19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
EKONOMİ [email protected] TASARIM: EMİNE BİLGET 111 TEMMUZ 2019 PAZARTESİ Şu net ki Türkiye’nin kısa vadeli problemlerinden ziyade ana büyüme modelinde sorun var Önce krizden darbe yiyeni, işsizi düşünün Prof. Dr. Özgür Orhangazi: Türkiye’deki nüfusun yüzde 40’ı yoksunluk ve sosyal dışlanma tehdidi altında. Bunları dert etmeden, ArGe yapmayla, pahalı ürün üretmeyle sorunlar çözülmez. Prof. Dr. Özgür Orhangazi Şehriban Kıraç’a konuştu. Vedat ARIK ŞEHRİBAN KIRAÇ Kadir Has Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Özgür Orhangazi, Türkiye’nin dış sermaye girişlerine bağımlı, inşaat odaklı büyüme modelinin tıkandığını vurgulayarak, ikinci bir kur şoku ya da borç krizi şokunun Türkiye ekonomisini daha da dibe götürebileceğini söyledi. Hukukun üstünlüğü ve demokrasinin savunulması gerektiğine dikkat çeken Orhangazi, “Buna yabancı yatırımcı gelsin diye değil de kendi geleceğimizi nasıl belirleyeceğiz, bunu rahat rahat konuşalım diye ihtiyacımız var. Özellikle en dipte yer alan kesimin krizden mümkün olduğunca az hasarla çıkması için buna ihtiyacımız var” ifadelerini kullandı. Türkiye’deki nüfusun yüzde 40’nın sosyal dışlanma tehdidi altında olduğunu, bunları dert etmeden, ArGe yapalım, pahalı ürün üretelim demekle sorunların çözülmeyeceğini anlatan Prof. Dr. Özgür Orhangazi ile Türkiye ekonomisinin yaşadığı problemleri ve krizden çıkış yollarını konuştuk. n Şu an ekonomide nasıl bir tablo görüyorsunuz? Kolay ve hızlı çözüm yok n Şu anda ekonomide en can yakıcı sorun hangisi? Sokaktaki insan açısından en can alıcı sorun işsizlik. İkinci sırada enflasyon geliyor. Büyüme modelinin sürdürülemez olduğuna geliyor yine konu. Bir yandan muazzam bir dış borç yükü altındayız, bir yandan yurtiçi borçluluk oranları çok yüksek. Bir iktisatçı olarak, önce şunu ayırıp çözebiliriz diyeceğimiz noktayı geçmiş durumdayız. Tam teşekküllü bir problemle karşı karşıyayız. n Var mı bir çıkış yolu? Şunu net söyleyelim, kolay ve hızlı bir çözüm yok ortada. Dış sermaye girişleri de bir nedenden dolayı mucizevi şekilde birden bire artmadığı sürece, bizim düşük büyüme, yüksek işsizlik, yüksek faiz ve TL’nin değersiz olduğu bir döneme kendimizi hazırlamamız gerekiyor. n Her şey daha mı kötüye gidecek yani? İşsizlik yükselme eğiliminde. Enflasyon biraz stabilize olmuş gibi görünse de kurdaki herhangi bir oynama yeniden onu zıplatabilir. Ekonomik büyümenin devam edeceğine dair herhangi bir işaret yok. Hem şirketler hem hane halkları faizlerin bu kadar yüksek olduğu bir durumda daha fazla borç alıp harcama yapabilecek durumda değiller. Talepte ciddi yavaşlama var. Üretim tarafında da maliyetler çok yükseldiği için arz sıkıntıları var. Kısa bir sürede kendiliğinden bir çıkış beklemeyelim. Türkiye ekonomisi 2000’li yıllardaki dış sermaye girişlerine bağımlı, borç artışına dayanan inşaat odaklı büyüme modelinin sonuna geldi. Çok açık ve net, bu model tıkandı. 2018’den itibaren ekonomi yavaşlamaya başladı, peşi sıra kur krizi geldi. Büyümenin düşmesi işsizlik artışını getirdi. Uzun süredir işsizlik yüzde 10’un üzerinde seyrediyor. İşgücüne katılım oranı düşük. İthal ürüne bağımlılık ve kur şoku enflasyonu da artırıyor. Türkiye’deki büyüme modelinin en büyük çelişkisi faizleri yükselttiğiniz zaman içerideki talep çöküyor, kredi büyümesi çöküyor. Faizleri düşük tutarsanız kur kontrolden çıkıyor. Ama şu net ki Türkiye’nin kısa vadeli problemlerinden ziyade ana büyüme modelinde problem var. Yoksulluğu dert etmeliyiz Yeni bir şoku kaldıramayıznHerkesyenibirbüyüme modelinden de bahsediyor, nasıl bir model olmalı? Yeni bir hikâye diyorsak eskinin ne olduğunu, ne tür problemler olduğunu ortaya koymamız gerekiyor. İçinde n Krizden çıkış ve büyüme ne zaman olur? İktisatçıların öngörüsü yüzde 99.9 yanlış çıkar zaten. Herhangi bir ikinci kur şoku yaşamazsak, bulunduğumuz krizin aslın borç krizi birdenbire kontrolden da bizim yıllardır benimsedi çıkmazsa 2020’de yavaş yavaş ğimiz büyüme modelinin kri bir toparlanma olması gerekiyor. zi olduğunu kabul etmezsek bir yere varamayız. Katma değeri yüksek ürünler üretelim, ArGe’ye yatırım yapalım deniyor, ama bunların hiçbirisi şu an karşı karşıya kaldığımız sorunları doğrudan çözeme Başka herhangi bir kriz olmazsa, jeopolitik bir sürü risk var, S400 sorunu, ABD Başkanı Trump’ın İran politikası vs... Böyle bir ortam da 2018 de yaşadığımız şoka benzer bir şoku tetiklerse bütün öngörüler zaten çö yecek. Birincisi, modeli bi pe gider. raz sorun etmek ve bunun Seçim sadece n Krizde dip nokta görüldü mü? Emin değilim. Ama ikinci bir şok bizi çok daha derin bir dibe gönderebilir. İkinci bir kur şoku, ikinci bir borç krizi şoku dengeleri çok daha fazla bozabilir. n Şu anda acil atılması gereken adımlar neler? Bir numaralı adım krizden doğrudan etkilenenleri, işsiz kalanları ya da enflasyon yüzünden gelirleri ciddi bir biçimde düşen kesimleri koruyan kollayan politikaların devreye sokulması gerekiyor. Bunlar insani politikalar olmakla birlikte aynı zamanda iktisadi politikalardır. Ekonomide ki talebin çökmesini de engel ler. Tabanda krizin etkilerini kontrol altına almak gerekiyor. İkinci adımda açık şekilde sorunu masaya yatırıp, dış borç sorununun nasıl çözüleceği bir program çerçevesinde tartışmak gerekiyor. Üçüncüsü hukukun üstünlüğünü ve demokrasiyi savunmamız gerekiyor. Bunu yabancı yatırımcı gelsin diye değil de kendi geleceğimizi nasıl belirleyeceğiz bunu rahat rahat konuşalım diye ihtiyacımız var. Özellikle en dipte yer alan kesimin krizden mümkün olduğunca az hasarla çıkması için buna ihtiyacımız var. Mesela insanlar ‘ekonomik kriz var’ dediği için yargılanmamalı. üzerine tartışmak gerekiyor. İkincisi, amacı krizi geciktirir mız ne, gitmek istediğimiz hedef ne? Ekonomide amacımızın ne olduğunu belirlemeden, ora n Ardı ardına seçim yapılması ekonomiyi nasıl etkiliyor? Seçim ekonomisi, ekonominin dengelerini bozar ve fazla harcamaya neden olur. Ekonominin yavaşladığı dönemlerde Yama yapa yapa... n Hem şirket hem hane halkı borçları artıyor, ba mek çok zor değil. Şirketler bir miktar dış borcun ödemesini yapıyor o za ya gitmeye çalış krizin derinleşmesini geciktirici etkisi olabi tık borç miktarı artıyor, bu man yatırıma para kalmıyor. mak anlamlı gel lir, ama ileride daha büyük problemlerin de borçlar döndürülebilir mi? Hane halkları da borçlulukta sınıra miyor. Kitlelerin ortaya çıkmasına neden olur. Şu anda Türkiye ekono ihtiyacı nedir, bu n Yurttaş TL’ye güvenmiyor, döviz mevduatı misi üzerine çalışan iktisat nnicbysnblçuseıaauiiuutkrkrkringavhbkalü,ülaretdeaaycanatlmrraracicdşıeemrşaaüıeştlçalkkemicöansyty,azyesbıaeigdelivapirazercegciablyleblaeiptieiekkaruktllyisial,,vrreiinyeeröocignkeekspru,eladlBkvnrauiiinynarnidneoauaksilrçnğrioam.tıikkrndtbuiılomebağamirrvlirıuirtıaakdnoıyoymyrörloimrouaazntrnmeraa.çeo.ldmBaaamaBrşetrluyuıdadışcdankamıeneyaıaçehğaoıodakrelvirlıeaeır.tagrşrnyakUraöıydsdreelfrmapoıiasü.svferkalaBika.ünkzeberdyiüıdnlirkooirl?radöorğsbs.ivisriyz1riu9izloinie9kyinnl0öeaçöi’neldaAekrmtnüigsmçadeiümeletvbdlteçğdseçiiiirksonii,ırülltinğ.ymanğlinmkiau2reükeüıln0neişkmbşodk1reaeilaadkbr7aydnndeüuiroaK,aaknbbnrrkdrritiüılelnadapibmytğdmraerüoüıeoieğmrkkdbrGbmiclaaiy.plulabmeemaErbrmomvonakuuiraybdnolniçerogzlatnlue.riraaşnomuİFrrevgsmaızkoafönit.fninarirauf geldi. Faiz oranlarının yüzde 25’e geldiği bir ortamda gelirler aynı oranda artmıyor. Gelir yaratmıyorsanız borçların ödenmesi de zorlaşıyor. Bu noktada bazı borçların ödenmemesi gündeme gelecek. Bu da borç krizi olur. Borç konusunda sorunun ne olduğunu net bilmiyoruz. Lokal ortaya çıktıkça yama yapa yapa çözülmeye çalışılıyor. Ama bütüncül bir yaklaşım yok ortada. Ne sermaye ne de geniş kitleler emekçiler açısından bütüncül bir bakış açısı yok. Türkiye’deki nüfusun yüzde 40’ı yoksunluk ve sosyal dış Ciddi yapısal sorunlar varlanma tehdidi altında. Bunları dert etmeden, ArGe yapalım, pahalı ürün üretelim çok havada kalan şeyler oluyor. n Bunu hayata geçirecek siyasi irade var mı? Bunlar Merkez Bankası’nın birtakım faiz ve kur politikalarıyla ekonomiyi düzlüğe çıkarabileceğini düşünmek kadar ütopik değil. Ya da Hazine’nin açıkladığı birtakım teşvik programlarıyla ekonominin kurtulacağına inanmaktan daha ütopik değil. Bu yönde bir siyasi istek ve arzunun olmadığı çok açık. n Hukukun üstünlüğü yatırımcı için önemli mi? Son yıllarda bu konuda ciddi tahribatlar oldu. Çok önemli. Ama yaşadığımız problemlerin ana nedeni hukukun aşınması değil. Türkiye ekonomisinde ciddi yapısal sorunlar var. Hukukun aşınması, kurumların aşınması belirsizlikleri artırıyor. Evet yatırımcılar belirsizliklerin artmasından hoşlanmazlar. Diyelim ki borçlarını ödeyemeyen bir şirket, mahkemeye gidiyor konkordato ilan ediyor kurtarılıyor batmaktan. Gerekirse borçları yapılandırılıyor vs.. Borçlarını ödeyemeyen bir işçi herhangi bir şey yapamıyor. Varsa evine haciz geliyor, bu da hukukun işlemesi, yani hukukun üstünlüğü var orada, ama hangi hukukun üstünlüğünden bahsediyoruz önemli olan bu. n Piyasaya tekrar güven sağlanması için hangi adımlar atılmalı? Eğer derdimiz sermaye girişleri devam etsin, biz de büyümeye devam edelim ise yapılacak olan çok basittir. Dış sermaye Türkiye’ye kâr etmek için gelir. Onların güvenli biçimde kâr edebilecekleri ortamı hazırlarsınız. Borç verdiklerinde bunun ödeneceğinin garantisinin ol masını isterler. Dolayısıyla sorun dış sermaye girişlerini artırmak olarak mı ortaya konmalı yoksa Türkiye ekonomisinin dış sermayeye olan bağımlılığını nasıl azaltırız gibi mi ortaya konmalı? Diyelim ki dış sermaye girişleri devam etti ve bu korkulu dönemi atlattık, belki mucizevi bir şey olursa bir iki yılı kurtarırız. Peki ama bir sonrakinde ne yapacağız? Çünkü bir sonrakinde daha da artmış bir dış borçla karşı karşıya kalırız. Her yıl dış sermayeye faiz, temettü geliri ve benzeri ödemelerimiz 15 milyar dolar civarında. Madalyonun öteki yüzü AKP’de temsil edilen siyasal İslamın iktidarının yalnızlaşma sürecinin iki düzeyde hızlandığına dikkat çekmiştim. Yenilenen İstanbul seçiminin sonuçları, yalnızlaşma sürecinin artık yalnızca halktan değil, egemen sermayeden de “rıza alma” kapasitesini yitirmenin ötesine geçtiğini gösteriyordu. Şimdi, hem yerli ve uluslararası egemen sermaye iktidara karşı bir tutum alıyor, hem de toplumu sarsmaya başlayan bir karşıt dalga var. Bu, bir karşıthegemonya odağını yaratma, yönetime taşıma potansiyeline sahip bir dalgadır. Çok tehlikeli bir durum Bu iki düzeye bir üçüncü düzeyi eklemek gerekiyor. AKP’de temsil edilen siyasal İslamın yönetici oligarşi içindeki ve lideriyle arasındaki uyumu yitirmiştir. Karşımızda, bir bozgun, panik havası, bu havadan kaynaklanan fevri ve çelişkili refleksler var. Şimdi, ülkede iki açıdan çok tehlikeli durumlar var. Birincisi; bir hegemonya çöktü, iktidar bloku, rejim dağılıyor. Ancak, henüz yeni bir karşıt hegemonya odağı, iktidara aday “tarihsel blok” yok. Böyle kırılma dönemlerinde, Gramsci’den ödünç alırsak, “türlü canavarlar” kolaylıkla boy gösterebilirler. İkincisi, “ya devlet başa ya kuzgun leşe... Acilen bir şeyler yapmazsak galiba daha çok kuzgun leşe” ruh halinde bir siyasi merkez, muhalefetin momentumunu kırmak, karşıt dalgayı söndürmek için kimi maceralara kalkışabilir (ilk anda akla Suriye, Doğu Akdeniz geliyor). Perşembe günü, bu tehlikeli durum içinde, egemen sermayenin seçenekleri üzerinde düşünüyordum. Bu yazıda, madalyonun öbür yüzüne, muhalefetin ve muhalefet içindeki sosyalistlerin, HDP’nin seçenekleri üzerinde düşünmeye çalışacağım. Lider ve muhalefet dalgası İki seçim arasında yükselen, hâlâ yankılanmaya devam eden dalga İmamoğlu’nu lider olarak kabul etmiş görünüyor. Ancak bu dalganın umutları ve beklentileriyle, “liderinin” kimliği ve hesapları arasında tam bir uyum olduğu söylenemez. Hatta, kimi kültürel konularda, özellikle laiklik, sivil toplum, haklar ve özgürlükler alanlarında liderin, kimi ifadeleri, liderin dalganın gerisinde kaldığını düşündürüyor. Ülke, önemli “reformlar” yapılmadan aşılması olanaksız bir ekonomik krizin içindedir. Bu “reformlar” egemen sermayeye kaynak transferine ilişkindir. Ekonomipolitik açıdan en mantıklı olanı, bu kaynakları, sistem dışına çıkarılmış servetleri geri getirerek, israfı önleyerek, devlet kaynaklarından beslenen asalakları tasfiye ederek yaratmaktır. Ancak, bunu başarmak için atılması gereken adımların getireceği riskleri, egemen sermaye almak istemeyecektir. Dolayısıyla, yükü omuzlamak halka düşecektir. Ya halk omuzlamak istemezse... Egemen sermaye, siyasal İslamın kurduğu rejimin araçlarının, söylemlerinin, muhalefeti denetlemek gerektiğinde, getireceği avantajları, en azından bu aşamada yitirmek, “leğenin kirli suyuyla birlikte bebeği de atmak” istemeyecektir. Şimdi, muhalefetin, taleplerinde ısrar etmesi, liderini de bu taleplere sadık kalmaya zorlaması gerekiyor. Bunu başarmak, çeşitli sınıfsal, etnik, örgütsel ve kültürel farklılıkların çokluğu bir muhalefet dalgası için çok zor, ama olanaksız değildir. Bu, çok zor olanı başarmak açısından, laikhalkçı Cumhuriyetçilere, sosyalistlere ve Kürt siyasi hareketine önemli görevler düşüyor. Muhalefetin, laikhalkçı Cumhuriyetçi kanadının, “AKP’nin fabrika ayarları” söylemine, siyasal İslamla uzlaşma girişimlerine, “Cumhuriyet Olayı” üzerine revizyonist Osmanlıcı tarih yorumlarına, Kürt siyasi hareketini muhalefet dışına itmeye, yalnızlaştırmaya yönelik provokasyonlara karşı uyanık olması gerekiyor. Sosyalistlerin ise siyasal İslamın kültür politikalarıyla, krizin yükünü emekçilere yüklemeye yönelik “reform” paketleriyle mücadele etmesi... Bunun için muhalefet içinde, en azından bir eşgüdüm yaratmanın, güçlerini birleştirerek etkilerini artırmanın yollarını bulmaları gerekiyor. Bu süreçte HDP’nin önemi ihmal edilemez. Ancak, HDP’nin, kendisini İmralı ve Kandil etkisinden yalıtmadan muhalefet bloku içinde şovenizme ve ayrımcılığa karşı bir antidot olmaya devam etmesinin, potansiyellerini gerçekleştirmesinin zor olacağı anlaşılıyor. TÜSİAD’dan İtalya Ağı Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİ AD) Küresel İlişkiler ve AB Yuvarlak Masası bünyesin de, İtalya ile ticaret ve yatırım ilişkilerinin güçlendirilmesi amacı ile TÜSİAD İtalya Ağı kurul du. TÜSİAD üyesi Fulvio Villa baş kanlığında kuru Simone Kaslowsk lan İtalya Ağı ilk toplantısını gerçekleştirdi. TÜSİAD Yönetim Kuru lu Başkanı Simone Kaslowski “İtalya, Türkiye’nin hem önemli bir ihracat pazarı hem de ülkemizdeki önemli yatırımcı ülkelerden biri konumunda. İtalya Ağı, İtalya’daki muadil kuruluşumuz Confindustria ile işbirliği içerisinde, ikili ilişkilerimize önemli bir katkı sunacak” dedi. l Ekonomi Servisi Pınar Abay  ING’den sanata destek ING, toplumsal yatırımlarına kültür sanat alanında hayata geçirdiği işbirlikleriyle devam ediyor. ING, 214 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek 10. Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nin ana sponsoru oldu. ING, opera, ba le ve çoksesli müziği toplumun tüm kesimlerine ulaştırmayı amaçlıyor.  ING Türkiye Genel Müdürü Pınar Abay, “ING Grubu olarak tüm dünyada sanatı daha geniş kitlelerle buluşturmaya, sanat aracılığıyla yaratıcılık ve inovasyon kültürünü beslemeye yönelik misyonumuz var” dedi. l Ekonomi Servisi Vergisiz alışverişte Çin önde Turizm Yazarları Derneği’nin aylık olarak hazırladığı TE Bülten’in (Turizm Endüstrisi Bülteni) ilk sayısında yayımlanan araştırmaya göre, Çinli turist Türkiye’de yaptığı vergisiz alışverişte (tax free) açık ara önde. Bu yılın ilk dört ayında, Çinli turistin toplam satışlardaki payı yüzde 14’ten yüzde 20’ye çıktı. Geçen yılın ilk dört ayında ortalama harcaması 3 bin 379 dolar olan Çinli turistin bu yılın aynı dönemindeki harcaması 5 bin 81 dolara ulaştı. l Ekonomi Servisi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle