teki siyah örtü 30 Ağustos’tan sonra kaldırıldı Hüsnü MERDANOĞLU 15Mayıs 1919 günü İzmir’e giren Yunan ordusu, 20 Haziran 1920 tarihinden sonra, BursaUşakSarayköy hattına kadar ilerleyerek Anadolu’nun en zengin bölümünü ele geçirmişlerdi. Osmanlı’nın ilk başkenti olan Bursa’nın işgal edildiği haberi Millet Meclisi’ne ulaşınca, siyah bir örtü, matem belirtisi olarak Meclis kürsüsüne serildi. İstanbul Hükümeti’nin, düşman güçlerine yardım için kurduğu Hilafet Ordusu, yine işgal güçlerinin işini kolaylaştırmak için çoğaltılan iç ayaklanmalar, Ulusal Güçler anlamına gelen Kuvayi Milliye ve düzenli ordu sayesinde bastırıp Sakarya Savaşı kazanıldıktan sonra, kesin zafer için hazırlıklar yapılmaya başlandı. Titiz çalışma Son zaferi elde etmek için her türlü olasılıklar en ince detayına kadar hesaplanmış, düşmanı gafil avlamak için saldırının başlatılması, Yunanların yortu gününe denk getirildi. Saldırı öncesi Batı Cephesi’ni son kez denetleyen Atatürk (Mustafa Kemal Paşa), ihtiyat birliğinin yerinin değiştirilmesini emretti. 26 Ağustos 1922 günü erkenden ordu birlikleri toplandı: n Sabah namazını erken kılmaları, n Birbirleri ile vedalaşmaları, n Namuslarını korumak için geriye değil, düşmanın üstüne gitmeleri, n Savaşmadan geriye dönme 30 Ağustos’u benimsemeyenlerin, aynı zamanda Cumhuriyetimize yönelik olumsuz bir yaklaşım içinde olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. leri durumunda, sadece vatanlarını değil, mahremlerini de kaybetmiş olacakları yiğitlere tebliğ olundu. Atatürk’ün, “Yüce Tanrı! Beni ve Türk ordusunu mahcup etme, bu savaşı ben isteyerek yapmıyorum, düşman ülkemi işgal etti, bizi tutsak etmek istiyor, ölenlerden beni ve ordumu sorumlu tutma, bize yardım et” duasıyla savaş başlatıldı. Düşmanı kurtaracak tek güç onların ihtiyat birliği idi. Düşman ihtiyat birliğinin durumunu öğrenmek için, bir torba içine konulan emir, çamaşır kurutma teli görünümdeki düzeneğe asıldı. Çok zor koşullarda görev yapan teftiş uçağının pilotu, uçağının penceresinden demir çubuğu yere sallayarak, içinde emir olan torbayı aldı ve “Düşman ihtiyat birliğinin durumunu bildir. Mustafa Kemal” emrini okudu. ‘Gel de ordularını kurtar’ Aldığı emir üzerine, düşman cephesine süzülen pilot, bir torba içine ağırlık koyarak, “Bir mavzer menzili kadar alçaldım. Düşman ihtiyat birliğinde bir hareketlilik gözetleyemedim” içeriğindeki raporunu, Başkomutan’a ulaşması için aşağıya attı. Raporu okuyan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, sevinçle başından kalpağını çıkardı düşmanın hak ettiği bir sözcük kullandıktan sonra, “Türk ordusu altın harflerle yeni bir ta rih yazıyor. Hacıanesti, gel de ordularını kurtar” narası attığında, Afyon Ovası inliyor, 30 Ağustos zaferinin müjdesini veriyordu. 30 Ağustos zaferinden sonra, Büyük Millet Meclisi 6 Eylül’de, iki yıl önce Yunan işgali karşısında yas işareti olarak kürsüye örtülmüş olan siyah örtünün kaldırılmasına karar verdi. 30 Ağustos düşmanlığı Cumhuriyet düşmanlığıdır “Dumlupınar Meydan Muharebesi” olarak ya da Başkomutan sıfatıyla Atatürk’ün bizzat yönettiği savaş olduğu için “Başkomutanlık Meydan Muharebesi” de denilen savaşımızın 30 Ağustos 1922 günü kazanılması, sadece saldırgan güçlerin yurt topraklarından atılmasını değil, aynı zamanda devletimizin kurulmasını da gerçekleştiren yaşamsal önemde bir başarı olmuştur. Nitekim Atatürk, bu başarının yıldönümü için bölgeye geldiğinde bu başarının önemini; “Hiç şüphe yok ki yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı. Ebedi hayat burada taçlandırıldı” diyerek vurgulamıştır. 30 Ağustos zaferi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına giden yolun açılması anlamında ve öneminde olduğu için, 30 Ağustos’u benimsemeyenlerin, aynı zamanda Cumhuriyetimize yönelik olumsuz bir yaklaşım içinde olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Belediyelerde kuşatmayı aşmak Mehmet Şakir ÖRS 31Mart yerel seçimleri ve 23 Haziran’da yenilenen İstanbul seçimi, ülkemizde yerel yönetimleri öne çıkardı. Bugünlerde yerel yönetimler ve özellikle de belediyeler, yalnızca yerel gündemi oluşturmakla kalmıyor, ulusal gündemde de önemli bir yer tutuyor. Hatta bazı kentlerin belediye yönetimleri, ulusal sınırları da aşıp uluslararası gündeme konu oluyor. Örneğin, İBB Meclisi oturumlarının kamuoyunda TBMM oturumlarından daha fazla ilgi uyandırması ilginç görüntüler ortaya çıkarıyor. Tabii aynı zamanda, güncel siyasetin yeni ağırlık merkezini de gösteriyor. Büyük kentler, gençlik ve gelecek muhalefetten yana Bütün bu gelişmelerin temel nedeni, ülkemizde yeni bir dönemin işaret fişeğinin yerel seçimlerde ve yerel yönetimlerde atılmış olmasıdır. Başta dünya metropolü İstanbul ve başkent Ankara olmak üzere, ülkemizin en dinamik ve üretken nüfusunu barındıran şehirlerinin yönetimleri muhalefete geçmiştir. Bu gelişme, son derece anlamlı ve değerli bir sonuçtur. Üstelik bu kentler, ekonominin, üretimin, endüstrinin, turizmin atardamarları kentlerdir. Ulusal gelirin büyük bölümünü yaratan şehirlerdir. Bir başka önemli sosyolojik sonuç, eğitimli ve nitelikli seçmenin önemli bölümünün muhalif adayları tercihidir. Özellikle gençlerin muhalefete yönelişi, gelecek adına anlamlı ipuçları vermektedir. Ülkemizin yakın geleceğinin belirlenmesinde, siyasal muhalefet ve onların temsilcileri olarak yerel yönetimlere gelenler, önemli rol oynayacaktır. Bu gelişmelerle birlikte, uzunca bir süredir bu kentlerin yönetimini elinde tutan iktidar partisi ise artık bir “taşra partisi” olmuş ve “geçmişin Muhalefet, yerelden genel iktidara yürüyebilmek için, mutlaka belediyelerde başarılı olmak ve öncelikle de merkezi iktidarın kuşatmasını aşmak zorundadır. temsilcisi” haline gelmiştir. Doğru iletişim, etkin kampanya Yaşananlar iktidar çevrelerini hırçınlaştırmıştır. Seçim sonuçlarını bir türlü kabullenemeyen ve içine sindiremeyen iktidar, muhalefete yüklenerek belediyeleri kuşatmayı ve yeni seçilen muhalif başkanları çalışamaz hale getirmeyi amaçlamaktadır. 23 Haziran İstanbul seçiminin en önemli dinamiklerinden birisi, belki de birincisi, muhalefet adayı Ekrem İmamoğlu’nun mağduriyetiydi. Üstelik bir de, İmamoğlu’nun 31 Mart’ta kazandığı seçimin iptal ettirilip yeniden seçimin zorlanması, halkın vicdanında mağduriyeti katladı. Bu durum 23 Haziran’da sandığa yansıdı. Sonuçta 10 puanlık ve 806 binlik farka dönüştü. Ellerindeki tüm olanakları ve gücü seferber etmelerine karşın, iktidar ve adayı için sonuç hezimet oldu. Muhalefet doğru bir iletişim ve etkili kampanya ile bu sonuca ulaştı. Ancak seçim sonrasında yaşanan gelişmelerden anlaşılıyor ki, siyasal iktidar, 23 Haziran sürecinde yaşananlardan gerekli dersi almamıştır. Seçmenin verdiği mesajları doğru irdeleyip politikalarına çekidüzen vereceğine, başka yollara yöneliyor. Halkın net tercihlerle ve sonuçlarla seçtiği CHP’li başkanları çalıştırmamanın, yetkilerini kısıtlamanın ve faaliyetlerini engellemenin yollarını arıyor. Örneğin, belediye iştiraklerine yapılacak atamalarda başkan yetkisinin kaldırılmasını hedefliyor. Bunun için de buralardaki yandaşlarını görevde tutarak zaman kazanmaya çalışıyor. CHP’li başkanları çalıştırmamak, halkı cezalandırmaktır Oysa bu tutum iktidara yara maz, tam aksine sonuçlar yaratır. İktidarda olmanın gücü kullanılarak, yasal ve yönetsel değişiklikler yapılarak, seçilmiş muhalif belediye başkanlarının elinin kolunun bağlanması en başta hizmet bekleyen halkı, vatandaşı cezalandırmak anlamına gelir. Söz konusu belediye başkanlarını da mağdur duruma düşürür. Halkın bu zorlamaları yapanlara cevabı daha da sert olur. 17 yıllık iktidar, geçmişte kendi başkanlarına verdiği yetkileri, CHP’li başkanlardan esirgeyemez. Bu durum çifte standart uygulamak olur ve büyük haksızlığa yol açar. Hele bu amaçla, yıllardır uygulanan yasaları, yönetmelikleri değiştirmeye kalkmak ve bunu zorlamak, tam anlamıyla vicdanları yaralar. Önümüzdeki süreçte, kamuoyunun dikkati, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, yeni seçilen muhalif ve CHP’li belediyelerin üzerinde olacaktır. Muhalefet buralarda yaşanacak olası engellemeleri, zorlamaları, en etkili şekilde halka duyurmalı ve teşhir etmelidir. Siyasal iktidar da, sonuçta kendisine fatura edilecek zorlamalardan ve yasa değişikliği girişimlerinden kaçınmalıdır. Kentsel örgütlülük ve seferberlik Muhalefetin ve özellikle de ana muhalefet CHP’nin adaylarının yerel seçim başarısında, doğru iletişimin ve etkili kampanyaların önemine dikkati çekmiştik. Önümüzdeki süreçte de bu belediyeler, sanki seçim varmışçasına aynı tempoyu ve duyarlılığı göstermelidirler. Kendilerine yönelik her türlü baskıyı, engellemeyi kamuoyu ile paylaşmalıdırlar. Ancak bunlar da yetmez; asıl yapılması gereken kentin, kentlinin demokratik örgütlenmesidir. Bu örgütlenmenin kalıcılaşması, kurumsallaştırılması ve kent yönetimine aktif katılımı nın sağlanmasıdır. Kentin toplumsal dinamikleri, çok yönlü olarak harekete geçirilmelidir. Bu da çok yoğun bir çabayı ve sürekli bir seferberliği gerektirir. Kentsel örgütlenmenin ve kent yönetimlerine demokratik katılımın nasıl olması gerektiği konusu, bu makalenin boyutunu aşan çok kapsamlı bir içeriğe sahiptir. Bu alan için, yerel siyaset ve yerel iletişim konularında akademik çalışmalar yapan eşim Prof. Dr. Ferlâl Örs ile birlikte ortaklaşa yazdığımız kitabı (YERELGE Toplumsal Belediyecilik, Yerel Yönetimlerde Üretkenlik, Katılımcılık ve Toplumsal İlişkiler / Prof. Dr. Ferlâl Örs, Mehmet Şakir Örs / Etki Yayıncılık) örnekleyebiliriz. Belediyeler muhalefetin referansı olacak Günümüz Türkiyesi’nde siyaset, ekonomi ve dış politika alanlarında her gün yeni gelişmeler yaşanıyor. Çok yoğun ve hareketli bir döneme giriyoruz. Böylesine dinamik bir dönemin, ne zaman ne getireceği belli olmaz. İşte bu yüzden, siyasal ve toplumsal muhalefet, her an istim üzerinde olmalıdır. Böylesi bir zorunluluk, halkın yerel yönetimlerde muhalefete verdiği yetkinin ve gösterdiği güvenin, çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Bunun bilincinde olan ana muhalefet CHP’nin, bu konuda yeni örgütlenme, eşgüdüm ve dayanışma mekanizmaları oluşturacağını düşünüyoruz. Ayrıca, Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği (SODEM), daha kapsayıcı ve etkin hale getirilebilir. CHP’li belediyelerin dışındaki muhalif belediyelerle buluşmanın, ortaklaşmanın ve dayanışmanın birleşik çatısı yapılabilir. Unutulmamalıdır ki, yeni kazanılan büyük kentlerin belediyeleri, önümüzdeki dönemde, muhalefet özellikle de ana muhalefet CHP için önemli bir referans noktası olacak ve adeta bir “turnusol’” işlevi görecektir. Muhalefet, yerelden genel iktidara yürüyebilmek için, mutlaka belediyelerde başarılı olmak ve öncelikle de merkezi iktidarın kuşatmasını aşmak zorundadır. ‘Demokrasi İttifakı’nın kırılma noktaları CHP’nin “Üç Büyük Kenti” de kazanmasıyla “Seçim Zaferi” olarak görülen 2019 Yerel Seçimlerinin arkasında, Erdoğan/AKP iktidarının muhalifler arasında yol açtığı bir “Demokratik ittifak” olduğunu bilmeyen herhalde kalmadı. CHP, HDP, İYİ PARTİ ve SAADET olarak dört parti arasında bir tür “centilmen anlaşmasıyla” oluşan bu “Demokrasi İttifakı” veya “Demokratik İttifak”: Şimdiye kadar siyasette görülmeyen ve hatta beklenmeyen uzlaşmaların gerçekleşmesiyle oluşturuldu ve başarıya ulaştı. Zaten zıtlıklarla dolu bu ittifakın başarıya ulaşmış olmasından dolayı, devam edip etmeyeceği tartışılıyor. Bu başarı olmasaydı, bu ittifakın bırakın devamını, varlığını bile tartışmak, aşağıda vurgulayacağım çelişkilerden, fay hatlarından, kırılma noktalarından dolayı olanaklı bile olamazdı. 1) Birinci kırılma noktası, her partideki (istediği yere gelememiş olan) memnuniyetsizlerin, yapılan ittifakta kendi partisine haksızlık edildiğini, öteki partilere fazla ödün verilmiş olduğunu belirten tutum ve davranışları olacaktır: Kişisel tatminsizlikten kaynaklanan, ama parti ya da hizip bencilliğiegoizmi, (ben merkezciliğiegosantrisizmi) maskesiyle dışarı vurulan bu duygu, bütün partiler için geçerlidir ve Seçim İttifakını içinden kemiren en önemli kurttur. 2) İkinci kırılma noktası etnik/milliyetçi, baskıcı veya ayrılıkçı şovenizmdir: Farklı etnik grupların sorunlarının ancak Demokratik Rejim içinde kalıcı olarak çözüleceği anlayışına dayalı olan “Demokratik İttifak” derhal, her iki etnik grupta da adeta artık siyasal gelenek haline gelmiş olan milliyetçi/ırkçı şovenizmle, “karşı tarafın baskıcılığına veya ayrılıkçılığına taviz vermekle” suçlanacaktır. 3) Üçüncü kırılma noktası, laiklik ve dincilik arasındadır: Demokratik Rejim’in çoğunluk diktatörlüğü olmadığı, herhangi bir din ya da mezhep kurallarına göre işlemeyeceği, laik nitelik taşıdığı, temel hak ve özgürlüklerin herkes, her farklı kimlik için mukaddes olduğu anlayışının, çoğunluğun kendisini ait hissettiği dinimezhepsel kimliğe aykırı olduğu iddiası, (şeriat isteği?) “Demokratik İttifakın” önündeki önemli engellerden biridir. 4) Dördüncü bir kırılma noktası, belediyelerdeki uygulamalarda ortaya çıkabilir: İttifakın içindeki dört partiden biri veya birkaçı seçim sonrası yapılan uygulamalarda kendisine önemli haksızlıklar yapıldığını düşünebilir. İktidarın da belediyelere her türlü engeli çıkardığı ve çıkarmaya devam edeceği düşünülürse, performans düşüklüğünün de bu tür düş kırıklıklarına yol açacağını tahmin etmek çok gerçekdışı değildir. HHH “Demokrasi İttifakını” kendi iktidarları için tehlike olarak görenlerin bu kırılma noktalarını sürekli olarak kaşıyacaklarını: Partiler arasındaki rekabeti, etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıkları, belediyelerdeki değişik uygulamaları dillerine dolayacaklarını... Laikliğe daha şiddetle saldıracaklarını... Dinci eğitim ve uygulamaları daha hızlı ve daha kapsamlı olarak empoze edeceklerini...  Tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktur! Ama ne kadar sert önlemlere başvururlarsa başvursunlar, bu tedbirlerin, iktidardan gidişlerini engelleyemeyeceğini, tam tersine daha da çabuklaştıracağını hemen eklemeliyim. YAŞASIN DEMOKRASİ... YAŞASIN DEMOKRATİK İTTİFAK! Tanyeri ağarıyor Gani AŞIK İlahiyatçı, Eski Chp Kayseri Milletvekili Sibirya’nın Kuzey Kutbu’ndaki bölgesi ile güney yarımküredeki Antartika’nın 6 ay karanlıkta kaldığı gibi, Türkiye, AKP’nin iktidar olması ile 2002’den itibaren alıştıra alıştıra parçalı bulutlu, çok bulutlu ve nihayet yağmur yerine kin, nefret ve zehir yüklü kapkara bulutlar dönemi ile zifiri bir karanlık sürecine girdi. Yerkürenin kimi bölgelerinin 6 ay karanlıkta kalmasının bir doğa olayı olmasına karşılık, AKP ile birlikte Türkiye’nin üzerine çöken koyu karanlık siyasi ve ideolojiktir. Halka göründüklerinin tam tersi bir yüzleri, yazılı programlarının dışında gizli bir ajandaları vardır. Emperyalizmin enerji bölgesi Ortadoğu üzerindeki hesaplarından ve NATO’daki konumumuzdan rahatsızlık duyan, TSK’nin komuta ve kurmay kademesi ile hesaplaşma fırsatı kollayan ABD, 1 Mart Tezkeresi’nin bilinen akıbetinden de varlığımızın teminatı olan ordumuzu sorumlu tuttu. AKP ve “Hoca Efendileri” de “vesayet” perdesine bürünerek üçlü koalisyon halinde malum kumpaslarla ve Allah Allah naralarıyla, TSK’nin belini elbirliğiyle kırdılar. Laik ve çağdaş eğitim yerini medreseleşmeye bıraktı. “Kâfir” sayılan Cumhuriyet devletine cihat açıldı, ganimet kabul edilen hazinesi yağmalandı, bütün varlıkları satılarak buharlaştırıldı. Kuvvetler ayrılığı, laik yapısı, hukuk devleti ve parlamenter sistemi ile dünyada saygın bir yeri olan, 5 bin yıllık devlet ve medeniyet geleneğine sahip Türkiye Cumhuriyeti, önce parti devletine, sonra da aile ve şahıs devletine dönüştürüldü ve dinen zaten İslam ümmeti olan halk, ortaçağı yaşayan tarikatların kucağına bırakılarak millet bilincinden koparılıp siyasi ümmetliğe yönlendirildi. Bu, Türk milletini Araplaştırma projesidir. Nitekim, Afrika kıtasının bü yük bölümü İslam öncesi Kıpti, Berberi veya başka ırka mensupken, İslama geçince Araplaştılar. Bu Arap emperyalizmine sadece Türkler ve Farslar direndi. AKP, işte bu direnci kırmak istiyor. Cumhuriyet kurulduktan bu yana su içtikleri pınar, soludukları hava, kişilik ve ideolojilerini şekillendiren iklim, “Vahidüddin” hayranlığı temelinde geliştiği için, Kurtuluş Savaşı’nın önderlerine olan ve açığa vuramadıkları nefretlerine, Atatürk ve İnönü’ye “iki ayyaş” diyebilmelerine şaşmamak gerekir. 23 Haziran başkaldırısı Çeşitli medeniyetlere beşiklik eden Anadolu coğrafyasının son ve ebedi sahibi yüce Türk milleti, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimindeki kararıyla, AKP’nin ırmakları tersine akıtan ve güneşi batıdan doğduran, hayatın olağan akışına, gerçeklerine, akla ve milletin irfanına aykırı sürdüregeldiği politikalarına dur demiştir. İstanbul’daki bu sonuçlar bütün Türkiye coğrafyasının ortak eğililmini yansıtmaktadır. Çünkü İstanbul Türkiye’nin bileşimidir. Bundan böyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, AKP’de iç hesaplaşma ve muhtemelen de parçalanma süreci başlayacaktır. Sayın Ekrem İmamoğlu, iktidarın önüne koyduğu idari ve mali engelleri aşabildiği ve halkta uyandırdığı umudu diri tuttuğu sürece, Türk siyasetinde ve toplum hayatında belirleyici bir aktör olabilir. Onu Türk siyasetine kazandıran CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun hakkı teslim edilmelidir ve ediliyor da... Sayın Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanlığı’nda altın dönemini yaşıyor. 23 Haziran’da ağaran tan yerinin “fecri kazip”e (yalancı şafak) dönüşmemesi için, hem CHP’li belediyeler hem de CHP, tarihi bir sınavla karşı karşıyadır. Cumhuriyetin aydınlığına susamış herkese de büyük sorumluluklar düşüyor. Rehavet değil, dinamizm lütfen...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle