23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 26 MART 2019 SALI gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Akılcılığı yakalama olaylar ve görüşler ya da yakalayamama Erhan KARAESMEN Yaklaşan yerel seçimler dolayısıyla yurttaşların bireysel sorunları ve toplumun ülke genelindeki dertleri daha sık tartışılır oldu. Ekonomiişsizlik sorun paketi ile uluslararası siyasal ilişkilerdeki savruk ve onursuz davranışlar görsel yayın organlarında ve yazılı basında sık dile getirilir oldu. Mevcut iktidarın çok alışılmış kaçak dövüşlerinden birinin ürünü olarak da “beka” denen şarlatanca bir kandırma oyunu sergilenir oldu. “Beka” sözcüğünün dahil olduğu Arapça cümle ailesinde hemen anımsanan bir sözcük, bilindiği gibi, “baki” kelimesidir. Oradan türemiş olan insancıl özlemli duyguların da ifadesini taşıyan “baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş” şiirsel tekerlemesini beka ile habire uğraşan iktidar kesiminin arkasından önümüzdeki günlerde bir vefa ifadesi olarak kullanabilmeyi çok arzularız. Bireylerin ve toplumların gündelik ve geleceğe dönük umutları, sevinçleri, hüzünleri, hüsranları şekillenirken ve oluşurken ‘akıl’ olgusunun işin içine giriş yoğunluğu hep ön planda yer tutar. Akıl, evrimsel gelişme çerçevesinde insanoğluna doğa tarafından tanınmış en büyük ayrıcalıktır. Beyin denen minnacık, yumuşacık bir organın sonsuza yakın sayıdaki girinti çıkıntılarının arasında sıkışmış benzersiz bir yaratıcılık kaynağıdır. İnsanın mutluluğu, mutsuzluğu, toplumların gelişmesi, gelişememesi ve uygarlık çizgisinin belirlenmesi, bu kaynaktan fışkıran çok kudretli bir özün ürünüleri olarak kendini gösterir. Bu akış, avuçlar arasına alınabilirse, yani yakalanabilirse, kişi ola rak, toplumun bir katmanının ya da tümünün bir öğesi olarak insanın lehine ve çıkarına sonuçlar verir; mutluluğunu geliştirir; yaşamını zenginleştirir. Yakalanamazsa birbirinden türeyen yapay sorunlar dizini içinde yalpalanır durulur. Mutluluk, daha iyiye yönlendirici bir gelecek beklentisi artık söz konusu olamaz. Gelişmekte olmaklık, gelişmesini henüz tamamlayamamış bulunmaklık gibi Türkiyemiz için de geçerli olan bazı tanımlar, aklın kullanılmasında ve fışkırmasındaki dolaşım ağlarının parçalarıdır. Yaklaşan seçimlerle ilgili iktidar kesimi ağırlıklı olarak derin akılcılık bir yana düzayak akılcılığı bile ıskalayan belirlemeler, ülkemizin çağdaş bir uygarlık çizgisinde ilerleyememe sıkıntısını belgeleyen unsurlar olarak ortalıkta dolaşıyor. İktidar tutkusu ve en güçlü olma hırsı adına politika denen toplum içi ve toplumlar arası dengeleşmelerin çok önemli bir dürtüsüdür. Her güç sahibi onu daha da pekiştirerek muhafaza etme eğilimindedir. Bunu, adına kısaca “pratik akıl” denen kestirmeci yollarla yaparsanız, bizdeki ayrışımcı konumları yaratırsınız. Toplumsal ilerlemenin gereği olan toplumsal katmanlar arası dengeyi bir türlü sağlayamazsınız. Aksine bunu toplumu ayrıştırıcı basiretsizliklere çevirirsiniz. İşin içinde ne akıl vardır; ne duygu; ne insan sevgisi; ne toplum sevgisi; ne ilerleme ve gelişme tutkusu; ne yaratıcı buluşlara saygı ve itaat; ne... ne. Akıldan uzaklaşmışlık, sevgiden ve güzellikten de uzaklaşmışlık anlamına gelir. Hepsi birlikte insanların toplum katmanlarının ve toplumun ruhunu boşaltır. Türkiye’nin toplumsal ya şamında bu durumun ciddi bir risk konusu olarak kendini göstermekte olduğu izlenebilmektedir. Önüne geçebilmek için demokratik yollardan ancak kuvvetli bir toplu dayanışmayla oluşturulacak bir çabanın ve verilecek bir mücahadelenin gerekli olacağı açıktır. Sol kavramının barındırdığı akıl Fransız devriminden sonra kurulan ilk halk meclisinde, başkanlık kürsüsüne göre sağ tarafta ve salonun ortalarında oturan temsilciler “ihtilal yapıldı ama krallık yaşamalı” sloganını benimseyen değişim karşıtlarıydılar. Sol tarafta oturanların ise eskiciliğin ve tutuculuğun karşısında zamanın akışının sürüklediği bir akılcılığın savunmasını yapan bir grup olarak dikkat çektiği bilinirdi. İki yüz küsur yıl sonra toplumsal yaşamda ve politik literatürde bazen kurtarıcı, kimi zamanlar da umacı olarak değerlendirilen sol kavramının kökü ilk çıktığı dönemde akılcılıkla bağdaşmış olarak kendini gösteriyordu. Yukarıda da dile getirildi: Akıl, güzellik ve mutluluk yaratmanın kaynağıdır; ilerlemenin ve gelişmenin dayanağıdır. Adına sol muhalefet denen oluşumlar akıl unsurunu alabildiğine geniş boyutlarda kullanma eğiliminde ve durumunda olmak zorundadır. Ülkemizde günümüz politik muhalefetinde sol düşünceye olan mesafeli ve hafifçe ürküntülü yaklaşım, akılcılık bakış açısından eleştirilebilir ve tartışılabilir niteliktedir. Yaklaşan yerel seçimlerin hazırlık döneminde de orta sağdan bir miktar oy kapabilme gibi bir hesapla radikal olamayan ortacı politik belirlemelerin ve tavırla rın seçim sonuçları üzerinde pek etkili olamadığı son on beş yılın seçimleri boyunca bol miktarda izlendi. Kapitalci sağ ile dinsel tutuculuğun kol kola girmiş bulunduğu günümüz iktidar yapısında ilkel bir kafatasçılığın da desteklediği ittifak güçlenmeleri yaşanmaktadır. Sol oynamayan, yani hakkaniyetçi bir paylaşımdan, fırsat eşitçiliğinden, fiziksel ve zihinsel emeğin değerlendirilmesindeki duygu ve akıl yüklü tavırlardan yana bağır bağır bağıramayan bir muhalefetin adı, belki orta sol olarak anılabilir. Ama bu orta sağ düşüncesi ile kırıştırmalı bir sol tavırdır. Bu güdük anlayışa karşın önümüzdeki yerli seçimde orta sol iktidar yakın geçmiştekilere oranla biraz daha olumlu seçim sonuçları yakalama şansına sahiptir. Böyle olması ayrıca kuvvetle temenni edilir. Ancak, ekonomik sağ kesim ve onun hoyratça bir ustalık içinde tüketime yönlendirip kendine bağladığı toplum gruplarından oy koparmanın çok zor olduğu düşünülmelidir. Hele orta sağ ve belki biraz daha sağına göz kırparak oralardan seçim sonuçlarına etki yapabilecek bir şeyler çıkarabilmek orta sol bir muhalefet için hiç kolay değildir. İnsancıl akıl ya da pratik çıkarcı akıl açılarından, hangisinden bakarsanız bakın, orta sol muhalefetin bu gerçeği yakalamış olması zorunluluğu vardır ve kendisinden bu beklenir. Akılcılığı bireysel yaşamda, toplum yönetimi anlayışı çerçevesinde ve politik muhalefet yönlenişi çerçevesinde gecikmeden yakalayabilme umuduyla ve çeşitli edilgenliklere rağmen sonuçlarından mevcut iktidarın memnun kalmayacağı bir seçim geçirilmesi temennisi ile. Pazar günü ‘kimi’ değil ‘neyi’ oylayacağız? 31 Mart 2019 Pazar günü sadece belediye başkanlarını ve yerel yöneticileri seçmeyeceğiz: Ya barışa, ya da kavgaya... Ya dostluğa, ya da düşmanlığa... Ya uzlaşmaya, ya da çatışmaya... Ya sevgiye, ya da nefrete... Ya demokrasiye, ya da baskıya... Oy vereceğiz! HHH Hani “İnsanların gerçek kişilikleri ya hapishanede ya da hastahanede belli olur” derler ya: Allah kimseyi hapishaneye de, hastahaneye de düşürmesin! Tam tersine, iktidara getirsin... Ve iktidarını yitirmekle sınasın: İşte o zaman gerçek tıynet ortaya çıkıyor! HHH 17 yıldır Cumhuriyet’in bütün sanayi yatırımlarını satan, kentlerdeki yeşil alanları, kupon arsaları yağmalayan, güzelim şehirlerimizi beton yığınlarına boğan iktidar...  Bırakın iktidardan düşmeyi, sadece belediye başkanlıklarını kaybetme korkusuyla bile: Neler diyor, neler yapıyor, halkı nasıl bölüyor, insanları nasıl birbirine düşmanlaştırıyor, muhaliflere nasıl saldırıyor, terörizm ve hainlik gibi nasıl çok ciddi suçlamalar yapıyor, devletin bütün olanaklarını nasıl parti emrinde kullanıyor... Türkiye’nin demokrasi tarihinde görülmemiş saldırganlıkta nasıl bir seçim kampanyası yürütüyor! HHH Güçsüzleşen otoriter iktidarların baskıyı artırdıkları bilinen bir gerçektir. Ama demokrasilerde, seçmen tarafından uyarılan, güçsüzleşen iktidarlar “Nerede yanlış yaptık?” diyerek kendilerini irdelemeye, özeleştiriye yönelirler. 31 Mart seçimlerinde, artık çok yıpranmış olan iktidarın gücünü bir ölçüde yitireceği  açık bir biçimde görünüyor. Bu güç yitirmenin derecesi, muhalefetin alacağı oylar ile kazanacağı kentlerin sayısal ve siyasal niteliği çerçevesinde ortaya çıkacak. HHH Dilerim iktidarın seçmenlere ve toplumun çeşitli kesimlerine yönelik tehdit ve intikam kokan söylemleri “seçim heyecanı” ile yapılmış olan “maksadı aşan” söylemlerdir... Ve kendileri açısından da elbette dilerim ki, seçimlerden sonra toplumu zaten bunaltmış olan baskılar daha da artmaz... Çünkü artık kaynakları ve umudu tüketmiş olan bir iktidarın baskıyı artırması ancak onun iktidardan gidiş sürecini hızlandırır! Eski Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Genel Sekreteri Hasan Erdoğan’ın ardından... Türkiye Öğretmen Sendikası eski Genel Sekreter’lerinden Hasan Erdoğan, öğretmen sendikacılığında tanınmış bir isimdi. Erdoğan, sendikacılığını ‘demokratik baskı örgütçülüğü’ olarak algılardı. Feyzullah ERTUĞRUL / Eski Türkiye Öğretmenler Baskil Kaymakam Vekili “Ne yapayım Sendikası (TÖS) / Eğitimciler Derneği (EĞİTDER) Genel Başkanı benim reyime bırakılmıyor ki...” Elazığ Milli Eğitim Müdürü ise “Sen Türkiye çapında en büyük öğretmen kuruluşunun Gazetelerde yayımlanan acı bir habere göre can dostum, değerli arkadaşım Hasan Erdoğan’ı yitirmişiz. genel başkanısın. Bu hususlarda hesaplı davranmaya mecburuz...” cevabını vermişlerdir. Hasan Erdoğan, öğretmen örgütçülüğünü “direnme örgütçülüğü” değil “demokratik baskı örgütçülüğü” olarak algılayan ve öğretmen sendikacılığında bu kimliğiyle tanınan biriydi. Adalet Partisi’nin iktidar dönemine rastlayan 1967 yılında Ankara’da ilköğretim müfettişiydim. Aynı zamanda Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Genel Başkanı’ydım. Ama genel başkan seçilişimin onuncu gününde ilköğretim müfettişliği görevimden alınarak Elazığ’ın Baskil ilçesine bağlı Karagedik köyüne ilkokul öğretmeni olarak sürgün edilmiştim. ‘Anayasa’yı ihlaldir’ İzin almakta kolaylık olur ve istemi belgelendirir ümidi ile Feyzullah Ertuğrul’un müracaatı üzerine mahkemeden cevaben çekilen tel de ilgilileri bu kararlarından döndürememiştir. Aynı zamanda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne imza koyan bir hukuk devleti yöneticilerinin bu tutumları Türk öğretmen topluluğunu umutsuzluğa sürükledikten başka insan hak ve hürriyetlerine de tecavüzün bir belirtisidir. Ceza mahkemesinde ve ceza tehdidi altında bulunan bir vatandaşın savunma hakkına Destek bildirisi Hasan Erdoğan saygı herkesin borcu iken TÖS TÖS adına yayımladığım bir bildiriden dolayı Ankara Toplu Basın Mahkemesi’nde yargılanıyordum. Bu mahkemede sürdürülen duruşmaların birinde bulunabilmek için bana izin verilmemişti ve Hasan Erdoğan buna tepki olarak şu bildiriyi yayımlamıştı: “TÖS Genel Başkanı’nın savunma hakkı Genel Başkanı’ndan, anayasa teminatı altındaki bu kutsal hakkın esirgenmesini, hizmetinde bulunmakla şeref duyduğumuz büyük Türk milletinin takdirlerine sunarız. Türkiye Öğretmenler Sendikası Genel Sekreteri Hasan Erdoğan” (Kaynak: İlk İki Yılda TÖS) engelleniyor. 31.5.1967 Hasan Erdoğan’ın TÖS Genel Sekreteri Yayımlandığı bir bildiri üzerine Ankara olarak ödünsüz savaşımlarına ilişkin Toplu Basın Mahkemesi’nde hakkında bilgi ve belgeler için Türkiye Öğretmenler dava açılmış bulunan genel başkanımız Sendikası yayınlarından “İlk İki Yılda Feyzullah Ertuğrul, 31.5.1967 tarihinde TÖS” adlı kitaba bakılabilir. Sonuç olarak bu mahkemede yapılan duruşmada hazır rahmetli Hasan Erdoğan arkadaşımızın bulunup savunmasını bizzat yapmak ailesine, EğitimSen Genel Başkanı Feray istemesine rağmen Baskil Kaymakamı Aytekin Aydoğan’a ve yönetimdeki ve Elazığ Valiliği’nce kendisine izin arkadaşlarına “sizin de başınız sağ olsun” verilmemiştir. Ertuğrul’un müracaatına diyorum. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle