19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HABER EDİTÖR: ECE KURTULUŞ 913 HAZİRAN 2019 PERŞEMBE AKP’li belediyeden Ensar başkanına kıyak LEYLA KILIÇ Geçmiş dönemde AKP’li Sultanbeyli Belediyesi’nde başkan yardımcılığı ve özel kalem müdürlüğü görevini üstlenen Ensar Vakfı Sultanbeyli Şube Başkanı Nizamettin Arslan’ın, belediye personelini ve araçlarını Kocaeli’nde bulunan 11 dönümlük arazi içerisinde yaptırdığı, arsasında kullandığı öğrenildi. Ensar Vakfı Sultanbeyli Şube Başkanı Nizamettin Arslan, geçmiş dönemde AKP’li Sultanbeyli Belediyesi’nde Başkan Yardımcılığı ve Özel Kalem Müdürlüğü yaptı. Şu an belediye ile bir ilişiği kalmayan Arslan’ın, Kocaeli’nin Körfez ilçesinde bulunan Şemsettin köyünde yaklaşık 11 dönümlük bir arsada şahsi villa yaptırdığı bildirildi. Yapımı devam villada belediyede elektrik ve su tesisatçısı olarak görev yapan personellerin kullanıldığı öğrenilirken, aynı zamanda belediyenin kiraladığı, kullanımı belediyeye ait olan 34 ANF 442 plakalı kamyonet ve 34 NP 9708 plakalı araç mayıs ayı içerisinde farklı günlerde Arslan’ın villası önünde görüldü. Belediyenin araçlarında araç takip sistemi mevcut. Akyazı’da da yandaş vakfa yer tahsisi Sakarya’ya bağlı Akyazı Belediyesi’nin 85 milyon borcu varken AKP’li Belediye Başkanı Bilal Soykan, Karaman’da çocuk istismarı ile gündeme gelen Ensar Vakfı’na yer tahsis ediyor. Odatv’nin haberine göre Akyazı ilçesine bağlı Ömercikler Mahallesi’nde bulunan mülkiyeti Akyazı Belediyesi’ne ait olan Eski Kütüphane’nin Ensar Vakfı’na verilmesi teklifi Belediye Meclisi’nin gündemine geldi. Akyazı Belediyesinin önceki gün gerçekleşen meclis toplantısında 8 No’lu gündem maddesinde yer alan bilgi yazısında, “Ömercikler Mahallesi 16 ada, 12 parsel üzerindeki belediyemize ait eski kütüphane olarak kul lanılan yerin 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 18/e maddesi gereğince Ensar Vakfı’na tahsisi teklifi Hukuk Komisyonu’na havalesi oybirliğiyle kabul edilmiştir” ifadelerine yer verildi. 85 milyonluk borç Akyazı Belediyesini 31 Mart’ta AKP’li selefi Hasan Akcan’dan devralan Bilal Soykan, meclis toplantısında 85 milyonluk borç olduğunu açıkladı. Soykan, “Borçların yanı sıra işçi çıkartacağımızı seçim çalışmalarında da söylemiştik. Şu ana kadar toplam da 21 arkadaşımızla yollarımızı ayırdık” dedi. Soykan, işçi çıkarmalarının devam edeceğini de kaydetti. l Haber Merkezi ‘O ruhla yeniden...’Genelİş Genel Başkanı Çalışkan, 1516 Haziran İşçi Direnişi’ni Cumhuriyet’e anlattı HRANT DİNK DAVASI: Muammer Güler de bilmiyormuş SEYHAN AVŞAR Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayetine ilişkin kamu görevlilerinin yargılandığı davaya devam edildi. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler duruşma salonunda dinlendi. Güler, Dink cinayetine ilişkin Trabzon Emniyeti’ne çok sayıda bilgilendirme yazısı geldiğini belirterek, İstanbul Emniyeti’ne sadece bir bilgilendirme yazısı geldiğini, bu yazıdan ise haberi olmadığını iddia etti. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya, tutuksuz sanıklar dönemin Trabzon İl Jandarma Komutanı Ali Öz, dönemin İstanbul Emniyet İstihbarat Şubesi Müdürü Ahmet İlhan Güler, dönemin Trabzon Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlisi Gazi Günay ile taraf avukatları katıldı. Tutuklu sanık eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek cezaevinden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile duruşmada hazır bulundu. Duruşmada tanık sıfatıyla dinlenen Güler, “7 Şubat 2003 ile 1 Haziran 2010 arasında İstanbul valisi olarak görev yaptım. Daha önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu’na, diğer komisyonlara bilgi verdim” dedi. Hrant Dink’in Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen ile ilgili yaptığı haberin ardından 24 Şubat 2004’te İstanbul Valiliği’ne çağrılmasına ilişkin konuşan Muammer Güler, bu görüşmenin Dink cinayetinden 3 yıl önce gerçekleştiğini belirtti. Güler, “Sabiha Gökçen yazısı üzerine infial oluştu. Basının ve değişik kurumların bu konuya ilişkin açıklamaları oldu. O görüşme cinayetten 2 yıl 10 ay 25 gün önce yapıldı. Ancak Hrant Dink, öldürülmeden bir hafta önce bunu gazetesinde yazdı. Bu yazının ardından sanki Hrant Dink öldürülmeden bir hafta önce valiliğe çağrılmış gibi kamuoyunda yanlış bir kanaat oluştu” dedi. ‘Hatırlamıyorum’ Görüşmenin Hrant Dink’ten bilgi almak ve kamuoyunun hassasiyetinin aktarılması için yapıldığını öne süren Güler, “Görüşmeyi yapan kişi valilikteki azınlıklardan sorumlu vali yardımcısı Ergun Güngör’dür. Bu görüşmede Dink’e yönelik herhangi bir baskı ve tehdit durumu söz konusu değildir. Aradan geçen zaman zarfında da Dink’in kendisinin bu görüşmeye dair bir beyanı olmamıştır. Cinayetin bizim yaptığımız görüşme ile bir illiyet bağı yoktur. Vali Yardımcısı Ergun Güngör, bana böyle bir görüşme talebi olduğunu ilettiğini hatırlıyorum. Başka detay hatırlamıyorum” diye konuştu. ‘Şahsıma bilgi verilmedi’ Hrant Dink’e ilişkin Trabzon Emniyet Müdürlüğü’nün 11 ay boyunca teknik takip yapıldığını belirten Güler, “Dinlemelerin yapıldığını biliyoruz. Benim bu yazıdan cinayet sonrasında bilgim oldu. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne 20’ye yakın yazı yazılmış ve bunlardan sadece bir tanesi İstanbul’a gelmiş. İstihbarat şube müdürü ve il emniyet müdürünün bilgisi olmamış. Şahsıma da bilgi verilmedi. Çok önemli olan konularda il valisine bilgi verilir” dedi. Dink ailesinin avukatı Hakan Bakırcıoğlu’nun, “Orhan Pamuk’un hedef olabileceği üzerine koruma kararı oluşturmuşsunuz. Dink ile ilgili koruma kararı gündemde miydi” sorusuna ise Güler, “Koruma ile ilgili emniyet birimlerinden bir teklif gelmedi. Trabzon’da Hrant Dink ile ilgili yürütülen soruşturmada da böyle bir talep yok. Kendisinden de gelmedi. Teklif ve bilgi gelseydi elbette gereği yapılırdı” şeklinde yanıt verdi. SENA YAŞAR DİSK’e bağlı Genelİş Sendikası Başkanı Remzi Çalışkan, 1516 Haziran 1970’te yaşanan Büyük İşçi Direnişi’nin emeğe saldırı sonucu yaşandığını belirterek “İşçilerin kıdem tazminatı hakkı elinden alınırsa bu ülkedeki işçiler, 1516 Haziran’da yaptıkları gibi, buna sessiz kalmayacak, emeklerine sahip çıkacaktır” dedi. Türkiye’deki en büyük işçi direnişlerinden biri olan direnişin, işçilerin “emeğine saldırı sonucu” yaşandığının altını çizen Çalışkan, bu saldırının sermayenin güdümündeki hükümetler var olduğu sürece var olacağına dikkat çekti. İşçilerin kıdem tazminatının fona devredilmesinin de Türkiye’ye yeni bir “1516 Haziran Direnişi” yaşatabileceğini belirten Çalışkan, İşçi Direnişi’ne ve günümüzdeki yansımalarına ilişkin sorularımıza şu yanıtları verdi: n 1516 Haziran İşçi Direnişi’nin ortaya çıkış sebebi neydi? İşçiler hangi güce direndi? Türkiye işçi sınıfı tarihinde en önemli direnişlerden biridir. 1516 Haziran İşçi Direnişi, 49 yıl önce hükümet eliyle yaratılmaya çalışılan “teslimiyetçi, uzlaşmacı sendika anlayışına” bir isyandır. 1970 yılında, 274 sayılı Sendika Yasası ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası’nda değişiklik yapılması için AP’li ve CHP’li vekillerce taslak hazırlandı ve Meclis’e sunuldu. Komisyondan gizlice geçirilen tasarı için hiç kimsenin görüşü alınmadı. Meclis’te yapılan görüşmelerde 230 oyla yasa kabul edildi. Değişikliği, “güçlü sendikacılık yaratmak” iddiasıyla yapmak isteseler de asıl amaç, sendikal örgütlenmenin ve grev hakkının kısıtlanması ve DİSK’in önünü kesmekti. n Neden DİSK’in önü kesilmek istendi? O dönemlerde DİSK yeni kurulmuştu. DİSK kurulduktan sonra; direnişçi, gerçekten işçi için mücadele veren, halka yönelen saldırılara direniş gösteren, örgütlü gücüyle işçileri ayağa kaldıran bir sendika haline gelmişti. DİSK’in direnişçi ruhu hem hükümette hem sermayede bir endişeye sebep olmuştu. Değişiklik ile, “İşçi federasyonlarının faaliyet gös Genelİş Sendikası Genel Başkanı Remzi Çalışkan, muhabirimiz Sena Yaşar’ın sorularını yanıtladı. terebilmesi için o işkolundaki toplam işçi sayısının üçte birini üye kaydetmiş olması gerekecekti.” Eğer sayı bundan az ise sendikanın toplu sözleşme yapma hakkı elinden alınacaktı. Toplusözleşme hakkının elinden alınması demek tabii ki grev hakkının da elinden alınması, sendikal örgütlüğün de önünün kapatılması demekti. Bu maddelerin hepsi DİSK’te örgütlenen işçilerin mücadeleci anlayışını ve inisiyatifini kırmak ve sendikal harekette Türkİş diktası getirmek içindi. Direniş, DİSK’in tasfiye edilmesini, inisiyatifsiz bırakılmasını amaçlayan girişime karşı bir isyandı. n Farklı sendikalı olan işçiler bir araya mı geldi direnişte? Sadece DİSK üyeleri değil, DİSK’i umut olarak gören Türkİş’e bağlı bazı sendikaların üyeleri de fabrikalardan çıktılar ve akın akın meydanları dolmaya başladılar. Sadece İstanbul değil, İzmit, Ankara gibi metropollerde de alanlara doldular. Tabii ki barikatlar kuruldu. İstanbul’da 3 koldan yürüyüş başlatıldı. İşçiler barikatlarla durdurulamadı ve ne yazık ki ateş açıldı, 3 kişi hayatını kaybetti. Maalesef direnişe kan bulaştı. Yasa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. 1516 Haziran direnişinin bugünkü demokrasi mücadelesinde de bizlere ışık olacak önemli öğretileri var. n Bugün, Türkiye’de ne olursa böyle bir direniş yeniden yaşanır? Bugün işçinin kıdem tazminatı hakkına saldırı var. Yok etmeye çalıştıkları kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir. As la sermayeye peşkeş çektirmeyeceğiz. İşçilerin kıdem tazminatı hakkı elinden alınırsa işçiler, 1516 Haziran’da yaptıkları gibi, buna sessiz kalmayacaklardır. Bugünün Türkiyesi’nde 49 yıl önceki direniş gerekçesini aratmayan durumlar fazlasıyla var. n Neler o gerekçeler? Bugünün tek adam iktidarı emeğe, işçiye, işçilerin çocuklarının geleceğine zararlı uygulamalarla geleceğimizi yok atmak amacı içerisinde. Kıdem tazminatının yanı sıra, vergi üzerindeki adaletsizlik de bunlardan biri. Öte yandan, İşsizlik Fonu sermayeye peşkeş çekiliyor. Önemli bir kısmı sermayeye, kamu bankalarına kaynak olarak aktarılıyor, bir kısmı faiz altında nemalandırılıyor. 5 milyon sınırına dayanan işsizlerin, yalnızca 650 bini İşsizlik Fonu’ndan faydalanabiliyor. İşte bu da işçinin emeğine bir saldırı. Saldırılar emekçilerin hepsine ayrımsız yapılıyor. Bizim de farklılıklarımızı gözetmeden bir arada mücadele yürütmemiz gerekiyor. Alın terimize bir saldırı var ve bu saldırıyı yapan sermayenin güdümündeki hükümetler. 15 Haziran’da Kartal’da DİSK, 1516 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin 49. yıldönümünde, başta kıdem tazminatı olmak üzere işçilerin haklarına yönelen saldırılara karşı da bir miting düzenleyecek. Genel Başkan Çalışkan, Kartal’da 17.00’de başlayacak miting için herkesi “emeğe sahip çıkmaya” çağırdı. l ANKARA MEB, öğretmenleri yaz eğitim kampında ‘harem selamlık’ ayırdı ÇAĞDIŞI UYGULAMA OZAN ÇEPNİ Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) eğitimin dinselleştirilmesi yolunda attığı adımlara bir yenisi daha eklendi. Okullardaki alanlar ve öğrencilere dönük uygulamaların ardından bakanlık, öğretmenleri de kadın ve erkek olarak ayırdı. Anayasa ve Milli Eğitim Temel Kanunu’nundaki laiklik ilkesini hiçe sayan çalışmaları ile dikkat çeken Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, öğretmenler için yaz eğitimi “haremselamlık” olarak planladı. Bakanlığın “2019 Öğretmen Yaz Eğitim Etkinlikleri” programına Cumhuriyet ulaştı. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün etkinliklerin hedef kitlesini imam hatip liselerinde ve ortaokullarında görev yapan meslek dersleri öğretmenleri, MEB Temel Eğitim ve Ortaöğretim Genel Müdürlükleri’ne bağlı okullarda görev yapan din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri oluşturdu. MEB’in yaz planlamasında öğretmenler için 28 eğitim planı yer aldı. Bunun 14’ünü kadın öğretmenler, 14’ünü de erkek öğretmenler için düzenlenecek etkinlikler oluşturdu. Temmuz ve ağustos aylarında ikişer haftalık olarak belirlenen planlamada İzmir, İstanbul, Antalya ve Çanakkale’deki imam hatip liseleri yer aldı. MEB’in öğretmenler için hazırladığı prog Eğitim Sen: Bakanlık suç işliyor Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan şunları kaydetti: “Hamasi söylemler üzerinden eğitimde değişim algısı yaratmaya çalışan MEB, 21. yüzyılda öğrencilerimizi, öğretmenleri cinsiyetlerine göre ayrıştıran gerici uygulamalara imza atmaktan bir an bile imtina etmemektedir. 24 Haziran seçimleri sonrası MEB ortaöğretim kurumlarında yapılan yönetmelik değişikliği ile bilimsel eğitimin olmazsa olmazı olan karma eğitimi hukuken kaldırarak, eğitim hakkı, çocuk hakkı ihlali gerçekleştirmiş, en temel insan hakkını yok sayarak suç işlemiştir. Eğitimlerle öğretmenleri de ayıran MEB’i bu suçu işlemeye devam etmektedir.” ramda ilginç başlıklar da yer aldı. Kadın ve erkek öğretmenler için aynı başlıklarda farklı şehirlerde düzenlenecek etkinlere alan derslerinin dışında konular da eklendi. Planlamada, “Tasavvuf ve İrfan Okumaları”, “Hadis Okumaları”, “Fıkıh Okumaları”, “Tefsir Okumaları”, “Maarif Okumaları”, “Hafızlık Pekiştirme”, “Arapça Dil Etkinlikleri” başlıklarının yanı sıra “Yöneticilik Sanatı”, “Felsefe ve Hikmet”, “Sanat ve Kültür”, “Gönül Coğrafyası Okumaları”, “Bilim ve Medeniyet Tarihi”, “Fikir ve Hareket Öncüleri” konuları yer aldı. MEB planlamasında en dikkat çeken başlık ise “15 Temmuz Okumaları” oldu. Bakanlık etkinlikleri öğretmenlere, “Yaz Eğitim Etkinlikleri öğretmen ve öğrencilerimize nezih bir ortamda çeşitli sosyal, kültü rel ve sportif etkinlikler eşliğinde mesleki ve akademik becerilerini geliştirme imkânı sunuyor. 23 kişilik suit odalarda konaklama, yöresel tatlar, sosyal ve kültürel aktiviteler, tarihi ve kültürel mekânları ziyaret ve geziler, çeşitli sportif ve eğlenceli etkinlikler” diyerek duyurdu. Katılımın gönüllü olduğunu belirten MEB, öğretmenlere yolluk, yevmiye ve konaklama ücreti ödenmeyeceğini belirtse de etkinlik süresince sadece yeme, içme ve konaklamaları etkinlik merkezi okul tarafından sağlanacağı vurgulandı. Bakanlığın bir diğer şartı ise “Etkinliklere katılım bireysel olup eş ve çocuklarla birlikte katılmak mümkün değildir” oldu. Katılımcı öğretmenlerin programa ve kurallara uymak zorunluluğu olduğunun da altı çizildi. ABD: Ambargo koyarım! AKP: Olur, ambara koyalım! Hafta başında televizyonlarda, “Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’ndan sert açıklama” diye başlayan altyazı geçince, “Hah işte” dedik, Bakan cevap veriyor! İkinci başlığı görünce anladık ki; cevap, ABD Savunma Bakan Vekili Shanahan’ın mektubuna değil, İzlanda’ya! 6 Haziran tarihli mektuba henüz resmi bir açıklama yok. Kıyısından köşesinden, “Aslında müttefikimiz şunu demek istemiş” gibi çeviriler var. Anlaşılan, AKP katlarında farklı bir dil kullanılıyor. ABD diyor ki: “Seni tehdit ediyorum...” AKP çeviriyor ki: “ABD, sorunları teşhis ediyor...” ABD diyor ki: “Dediğimi yapmazsan ekonomin çöker, çok kırılgan...” AKP çeviriyor ki: “Müttefikimiz ekonomimize kıyamayacağını söylüyor...” ABD diyor ki: “Ambargo koyarım...” AKP çeviriyor ki: “Haklısın, ambara koyalım...” İngilizceden Türkçeye bu kadar güzel çeviri olur! AKP iyi çeviriyor vesselam... HHH Konunun kara mizah tarafı bir yana; AKP, Amerikan Savurma Bakanlığı, affedersiniz Savunma Bakanlığı tarafından gönderilen, Trump yönetiminin üslubuyla kaleme alınan mektuba nasıl bir karşılık verecek? Yukarıdaki “çeviri” ölçeğinde bir mektup bekliyoruz. Bu mektuptan önce perde gerisinde görüşmelerin olmaması mümkün değil. Şöyle bir öneri götürülürse şaşırmayız: “Bu S400’leri sota bir yere koyalım... Ne istiyorsanız onu yapalım. Şu aşamada alımı zaten ileri bir tarihe erteledik... Ancak kamuoyu önünde size kafa tutmuş, verdiği karardan dönmemiş gibi cümleler kuralım...” Gidiş bu yönde görünüyor... Daha geniş ölçekte bakıldığında dış politika ve savunma alanında da tıpkı ekonomide, eğitimde, sağlıkla, kısacası tüm iç konularda olduğu gibi denemeyanılma yöntemiyle hareket ediliyor. İç konularda yaptığınız hatalar, deyim yerindeyse içte kalır. Ancak dış politika öyle değildir, er geç önüne konur. Maddimanevi bedeli de ağır olur... 100 adet almayı planladığımız F35 uçaklarının henüz ilk 4’ü hazır, onu da vermeyiz, diyorlar. Maliyet konusunda net açıklama olmasa da ödediğimiz para 2 milyar doların üzerinde... S400’ler için de Rusya’ya yapılan ödeme de 2 milyar doların üzerinde... Birini ötekiliyle çarpıp milyar dolarları heba etmenin hiç sorumluluğu olmayacak mı? HHH Türkiye’nin kendisini dünyaya kabul ettirmesi için salt Kurtuluş Savaşı yetmemiştir. Uluslararası alanda yer alması için kolay olmayan bir süreç geçmiştir. 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra başta ABD, İngiltere, Fransa olmak üzere batı yıllarca Ankara’ya büyükelçilik açmadı.  Emperyalist ülkeler şöyle düşündü: “Mustafa Kemal, cephede kazandı, ama devlet kurmak için bu yetmez. Uluslararası meşruiyeti sağlayamaz. Kurduğu devlet birkaç yılda çöker.” Bu düşünceyle Ankara’ya taşınmadılar. Ancak 6 yıl sonra 1929’dan itibaren, Türkiye’nin uluslararası saygınlığının arttığını kabul ederek başkente geldiler. Sözün özü, tam bağımsızlığını emperyalizme her alanda meydan okuyarak elde etmiş Türkiye’yi temsil edenler, bunun bilinciyle hareket etmelidir. ANMA MEHMET BÖLÜK Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz sözümüz söz, onun istediği gibi #Her şey çok güzel olacak Anma töreni 13 Haziran 2019 perşembe günü saat 17.00’de büyükada’da gerçekleşecektir. CELAL ULAŞ, HAŞİM GÜL, MUSTAFA ÇELİK, ULUÇ YURTDURU, ENGİN ÇELİK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle