18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR [email protected] EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: EMİNE BİLGET 1311 NİSAN 2019 PERŞEMBE ‘ATİYE’ DİZİ ÇEKİMİNDE SET İŞÇİSİ HASAN KARATAY YAŞAMINI YİTİRDİ Dizi setinde iş cinayeti! Dijital platform Netflix’te yayımlanacak “Atiye” dizisi çekimleri için sette çalışan Hasan Karatay, geçirdiği kaza sonucu yaşamını yitirdi. Karatay’ın güvencesiz çalıştırıldığı, alınmayan iş güvenliği önlemleri sonucu hayatını kaybettiği ifade edildi. Sinema Televizyon Sendikası tarafından yapılan açıklamada, “OG Medya’nın yapımcılığını üstlendiği Atiye (The Gift) isimli Netflix dizisinin setinde çalıştığı sırada, ağır ihmal sonucu merdivenden düşüp ağır yaralanan ve bir süredir yoğun bakımda olan meslektaşımız set iş çisi Hasan Karatay’ın vefat haberini üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayız. Ailesine ve yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyoruz. Hasan Karatay’ın sette ambulans ve iş güvenliği uzmanı olmaksızın sigortasız çalıştırıldığına dair bilgiler tarafımıza ulaşmıştır. İş cinayetleri kader değildir. ‘Tehlikeli’ sınıfta yer alan sette, yeterli iş güvenliği önleminin alınmadığı ve yapım şirketinin kusurlu olduğu açıktır. Setlerde ölmek istemiyoruz! Bu acı olayı yakından takip edeceğimizi kamuoyuna duyururuz” denildi.” denildi. l Kültür Servisi Hasan Karatay Oyuncular Sendikası: Önlem alın Oyuncular Sendikası da “İş Kazalarında Ölmek İste yapımcılara bir kez daha sesleniyoruz: Setlerde, oyuncular ve miyoruz” başlığıyla Twitter’da teknik ekibi yasalara uygun şe açıklama paylaştı ve “Güven kilde istihdam edin, sağlık ve li, sağlıklı, riskler ve tehlike güvenlik kurallarına uyun, risk lerin tespit edildiği önlemle leri ve tehlikeleri tespit edip rin alındığı işyerleri istiyoruz” gerekli önlemleri alın, setler dedi. Açıklama şöyle: “Kame de İSG uzmanı, sağlık persone ra arkası ve önünde çalışan li ve ambulans bulundurun. İn lar olarak yapım şirketi yetkili san onuruna yaraşır çalışma lerini kazanın nasıl gerçekleş koşullarının sağlanması konu tiği ile ilgili kamuoyu açıklama sunu yalnızca bir zorunluluk sına çağırıyor, güvenli, sağlıklı, olarak değerlendirmeyin, çün risk ve tehlikelerin tespit edil kü insan onuruna yaraşır çalış diği, önlemlerin alındığı işyer ma koşullarının oluşturulması, leri istiyoruz. Ölümlü iş kazala yaşam hakkına saygının da ge rının sona ermesi için buradan reğidir.” l Kültür Servisi Moda esarettir38. İstanbul Film Festivali’nde iki film: ‘Lanetli Kumaş’ ve ‘Peterloo’... Festival başlamadan önce en heyecanla beklediğim filmlerden biri Peter Strickland imzalı “Lanetli Kumaş / In Fabric” idi. Önceki iki filmini de (“Berberian Sound Studio” ve “The Duke of Burgundy”) çok sevmiş ve özellkle ikinci filmine hayran olmuştum. Bu yüzden yüksek beklentilerle izledim “Lanetli Kumaş”ı. Öncelikle şunu belirteyim, filmin çıkışında duyduğum ve okuduğum yorumlardan hareketle söyeleyebilirim ki son yıllarda izleyiciyi bu kadar net bir şekilde bölen az film olmuştur. Küfür edecek derecede filmden nefret eden de var, yere göğe sığdıramayacak şekilde öven de... Bu iyi bir şey kanımca. İnsanları tartıştıran, zihnine meydan okuyan bir film “Lanetli Kumaş” kesinlikle ve hâlâ böyle filmlerle karşılaşmak sevindirici. Daha ilk karelerinden itibaren İtalyan korku sineması geleneği ‘giallo’ya selam çakan, özellikle de Argento estetiğine göz kırpan filmin Guadagnino’nun Argento remake’i “Suspiria” ile aynı sıralarda izleyiciyle buluşması da ayrıca ilginç bir mukayesenin önünü açıyor. Ben şahsen Argento’nun sadece dramatik örgüsünü ele alıp kendince bambaşka bir estetik bütünlüğe yönelen Guadagnino yerine, görsel dilinden doku ‘Lanetli Kumaş’ suna, renk tonlarından müziğine kadar Argento’ya yakın duran ama içine girmesi alabildiğine zor bir film kotaran Strickland’ı tercih ederim. Son tahlilde “Lanetli Kumaş” karanlık mizahıyla ve alttan alta süregiden tüketim toplumu eleştirisiyle ve modayı bir esarete indirgeyen bakış açısıyla zor bir film, kabul, ama mutlaka izleyip sinema üzerine düşüncelerinizi de test etmeniz gereken deneysel bir iş. ‘Katil elbise’ gibi korku türü açısından son derece dişi bir konuyu bu kadar aykırı bir şekilde ele alarak zor yolu tercih etmesi ve izleyiciyi bölen neredeyse felsefi bir film ortaya koyması bile takdire şayan. ketle çekmiş Mike Leigh filmini. Filmin son yarım saatine yayılan katliama kadar geçen bölümde hem reformcuların kendi aralarında yaptıkla rı ve çoğu bir top luluk önünde yapı lan münazaların dan oluşan konuş malarla hem de on ların bir devrim plan ladığından korkan hü Peterloo vakası ‘Peterloo’ kümet yetkililerinin nasıl olup da bunu engelleyecekleri ni tartıştıkları sahnelerle filmini kur Mike Leigh belki de kariyerinin en gulayan Leigh zaman zaman tekrara ayrıksı işine imza attığı “Peterloo” ile düşüyor belki ama odağını ve hedefini batıda eleştirmenleri çok fazla tatmin hiç şaşırmıyor. Öte yandan Ken Loach edemedi belki ama Hollandalı ustala bu konuyu çekse nasıl çekerdi diye de rı andıran tablo özelinde resimleriyle soruyor insan doğrusu, o denli politik ve retorik sanatının perdede vücut bul bir içeriği var zira. Tabii filmde kötü muş en sağlam sahnelerden bazılarıyla leri ya da yanlışları temsil eden otorite bezeli film uzun süresine rağmen akıl unsurlarının yer yer karikatüre düşen lardan kolay kolay silinmeyecek ka tasvirleri izlerken rahatsız etmiyor de nımca. 16 Ağustos 1819’da Manches ğil ama onun dışında özellikle işleme ter’daki St. Peter’s Meydanı’nda askeri yen bir bölüm yok ve anlatılan olay da, süvarilerin miting için toplanmış hal özellikle İngiltere gibi demokratik gele kın arasına girerek katliam yaptığı ve nekleri köklü olan bir ülkede yaşanma Waterloo’dan mülhem Peterloo adıyla sı babında, gerçekten akıllara durgun tarihe geçen gerçek bir olaydan hare luk verici, izlemekte yarar var. Serenad Bağcan ve Fazıl Say... Say ve Bağcan, ABD turnesinde Serenad Bağcan, dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say’a Amerika turnesi kapsamında Los Angeles, Chicago, Washington DC ve New York’ta vereceği konserlerde eşlik edecek. İlk bölümünde Fazıl Say’ın, “Truva Sonatı” adlı eserini yorumlayacağı konserlerin ikinci bölümünde Bağcan, Say’ın ünlü şairlerin şiirlerini besteleyerek oluşturduğu “İlk Şarkılar” ve “Yeni Şarkılar” albümlerindeki eserleri seslendirecek. l Kültür Servisi Yenilenen Feriye’de ilk sergi İngiliz asıllı sanatçı Luke Jerram’ın bütün dünyayı dolaşan “Museum of the Moon” sergisi, yeni Feriye’nin açılışı için Türkiye’ye geliyor. NASA kaynaklarından alınmış fotoğraflar kullanılarak hazırlanan 7 metre çapındaki sanatsal yapı, 1921 Nisan tarihlerinde yenilenen Feriye’de sergilenecek. Ay ve ay ışığının birleşimi olarak ta sarlanan “Museum of the Moon”, Ay’ın yaklaşık 1:500.000 ölçeğindeki gerçek yüzeyini yansıtıyor. Bugüne kadar 26 ülke, 90 farklı etkinlikte sergilenen, Belçika’da Light Festival kapsamında 5 günde 640 bin kişinin deneyimlediği sergi, Türkiye’de ilk kez Feriye’de İstanbullularla buluşacak. l Kültür Servisi Acar, Göbeklitepe’yi anlatacak Gazetemiz yazarı Özgen Acar, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu (ADT) tarafından düzenlenen etkinlikte “Göbeklitepe’nin Gizemi”ni anlatacak. Acar’ın “Tarihin sıfır noktası” olarak kabul edilen Göbeklitepe’yi anlatacağı söyleşi, bugün saat 12.30’da Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Kampusu’ndaki Yeşil Amfi’de yapılacak. Acar, söyleşinin sonunda katılımcılara son kitabı olan “Çoban Herkülü Yordu” kitabını imzalayacak. Çoban Herkülü Yordu kitabı, katılımcılara hediye olarak dağıtılacak. l ANKARA/Cumhuriyet Ekrem İmamoğlu’nu neden çok sevdik? Sayılardan, saymalardan gına gelmedi mi! Yeniden yeniden yapılan itirazlardan, yeniden yeniden mızıkçılıklardan, “olmadı baştan” demelerinden, “oyum sayım yok” taktiklerinden, “İstanbul’u vermem de vermem” didinmelerinden, tehditlerden, öfkeden, gına gelmedi mi! Geldi geldi! Gına geldi! Ama bedbinlik, umutsuzluk gelmedi! Yılgınlık gelmedi! Yenilgi duygusu gelmedi! Tam aksine! “Eyvah yine kaybettik. Zaten önceki seçimlerdeki gibi yine hile yaparlar, yine ezer geçerler! Yine hakkımızı vermezler” duygusunu silip attık! Alınacak iki ders 31 Mart seçimlerinden bu yana geçen 10 günde benim içimde en çok büyüyen duygu ve düşünce şu: Ülkemde de bir şeyler değişecek: 25 yıldır süregelen bir parantezin artık kapanmakta olduğunu herkes görmekte. Bundan alınması gereken dersleri de... Alınacak dersler arasında tüm partilerin, tüm aktörlerin yararlanacağı en önemli iki başlık bence: 1) Yasalar önünde herkesin eşit olacağı bir sistemin gerekliliği... 2) İktidarla göbek bağı olmayan, güvenilir bir medya... Seçim sonuçlarının, İstanbul’u kimin kazandığının, kimin kaybettiğinin; Türkiye’de neyin değiştiğinin, nelerin değişmeye başladığının da bilincinde olmalıyız. Bence 31 Mart’tan bu yana yaşadıklarımız, bize Türkiye’nin bir Muz Cumhuriyeti olmadığını gösterdi. Direnenlerin olduğunu, hak arayanların varlığını gösterdi. Artık atı çalanın kolay kolay Üsküdar’ı geçemeyeceğini gösterdi. Milli iradenin gasp edilemeyeceğini, buna izin vermeyecek bir anlayış, bir irade olduğunu gösterdi. Buna sevinmeliyiz. Bunun için umutlu olmalıyız. Çok sevdik çünkü Sayılardan (ve dayılardan) bıktım, biraz da duyguları konuşturalım: Ben ve benimle ortak paydada buluşan milyonlar olduğu için rahatlıkla “Biz” de diyebilirim; biz Ekrem İmamoğlu’nu çok sevdik. Sadece İstanbul’da yaşayanlar olarak değil, ülkece Ekrem İmamoğlu’nu çok sevdik. En başta gülümsemesi için sevdik. O gülümsemenin sahici olduğunu, içten geldiğini bildiğimiz için... Çalışkanlığı için... Asla sinirlenmediği, öfkelenmediği, sesini yükseltmediği, bağırıp çağırmadığı, kaşlarını kaldırıp ders vermediği, parmak sallamadığı, azarlamadığı, karşısındakini aptal ya da geri zekâlı yerine koymadığı için... Tüm suçlamalara, tüm yalanlara, iftiralara, haksızlıklara karşın sükunetini, sakinliğini ve sabrını kaybetmediği için... Büyüğe, küçüğe, kuşa kurda, en çok, en çok ekibine, çalışma arkadaşlarına gösterdiği sevgi ve saygı için... Düzeltiyorum: Rakiplerine de gösterdiği saygı için... Binali Yıldırım’a kendi partisi AKP’nin göstermediği saygıyı, Ekrem İmamoğlu’nun gösterdiğinin, herhalde bu gazetenin tüm okurları farkındadır... Binali Yıldırım’ın “Türk halkının sinirlerini bozmayın” çıkışına gülümseyerek, “Benim gülümsemem, insanların yüzünü güldürüyor... Benim sayemde gülüyor millet şu an...” dediği için...  Beylikdüzü’nde gerçekleştirdiklerini bildiğimiz için seviyoruz onu. Geçmişte yaptıklarıyla, gelecekte yapabileceklerinin işaretini verdiği için... Her kuruşun hesabını verebilecek, şeffaf belediyecilik anlayışını oturtacağına inandığımız için seviyoruz. Harikulade, coşkulu horon teptiği için de... İlk iş, Anıtkabir’e koşup Ata’ya sevgisini saygısını ilettiği için... İstanbul’da kaybettiği ilçelerin başkanlarına dahi “Sevgili Kardeşim” diye hitap ettiği için... Kendisine oy vermeyenleri de kucakladığı için... Vicdanlara dokunduğu için... Ülkemin geleceğine dair umut verdiği için Ekrem İmamoğlu’nu seviyorum, seviyoruz. Üç büyük yönetmenin filmleri Kadıköy’de... Sinema tarihine damga vuran üç büyük yönetmenin eserlerinin yer aldığı “Üç Büyük Yönetmen: BergmanDe SicaWenders” programı 18 Nisan30 Mayıs tarihleri arasında Kadıköy Sineması’nda izleyiciyle buluşuyor. 21 filmden oluşan seçki salı, perşembe ve pazar günleri Kadıköy Sineması’nda olacak. Her filmin tek gösterimi yapılacak ve filmler orijinal dilinde Türkçe altyazılı olarak gösterilecek. Gösterim takvimi ve bilet bilgileri için sinematek.kadikoy.bel.tr adresi veya “SinematekSinemaEvi” sosyal medya hesapları takip edilebilir. l Kültür Servisi C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle