24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 12 NİSAN 2019 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: SERPİL ÜNAY OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 31 Mart’ta ne oldu?YerelSeçimlerinArdından1 Yunus Emre / CHP Genel Başkan Yardımcısı 31Mart seçimleri Ak Parti’nin hedefleri, değerleri olan bir parti olmaktan çıktığını, tek kişiye seçimlerde lazım olan bir makine haline geldiğini açıklıkla gösterdi. Ak Parti için gerileme ekonomik daralmanın etkilerinin daha sert yaşandığı metropollerde daha açık görüldü. Ak Parti nüfusu ve ekonomik hacmiyle birçok ülkeden büyük olan İstanbul’u, başkent Ankara’yı ve en önemli turizm merkezi Antalya’yı kaybetti. Ancak Ak Parti’nin gerilemesinin sebebi yalnızca konjonktürel değişimler değil. İktidar partisinin toplumun önüne bir hedef koyamama, yeni bir doğrultu belirleyememe gibi çok temel bir sorunu var. Sadece Erdoğan kaldı Eksik ve gedikleriyle işleyen bir demokratik sistemde bu yöntemleri kullanarak iktidara gelen Ak Parti yıllar içerisinde belirli toplumsal kesimleri temsil eden bir siyasi oluşumdan, Erdoğan’ın güç devşirmekten başka bir işlev yüklemediği heyecanını kaybetmiş bir makineye dönüştü. Bu süreçte Ak Parti’nin parti olarak çözülmesi yavaş yavaş gerçekleşti. Devletin olanakları ile bu çözülme toparlanmaya çalışılsa da, aşağıda olanlarla birlikte 31 Mart seçimlerinde Ak Parti’nin hikâyesinin sona erdiği apaçık ortaya çıktı: Öncelikle Ak Parti, parlamenter sistemi, “cumhurbaşkanlığı sistemi” denen tek adam rejimi ile değiştirdi. Cumhurbaşkanının aynı zamanda parti başkanı olduğu bu sistemde tek adam tüm devleti kontrolü altına aldı. Ancak “kerim devlet” geleneğinin güçlü olduğu ülkemiz AKP eridi, geriye sadece Erdoğan kaldı. Erdoğan’la cumhurbaşkanlığı seçiminde bir biçimiyle işleyen formül, ortada AKP diye bir parti kalmadığı için yerel seçimlerde tutmadı. de devletin tarafsız olması gereken işlevlerinin partizanlaştırılması toplum vicdanında kabul görmedi. Ana akım medya Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen iş adamları tarafından (devlet olanakları da kullanılarak) satın alındı. Ancak bu medya organlarının propagandaya dayalı yayınları da toplumda karşılık bulmadı. İnsanlar daha küçük ama bağımsız alternatif mecralara yöneldi. Ak Parti’nin kurucu kadrosunda bulunan ve partide belirli ağırlığa sahip isimler itibarsızlaştırıldı ve partiden uzaklaştırıldı. Bu kişilerin uzaklaştırılması ile partinin tek amacının Erdoğan’ın otoritesini pekiştirmek olduğu gizlenemez hâle geldi.Ak Parti örgütüne katılmak, en azından bir dönem için belirli bir dünya görüşünü iktidara getirmeye çabalamak üzerebir siyasi partiye katılmak demekti. Bugün geldiğimiz noktada Ak Parti örgütüne katılmak, tek adamın mutlak otoritesini sağlamlaştırma koşuluyla iktidar imtiyazlarından yararlanma anlamına gelmeye başladı. Eğer halka belirli değerler doğrultusunda yeni hedefler sunamıyorsanız; elinizde bulundurduğunuz kaba gücün halkın iradesi karşısında hiçbir anlamı yoktur. Halk, hikâyenizin henüz bitmediği dönemde sizi nasıl başa getirdiyse, artık halka sunabileceğiniz bir hikâyeniz kalmadığında da sizi aynı şekilde sandıkla göndermesini bilir. Ve tüm bunların sonunda Ak Parti gitti, geriye sadece Erdoğan kaldı. Erdoğan’la cumhurbaşkanlığı seçiminde bir biçimiyle işleyen formül, ortada Ak Parti diye bir parti kalmadığı için yerel seçimlerde tutmadı. Tek bir adam etrafında şekillenmiş bu katı ve merkezi yapı yerel dinamiklerin önemli bir rol oynadığı bu seçimleri iyi okuyamadı. Ayrıca maddi, güncel ve acil sorunlara cevap üretemeyerek tüm sorunu beka tartışması etrafında kendi bekasına indirgedi. CHP’nin tercihleri CHP, ilçelerinde başarılı belediye başkanlığı yürütmüş kişileri büyükşehir adayı gösterdi. Öte yandan bu isimler, yüksek siyasette yer almış, bagajı olan ya da yüzü eskimiş isimler değildi. Formasyonları ve geçmişteki başarıları kampanyalarını “belediyecilikle” ve “projelerle” sınırlandırmayı mümkün kıldı. Tüm bunların yanı sıra iktidar blokunun kampanya sürecini “beka” söylemine endekslemesi karşısında CHP’nin söylem platformunu ekonomi, belediyecilik ve projeler ile sınırlı tutması ve açılan yüksek siyaset alanına girmeyerek seçimin bir “yerel seçim” olduğu gerçeğini vurgulaması işe yaradı. CHP’nin yürüttüğü olgun, kendinden emin ve sakin kampanya; kutuplaşmadan, nefretten, husumetten büyük ölçüde bıkmış olan ve “beka” gibi soyut ve mesnetsiz bir davadan ziyade son derece somut ve günlük dertleri olan seçmende gerçek bir karşılık buldu. Demokrasi bayrağı Tüm bu saydıklarımızın hepsinden daha önemlisi CHP’nin önderliğinde birleşen muhalefet blokunun demokrasinin tesisini birçok başka tartışmanın önüne koyması oldu. Otoriter tek adam rejimi ve yalnızca bu rejimin “bekası” için esip gürleyen iktidar bloku karşısında CHP’nin temel değerleri olan sosyal adalet ve demokrasi kavramlarına sıkı sıkıya sarılması ve demokrasi bayrağının taşıyıcısı konumunda önemli bir görevi üstlenmesi seçime damgasını vurdu. Demokrasi tarihine uygun olarak bu yeni ve güçlü etkinin yerelden ve tabandan gelmesi de son derece önemli. 31 Mart seçimlerinde elde edilen başarının Türkiye siyasetinde yeni bir yol açacağını öngörmek zor değil. Ve bu yeni yolda CHP, demokrasi bayrağını taşıma ve yükseltme görevine sıkı sıkıya sarılmaya devam edecek. SÜRECEK FETÖ kumpasına son verin Kriz yönetiminde sınıfta kalan Kriz yönetimini iyi bilen insanlar, siyasette de iş yaşamında da başarılı olurlar. HHH Bir kriz yönetiminin genel ilkelerini şöyle sıralayabiliriz: 1) Paniğe kapılmayacaksınız, kişiliğinizden, sahip olduğunuz imajdan asla ödün vermeyeceksiniz. 2) Birbiriyle çelişen eylem ve söylemlerde bulunmayacaksınız. 3) Gerçeklere uygun davranacaksınız, yalan söylemeyeceksiniz, gerçekleri gizlemeye, saptırmaya, çarpıtmaya çalışmayacaksınız. 4) Bir hatanız varsa kabul edeceksiniz, gerekirse özür dileyeceksiniz, sonuçları telâfi edeceksiniz, bir daha yapmayacağınıza ilişkin güvenceler vereceksiniz. 5) Saldırılara, varsa iftiralara karşı özellikle sosyal medyada ön alacaksınız; argümanlarınızı gerçeklere dayandıracaksınız. 6) Rakiplerinizin veya düşmanlarınızın niçin size saldırdıklarını, yapıyorlarsa niçin iftira attıklarını nedenleriyle birlikte açıklayacaksınız. 7) Kendinizi rakiplerinizin veya düşmanlarınızın yerine koyarak onları anlamaya ve hamlelerini kestirmeye çalışacaksınız. 8) Kamuoyuyla medya ve sosyal medya aracılığıyla sürekli temasta bulunacak, her an herkes tarafından ulaşılabilir olacaksınız. HHH Binali Yıldırım daha adaylık aşamasında art arda üç hata birden yaptı: 1) Aday olunca Meclis Başkanlığı’ndan istifa etmesi gerekirken istifa etmesinin gerekli olmadığını söyledi; gerçeklere ve hukuka aykırı davrandı. 2) Bu davranışını “seçim siyasal faaliyet değildir” diyerek, gerçeklere uygun olmayan bir biçimde gerekçelendirmeye çalıştı. 3) Sonunda istifa etti; çok kısa zamanda kendi eylem ve söylemleriyle çelişti. Propaganda başladığında ise Cumhurbaşkanı, kendisinden daha çok sahne aldı. Seçim sonunda da yine tutarsız eylem ve söylemlerle başarısız bir kriz yönetimi sergiledi: 1) Üç bin oy ilerde olduğu iddia edildiğinde, seçim zaferi ilan etti. 2) Rakibi on beş bin oyla seçimi kazandığında ise bunun yetersiz olduğu öne sürüldü. 3) Seçim sonuçlarıyla ilgili olarak yapılan tartışmalarda ortadan yok oldu. Sonuç olarak Binali Yıldırım’ın kriz yönetimi açısından sınıfta kaldığını söyleyebiliriz. HHH Ekrem İmamoğlu ise mükemmel bir kriz yönetimi sergiledi: 1) Hiç paniklemedi, kimliğinden, kişiliğinden, barışçı, kucaklayıcı ilkelerinden hiç ödün vermedi; hırçınlaşmadı, seviyesini düşürmedi. 2) Kamuoyuyla sürekli iletişim içinde kaldı, Anadolu Ajansı’nın ve bütün medyanın taraflı ve abartılı yayınlarına karşı gerçek durumu aktarmak için seçim gecesi 9 kere basın toplantısı düzenledi, halkı aydınlattı; basın toplantılarını hâlâ da sürdürüyor. 3) Hiçbir eylemi ve söylemi birbiriyle çelişmedi, gerçeklerden hiç sapmadı, tutarlılığını ve güvenilirliğini dolayısıyla inandırıcılığını korudu. HHH Yine de haksızlık etmeyelim: Binali Yıldırım’ın sırtında Erdoğan/AKP iktidarının 25 yıllık yükü vardı. Zaten İstanbul’da yenilen de Erdoğan idi. Ekrem İmamoğlu ise umudu temsil ediyordu, Demokrasiye inanan herkesin desteğiyle, barış ve sevgi adına kazandı. HHH DEMOKRASİYİ BELEDİYELERDEN BAŞLAYARAK YENİDEN KURACAĞIZ! Av. Muhammed Sarıkaya Bazı olayların toplum nezdinde unutulmaması, o olaydan ders çıkarılması ve yapılan hataların tekrarlanmasına izin verilmemesi amacıyla elzemdir. Güçlü olanı “haklı” sayan, adalet anlayışı gelişmemiş ya da zayıflamış toplumlarda, hukuksuzluğu apaçık ortada olan ve toplumun gidişatını şekillendiren bir olayı “unutmak” ile “umursamamak” arasında çok ince bir çizgi bulunmaktadır. Toplumlar, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” olmaya başladığında, başta medya olmak üzere birçok dış etmenin bazı olaylar karşısında tutumları yönlendirmesi kolaylaşır. Bu nedenle toplum açısından çok önemli olan bazı hukuksuz kararlar, önemli olaylar unutulmakta veya umursanmamaktadır. İşte toplum olarak unutmamamız gereken önemli olaylardan biri de Murat Eren’in yaşamış ve halen daha yaşamakta olduğu süreçtir. Bu sürecin bilinmesi, ülkemiz hukuk sistemini ve problemlerini ortaya koyması açısından önemlidir. Atabeyler davası Henüz isimli büyük kumpas davalarının başlaması için düğmeye basılmamışken bu davaların provası niteliğinde olan ve devlet içinde yasadışı olarak örgütlenmiş FETÖ’nün çok iyi bildiği bir taktik olan toplumsal algıyı yönlendirme amaçlı bir soruşturma 2006 yılı mayıs ayında başlatılır. Bu soruşturma ile TSK’nin itibarı zedelenerek, FETÖ’nün TSK içerisindeki istemediği kişileri saf dışı bırakmak için amaçladığı bir dizi kumpas davasının önünü açmak amaçlanır ve neticede başarılı da olunur. O tarihte Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda Kara Pilot Yüzbaşı olarak görev yapan, terörle mücadele alanında önemli vazifeler ifa etmiş, Kara Kuvvetleri’nde bir numara lı pilot hocası olarak görülen Murat Eren, hedef olarak seçilir. İçerisinde akıl almaz iddiaların bulunduğu isimsiz bir ihbar epostası kimliği belirsiz bir kişi tarafından Emniyet’e gönderilir. Bu sözde ihbar üzerine Murat Eren, çoğun Murat Eren luğu asker bazı kişiler ile birlikte gözaltına alınır. Gözaltı işlemi sırasında muvazzaf subay olmasına karşın kanuna aykırı olarak Emniyet görevlilerince ifadesi alınır. İfadesi sırasında, daha sonra FETÖ üyeliği nedeniyle ihraç edilecek olan kolluk personeli tarafından, görevde olan generalleri soruşturmaya dahil etmek için isim vermesi doğrultusunda baskı uygulanır. Evinde yapılan usulsüz aramada el konulan dijitallere tutuklu bulunduğu sırada eklemeler yapılır ve açıkça suç uydurulur. Soruşturmaya, gözaltına alınan bir diğer askerin evinde bulunan, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nca kendisine başarısı nedeniyle verilmiş bir plaketin üzerinde yazan ve aslında görev yaptığı özel kuvvet timinin adı olan “Atabeyler” adı verilir. Meşhur ‘sarı zarf’ Soruşturma süreci ile ilgili olarak kamuoyu yaratmak amacıyla Genelkurmay Başkanlığı önünde gazetecilere “sarı zarf” içerisinde bir takım asılsız bilgiler dağıtılır. Basında büyük bir suç örgütü olarak lanse edilen kişiler aslında gözaltında tanışmışlardır. Murat Eren daha hakkında iddianame bile düzenlenmeden suçlu ilan edilir, birkaç ay içerisinde YAŞ kararı ile TSK’den ilişiği kesilir. Hakkında hem askeri mahkemede hem de sivil mahkemede dava açılır. Yargılama esnasında hukuka aykırı el konulan CD üzerin de tarafsız bir inceleme istemi, her safhada reddedilir. Yanlış ve eksik bir bilirkişi incelemesi ile yargılandığı Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nden bu CD nedeniyle 2012 yılında, 4 yıl 2 ay hapis cezası verilir. Davanın diğer bir sivil sanığının evinde el konulan ve eğitim maksatlı kullanılmak üzere bulundurulan mühimmatla ilgili olarak ‘Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına’ karar verilir. Murat Eren hakkında Askeri Mahkeme’de ceza verilen aynı mühimmatla ilgili olarak Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nden de yine 2012 yılında, “aynı fiil nedeniyle faile bir ceza verilir” ilkesine aykırı bir şekilde, 4 yıl 2 ay hapis cezası verilir. Dönemin savcısı Zekeriya Öz, Atabeyler adını verdikleri bu soruşturmayı Ergenekon Kumpası’na bağlamak istemektedir. Mahkeme ile yaptığı yazışmalar neticesinde 11 Ağır Ceza Mahkemesi kararını açıklarken sanıklar hakkında “örgüt kurmak, yönetmek ve üye olmak” suçlamaları ile suç duyurusunda bulunur. Ancak bu süreçte özel yetkili mahkemelerin kaldırılması ile kumpasçıların planı suya düşer ve açılan dava Ankara Batı 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verilir. Murat Eren, bu davadan 2018 yılında beraat eder. Bakanlık: Hukuksuz Yaşadığı hukuksuzlukları belirterek 2012 yılından itibaren birçok kez yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunur. Fakat bu talepleri FETÖ kontrolündeki yargı tarafından reddedilir. Cezaevinde bulunduğu sırada 2015 yılında Başbakanlık’a gönderdiği yaşadığı hukuksuzluk ları anlatan dilekçe kabul görür ve mülkiye müfettişlerince soruşturma başlatılır. Müfettişler soruşturma sonucunda nihayet, Murat Eren hakkında yapılan aramanın hukuka aykırı olduğu, ele geçirildiği iddia edilen delillerin hukuka aykırı elde edilmiş olduğunu rapor eder. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Murat Eren hakkında hem askeri mahkeme hem de Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yapılan yeniden yargılama talebi kabul görür, 2016 yılında Murat Eren toplamda 5 yıla yakın kaldığı ceza evinden tahliye olur. İşte tam bu gelişmeden sonra Murat Eren hakkında beklenen süreç yine işletilmez. Murat Eren hakkında verilmiş olan ve kumpas olduğu artık hem devlet ricali hem de kamuoyu nezdinde açık olan bu iki davadan da hak ettiği beraat kararını istemektedir. Fakat yeniden yargılama kararı verilmesine rağmen, 11. Ağır Ceza Mahkemesi FETÖ çatı davasının kesinleşmesini bekleme mazeretiyle; Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi de dosyada bakmakla görevli olmadığı mazeretiyle iki buçuk yıldır bir türlü yargılamaya başlamamaktadır. Hukuk sistemimiz açıkça kumpas olduğunu kabul ettiği bir davada, devlete sızmış FETÖ mensuplarınca verilmiş hukuka aykırı kararı kaldırmamaktadır. Murat Eren 13 yıldır adalet aramaktadır. Tek istediği adil bir yargılanma ile çok sevdiği ve özlem duyduğu üniformasına kavuşmaktır. Bu duygularla 2016 yılında cezaevinden tahliye edilirken “Kırgın değilim, devlete küsülmez. İçimde o üniforma aşkı hiç sönmedi benim. Ben hep subay kimliğimi taşıdım, Atatürk’ün askeriyim” diyebilme yürekliliğini göstermiş, bu ülkenin ihtiyacı olan bir subaydır. Güven veren adalet sisteminde “pardon” sözünün hiç bulunmaması gerekir evet, ama devlet henüz Murat Eren’e pardon bile diyememiştir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle