22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 13 MAYIS 2019 PAZARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler YSK’nin İstanbul kararı seçme ve seçilme hakkını ihlal ediyor mu? Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasamızın 67. maddesinde düzenlenen seçme ve seçilme hakkı, bağımsız ve tarafsız yargı organlarının yönetimi ve denetimi altında serbest, eşit, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yapılan seçimlerde oy kullanma ve aday olabilme haklarını ifade eder. Anayasa’nın değişmez hükümleri arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir hukuk devleti olduğu yazmaktadır. Demokratik devletlerde seçimler özgür ve adil yapılır, bağımsız ve tarafsız yargı da bunun güvencesidir. Yargının güvence rolünün iki ayağı mevcuttur. Birincisi tarafsızlık ve bağımsızlık, ikincisi ise uygulanan hukukun öngörülebilir ve erişilebilir olması yani belirlilik ilkesine uygun olmasıdır. Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik içtihatlarına göre, “hukuk güvenliği ilkesi; normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar” (E.2017/143, K.2018/40, KT. 2.5.2018). Bu çerçevede iki açıdan Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) kararının değerlendirmesi gerekmektedir. 4 kriter YSK tarafsız ve bağımsız yargı güvencesine uygun hareket etmiş midir? Hukuken bağımsızlık ve tarafsızlık iki ayrı kavram ama bağlantılı hususu ifade etmektedir. Bağımsızlık, yargı organlarının yalnızca davanın taraflarından değil aynı zamanda yürütme ve yasama organlarından da bağımsız kalabilmesini ifade etmektedir. Adil yargılanma hakkının da bir unsuru olan söz konusu hususları incelerken İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) dört ölçüte bakmaktadır: Yargıçların atanma şekli, görev süresi, dış baskılara direnmelerini sağlayacak yargıçlık güvenceleri, yargı organının bağımsızlık görüntüsü verip vermediği. Tarafsızlık ise yargıçların subjektif olarak yanlı davranmaması ve objektif olarak da yansız görüntü verebilmeleridir. Demokratik bir düzende yargıçların topluma güven verebilmeleri son derece bü YSK’nin karar süreci ve kamuoyuna AKP temsilcisi tarafından açıklanan gerekçesiz kısa karar, seçim hukukundan sapmalar göstermektedir. İstanbul seçmeninin seçme ve İmamoğlu’nun seçilme hakkı ağır biçimde zedelenmiştir. Öyle ki bu durum sadece bir belediye seçimi olmaktan çıkmış, demokratik hukuk devleti ile keyfi bir otoriter rejim arasında tercihe dönüşmüştür. yük önem taşımaktadır. Bu bakımdan bağımsızlık, objektif ve tarafsızlık birbiriyle yakından ilişkilidir. Şimdi dönüp YSK’ye bakarsak, 7062 sayılı YSK’nın Teşkilat Ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un Geçici 1. maddesi ile görev süresi sona erecek olan kurulun mevcut üyelerinin 1 yıl süreyle görev sürelerinin uzatıldığını görürüz. Üyeleri seçme yetkisi anayasanın 79. maddesine göre Yargıtay ve Danıştay’ın Genel Kurulları’na ait bir yetkidir. YSK başkan ve vekilini de kurul oluştuktan sonra kendisi seçmektedir. Bu şekilde yargıya ait olan seçim yetkisi, görevi sona erecekler bakımından, kuvvetler ayrılığı ilkesine de aykırı şekilde doğrudan yasama tarafından kullanılmış olmaktadır. Düzenleme, Meclis çoğunluğunu oluşturan partilerin adaylarının da yarıştığı bu seçimde, seçime giren taraflardan birinin yargıçları belirlemesi anlamına gelmektedir. YSK’nin karar süreci boyunca yürütme organı tarafından da ağır baskı altına alındığı görüntüsü ne yazık ki oluşmuştur. İçtihatlarla belirlenen ilkeler Bağımsızlık ve tarafsızlık görüntüsü oluşmasını destekleyecek olan hususlardan bir diğeri de hiç şüphesiz YSK’nin büyük kısmı içtihatlarla belirlenmiş seçim hukukundan sapmadan belirlilik/öngörülebilirlik ilkesine uymuş olması olacaktı. YSK’nin mevcut içtihatları açısından verilen kararı an lamak ya da açıklamak, gerekçesi de bilinmediğinden oldukça zordur. Her şeyden evvel bu denli önemli bir kararı gerekçesini belirtmeden açıklamak hukuki öngörülemezlik görüntüsünü pekiştirmektedir. Açıklanan kısa kararda yalnızca “bir kısım sandık kurullarının kanuna aykırı oluşturulduğu ve bunun da seçim sonucuna müessir olduğu” ifade edilmektedir. Kaç sandığın bu durumda olduğu, ne yönden kurulların kanuna aykırılığı olduğu gibi konular ise belli değildir. Basında çıkan haberlerden kararın, İstanbul’da mevcut 31 bin 186 sandık kurulunun 212’sinde, AKP’nin başvurusunda ileri sürdüğü ve YSK’nin ara kararında incelemesi yapılan konulardan biri olan kamu görevlisi olmayan başkan veya üyeler bulunmasına dayandırıldığı anlaşılmaktadır. 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun 21. maddesine göre sandık kurulları bir başkan, altı asıl ve altı yedek üyeden oluşur. Sandık Kurulları ilçe seçim kurulu başkanı olan kıdemli yargıçlarca oluşturulur. Kanunun 22. maddesine göre sandık kurulu başkanları ve bir üyesi kaymakamlıklarca gönderilen kamu görevlileri listesinden belirlenir. Ancak kanun gerek sandık kurulu başkanı gerekse de kamu görevlisi üye bakımından istisnalara yer vermektedir. Şöyle ki; 22. madde kamu görevlisi üyeler gelmediğinde kurula en yaşlı üyenin başkanlık etmesine izin vermektedir. 23. maddede ise kay makamlık ve valiliklerden gelen listelerden kamu görevlisi bir asil ve bir yedek üyenin doldurulmasının mümkün olmaması halinde, o çevrede bulunan ve sandık kurulunda görev verilmesinde sakınca olmayan kimselerden doldurulmasına açıkça izin verilmektedir. Kanunun açıkça izin verdiği hallerde bu görevlendirmenin yapılmadığı nereden bilinmektedir? Aksi takdirde YSK bir kez daha, mühürsüz pusula ve zarf kararında olduğu gibi kanunun açık hükmüne rağmen işlem tesis etmiş olacaktır. Bu halde kararının yasallığı ortadan kalkacaktır. YSK’nin çelişkileri Öte yandan kamu görevlilerinin listesinde hâlâ görevlendirilebilecek kişiler varsa ve buna rağmen dışardan atama yapılmışsa bunun kötü niyetle seçim sonucunu etkilemek için yapıldığı gösterilmeden seçimin iptal edilmesi, hukuken gerekli illiyet bağının tesis edilememesi anlamını taşır. Kurullar bir defa atandıktan sonra seçim sonucunu etkileyecek ne gibi eylemlerde bulunmuşlardır? Partilerin temsilcilerinin de mevcut olduğu kurulların başkan ya da bir üyesi kamu görevlisi olmasa bile bu kişiler devlet tarafından görevlendirilerek, tek başlarına değil, diğer sandık görevlileriyle birlikte iş ve işlem yapmışlardır. Yetki gaspı olduğu ileri sürülemeyecektir. İşlerini kötü niyetle, sandığa giren sonucu ortadan kaldırır şekilde mi yapmışlardır? Bu yönde şimdiye kadar hiçbir delil gösteril miş değildir. YSK’nin inceleme ve karar süreci kendi içtihat ve uygulamasıyla birçok yönden çelişmektedir. Evvela YSK’nin yerleşik içtihadı 298 sayılı Kanunun 130. maddesindeki olağanüstü itiraz yolunu, maddede söylenen, 7 günlük süreye bağlamaktadır. Süre ise il seçim kurulunun birleştirme tutanağından başlatılmaktadır. (YSK, 1999/7, 1970/199). Bu süre 8 Nisan’da sona ermiş ancak bu husus dikkate alınmamıştır. 298 sayılı Kanun’un 119. maddesi sandık kurullarının oluşumuna ilişkin itiraz yolunu ayrıca düzenlemektedir. Buna göre sandık kurullarının teşekkülünden itibaren 2 gün içinde il seçim kuruluna itiraz edilmelidir. Bunun sonucunda verilecek karar da kesindir. Nitekim YSK de sandık kurullarının oluşumlarına ilişkin itirazları şimdiye kadar hep reddetmişti. 298 sayılı Kanun’un 130. maddesindeki olağanüstü itiraz yoluna bu sebeple gidilemez. Olağanüstü itirazın koşulları Olağanüstü itiraz yoluna gidilebilmesi için “seçimin sonucunu etkileyecek usulsüzlüklerin” ileri sürülmesi gerekmektedir. YSK içtihatları bunların nasıl inceleneceği ve neler olabileceği konusunda şimdiye dek şöyle bir çizgi izliyordu: İtirazların belge ve delillere dayalı yapılması gerekmektedir, temellendirilmeyen, soyut nitelikte itirazlar reddedilir. (YSK, 2002/897) Seçim hukukunda delil, yer, zaman, kişi, sandık numarası, geçerli belge ve neden gösterilerek somutlaştırılan delildir. (YSK, 1998/101) Delillerin bir kerede sunulması şarttır. (YSK 2004/2338) AKP üç ayrı dilekçe ile yenilenen iddialar ortaya atmıştır. İlçe ve il seçim kurullarına sunulmayan delillerin sonradan YSK’ye de sunulması mümkün değildir. (YSK, 2002/901) YSK delil aramaz. İtiraz eden kişiler delil ve belgeleri sunmalıdır, ancak elde edemiyorlarsa, bunun da sebebini belirterek, nereden ve nasıl elde edileceğini göstermeleri gerekir. Şahit olduğumuz süreç boyunca YSK’ya AKP tarafından delil niteliği taşıyan hiçbir belde sunulmamış, sadece iddialar ortaya atılmış, YSK delil aramış ama bulamamıştır. Bunun sonucunda dönüp kendi gözetiminde oluşturulan sandık kurullarına bakmıştır. Sandık kurullarının oluşumu tek başına olağanüstü itiraz konusu olamıyorsa acaba bu kurulların oluşum şeklinden kaynaklanan “seçim sonucuna tesir eden usulsüzlükler” olabilir mi? YSK şimdiye kadar ki içtihadında 7 üyeli kurulların üçten az üyeyle toplanması (YSK, 2007/872) veya hiç toplanamaması hallerini (YSK, 2002/978) tam kanunsuzluk kapsamında değerlendirmiştir. Sandık kurulunun fiili teşekkülü sağlanamamışsa yani o sandıklarda kayıtlı seçmenin oy kullanması mümkün olamamışsa ve kullanılmayan oylar seçim sonucunu değiştirebilecek sayıdaysa ya da bulunması gereken diğer 5 ya da 6 üye olmadan 2 veya 1 üyeyle işlem yapmışsa tam kanunsuzluk oluştuğuna hükmedilmiştir. Şimdiye kadarki içtihat daima sandığa oy girmesinin engellenip engellenmediği ve giren oyun girdiği gibi çıkıp çıkmadığı, bunun tarafsızca teyit edilip edilmediğine bakılarak değerlendirilmiştir. Elbette tam kanunsuzluk varsa bu sadece atılan bir oyu değil tüm oyları içine alacaktır. Sonuç olarak, YSK’nin karar süreci ve neticede kamuoyuna AKP temsilcisi tarafından açıklanan gerekçesiz kısa karar yukarıdaki konularda seçim hukukundan sapmalar göstermektedir. Bu sapmaların derecesi hukuki belirlilik, hukuka ve devlete güven ilkelerini zedeleyecek boyuta ulaşmakta, YSK bağımsız ve objektif açıdan tarafsız olmayan bir kurul görüntüsü vermektedir. İHAM içtihatlarına göre (Paschalidis, Koutmeridis, Zaharakis Yunanistan’a karşı kararı, 2008) seçim güvenliğinden sorumlu yargının öngörülemez biçimde hukuki içtihatlardan saparak belirsizlik yaratması seçme ve seçilme hakkını ihlal etmektedir. Bizim durumumuzda bir de buna tarafsızlık ve bağımsızlıkla ilgili soru işaretleri eklenmektedir. İstanbul seçmeninin seçme ve Sayın İmamoğlu’nun seçilme hakkı ağır biçimde zedelenmiştir. Öyle ki bu durum sadece bir belediye seçimi olmaktan çıkmış, demokratik hukuk devleti ile keyfi bir otoriter rejim arasında tercihe dönüşmüştür. Demokrasinin Üç Günü: 14 Mayıs, 6 Mayıs ve 23 Haziran Prof. Dr. Yakup KEPENEK ODTÜ Ekonomi Bölümü (E) Yarın 14 Mayıs. Bundan tam 69 yıl önce 1950’de yapılan genel seçimler, denilebilir ki, bu toplumun demokratikleşme tarihinin uzak ara en önemli aşamasıdır. Ulusun binlerce yıllık tarihinde ilk kez iktidar gücünün halkın oylarıyla el değiştirdiği gündür. 14 Mayıs, egemenliğin kaynağının gökten yere indirilmesini gerçekleştiren; ülkenin bağımsızlığını sağlayan ve insanın özgürleşmesinin önünü açan ve öncülüğünü Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü’nün yaptığı Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşu süreçlerinin, kısaca Cumhuriyet çağdaşlaşmasının en önemli sonuçlarından biridir. 1950 Mayısı’nda esen halkın egemenlik rüzgârı o kadar güçlüdür ki, o tarihe kadar DP Genel Başkanı Celal Bayar cumhurbaşkanı seçildikten sonra teşekkür konuşmasını yapmak üzere TBMM’ye geldiğinde partisinin milletvekilleri, milli iradenin temsilcileri hiç kimsenin önünde ayağa kalkmaz gerekçesiyle ayağa kalkmamıştır. Milletvekili adaylarının yüzde 70 dolayında bir bölümünün parti üst yönetimi değil örgütleri tarafından saptanmasının da bir sonucu olan DP grubunun bu özgün özgürlükçü tutumu, tarihimizde bir ilk ve de ne acıdır ki bir son! Ancak, aradan geçen 69 yıl gibi uzun bir sürede, özellikle milletvekili adaylarının giderek, neredeyse tamamıyla parti genel başkanları tarafından saptanması; getirilen seçim barajının yüksekliği ve siyasal katılımın aşırı ölçüde daraltılmış olması, seçim sandığını egemenliğin kaynağı olma açısından çok önemli bir konuma çıkarıyor. Gelinen noktada, yargının tamamıyla iktidara bağımlı kılınması; basınyayının yüzde 90’ının AKP yandaşı yapılması; düşünce ve ifade özgürlüğünün çok büyük ölçüde yok edilmiş ve sendikal hakların budanmış olması; üniversite özerkliğinden eser kalmaması ve tüm kamu kurumlarının, bütçe yapma hakkı dahil kamu yetkilerinin tek kişide toplanması, yalnız başkanın seçimini değil yerel seçimleri de, hak ve özgürlükler yönünden yaşamsal kılıyor. Doğrudur; AKP ve ona eklemlenen MHP, özellikle büyük belediyeleri yandaş sermaye için bir büyük rant kapısı ve yakınlarına iş bulma alanı olarak kullanıyor. Ancak, asıl sorun ekonomik çıkarın çok ötesindedir. Başkan ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, İstanbul’u kaybetmeyi göze alamazdı; çünkü yine kendi deyimiyle İstanbul’u alan Türkiye’yi alır. Oysa Erdoğan’a göre Türkiye kendisidir! Halkın oyunun ya da egemenliğinin hiçe sayılması, 6 Mayıs kararının arkasında bu acı gerçek yatmaktadır. Özgürlüğün ışığından korkuyor! İstanbul, AKP’nin de çabalarıyla, ülkeden koparılırcasına büyütülen bir kenttir. Ülkenin, uzak ara, ekonomi, basınyayın; eğitim, kültür ve sanat merkezi konumundadır; ülke nüfusunun her beş kişisinden birinin yaşadığı, kalanının da devamlı iletişim içinde bulunduğu İstanbul, ayrıca tarihsel ve doğal zenginlikleriyle de dünyanın sayılı kentlerindendir. 31 Mart’ta seçimi kazanan Ekrem İmamoğlu’nun, 23 Haziran’da belediye başkanlığını bir kez daha kazanmasının istenmemesinin gerçek nedeni ekonomik olduğu kadar aslında siyasidir de. AKPMHP ortaklığının asıl korktuğu, İstanbul’da oluşacak özgürlük ve barış ortamıdır. İstanbul seçiminin yenilenecek olmasıyla, özgürlük ve barış, büyük bir toplumsal özleme dönüşüyor. AKPMHP ikilisi, özgürlük ve barış süreçlerini tamamlayacak doğruluk, dürüstlük ve erdem gibi ahlak değerlerinin güçlenmesi ve bu değerlerin tüm Türkiye’yi etkisi altına almasından, bunun, dünyanın özgür lükçü kamuoyundaki yansımalarından, kısaca, gerçekleşme yoluna girecek demokrasinin aydınlığından korkuyor. İmamoğlu olayı, yaşandığı birkaç aylık zaman diliminde, yalnız İstanbul’da değil, tüm ülkede ve giderek ülke dışında hak ve özgürlük isteyenlerin uyanışını tetiklemiş bulunuyor. Dahası, bu çerçevede, 6 Mayıs kararından sonra, adı kamuoyu tarafından iyi bilinen ve bir türlü içeriği açıklanmayan davaya hizmet etmiş kimi AKP’lilerin ve AKP yandaşı köşe yazarlarının; yine bugüne dek ikircikli davranan kimi sanatçıların ve önde gelen sermaye çevrelerinin ve geçmişte iktidarla işbirliği yapmış bazı hukukçuların açıkça İmamoğlu’nun yanında yer almaları, bu toplumsal uyanışın işaretleri özelliğini taşıyor. Ek olarak, aynı YSK’nin Doğu ve Güneydoğu’da altı ilçe ve iki beldenin belediye başkanı seçimlerini halkın iradesini hiçe sayarak iptal ettiği ve mazbataları, seçimleri ikinci sırada tamamlayan AKP adayına verdiği de hiç unutulmamalıdır. Hele MHP ile bütünleşen AKP’nin, asla, yeniden bir barış açılımı yapamayacağı gerçeği karşısında, Kürt kökenli İstanbul seçmeni de yeni bir AKP oyununa gelmemelidir. Bugün, kişiye bağlı siyasal yapılanmalardan, demokrasinin, özgürlük ve barış teme linde yeniden filizlendiği bir döneme gidişin yolunu açma zamanıdır. Bu nedenle, 23 Haziran’da İstanbul halkı, bu ülkede demokrasi ışığını yeniden canlandırmak için görevini yapmalıdır. Bu, asırlardır hep alan İstanbul’un bu topluma ödemesi ge reken tarihsel bir borçtur. İstanbul’un kazanılmasıyla, İzmir’den Tunceli’ye, Adana’dan Ankara’ya, Artvin’den Trakya’ya uzanan özgürlükçü yerel yönetimler, demokratikleşmenin altyapısını kalıcı ve güçlü bir biçimde oluşturacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle