28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 9 NİSAN 2019 SALI gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler Yağmacı devletler Prof.Dr. Muhteşem Kaynak / Emekli Öğretim Üyesi Yağmacı yönetimler, yolsuzluğun yukarıdan aşağıya doğru aktığı ve böylece alttakilerin üsttekileri takip ettiği “kleptokratik rejimler”dir. Giriş Bugün gelişmiş ülkeler olarak bilinen, örneğin, İngiltere, Almanya, Fransa, ABD ve Japonya’nın kalkınma süreçleri incelendiğinde devlet her zaman önemli bir aktör olarak ön planda yer almıştır. Yine Çin Halk Cumhuriyeti, G. Kore ve Tayvan gibi Asya ülkeleri ile Brezilya gibi Latin Amerika ülkeleri ve bazı Afrika ülkelerinin kalkınmasında da devlet önemli roller üstlenmiştir. Kısaca, devletin müdahil olmadığı bir kalkınma sürecinden söz etmek mümkün değildir. Amaç cep doldurmak Ancak, “yağmacı devlet”lerin kalkınma gibi temel bir hedefi yoktur. Yağmacı bir devlette, esas olan, yöneticilerin kendi ya da yakınlarının “ceplerini” doldurmaktır. Dolayısıyla, yağmacı devleti, yatırımlarda kullanılabilecek ve böylece kamunun ortak kullanımına sunularak iktisadi ve toplumsal dönüşüme yol açabilecek çok büyük miktarlardaki kaynağa bir şekilde el koyan ve bu oluşumu engelleyen devlet olarak tanımlamak mümkündür. Yağmacı devlet, kalkınmacı devletin aksine, kamusal çıkarları önde tutan bürokratlar tarafından değil, kendi çıkarları için çalışan kadrolar tarafından yönetilmektedir. Yağmacı devletlerde, olası yatırımlar, genelde, “adam kayırmacılığa” göre yapılmaktadır. Yapılan görkemli planlara rağmen, politika hedefleri olarak ifade edilenler, genellikle, kişisel çıkarların ve rejimin seçim desteği için önemli olan güçlü grupların peşinde koşma ya da onlarla işbirliği halinde gerçekleştirilecek eylemlerden ibarettir. Bu şekilde, hükümetlerin elindeki olanaklar, hem yağmacı yöneticiler hem de onları destekleyen kişi ya da gruplar için beslenme havuzlarına dönüştürülmüştür. Yağmacı yöneticilerin her zaman yanlarında kendileriyle birlikte hareket eden destekleyici bir çıkar koalisyonu olmuştur. Dolayısıyla, yağ macı yönetim tek bir liderden ibaret olmayabilir. Kimi zaman asker, polis ve sivil bürokrasinin kilit noktalarında yer alan kişilerin desteği ve aktif işbirliğinden oluşan “yağma koalisyonu”ndan oluşur. Yağmacı yönetimde sistem, özünde, her üsttekinin altındakinden “hediye” ve para almasına dayanan, böylece, ekonominin “damlama etkisiyle” yukarıdan aşağıya doğru giden yağmalanmasını gösteren bir neopatrimonyal sistemdir. Bir başka deyişle, yağmacı yönetimler, yolsuzluğun yukarıdan aşağıya doğru aktığı ve böylece alttakilerin üsttekileri takip ettiği “kleptokratik rejimler”dir. Kleptokratik rejim ise, iktidardaki yöneticilerin, ülke kaynaklarını sistemli olarak soydukları “hırsızlar rejimi” demektir.  Mobutu örneği Yağmacı devletin prototipi Zaire’de (şimdi Kongo Demokratik Cumhuriyeti) 1965’ten 1997’ye kadar iktidarda kalan ve “her şeyin satılık” olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Mobutu ve beraberindekiler, ülkenin yeraltı zenginliklerinden tahminen 10 milyar doların üzerinde kişisel servet edinmiştir. Buna karşılık, Mobutu yönetimindeki Zaire’de GSYH ilk 20 yılda yıllık ortalama olarak yüzde 2.1 düşmüştür. Ülkesi Filipinler’i baştan beri şahsi bir mülkü ve sömürülmesi gereken bir unsur olarak gören ve diktatörlüğü 1965’ten 1986’ya kadar süren Marcos da, kişisel mülkiyetini ülkede yer alan hemen hemen her sektöre kadar genişletmiştir. Bu yüzden, Filipinler’de Marcos döneminde kişi başına düşen reel GSYİH’nın ortalama büyüme oranı ancak yüzde 1.2 dolayında gerçekleşebilmiştir. Şahsi servetlerin çoğaltılmasına dayanan yağmacı devletlerde, yatırımlarda kullanılabilecek sermayeye devlet aygıtını elinde bulunduran kişi ve kurumlar tarafından el konulmasından dolayı, üretken yatırımların yapılması ve dolayısıyla kalkınmak neredeyse imkânsızdır. Böyle bir devlette ülke kaynakları ve kitleler, imtiyazlı devlet adamlarının hırsla saldırdıkları kaynaklar ve rant arayışındaki siyasi sınıfın avları haline gelir. Yağmacı yönetimin ayırıcı özelliklerinden biri, yalnızca kalkınma girişimlerinde başarısız olması değil, onun aynı zamanda vatandaşlarını korkutması, sakat bırakması ve öldürmesidir. Yağmacı toplumlar sivil toplumların karşı kutbunda yer almaktadır. Yağmacı toplumlarda, demokrasiye yer olmadığı gibi, ne kanunlara ne de anayasaya saygı ve itaat vardır. Bu türden toplumlarda, siyasi aktörler, güç ve servet peşinde koşarken her türlü aracı kullanmaktan kaçınmadıkları gibi kanunları çiğnemekten de sakınmazlar. Yağmacı devletin güç tutma ve birikim mantığı, demokrasiye karşıdır. Demokrasi, seçim özgürlüğü ve hukuk kurallarına saygı, vb. bu ülkelerde geçersiz kavram ve eylemlerdir. Yağmacı devlet yöneticileri, ülke çıkarlarından ziyade kendi çıkarlarıyla bağlantılı “particularism”i (belirli bir çıkar topluluğuna bağlılığı) tem sil etmektedir. Bu yüzden, yağmacı devletler, demokrasiyi zayıflatarak hatta yok ederek, vatandaşların katılım, özgürlük ve adalet beklentilerini, yanı sıra daha iyi bir yaşam ve adil bir toplumu sunmayı başaramazlar. Sonuç İktisadi kalkınmayı engellemeye yol açan yağmacı devletlerin ana bileşenleri, daha önce de belirttiğimiz gibi, keyfi bir anlayışa dayalı eş, dost ve akrabanın kayırıldığı, kişiye ya da partidevlete bağlı siyaset yönetimi, yandaşların ödüllendirildiği “yağmacı koalisyon”, yaygın yolsuzluk ve muhalefetin sesini kısmak üzere şiddet, baskı ve korkunun kullanıldığı aşırı despotik yönetimdir. Ve bu yönetim, iktidar gücünü ellerinde tutmayı garanti altına almak için seçimlerde çeşitli manipülasyon teknikleri kullanırlar. Seçim manipülasyonlarının devlet iktidarına erişimi sağlamada başarısız olduğu durumlarda, seçim sonuçlarını tamamen reddedebilirler. Örneğin, Başkan General Babangida dönemi (19851993) de dahil olmak üzere, yağmacı devlet olarak tanımlanan Nijerya’da, Haziran 1993 seçimlerinde Abiola’ya karşı kaybeden Başkan Babangida, seçimden birkaç gün sonra çeşitli seçim düzensizliklerini bahane ederek yapılan oy verme işlemlerini geçersiz kılmıştır. Bu gibi durumlar, ancak, muhalif güçlerin dikkatli ve kararlı cesur karşı duruşları ile önlenebilir; çünkü yağmacı yönetimler, sahip oldukları gücü kolay kolay bırakmazlar. Ekonomiden AB’ye çelişkiler ve tutarsızlıklar İktidar, meşruiyetinin altını oyuyor İktidar, başta İstanbul olmak üzere, yasaları zorlayarak yaptığı itirazlar ve yorumlar ile zaten tartışmalı olan kendi meşruiyetini iyice zayıflatıyor. HHH İktidar hakkında herkesin bildiği ve tarihin kaydettiği şu 3 siyasal gerçek var: 1) Demokrasiyi savunur görünerek geldiler; iktidarlarını pekiştirdikten sonra demokrasiden saptılar. 2) İktidar, bütün seçimleri ve halkoylamalarını bugün itiraz ettiği çok küçük farklarla ve kimi zaman da yasalara bile karşı alınan YSK kararlarıyla kazandı. 3) Son zamanlardaki bütün seçimler ve halkoylamaları iktidarın yargıyı da kontrol eden tam denetim ve yönetimi altında, üstelik de eşitsiz ve adaletsiz koşullarda yapıldı. Yadsınamaz bu üç gerçek bağlamında kendisinin tam kontrolünde yapılan ve böyle olduğu kendilerince de defalarca belirtilmiş olan son seçimlerdeki yenilgilere yaptığı yasaları zorlayan itirazlar ve yorumlar, bundan önce kendi lehine ilan edilen bütün sonuçlara yapılan itirazları da yeniden gündeme taşımakta ve iktidarın bugüne kadar dile getirilmiş olan bütün meşruiyet sorunlarını yeniden tartışmaya açmaktadır: 1) Bundan önceki iki Cumhurbaşkanlığı seçiminin, öteki genel ve yerel seçimlerin ve resmi sonuçlar açıklanmadan “Atı alan Üsküdar’ı geçti açıklaması” ile ilan edilen, üstelik mühürsüz pusula ve zarfların yasaya aykırı olarak geçerli sayıldığı Anayasa değişikliğine ilişkin halkoylamasının meşruiyetleri. 2) Küçük farklarla kazanan (ve itirazlar reddedilen) kendi adaylarının meşruiyetleri. 3) Yüksek Seçim Kurulu’nun kendisinin verdiği eski ret kararlarına karşın, bu kez aynı koşullarla reddedilmesi gereken itirazları kabul etmesi ve böylece bizzat YSK’nin meşruiyeti. 4) Tamamen kendilerinin mutlak denetim ve mutlak yönetimlerinde yapılan seçimlerin terör örgütleri tarafından manipüle edildiği iddiasının getirdiği şaibeden dolayı seçimde görevli devlet organlarının ve mensuplarının meşruiyeti. 5) Seçim sonuçlarının yasadışı bir “darbe” olarak nitelenmesi ile gerçek bir sivil darbe niteliği taşıyan 20 Temmuz OHAL ilanının ve OHAL baskısı altında yapılan halkoylaması ve seçimlerin meşruiyeti. HHH Bu iktidar döneminde “Hukuk Devleti” kavramının, “Parlamenter Demokrasi Bekleme Odasına alındığı” ve bunun bizzat kendileri tarafından ilan edildiği günden beri artık uygulamadan kalktığı biliniyor. Şimdi “Hukuk Devleti” ile uzak yakın ilişkisi olmayan ama onu yok etmek için kullanılan “Kanun Devleti” kavramı bile tahrip ediliyor. HHH Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı seçimin reddedilmesi: 1) Zaten ölümcül yaralar almış olan Demokrasimizin son nefesini vermesine... 2) İktidarın zaten zedelenmiş olan “Demokratik Meşruiyetini” iyice yitirmesine... Yol açacaktır. SITKI ERGÜNEY / Ekonomist Kamu kurumlarına faiz darbesi Hükümet, kamu kurumlarının kamu bankalarındaki mevduatına, bu bankalarca ödenecek faizlerle, bu kurumların ellerindeki kısa vadeli nakit fonları değerlendirdikleri repo işlemlerinden elde ettikleri nemalara üst sınır getirdi. Buna göre, kamu kurumlarının kendi mevduatlarından, kısa dönemli nakit fon fazlalarından sağlayabilecekleri nemalar, sonuç olarak da nakit kaynak yönetim verimlilikleri tepeden inme düşürülmüş oldu! Kararın gerekçesi; “kamu bankalarının kaynak maliyetlerinin düşürülmesi” olarak açıklandı. Bu yöntemin alternatif maliyeti, “kamu kurumlarının kaynak kaybı”dır. Kamu bankaları kazanırken, kamu kurumları kaybedecek! Karar kapsamına giren portföyün rakamsal boyutu şöyle: Söz konusu kurumların (genel ve özel bütçeli idareler, sosyal güvenlik kurumları, kamu iktisadi kuruluşlarının (KİT’ler) toplam mevduatı sektör toplamının yüzde 5.3’üne denk. Bu büyüklükteki bir potansiyel uğruna kamu kurumlarının mali gücü zayıflatılmış, bu kurumların Hazine’ye bağımlılıkları artırılmış oluyor. Anlaşıl ması güç bir “kaynak ucuzlat lim” modeli sunuluyor! ma” yöntemi! Yetkililer ve “güdümlü” eko Bu vesile ile Turgut Özal’ın nomistler, fiyat artışlarında başbakanlığı döneminde ki göreceli düşüşü “başarı başlatılan “özelleştir hikâyesi” olarak anlat me” furyası başlatılırken sunulan Ekonomide maya çalışıyorlar. Ekonomide ya “gerekçe”yi ha yaşanan şanan büyük şo tırladım. Demişlerdi ki; “Kamu kurumlarının Hazine’ye büyük şokun ardından fiyatlar genel seviyesindeki kun ardından fiyatlar genel seviyesindeki artışın hız ‘yük’ olmalarından dolayı ekonomide verimlilik dü artışın hız kestiği gerçek. Ancak, bunun doğru ve bilimsel kestiği gerçek. Ancak, bunun doğru ve bilim şüyor. Devlet dürüstlükle sel dürüstlük küçülmeli, kumaş, ayakkabı, çimento... üretimi gibi işlerden çekil değerlendirilmesi, anlatılması gerekir. le değerlendirilmesi, anlatılması gerekir. Burada sorulması meli...” Hepsi yapıldı, ve cevap aranması ge ekonomi sağlıklı bir bün reken soru şudur: “Fiyat yeye kavuşturuldu. O günden lar genel seviyesindeki yükse bu güne sattık savdık, ekono liş nereden kaynaklandı, ar mi uçtu! Şimdi yeni pazarlar dından neden yavaşlıyor?” Bu yaratıyoruz. nun tek ve doğru yanıtı “üret Enflasyon mu düşüyor meden tüketen, dış ve iç borçlarla ayakta tutulmaya çalı yoksulluk mu artıyor? Örneğin BES. Bireysel Emeklilik Sistemi. Devleti küçülterek özel finans sektörüne dev bir pazar açıldı. Devlet deste şan Türk ekonomisi kayalıklara çarptı, karaya oturdu. Gemi delinip su almaya başlayınca yolcular denize atladılar, yükler denize atıldı. Ağır hasarlı gemide sadece kaptan ve mü ği ve teşvikleri ile giderek bü rettebat kaldı. Gemi hafifleyin yütülüyor, zorunlu hale getiri ce hasarlı şekilde su seviyesi liyor. Devletin sosyal güvenlik nin üstüne yükselmeye baş sisteminden bağlanan emekli ladı. Omurgasındaki ve maki lik maaşları düşürüldü. Deva nelerindeki ağır hasar SOS ve mının gelmemesi için hiçbir riyor. Yardım nereden, ne za neden yok. Şikâyetçi olana “is man, nasıl gelecek bilinmiyor. tediğinden kalmadı, BES vere Malum, deniz kazalarında sa çılan mallar bulanındır. İadesi, bulanın takdirinde, insafındadır. “Dış güçler” bu noktada devreye girer ve bedeli ağır olur... Özetle, böyle bir tablo içinde fiyatlar genel seviyesindeki yükselişin (enflasyon) hız kesmesinin sonucu “ekonomik durgunluk” (stagnasyon) olur. Bu tür bir hız kesme toplumun satın alma gücündeki düşüşten, talepteki daralmadan dolayıdır. Sağlıklı bir ekonomide fiyatların düşmesi üretim artışı (reel büyüme) sonucunda olur. Ekonomide durgunluk sürerken, iflaslar nedeniyle üretimin, istihdamın gerileme riskleri devam ediyorsa o zaman ortaya çıkan tablonun ekonomideki adı “durgunluk içinde enflasyon”dur (stagflasyon). Avrupa Birliği (AB) AB’nin danışma ve tavsiye organı Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye’nin üyelik müzakereleri veya Türkiye ile ilgili herhangi bir konuda aldığı her kararın ardından hükümetin tek tepkisi ya da yanıtı, anında, “bu karar bizim için ‘yok’ hükmündedir” oluyor. Karara ilişkin her hangi bir yorum, görüş ortaya konmadan, yanıt vermeden “yok hükmündedir” demek kolaycılık, meydandan kaçmak gibi olmuyor mu? Neden “ağızlarının payını ver(e) miyoruz ki?” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle