19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 1320 HAZİRAN 2019 PERŞEMBE “Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde” USTAsergisi 23 İÇİN, Nâzım Hikmet’in bugüne kadar olduğu gibi korunabilmiş yegane mekanı olan Moskova’daki çalışma odasındaki eşyalar artık İstanbul’da. Ağustos’a kadar Yapı Kredi bomontiada USTAYA DAİR...ALT’ta görülebilir. Yapı Kredi 75. Yıl Sergileri’ni, Nâzım Hikmet’in doğumunun 117. yıldönümü için “Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde” sergisi ile sürdürüyor. Sergide, şa irin sağlığında 40’a ya kın dilde yayımlanmış ve dünyanın çeşitli ülkele rinden bir araya getiril miş kitaplar ilk kez sanat ÖZNUR severlerle buluşuyor. OĞRAŞ ÇOLAK Ara Güler’in, şairin Moskova’daki çalışma odasında çekti ği imzalı fotoğraflarla birlikte Nâzım Hikmet’in Moskova’daki evinin 55 yıl dır korunan çalışma odasından getirilen kendi kitapları ve daktilosu da serginin en önemli parçaları arasında yer alıyor. “Belki de 30 yıl öncesine, Sovyetler Birliği’nin başkenti olan Moskova’ya ilk gidiş günlerime dönmeliyim. O yıllar Nâzım Hikmet’in Moskova’daki yaşamını, memleketine hasretini derinden algılayabildiğim yıllardır. Karısı Vera Tulyakova’yla birlikte inşa Sergide Nâzım Hikmet’e dair neler yer alacak? ettiğimiz güvene dayalı yakınlık ise Tulyakova’nın ölümünden sonra arşivini açmakla, manevi anlamda bu arşive ve kültür mirasına sahip çıkmaya çalışmakla sürüyor” bu sözler serginin küratörü Melih Güneş’e ait. Belgesel, elyazmaları... Güneş, “Şehrime Ulaşamadan Bitirirken Yolumu” adlı arşivdeki çalışmalarının sonucunda, bilinmeyen belgeler ve yaşam izlerinden oluşan ilk sergiyi yine Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’la 2008 yılında açmıştı. Bu süreç içinde, M.Güneş: “Şairin adını taşıyacağını umduğum, Rusya’daki devlet arşivinde görüp imrendiğim Nâzım Hikmet Fonu gibi hayalini kurduğum bir Nâzım Hikmet Merkezi ya da müzesinde olabilecek küçük ama önemli parçayı sergiliyoruz. Nâzım Hikmet’in sağlığında yaklaşık 40 dilde yayımlanmış kitaplarını... Pek çoğu neredeyse hiç bilinmeyen, meraklısının bile ilk kez göreceği, şaşıracağı kitaplar. Sergiye gelenler hiç bilinmeyen Türkçe bir kitabı, Küba’da yalnızca 10, Almanya’da 20, Çin’de yalnızca 100 tane basılmış çok özel baskı kitaplarını görecekler. Hatta belki de 1928’de Baku’de basılan “Güneşi İçenlerin Türküsü” kitabının hakikisiyle ilk kez karşılaşacaklar. Çekoslovakya’da basılmış, tüm sayfaları litografi tekniğiyle basılmış bir “Saman Sarısı” kitabı görecekler. Şairin “Otobiyografi” şiirinde dediği “yazılarım otuz kırk dilde basılır / Türkiye’mde, Türkçemle yasak” dizelerinde olduğu gibi hakikaten 40 dilde yayımlanmış 180’den fazla kitapla birlikte olacaklar sergiyi gezenler. O yazıları, şiirleri yazdığı çalışma masasından ödünç alınmış Türkçe klavye daktiloyla karşılaşacaklar. “Ödünç” diyorum, çünkü bu daktilo, Rusça klavye daktilosuyla birlikte Nâzım Hikmet’in çalışma masasının emektarları, o masaya aitler. Elbette sergilenen en önemli eserlerden birisi, Nâzım Hikmet’in sağlığında SSCB’de yayımlanmış “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın, şair tarafından “Bu insanları tanıdığım sıralarda seni tanımamış olmam ömrümün en çaresiz kederidir Verüsa / Kocan Nâzım Hikmet / 1962” yazılarak karısına imzaladığı nüshası... Özellikle eklemek istediğim bir şey var: Bu eserleri, geri götürmemek amacıyla getirdim memlekete. Hepimiz bir olalım ve kültür dünyamızın yüz akı olabilecek bir Nâzım Hikmet Merkezi’ni elbirliğiyle kuralım. Sergiye gidilirse, kitabın 30. sayfasındaki Matisse kitabına dikkat edilmesini rica ederim.” “Nâzım Hikmet’in dağınık geçmek zo runda kalan ömrünün, onunla ilgili pek çok şeyi de dağınık bıraktığını gördüm” diyen Güneş, “Anıları, belgeleri, elyazmaları, notları, kitapları, gücümün yet Stepanova’nın hâlâ bir müze gibi perdesine varana değin hassasiyetle koruduğu odanın ve eserlerin geleceğini artık belirlememiz gerekiyordu. Aldığım mi daki sağlığında basılmış nadir kitapları, İstanbul’a getirmeye karar vermiş. Güneş, “Böylece hem şairin eserleriyle ilgili olarak daha özgür çalışabi “Şairin sağlığında yayımlanmış tüm kitaplarını bir araya getirdiğini söyleyemem” diyor ve ekliyor; “korkarım hiçbir zaman da bunu kimse söyleyeme tiğince öncelikle sağlığında yayımlan marlık ve restorasyon eğitiminin de et lecektim hem de Nâzım Hikmet Kültür yecek. Akla gelmeyen yerlerden, dönemış kitaplarını toparlamak gerektiğini kisiyle olsa gerek öncelikle odanın her Mirası’nın önemli bir parçası bu vesi me ait yepyeni kitaplar gün ışığına çıkı düşündüm. 2013 yılında, yine Yapı Kre şeyiyle saptanıp belgelenmesi gerekdi Kültür Merkezi’nde gerçekleşen ‘Al tiğini düşündüm. Rölövesini 1990 yı leyle memleketine dönmüş olacaktı. Yıl yor. Örneğin, mart ayında bir restoraslar içinde toparlayabildiğim bendeki ki yon projesi için Arnavutluk’a gelmesey nımın Çizgilerindesin Memleketim’ adlı lında çıkardığım odanın içindeki bü taplarla Nâzım Hikmet’in evinden getir dim, 1959 yılında yayımlanmış 32 saysergide bir vitrin içinde, edindiğim bazı tün kitaplar ve objeler 2006 yılındaki diğim kendi kitaplarını bir araya getir falık Hasan Torlak kitabından hiç mi kitapları sergiledik. Araştırmalarım sırasında bu kitaplar içinde de gördüğüm, ancak Türkiye’deki külliyatında henüz yer almayan eserlerin varlığı düşüncemi doğruluyordu” diyor. çalışmamdan daha geniş çaplı olarak tek tek incelendi, ölçüldü, belgelendi. Anna’nın kızı ve damadının da büyük bir kültür bilinciyle emeklerini, heyecanlarını bu büyük çalışmaya kattığını diğimde konusunda tek, önemli bir kitaplık oluştu. Konuyu Nâzım Hikmet’le ilgili değerli çalışmaları olduğuna inandığım Nilüfer Belediyesi ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ile paylaştım. hiç haberim olmayacaktı belki de. Üstelik hem çok güzel bir kitap, hem Nâzım Hikmet’in eserleri içinde üzerinde pek durulmayan ama çok önemli anlatımlar içeren bir hikâyedir Hasan Torlak...” Nâzım Hikmet’in bugüne kadar olduğu gibi korunabilmiş yegâne mekanı olan Moskova’daki çalışma odasını Türkiye’ye getirebilmek Güneş’in belirtmeliyim” diyor. Evdeki arşiv... Güneş aynı yılın haziran ayında, İlk sergi, şairin doğum yıldönümünde, bu yılın ocak ayında Nilüfer Nâzım Hikmet Kültürevi’nde açıldı” diyor. Projenin esas belkemiğini oluştu Her serginin bir amacı olduğu gibi bu serginin de, bir hedefi ve misyonu oluduğunu belirten Güneş, usta şairin Nâzım Hikmet Kültür Mirası için bir belge oluş hep ana hedefi olmuş. Ancak görüştü Nâzım Hikmet’in ölüm yıldönümünde ransa, önsözünü Prof. Dr. Svetlana turmak ve eserlerine dikkat çekmek isti ğü kurumlardan destek alamayınca, tekrar Moskova’dayken Rusya Devlet Uturgauri’nin yazdığı, tasarımını Aykut yor. Güneş, “Umut ediyorum ki bu sergi geçen yılın martında tamamen kendi Edebiyat ve Sanat Arşivi’ndeki çalış Genç’in yaptığı 680 sayfalık henüz ba deki en sıradan kitap ya da obje bile şai olanaklarıyla Moskova’ya gitmiş. Bu malarının yanı sıra evdeki arşivde de sılmayan, oldukça önemli bir kitap ol rin ulusumuzun bir Kültür Mirası olduğu süreçte şairin ölümünden 55 yıl, Ve çalışmalar yapmış. muş. Sergi ve kitap adını, şairin “Açıyo nu bir nebze daha hissettirir ve kurumsal ra Tulyakova’nın ölümünden ise 17 Güneş, elyazması ve müsveddele rum / birer birer / kitaplarını. / Satırla desteklerle halkımız, ülkemiz gıpta edilen yıl geçmiş. rin dışında en önemli değerlerden bi rın / üzerinde / ellerinin izi var.” dize bir Nâzım Hikmet Merkezi’ne daha fazla Güneş, “Tulyakova’nın kızı Anna risi olan, Nâzım Hikmet’in kitaplığın lerinin olduğu şiirinden alıyor. Güneş, gecikmeksizin kavuşur” diyor. MARILYN MONROE HEYKELİ ÇALINDI ‘Merhaba Güzel Vatanım’ Nâzım Hikmet ve Ahmet Ümit filmde buluşuyor... Hollywood’un ikonik isimlerinden Marilyn Monroe’nun Hollywood Walk of Fame’de bulunan gümüş Four Ladies of Hollywood kamelyasının en tepesindeki heykeli çalındı. Dün yaşanan olaydan sonra heykelin çalınma anını gören görgü tanıkları, çalan kişinin hırsızı demir testeresiyle gördüklerini aktardılar. Soruşturmayı sürdüren Los Angeles polisi, henüz hırsızın kimliğini tespit edemedi. l Kültür Servisi Ayça Han Usta şair Nâzım Hikmet’in ve yazar Ahmet Ümit’in Moskova’ya düşen yollarını ve Nâzım’ın Ahmet Ümit üzerinde bıraktığı etkiyi ele alan docudrama (yarı belgesel film) “Merhaba Güzel Vatanım”ın çekimleri İstanbul’da devam ediyor. Yönetmenliğini Cengiz Özkarabekir’in üstlendiği filmde, Nâzım Hikmet’i Yetkin Dikinciler, Ahmet Ümit’i Serkan Altıntaş, oğlu Mehmet’in annesi Münevver’i Pelin Batu, Piraye’yi Berna Laçin ve Nâzım’ın etkilendiği ve saygı duyduğu Rus şair Mayakowski’yi ise Levent Üzümcü canlandıracak. Filmin, Kazım 2019’da izleyiciyle buluşması planlanıyor. ‘Benim ustam Nâzım’ Nâzım’la yaşamlarının kesişen noktalarından yola çıkarak bir şeyler çekmek istediğini söyleyen Ahmet Ümit, Moskova’dan örnekle şunları anlatıyor: “Belli bir dönem bu ülkede, ülkenin komünistleri... Türkiye Komünist Partisi ama, tabii ki eski Komünist Partisi, yani Nâzım’ın ve benim üyesi olduğumuz... Kendi militanlarını Moskova’ya yolladılar Marksizm, Leninizm eğitimi için ve bunlardan bir kısmı, ki özellikle Nâzım ve ben orada sanatçı olduk. Nâzım burada şiir yazmaya başlamıştı, ben de burada öykü yazmaya başlamıştım. Dünyayı kavramaya başladık, sosya Senaristliğini Ahmet Ümit’in üstlendiği, yönetmen koltuğunda ise Cengiz Özkarabekir’in oturduğu “Merhaba Güzel Vatanım” isimli docudramanın çekimleri, İstanbul’da sürüyor. lizmi yerinde gördük. Dedik ki kendi kendimize ‘Sanat çok kıymetli ve bizim asıl alanımız bu. Sanatla geniş kitlelere, bütün insanlığa dokunmak daha öenmli” “Nâzım benim çocukluğumdan, okumaya ilk başladığım zamanlardan beri ustam” diyen Ümit, aralarındaki ilişkiyi de bir usta çırak ilişkisi olarak tanımlıyor. 30 40 yıl arayla, aynı yollardan geçmiş iki insan... Filmde Nâzım’ın ve Ahmet Ümit’in hayatlarını, kronolojik bir sırayla değil kesiştikleri, benzeştikleri noktalardan izleyeceğiz. Çatışmalar, kavgalar, Nâzım’ın hayatı, hapishane hayatı, illegal koşullar, 12 Eylül’de darbeye karşı direnmek, Moskova’ya sahte pasaportla geçmek... Dokümanter bölümü biten “Merhaba Güzel Vatanım”ın çekimleri, Beykoz ve Silivri’de devam ediyor. ‘Hemdert olacağız’ Daha önce, 2007 yılında yönetmenliğini Biket İlhan’ın yaptığı “Mavi Gözlü Dev” filminde Nâzım’ı canlandıran Yetkin Dikinciler, şu sıralar “Yarın’a Davet... Nâzım Hikmet” müzikli sahne gösterisinde yer alıyor. Dikinciler “Merhaba Güzel Vatanım”da da, karşımıza Nâzım olarak çıkacak. “Bir oyuncu olarak Nâzım’la ilgili teklifler geldiğinde biraz imtina ediyorum ama bir yandan da içim gidiyor ‘Eyvah, Nâzım’la ilgili çok değerli bir şey var...’” diyen Dikinciler, Nâzım Hikmet’i anmak için gittiği Moskova’da, mezarının başında söylediği şu cümleleri anımsıyor: “Bebeğin anne sütüne ihtiyaç duyduğu gibi ihtiyaç duyuyoruz Nâzım’a ve onun Türkçenin şairi oluşuna.” İnsanlık deyip, insanı unuttuğumuz bir dönemden geçtiğimizi belirten oyuncu, şunları söylüyor: “Nâzım yine hatırlatıyor... Kendi şiirinde de dediği gibi ‘Dert çok, hemdert yok’ diyor, hemdert arıyor... Bu sefer de Ahmet metin yazdı, Cengiz Özkarabekir çekecek, bizler de elbirliğiyle oynayıp hemdert olmaya çalışacağız. Önce Nâzım’a, sonra kendimize... Çünkü birine uzattığınız yardım eli aslında kendinize uzanan eldir. Ne mutlu ki yine edebiyata dair, yine kendi topraklarımızın çıkardığı insanımıza dair bir şeyler yapıyoruz... Ben Nâzım’ın peşinde bir adamım. Benim için her vesile Nâzım’ı biraz daha anlama yolculuğu, biraz daha ona yaklaşma yolculuğu, çünkü bunu hak eden bir yaşam öyküsü var. Biraz daha pay alabilmek biraz daha ilham alabilmek için her yorgunluğa değer...” Kleptokrasi * Çeşit çeşit ülke yönetimi var: Demokrasi, monarşi, oligarşi, vs... Bu terminolojiye bir yenisi eklenmiş: “kleptokrasi...”  Bizim ülkemizdeki bunlardan hiçbiri değil. Bizimki, daha önce açıklandığı ve bildiğiniz gibi “ileri demokrasi...” Bizim ülkemizdeki yönetim biçimiyle yakından uzaktan hiçbir ilgisi olmayan şu “kleptokrasi”yi biraz açmak istiyorum: Hastalık olarak  Malum, “kleptomani” sözcüğü hırsızlığı anlatan bir tür hastalıktır. Ruh doktorları, kleptomaniyi “çalma dürtüsünün denetlenememesi” olarak açıklar.  Kleptomanlar, daha çok gereksinme duyulmayan nesneleri çalmaya yöneliktir. O nedenle özellikle geri kalmış toplumlarda zengin çalarsa “kleptomani”, yoksul çalarsa “hırsızlık” denir...  Kleptomani, tedavisi olan bir hastalıktır. Ölümcül değildir. Hasta tedavi olduktan sonra normal yaşama dönebilir. Tedaviyi kabul etmezse eğer hasta, yaşamının sonuna dek çalmaya devam eder, çocuklarını da, yakın çevresini de çalmaya teşvik eder... Yönetim biçimi olarak  Gelelim yönetim biçimi olarak “kleptokrasi”ye...  Kleptokrasi, halkın kendi hırsızını kendi oylarıyla seçmesidir. Bu yönetim biçimi üzerine biraz araştırma yaptım. İşte bulduklarım: Vikipedi, Özgür Ansiklopedi’ye göre: “Kleptokrasi, bir ülkede iktidarı ele geçiren bir ailenin ya da siyasal grubun, o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyması demektir ve kısaca hırsızlar rejimi anlamına gelir. Demokrasinin bütün kurumlarıyla yerleşmediği ülkelerde görülen bu durum, o ülkelerin gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biri olmaktadır.”  Bu tür bir yönetimin sonuçları ise uzmanlara göre şöyle belirleniyor: “Hırsızlar rejiminin egemen olduğu bir ülkede, yerli sanayi ve tarımsal üretim zayıflar ve iç pazar büyük sermaye gruplarına açılır. Siyasal alanda da insan haklarını çiğneyen, baskıcı bir yönetim kendini gösterir (düşük ücretler, rüşvetsiz iş yapmayan bir bürokrasi vb). Etnik milliyetçiliği, ırkçılığı ya da dini kullanarak geniş kitleleri yönlendirmeleri, bu tür yönetimlerin en karakteristik özellikleri arasındadır.”  Dünyadan örnekler Bizim ülkemizde asla olmayacak bu yönetim biçimine yazık ki dünyada sık rastlanmış ve rastlanıyor. Yolsuzluk karşıtı çalışmalar yapan Sivil Toplum Kuruluşu Tranparency International (Uluslararası Saydamlık Örgütü) 2004 raporunda, kimi başkanları ve “götürdükleri” miktarı şu örneklerle vermiş: Eski Endenozya Devlet Başkanı Suharto (15 milyar ile 35 milyar dolar arası).  Eski Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos (5 milyar10 milyar dolar arası). Eski Zaire (bugünkü Kongo) Devlet Başkanı Mobutu Sese Seko (5 milyar dolar). Eski Nijerya Devlet Başkanı Sani Abacha (2 milyar5 milyar dolar). Eski Yugoslavya ve Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloševic (1 milyar dolar). Eski Haiti Devlet Başkanı JeanClaude Duvalier (300 milyon800 milyon dolar).  Eski Peru Devlet Başkanı Alberto Fujimori (600 milyon dolar).  Eski Ukrayna Başbakanı Pavlo Lazarenko (114 milyon200 milyon dolar). Eski Nikaragua Devlet Başkanı Arnoldo Alemán (100 milyon dolar). Eski Filipinler Devlet Başkanı Joseph Estrada (78 milyon80 milyon dolar).  Ve hepsinin sonları malum...   E ne oldu yani?! Değdi mi!!! NOTGünümüzle hiç ama hiç ilgisi olmayan bu yazım, 6 Mart 2014 tarihli Cumhuriyet’te yayımlanmış... Bir okur anımsattı, yeniden yayımlamamı istedi. Ben de kıramadım... Seçim günü buluşmak üzere... Her şey çok güzel olacak. İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ’NDE BUGÜN 47. İstanbul Müzik Festivali’nde bugün Aya İrini Müzesi Ön Avlusu’nda üç etkinlik yapılıyor. İlk etkinlikte, çocuk kitabı “Fanfar: Müzikli Bir İstanbul Masalı” minik okurları saat 16.00’da klasik müzikle buluşturuyor. Ardından ‘Konsere Doğru’ konuşmalarında ‘Müziğe İlham Veren Metinler’ saat 19.00’da, Moskova Solistleri & Yuri Bashmet konseri ise 20.00’de yapılacak. Ayrıca konser öncesinde Yuri Bashmet’e Yaşam Boyu Başarı Ödülü sunulacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle