17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 5 ŞUBAT 2019 SALI [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler Üniversite sorunlarını tartışmıyor Prof. İbrahim Ortaş/ Çukurova Üniversitesi Bugünlerde üniversitelerin yıl sonu sınav dönemi, çoğu hocanın kapısında not yükseltmek isteyen öğrenciler belirir. Öğrencilerin derse ilgisizliği ne yazık ki üniversite eğitiminde bütünlüklü bir eksikliği de ortaya çıkarmaktadır. Çankaya Üniversitesi’nde kopyadan yakaladığı öğrencisi tarafından üniversitedeki odasında öldürülen araştırma görevlisi Ceren Şenel’in öldürülmesi olayı ve benzeri sonuçları çoğu defa kenar mahallelerde yaşanırdı. Öldürme basit bir sınavdakopya çekme işlemi mi, güvenlik zafiyeti mi, yoksa üniversite yönetiminin gözden kaçırdığı hatalar var mıydı, sorularını ülke olarak tartışamadık ve çözüm üretemedik. Öğrenciler ve tercihleri Son yıllarda öğrenciler sınıfta cep telefonu ile hocaların ders slaytlarının fotoğrafını çekerek sınava hazırlanmaktadırlar. Çekilen fotoğrafların dışında hiç kitap, defter yüzü açmayan bu öğrenci profili ile nereye varacağımızı bilemiyorum. Bu durumun pedagojik olarak analiz edilmesi gerekiyor. Acaba, öğrenciler meslek tercihlerinden memnun değiller mi? Çoğu öğrencide istedikleri tercihe yerleşememenin rahatsızlığını hissediyoruz. Ancak buna rağmen etkili öğrenme gerçekleştirmeleri için ciddi bir çalışma ve araştırma çabasının içinde olmaları beklenir. Öğrencilerin çoğunluğu geometri, fizik gibi soyut düşünme, yaratıcı düşünceden yoksun. Ezberci lise eğitiminde sınava yönelik ders çalışmadan dolayı kitap okumayan, entelektüel altyapı Eğitimci olarak eğittiğimiz insanların her yönü ile çalıştığı konuyu enine boyuna tartışabilen, birikimli, bilinçlenmiş ve topluma yararlı olmasını sağlamak zorundayız. İyi eğitilmemiş, ne istediğini bilmeyen kişiler ise topluma zarar verebilir. Hiç kitap, defter yüzü açmayan bu öğrenci profili ile nereye varacağımızı bilemiyorum. Bu durumun pedagojik olarak analiz edilmesi gerekiyor. Öğrencilerin çoğunluğu geometri, fizik gibi soyut düşünmeden ve yaratıcı düşünceden yoksun. sı oluşmamış, felsefe, sanat, müzik ve spordan uzak bir yaşam anlayışına sahip olarak üniversiteye gelen öğrenci yorgun ve üniversite coşkusuna sahip görülmüyor. Bunun üzerine akademik altyapısı yetersiz, çalışma disiplini olmayan, ders çalışmasını bilmeyen, okuduğunu tam anlamayan çok sayıda öğrencinin derslerde doğal olarak zorlanmakta olduğu görülüyor. Doğal olarak öğrenci, ailesine ve çevresine karşı zorda kalabilmekte ve bu tür tasvip edilmeyen kabalıklara teşebbüs edebilmektedir. Bu bağlamda birkaç kez yazarak öğrencilerin yetersiz eğitim ile diploma sahibi olduğunu belirttim. Neden böyle oluyor diye! Mutlak üniversitelilik anlayışına yakışır eğitim ve sınav sistemine geçmemiz gerekir. Ülkemizin geleceği olan bu gençliği iyi eğitmeden diploma sahibi yapamayız. Bugün yaşadığımız birçok sorunun temelinde yetersiz bilgi sahibi olma, konuların anlaşılmamış olması, kolaycılık, liyakatsizlik gibi bir dizi sorunun bileşkesinin sonucu ortaya çıkmaktadır. Bütün bu olumsuzluklar, ülkede yaşanan verimsizlik ve kalitesizliğin oluşturduğu sorunlar yumağı hepimizin yaşamını ve ülkemizin sağlıklı gelişimini olumsuz etkilemektedir. Ezbere dayalı eğitim sisteminin sonucu yaşanan koordineli sorunlar bir bütün olarak eğitim sistemimizi ve yaşamı anlamamızı sorgulamaya kadar varan çok yönlü toplumsal boyuta ulaşmıştır. Her şeyden önce kopya çekme olayı üniversite eğitiminde olur mu, sorusu ile başlayalım. O zaman üniversite nedir? Üniversite nasıl bir ortamdır? Üniversitede eğitimöğretim liseden ayrı olarak nasıl yapılır? Üniversitede öğrencinin neyi öğrenmesi gerekir? Kopya olayı olamaz Üniversite ortamında eğitimden öteye neyi kazanması beklenilir? Üniversitede sınav neden yapılır ve nasıl yapılır, gibi temel soruların sorulması ve üniversite ölçeğinde cevapların aranması gerekir. Prensip olarak üniversitelerde eğitim, ezbere eğitim olamaz. Üniversitede bilgi verilmez, üniversitede bilgiler analiz edilir ve bilgiden bilgi üretilir. Sınavlarda da bilginin kavranıp kavranmadığı belirlenmeye çalışılır. Eğer sınav düşünme, analiz etme, yorum üzerine değil de belirli bir metni veya konunun anlatılması üzerine ise orada öğrenmenin gerçekleştiğini söyleyemeyiz. Ezbere istenen bir konuda öğrenci sınavı kopya ile aşabileceğini düşünür ve kopyaya teşebbüs eder. Ezbere dayalı eğitim Üniversite ortamı yaratılmadan, ezbere dayalı eğitimden kurtulmadan bu tür kopya ve benzeri sorunlar hep yaşanır olacaktır. Öğrenci kontenjanların yüksek olduğu, akademik kadroların yetersiz olduğu, liyakatin işlemediği üniversite ortamı olduğu sürece bu tür sorunlarla karşılaşmak kaçınılmazdır. Uzun erimli, ülkenin nitelikli insan gücü ihtiyacı ve teknolojik gereksinim planlaması yapılmadan açılan sayısız üniversitelerimizdeki yetersiz altyapı ortamında, üniversitelilik bilinci ortaya çıkmaz. Üniversiteler olarak uzun zamandır eğitim sisteminin ezberci olmasından şikâyetçiyiz. Ancak ne yazık ki gerek üniversiteler gerekse YÖK bu konuda hiçbir model ve öneri geliştiremedi. Sınıfların kalabalıklığı, yetersiz öğretim üyesi eksikliği veya yardımcı araştırıcı sorunu hepsi bir gerçek. Ancak bu kadar altyapısı oluşmamış, öğretim üyesi olmayan, kütüphanesi olmayan üniversite olur mu diye sormadık. Bu cinayetten ders çıkarmak Mezunların büyük çoğunluğu yeterince eğitimli ve bilgiye erişme ortamı yetersiz olduğu için işsiz ve kendi başına da iş ortamı sağlayamıyor. Maalesef eğitim sistemimiz özgün ve özgür düşünme ortamı sağlamıyor. Eğitim sistemimiz soyut düşünmeden yoksun, analitik düşünmeden uzak olduğu için yaratıcı insanlar yetiştirememektedir. Onun için ülkemiz uzun zamandır ekonomik ve sosyal olarak ortagelir tuzağına sıkışmış kalmış durumdadır. Türkiye’nin bu tuzaktan kurtulması için mevcut düşünme çapını büyütmesi ve buna uygun hareket edecek bir üniversite sisteminin hayata geçirilmesi gerekir. Maalesef üniversitelerimiz artık en temel eğitim sorunlarını bile tartışmıyor. Ülkemizin insan potansiyeline güveniyor ve uygun bir üniversite ortamında çok nitelikli eğitim ve araştırmanın yapılacağına inanıyorum. Yeter ki doğru kişiyi doğru yerde konuşlandıralım. Doğa feryat ediyor! SALİH ÖZBARAN 10 Ocak 2019 tarihli Cumhuriyet’e atılan gözalıcı manşet “Saray’ın şakası” idi. Çünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir gün öncesinde şu sözlerle gündemi belirlemişti ve bu sözler Cumhuriyet gazetesi sorumlularına şaka gibi gelmişti: “Yatay mimaride ısrar ediyorum. Böyle gelmiş böyle gider diyemeyiz. Deniz kenarlarını, ormanlarımızı betona çevirme gayreti içinde olanlar var... Gelin ülkemizi katletmeyelim... TOKİ’ye sesleniyorum, özel sektör mensuplarına sesleniyorum. ‘Arazi yok, yer yok.’ Ne demek, olduğu kadar yap kardeşim. İnsanoğlu toprağa yakın yaşamalı.” Geçmişteki şakalar Yatay mimarinin haddini, sınırını bilemem. Ancak, yatay genişlemeden tabiatın nasıl kemirildiğini çok iyi biliyorum. Onun dışındaki cümlelere gelince; onların günlük, geçici, politik ve yakında yapılacak yerel seçimler düşünülerek yurttaşlara sevimli görünmek niyetiyle söylenmiş sözler olduğu düşünülebilir. Ama Yatay mimarinin haddini, sınırını bilemem. Yerel seçimler düşünülerek yurttaşlara sevimli görünmek niyetiyle söylenmiş sözler olduğu düşünülebilir. bir umut fişeği de sanılabilir. Aylardır, yıllardır devlet yetkililerinden özlediğim sözlerdi onlar. Eleştirilerle dolu yazılarım, yakardığım anlar oldu. Bilim insanlarının, doğduğum kasaba Turgutlu’da örgütlenen TURÇEP üyelerinin, konuya duyarlı gazetecilerin duyarlılıklarını dile getirdim. Yöremin Çaldağı’nda bir İngiliz firmasının T.C. Hükümeti tarafından lütfedilen izinle çıkarmaya çalıştığı ve iki yüz binin üstünde olgun ağacın boğazlandığı, çevrenin havasını, suyunu zehirlemeye başlayan günlerde, uyarılarını yansıtmaya çalıştım. Cumhurbaşkanı’nın bir zamanlar söylediklerini yineleyip durmuştum: Başbakanlık döneminde, 8 Nisan 2013 tarihinde İstanbul’da Birleşmiş Milletler Ormancılık Forumu’nda Kızılderili atasözünü tekrarlarken şaka mı yapıyordu? “Bütün ağaçlar kesildiğinde, bütün hayvanlar avlandığında, bütün sular kirlendiğinde, hava so lunamaz hale geldiğinde, işte o zaman paranın yenilebilir bir şey olmadığını anlayacaksınız” uyarıları nasıl şaka olabilirdi! Daha öncesinde, Katar’ın Sheraton otelindeki 13 Şubat 2010 tarihinde ABDİslam Dünyası Forumu’nda “Ey insanlık neredesin” dememiş miydi Başbakan? Daha nice can alıcı sözler, uyarılar. Demek ki hepsi şakaymış. Ama bir gerçek varmış ve halen bütün varlığıyla ortada. Cumhurbaşkanı şaka gibi görünse de bu gerçeği dile getiriyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden Manisa milletvekili Hasan Ören’in açılan ölüm kuyularının fotoğrafları eşliğinde gözler önüne serdiği yıkımı anımsattım. Böylece Gezi Parkı’yla uyanan doğa bilincinin yeşerdiği bugünlere geldim, geldik. Tarih ve uyarılar Osmanlı İmparatorluğu’nun, başka bir ifadeyle Devleti Aliyye’nin iyice genişlemiş sahasında yer alan or Küresel iklim değişikliği ile birlikte ülkemizde sıkça görülmeye başlanan doğa olaylarından biri en son Antalya’da yaşandı. manların gemi inşaatı, tophane ve saray ihtiyacı için elzem oluşu, devletin/sultanlığın/sarayın bu konuda yaptırımlarını işler duruma getirmiştir. Pek çoğu ise “cibâli mübâha” gereği, 19. yüzyılın ortalarına kadar halkın gelişigüzel kullanımına bırakılmıştır. Tarım endüstrisinin atılımlar için gerçek başlangıcı, 1923’teki İzmir İktisat Kongresi’nin prensiplerine öncülük ettiği belleğimizde. Birçok eksikliğe çare arayanların ayrıntılarını, inanıyorum ki, konuların uzmanları iyi bilecekler ve Cumhuriyetin önayak olduğu tarım politikasını çok iyi ve eminim ki övgüyle değerlendireceklerdir. Hiç de şaka yapmayan Mustafa Kemal’den ve yurtseverlerden birkaç satır aktarayım, şakayla doğaseverlik arasındaki gerçeği tanımlayayım: “Uyuşukluklar ve ilgisizlikle geçen yüzyılların ekono mi varlığımızda açtığı yaraları iyileştirmeliyiz. Yurdumuzu varlıklı ve mutlu yurttaşların bayındır ülkesi haline getirmek için ne yapmamız gerektiğini bulmalıyız. Ekonomimizin temelini tarım oluşturduğundan, endüstriye geçerken tarım endüstrisinden başlamalıyız.” Gazi Mustafa Kemal, 1923. “Doğaya düşman olan bir ülke olduk... Bu, kazançlarından başka dünyayı görmeyen, bilmeyen yöneticilerin marifetidir. Size öğüt vermek istemiyorum, öğüt sevmem, konuşmamı öğüt saymayın. Bugün varsınız, yarın yoksunuz; bu Anadolu insanları kolay bağışlamaz. Anadolu topraklarının üstüne titrer; Kurtuluş Savaşımıza bakın.” Yaşar Kemal. “Sen sade toprağı tanı / toprağa inan / Ayırt etme öz anandan / toprak ananı / Toprağı sev anan kadar.” Nâzım Hikmet. Kabalığa, kaba kuvvete hayır! BU İKTİDARIN YAPTIĞI EN BÜYÜK KÖTÜLÜK: Nezaketi... Terbiyeyi... Sevgiyi... Saygıyı... Hukuku... Adaleti... Eğitimi/diplomayı... Liyakati... Kültürü... Çoğulculuğu... Bilimi... Sanatı... DEĞERSİZLEŞTİRMESİ... ONLARIN YERİNE: Nezaketsizliği... Terbiyesizliği... Sevgisizliği... Hukuksuzluğu... Adaletsizliği... Eğitimsizliği/diplomasızlığı... Liyakatsizliği/Kayırmacılığı... Kültürsüzlüğü... Tek tip kültürü/dogmatizmi dayatmayı... Güzelliğe/inceliğe/zarafete düşmanlığı... Öfkeyi... Nefreti... Hakareti... Saldırganlığı... Kavgayı... Kadın düşmanlığını... VE BÜTÜN BUNLARIN DIŞAVURUMU OLAN KABALIĞI, KABA KUVVETİ İKAME ETMESİDİR. HHH Toplumsal yapı, yani düzenlenmiş toplumsal ilişkiler ile bireysel tutum ve davranışlar arasında sıkı bir etkileşim vardır: Genel olarak toplumsal yapı ve bu yapının egemenlik/yönetim ilişkileri bireylerin tutum ve davranışlarını da belirler: Aşiret toplumlarında göçebelik, reisin emri ve paganizm... Din/Tarım toplumlarında köylülük, kralın/padişahın emri ve din kuralları... Kent/Endüstri toplumlarında kent yaşamının gerekleri, milliyet, anayasa, yasalar ve vatandaşlık bilinci... Bilişim toplumlarında bütün kimliklerin eşitliği, evrensel hukuk ve adalet, temel hak ve özgürlükler... Bir önceki değerler sistemi üzerine gelerek, onlarla birlikte, bireylerin tutum ve davranışlarını belirler. HHH İnsanlık: Kabalığa, kaba kuvvete teslim olduğu oranda, uygarlıktan uzaklaşır... Kabalığın, kaba kuvvetin yerine, nezaketi, terbiyeyi, sevgiyi, saygıyı, hukuku, adaleti, eğitimi, kültürü, bilimi, sanatı koyduğu ölçüde uygarlaşır. HHH ASLINDA REKABET VE MÜCADELE, KABA KUVVET İLE UYGARLIK ARASINDADIR... VE UYGARLIK MUTLAKA KAZANACAKTIR! Bir çocuk daha okusun diye... 21. YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) Tel : 0212.274 15 02213 74 02 Fax: 0212.275 52 44 www.yekuv.org • [email protected] Vakıflar Bankası: Osmanbey Şubesi 00158007287986476 ÇAĞLAR ERDEM  Tarih boyunca insanlığıtoplumları idare edenlerin en etkili silahları, insanların düşünce yapılarına, insanları korkutarak veya umut vaat ederek, etki etmeleri olmuştur. Buna rağmen insanoğlu bilimi keşfedip bugün günlük hayatta kullandığımız her şeyi üretebilecek seviyeye geldiyse bunu aklını kullanabilme yetisini tam anlamıyla kazanmış bir avuç bilim insanına borçludur. Laiklik dünyevi veya hukuki bir kavram olarak nitelense de aslında düşünsel bir kavramdır; günlük hayatta, toplumsal düzende ve devlet idaresinde karşılaşılan bütün sorunları hiçbir inanç, çıkar, öfke, sevgi vs. gibi duyguların etkisinde kalmadan aklın ve bilimin ışığında değerlendirmek çözüm üretmek Laikliği anlamak Laiklik, toplumsal düzende ve devlet idaresinde karşılaşılan bütün sorunları hiçbir inanç, çıkar, öfke, sevgi etkisinde kalmadan aklın ve bilimin ışığında değerlendirmek, çözüm üretmektir. tir, dolayısıyla laiklik özünde bilimsel düşüncedir. Bilimsel düşünce Bu akılcı ve bilimsel düşüncenin gerçek teminatı ise eğitim hayatının ilk yıllarında verilecek olan sorgulama bilincidir ve bu bilinçle doğacak olan gerçekle yaşama azmi, ülkemizi ve bütün insanlığı muasır medeniyetler seviyesine ulaştıracak olan tek yoldur. Bu anlamda asıl olanın toplumu yönetmek değil eğitmek olduğunu bilen büyük Atatürk, 5 Şubat 1937’de kurtardığı ve kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin yol göstericisi olan laiklik ilkesini anayasaya eklemiştir. O günden bugüne kadar yetişen kuşaklara laik eğitim verilebilmiş olsaydı ülkemiz sanatta, sporda, sanayide, eğitim ve bilimde dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri olabilirdi. Ancak hemen her dönem çıkarlarını ve dar egemenlik alanlarını kaybetmemek için halkı belirli ideolojik veya inançsal kalıplar içerisine hapseden anlayışlar sayesinde bugün ço ğunlukla günlük yaşayan, lüks tüketim mallarına sahip olmayı başarı sayan, sorgulama yetisini kaybetmiş bir gençlik var. Bu anlayışı kırabildiğimiz oranda ülkemiz ve geleceğimiz için bir şeyler yapabilme imkânına kavuşuruz. Fikir ve vicdan hürriyeti Bizlere altın tepsi içinde sunulan ve devletin kuruluş felsefesi olan laiklik, anayasadan çıkarsa her zaman 15 Temmuz benzeri kaos ve iç savaş planları emperyalizm tarafından devreye konur ve zamanla Suriye’den bile beter hale geliriz. Hepimize düşen görev, fikir ve vicdan hürriyetinin sigortası, özgürlük ve demokrasinin temeli olan laikliği öncelikle bireysel hayatımızda, sonra da toplumsal hayatta hâkim kılmaktır.      C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle