Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 21 TEMMUZ 2019 PAZAR PAZAR YAZILARI Kutup ayılarının açlık yılları Öğrenmek denilen merakın gözünü seveyim; öğrenmenin ne yaşı var ne zamanı. Ayılar hakkında pek çok şey öğrenmeme sebep olan, eski komşumuz, kitap kurdu Bayan Pam ile Edmonton halk kütüphanesi kapısında karşılaştık. Pam’e bir şey sormaya gerek yok, o hemen bir mevzu yakalar ve anlatır; yine öyle oldu. Pam, yani Pamela ve Alberta Üniversitesi’nde ziraat profesörü olan kocası, Manitoba Eyaleti’nin başkenti Winnipeg’den trenle kuzeye, Arktik bölgeye yakın en uç noktadaki şehir olan Churchill’e gidip pırpır motorlu uçakla geri döneceklermiş. Tren yolculuğunun 36 saat süreceğini söylerken “Bu geziyi yapmadan Kanada’nın ne kadar büyük bir ülke olduğunu anlaması zor!” diyordu; haklı. Sadece ülkenin 30’da biri gibi bir mesafeyi aşacaklar. Niye, kutup ayılarını görmek için. Hudson Bay üç Karadeniz Pam Carlton ve kocası Avustralya’dan Kanada’ya göçmüşler, kırk yıl oluyor. Ailesi de 1900 başlarında İrlanda’dan Avustralya’ya gitmiş. Göçen göçene anlayacağınız. İnsanoğlu böyledir zaten, bir tek hayvanlar göçmez; göçmen kuşlar başka... Bir de kutup ayıları yerlerinden ayrılmaz, hele Kanada’nın en kuzeyindeki nüfusu bin kişiyi geçmeyen küçük kasabası Churchill’in çevresinden hiç! Churchill, o yüzden, yaz aylarında kutup ayılarını görmeye gelenler mezdim; Pam anlattı. Gidip le dolup taşıyor. Her türden görmeden inanmam! İlginç güvenlik tedbiri alınmış ayı yanı, bu tonajlı hayvanlar in turlarıyla, yazları Churchill’in cecik buzu incitmeden, çat konuklayan nüfusu on bin latıp kırmadan üzerinde gi lere erişiyor. Churchill neredeyse tüm geçimini bu turis Mahmut ŞENOL debilecek ayak tabanına sahiptir. Buz pateni yapar gi tik geziden elde etmektedir. bi ayak tabanlarını konik bi Ben haritayı gayet iyi anlatırım, açıp bak çimde sivriltiyorlar. Suya girip yüzdükleri manıza gerek kalmayacak, güvenebilirsi vakit pofuduk ve sevimli görünen o ayakla niz! Kuzey Denizi’nden Kanada içine doğru rı ördek perdesi gibi açılıyor. adalar ve buzullarla dolu birçok boğaz yo Kutup ayılarının beyaz kürklerine de al luyla açılan bir kocaman içdeniz var: Hud danmayın. Cesaretiniz varsa tıraş edin, al son Bay! Bir de bu isimde mağazalar zinciri tından simsiyah derileri çıkacaktır. Bunu da var, pahalı bir yerdir, karıştırmayalım. bilmiyordum, Pam’dan duydum. Siyah deri Hudson Bay dedi kutup güneşinin ya ğin, 3 tane Karadeniz kıcı etkisine karşı, büyüklüğündedir. İş beyaz tüyler kamuf te bu içdenizin en ku laj için... Aile haya zeyindeki Churchill’e tını seviyorlar bir karayolu ulaşmaz, de. Anne, baba, ço sadece demiryolu dö cuklar bir arada; Al şenmiştir, bir de bu lah ayırmasın... zul deniz geçen tek Yaşam sürele neler ve havayolu. ri 25 yılı geçmiyor, Şimdiye ka fakat bu kadarcık dar şükürler olsun sürede tonlarca de Churchill’e gelenlerin niz aslanı tüketmek burnu kanamadı, pamuk beyazı ayıları ka zorundalar; afiyet olsun, yesinler, Churc zasız belasız seyredip bol bol fotoğraf çek hill’deki insanlara dokunmasınlar. tiler. Yetişkin bir ayının, 600700 kg. olur “Fakat işin kötü tarafı şu ki” diyor Pam, sa zayıf sayıldığını bilmiyordum. Biraz etli “buzulların erimesiyle deniz aslanlarını ya butlusunun 1 tona yaklaştığını, ayağa kalk kalamaları da zorlaştı, o yüzden kutup ayı tıkları vakit 34 metre olduklarını da bil larının açlık yılları başladı”. Buzul yüzeyi azalınca avlayacağı deniz aslanı bulmakta zorlanıyor, suya girip aramaya kalkışsa yakalayacağından daha fazla enerji harcıyor zavallılar. Hayvan deyip geçmeyin gıdayı elde etmek için harcanacak enerjinin hesabını yapmaktalar. Besin zinciri denilen evrim şemasına ait süreç böyle işliyor. Churchill kasabası içine kadar girdikleri oluyor açlık yılları nedeniyle. Çöp tenekelerini karıştırmaya geliyorlar, açıkta ne bulurlarsa açlık gidermeye. Belediye ve vahşi hayat sorumlusu kuruluşlar kutup ayılarını beslemek için elden geleni yapmaktadır. Bütün ayılar gibi kutup ayıları da meraklı ve cesur hayvanlar, kapalı ya da açık kapı görmesinler, arkasında ne var diye giriveriyorlar hemencecik. Churchill bu bakımdan ayı masalları kasabası gibi... Pam başka şeyler anlatmaya kalkışmadan evvel ekledi: “Arktik” olarak adlandırdığımız Kuzey Kutbu’nun Latince’den devşirilmiş bu adı, “Arctic” sözcüğü aslında Antik Yunan dilinden gelmekteymiş; Yunanca ayı demek... Dedim ya, öğrenmenin yaşı yok! Pam hayırlısıyla gitsin dönsün, sepetinde türlü zerzevat bulunan pazarcı gibi, pek çok hikâyeyle gelir beni bulur, anlatır. Yetmiş yaşlarındaki bu dinç, meraklı, gezgin ve entelektüel kadını dinle, National Geographic dergisi okumuş gibi ol; daha ne isterim! senolasenola@gmail.com Dünyanın sonundaki tren Ben bir tren istasyonunda doğdum. sının biraz ötesinde Beagle Kanalı’nday Ekspres katarların dı. O günkü bizler için durmadan geçtiği ulaşılamaz bir yerdi. ara istasyonlarda büyüdüm. İki sabah, iki Nadir Paksoy Uzun zaman düşlerime girdi ama aklım akşam uğrayan “vah dan da hiç çıkmadı. şi Batı” benzeri buharlı banliyö tre Bu yıl 67 yaş sınırından akade niyle ilkokula gidip geldim. misyenlikten emekli oldum. Ken Telgraf tıkırtılarından heyecan dime özel bir armağan vermek is landım, mors alfabesini çözmeye tedim. Dünya’nın en sonundaki bu çalıştım, katarların hangi hatta gi kasabaya ayak basacaktım. Bu receğini belirleyen karışık makas rada hem Jules Verne’in “Dünya kollarını gözü kapalıymış gibi indi nın Ucundaki Fener” kitabında rip kaldıran babama imrendim. Ar ki fener hem de 1920’lerden kal kadaşsızlıktan sıkılınca raylar bo ma dar hat, buharlı ve o dönemde yu uzun yürüyüşlere çıktım; yal ki lokomotif ve vagonlardan olu nızlıktan bunalınca yağmur son şan “Dünya’nın Sonundaki Tren” rası ıslak travers kokularını içime (El Tren del Fin del Mundo) var çekip ferahladım. Her ayın ilk gü dı. Macellan’ın Ateş Toprakları’nın nü son banliyö katarının uzak bu (Terra del Fuego) sonuydu. Bura harlarının yolunu gözledim. Tren dan öte artık yaşanılan dünya yok şefi babama “Doğan Kardeş”imi tu. Birkaç saatlik uçuş mesafesin ya uzatmazsa diye endişelendim. de Antartika başlıyordu. Aradan yıllar geçti, trenlerden ve istasyonlardan uzağa sürüklendim. Ancak tren boyu çocukluk anılarım belleğimdeki, yüreğimdeki özlemini hep korudu. Ben bir demiryolcu çocuğuydum, trenleri ve tren istasyonlarını hep sevdim... Ortaokul ve liseyi “parasız yatılı” olarak Bilecik Ertuğrulgazi Lisesi’nde okudum. 12 yaşımda tek başıma hayatla karşı karşıydım. Parasız yatılılık Türkiye Cumhuriyeti’nin iyi düşünülmüş, akıllı bir eğitim tasarısıydı. Bulunduğu yerlerde ortaokul ve lise olmayan çalışkan çocuklara eğitim yolunu açtı. Bu yolla on binlerce çocuk okuma olanağına kavuştu. Topluma yararlı bireyler yetişti. Yüreklerimiz ufaktı, ufuklarımız geniş, hülyalarımız engindi. Disiplini, azla yetinmeyi, dayanışmayı ve en önemlisi okumaktandiplomadan başka güvencemiz olmadığını öğrendim. Kısaca eski dille “leyli meccanilik” bize hayatta kalmanın temel ilkelerini öğretmişti. Telefon için postanede saatlerce bekler, “mütalaa” arasında mektup dağıtımını heyecanla gözlerdik... Belleğimde yer eden iki çocukluk anımla 67 yaşımda yüzleşecektim. Uçak ve konaklama bağ lantılarını bölgeyi iyi bilen gezgin bir arkadaşım ayarladı. İstanbulBuenos Aires yolculuğu uzun ama yorucu değildi. Sonra Patagonya üzerinden Ushiaia’ya gittim. Hava bizim ilkbaharda en fazla 10 dereceydi, artık orada sonbahar başlıyordu. Ushiaia’nın küçük sevimli havaalanından çıkar çıkmaz “Dünya’nın Sonu Tren İstasyonu”na gittim. Trenin kalkış saatine zaman vardı. 192030’ların havasını yansıtmışlardı. Trenler bire bir aynıydı. Dar hatta gidiyordu. Mahkumlar için inşa edilmişti. İstasyona girdim, minyatür gibi duran o dönemin gerçek lokomotifleri aklımı başımdan aldı. Onları karşımda görünce çocukluğum, parasız yatılı günlerim gözümün önünde canlandı, babamı hatırladım, birden hıçkırıklara boğuldum. İstasyon şefi Senyor Fernandes geldi, hikâyemi öğrenince ilgilendi, tren saatine kadar bana istasyonu, atölyeyi çevreyi gezdirdi. Sonra trene bindim, hayallerime uçtum. Ertesi günü bir gezi teknesi Beagle Kanalı’ndan Kendime bir hediye... (Darwin’in de geçtiği kanal) beni Jules Verne fenerine götürdü. 12 yaşında okuduğum kitabın ka Ders saatleri dışında tek eğlen pağındaki resim 55 yıl sonra kar cemiz kitap okumaktı. Ders kitap şımdaydı. Hava bir anda patladı, larını, kırtasiyemizi okulun bizle zor döndük. re açtığı hesaptan, kentin tek kır Artık çok mutluydum. Akşam tasiyecisi “Kitapçı Kemal”den alır ları kasabanın en özgün kafeba dık. Ben defter, kalem hakkımı sı rı “General Ramos”ta geçirdim. Bir nırlı tutar onun yerine okuma ki zamanlar Lübnanlı bir Yahudi giri tapları alırdım. Varlık Yayınları, Ian şimciye ait kasabanın tek bakkali Fleming’in James Bond dizileri ve ye dükkânıymış. Eşyalar olduğu gi Jules Verne’nin kitapları en sevdik bi korunmuş. Üçüncü günde benim lerimdi. Herkes farklı kitaplar alır için özel bir anlam taşıyan Ushiaia sonra aramızda dolaşırdı. kasabasından ayrıldım. Yerel halkı Jules Verne’in bir kitabı ço yıllardır yaşadıkları sonsuz yalnız cukluk hayal sınırlarımın öte lıklarıyla baş başa bıraktım... “Ateş sindeydi. Hoş diğer kitapları da Toprakları”nda ateş yoktu, Macel öyle ama bu başka idi. Çünkü lan yanılsamaya uğramıştı. Soğuk, Dünya’nın sonunda bir fener var kar, fırtına.. Kışın eli kulağındaydı... dı. Dünya’nın sonu Arjantin’in en güney ucundaki Ushiaia kasaba nadirpaksoy@gmail.com RÜZGÂRLA YARIŞMAK Güney Afrika’da mevsim kış... gelir. En azından benim yaşadı Ama bu sörf yapanlar için ğım Cape St. Francis bölgesinde gerçek sezon, çünkü dalgaların böyle. Benim ruhum da sanat boyu sörf tahtası üze la nefes alıyor. İçinde köpek ba rinde dans etmek için lığı dolu bir okyanus içinde ken çok ideal. Ve geçen dimi düşünemiyorum. Ama müt haftalarda dünyanın hiş bir tutku. Boylu boyunca sa dört bir yanından hili dolduran ve pür dik sörfün kralları ve kat sörfçülerin dalgay kraliçeleri Jeff la dansını izleyen her res Bay’deydi. 9 kesin, her yarışçı için Temmuz’da başlayan Dünya Sörf Burcu Cunneen alkış tuttuğunu, heyecanlandığını veya Şampiyonası’na üzüldüğünü görmek ev sahipliği yaptı. Anlayacağınız etkileyici... bu sahilde heyecan doruktay Misal geçen sene ki dünya dı. Okyanus kıyısındaysanız bir şampiyonasında sörfün ilahı çokları için rüzgâr, dalgalar ve kabul edilen ve 11 kere dün sörf yaşamınızın anlamı haline ya şampiyonu olan Kelly Sla ter kayalıklara yakın dalgayla ters gelip bacağını kırdığında upuzun plaja derin bir üzüntü çökmüştü. Slater sahil boyu taşınırken kalabalık saygı içinde alkışlarla ona destek vermişti. Bu yılki şampiyonada Kelly yine vardı... Tüm mütevazılığı ve sörfün ona verdiği huzurla dalgalarla vals yaptı. Ve onun gibi onlarca sörf tutkunu maviliklerle yarıştı. Ben de Monet’nin tablosunu seyreder gibi sahilde onları izledim... Bu yılın erkeklerde birincisi Brezilyalı Gabriel Medina oldu. burcunneen@gmail.com Işıl ışıl Monte Carlo Monako Prensi 2. Albert öncülüğünde iklim değişikli yeni binalar dağlar yarılarak dağlara doğru inşa ediliyor. ğiyle mücadele, temiz çevre ko Yürüdüğümüz alanda deniz kı nularına ilişkin uluslararası fo yısına gitmek için asansöre bini rumu izlemek üzere Paris’ten yoruz, kıyı yüzlerce lüks yatla do Monako’ya doğru yola çıkıyoruz. lu. Yaz aylarında dünyanın dört Altı saat süren yolculuğumuzun bir yanından ünlü sanatçılar ve iş sonunda Fransa’nın güney kı insanları tatillerini geçirmek için yısında yer alan bu küçük ülke bölgeye akın ediyor. nin sınırları içine giriyoruz. Cannes ve Nice şehirlerini geçtikten sonra oldukça virajlı ve dağların içinden geçen yolların üzerinden Monako’nun görkemli deniz kıyı Kumarhaneleriyle ünlü Akşam hava kararmaya başladığında şehrin küçük meydanındaki restorantlar dolmaya ları tepeden net görünü başlıyor. Her taraf yor. Dağların eteğine ışıl ışıl... Yemek kurulu ülkedeki oto sonrasında ise yollar genellikle tünel oldukça hareketli lerin içinden geçiyor. Forumun düzenlendiği Monte Carlo’ya ulaşı SÜLEYMAN tosunoğlu olan gece hayatı başlıyor. Meydanın göbeğin yoruz. Panele değişik de iki casino yer ülkelerden 60 konuşmacının ya alıyor. Bunlardan biri 1856 yılın nı sıra 350’den fazla iklim bilim da Prens 3. Charles tarafından ci, iş, siyaset dünyasından isim yapılan Monako’nun da simge ler de katılıyor. lerinden olan Monte Carlo Casi Küresel ısınma, temiz enerji nosu. Dışarıdan bakıldığında bir kaynaklarına ulaşım, daha yeşil müzeyi andırıyor, 10 Avro verip bir geleceğe geçişi hızlandırma, içeri girdiğinizde burayı gezen kaliteli üretim ile tüketim konu ve fotoğraf çeken turistlerle kar larındaki görüşlerin masaya ya şılaşıyorsunuz. Monte Carlo’ya tırıldığı forumun ardından Mon gelmişken casinolarda şansını te Carlo’da geziniyoruz. Şehir ol denemeden ayrılan pek olmaz. dukça lüks ve görkemli, burada Biz de içeri girip bir oyun maki ki binaların çoğu kayalıkların üze nesinin başına oturuyoruz, tabii rine inşa edilmiş çünkü şehrin ön niyetimiz sadece eğlenmek. tarafı deniz, arkası ise dağlık. İş Masamızın hemen yanında makinalarının yeni inşaatlar yap kendilerini oyuna kaptıran ve ol mak için dağları yardığını görüyo dukça neşeli iki genç dikkatimizi ruz. Yani denizi doldurmak yerine çekiyor. Gençlerin emekçi olduk ları yıpranmış ellerinden ve yüzlerinden belli oluyor. Yanlarına giderek sohbete başlıyoruz. Fred ve Mikael adındaki Faslı iki genç İtalya’dan buraya geldiklerini ve inşaat işinde çalıştıklarını anlatıyor. Mikael, İtalya’da kaçak olarak kaldıklarını, İtalyanların kendilerine karşı ırkçı davrandıklarını söylüyor. Monte Carlo’da ise göçmenlere karşı daha fazla hoşgörünün olduğu görüşünü dile getiriyor. “Burada oldukça rahatız. İyi bir maaşımız var. Bizlere kalmamız için küçük bir oda verdiler. Bu akşam casinoya gelip eğlenmek istedik...” diyor. Monako, oldukça küçük bir ülke, Prens 2. Albert tarafından monarşi ile yönetiliyor. Nüfusu yaklaşık 38 bin. Havaalanı olmadığından buraya uçak ile gelme şansı yok, en yakın havaalanı ise Nice’te. Oradan de Monako’ya 20 dakikada tren ile ulaşabiliyorsunuz. Monako’da geçirdiğimiz ikinci güne denizden odamıza vuran güneşin ışıklarıyla uyanıyoruz. Veda zamanı... Gelecek nesillere yaşanabilir, temiz bir dünya bırakmanın önemini katıldığımız forumla birlikte bir kez daha anlıyoruz. Avrupa’yı saran ırkçılık kabusuyla mücadelede güçlü ekonomi, toplumun refah seviyesinin önemli bir etken olduğu aklımızda, yeniden yollara düşüyoruz. tosunoğlu.suleyman@gmail.com Stockholm’ün gürültücü martıları Balkonda oturmuş, konuğumla neşeli bir sohbete dalmıştık. Sıcak günlerden biriydi. Bir hayli si parkta gezinen, hatırı sayılır sa yıda da önümüzde uçuşan martı lara bakıp, Hitchcock’un “Kuşlar” filmini anımsadık. Şair konuğum, “İşgal kuvvetleri gibi parkta mev zileniyorlar, takviye güçleri gelin ce sal dırıya geçe cekler galiba” di OSMAN İKİZ ye se naryo oluşturmaya başladı. Şaka maka, Stockholm’deki martı so runu senaryo yazılmaya elveriş li bir gelişme göstermekte. Böy le giderse, Hitchcock’un filminde ki kuşların insanlara saldırı sah nelerini Stockholm’de gerçekten yaşayacak gibiyiz. Aptallara “kuş beyinli” deyip geçiyoruz ama kuş lara bakacak olursak hiç de ap tal değiller. Düz çatılarda mevzileniyorlar Martılar Stockholm’ün belirli mahallelerine mevzilendiler. Sanki kendileri için elverişli bölgelerde cephe oluşturuyorlar. Modern alışveriş merkezi Mall of Scandinavia’nın düz çatısı martıların işgali altında. Ne var ki geniş, düz çatıda modern sıra evler de var. Burada oturanlar modern bir binanın çatısında yaşamak için dünya kadar para verip ev satın almışlar ama martılar yüzünden kapılarının önüne çıkıp keyif yapamıyorlar. Martılar kapıdan dışarıya çıkanı, kendi yaşam alanlarına saldırı diye algılayıp karşı saldırıya geçiyorlar. Dahası herkes uykusuna doyamadan uyanmak zorunda kalıyor. Martılar şafak vakti koro halinde şakımaya başlayınca alarm verilmiş gibi herkes ayakta. Yaz gecelerinin İskandinavya’da kısacık olduğunu düşünecek olursanız milletin halini anlamakta zorluk çekmezsiniz. Bu sadece Mall of Scandinavia’nın çatısında yaşayanlar için değil, bizim için de geçerli. Mübareklerin korosu o kadar kalabalık, sesleri o kadar güçlü ki gaklamaları her tarafta yankılanıyor. Ancak kulaklarımda tıkaçla uyuyabiliyorum. Devasa Huddinge Hastanesi’nde yatan hastaların durumu bizden daha beter. O koca binanın çatısı da düz olduğundan martı ordusu o geniş alanı tümüyle ele geçirmiş durumda. Şafak vakti hastaların durumunu varın siz düşünün. ‘Yavrulara yaklaşma’ Bunlar artık insanlara da alıştı. Balkona gelip gözümün içine bakıp bir şeyler söylüyor. Kafede masaya konuveriyor. Masada çörek falan, dişine göre bir şey varsa kaptığı gibi uçuveriyor. Daha da ustaları var, sokakta elinde sosisli sandviçle yürüyen adamın sosisini yıldırım hızıyla kapıvereni de gördüm. Şimdilik, kendilerine saldırıldığını düşünmüyorlarsa çörekleri, börekleri falan kapmakla yetiniyorlar ama, yavrularına yaklaşana hiç hoşgörülü değiller. Stockholm merkezindeki kiliselerden birini de mekân seçmişler, bahçe martı yavrusuyla dolu. Yavruları sevimli bulup yaklaşmak isteyenin vay haline. Anne, baba martıların saldırılarıyla yaralananlar olunca papaz kocaman bir uyarı plaketi yazıp bahçenin parmaklıklarına asmış, “Martı yavrularını sevimli bulup yakından görmek isteyebilirsiniz ama anneleri, babaları yavrularına yaklaşanları hiç hoş karşılamıyor”. Şair dostumun senaryosunu bu gözlemlerle genişletip sohbeti ilerletirken bir ara içeriye geçtik. Birkaç saniye sonra balkondan şangırtı sesi geldi. Başımızı çevirdiğimizde ne görelim. Kapkaççı martı sigara paketini kapmış kaçıyor. Sigara paketinden önce viskinin tadına bakıp beğenmediğinden mi kadehi yere fırlattı yoksa, kanatlarını çırparken mi düşürdü anlayamadık. Viski şişesi kapkaççı martının hışmına uğramadığından kendisine müteşekkir kaldık. Martılardan kurtuluş yok. Ertesi gün yine balkonda oturuyorum, pırrr diye gelip balkonun parmaklıklarına konuverdi. Önceki günkü kapkaççı mıydı bilmiyorum. O bana baktı, ben ona baktım. “Sigara mı istiyorsun” diye sordum. Sessizliğini korudu. “Sigaralarını yakamadın mı, çakmak mı istiyorsun” diyerek çakmak uzattım. Pırrr diye uçtu gitti. osman.ikiz@gmail.com