25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
hafta sonu 923 ŞUBAT 2019 CUMARTESİ Yaşam dolu HanoiVİETNAM’DAN İlk İzlenİmler İlk kez gideceğiniz bir ülke hakkında ister istemez olumlu ya da olumsuz önyargılarınız vardır. Vietnam’a gideceğimi öğrenen arkadaşlar, Ho Chi Minh’in ülkesine gideceğim diye imrendiler bana. Doğrusunu söylemek gerekirse benim duygularım da onlarınkinden farklı değildi... Ben ki elli yıldan daha çok zaman önce “Bir Gün Mutlaka”da “Cebimde Vietnamca şiir kitapları” diye yazmıştım... Aynı şiirin en başlarında “bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor orda” dizesindeki kız, şiirin son dizelerine doğru “Vietnam’daki kız”olarak ete kemiğe bürünmüştü... Aynı yıllarda “Ho Ho Ho Şi Minh” diye bağırmıştık bir ağızdan, hançeremizi yırtarcasına... Kuşkusuz herhangi bir başka ülkeye gidiyor olmaktan daha farklı duygular içindeydim Vietnam yolculuğu öncesinde... Hemen söyleyeyim ki savaşın ve devrimin hemen sonrasındaki Vietnam’a gitmiyor oluşumun da bilincindeydim... O günlerden bu günlere çok sular akmıştı köprülerin altından... Ve işte dokuz saatlik direkt THY uçuşunun ardından uçak Hanoi’ye inişe geçti... Bizimle Vietnam arasında dört saatlik fark var. Gece yarısı üçte kalkan uçak Hanoi’ye inerken bizde saat 12, Vietnam’da ise öğleden sonra 4 oluyor. Gittiğim ülkelerde saatler bizden geriyse ve aradaki fark bir iki saatse saatimle oynamam... Geç kalmaktansa erken hareket etmek daha sağlıklı olduğundan... Fakat geri olan bizim saatimizse hemen ileri alırım... Kol saatimi dört saat ileri alırken pencere kıyısında oturuyor olmamın avantajıyla aşağılara bakıyorum... Ne bizde ne de Batı ülkelerinde alışık olunan bir görüntü... Ağaçlarla bezeli, yemyeşil bir toprak... Bu bakımdan Batı ülkelerine benziyor.. Fakat ağaçlar arasında villamsı evlerin birer küçük köymüşçesine adacıklar gibi öbeklenişinin ne bizdeki ne de Batı ülkelerindeki görünümlerle benzerliği var. Sanki bu evler kendi adacıkları içinde birbirine sokulmuşken, oluşturduklar adacıklar da birbirlerine ne çok uzak ne çok yakınlar... Kardeş yakınlığı diyorum buna ben... Çok yakın. Ama mesafeli yine de... Havaalanında ve kente giderken Uçağın penceresinden ilk izlenimlerimin sıcaklığı havaalanında da bozulmadı. Saygon (Ho Chi Minh) yolcuları inmeksizin bir saat bekledikten sonra aynı uçakla devam edecekler. Aralarında olduğum Hanoi yolcularıyla indiğimiz Naibai (HAN) Havaalanı, Batı’da ya da İstanbul’da alışık olduklarımızdan farklı, geniş, tertemiz, sessiz ve pırıl pırıl. Pasaport kontrol gişeleri önünde göz korkutucu kuyruklar yok. Kadın ya da erkek görevliler, genellikle genç insanlar. Kontrol uzun sürmedi. Valizi çok beklemem de gerekmedi. Fakat çıktığımda karşılayıcı görmeyişime canım sıkıldı doğrusu. Tekrar içeri girdim. “Transfer” masasındaki, çoğu kız ve çok genç görevlilerle İngilizce anlaşmam (Latin Amerika ve Uzakdoğu ülkelerinde çoğu kez olduğu gibi) pek kolay olmadıysa da, telefonumun internete bağlanmasıyla sorun çözümlendi. Ev sahibi kurumdan (Vietnam Yazarlar Birliği) aldığım son mesajlardan birinde, karşılayıcı olmadığında taksi ücretinin ödeneceği notunu da fark ettim bu arada. Zaten öyle olmasa da yapa Hanoi sokaklarındaki yemiş satıcılarının çoğu kadın. Giysilerin ve tropikalimsi meyvelerin renkleri birbiriyle Kente yaklaşırken tam bir uyum gökdelenler de boy içinde... göstermeye başladı. Derken Slovenya’dan Barba ra Pogaçnik, her zamanki zara feti ve sımsıcak gülümseyişle çı kageldi. Doğu bilimci Rus Oleg’in de ka tılmasıyla ekip tamamlandı ve bir taksiye doluşarak “Eski Şehir”e, daha doğrusu Gerçek Hanoi so kaklarına yollandık... cak bir şey yoktu. Transfer masası kısa sürede, bağlantıda olduğu aracın sürücüsünü çağırttı ve sanırım “Uber” şirketine ait araçla yola koyulduk. Genç şoför işaretle de olsa derdimi anladı ve o yaştakilerin ve daha gençlerin sihirbazı oldukları bir el çabukluğuyla telefonumu kendi internetine bağladı... Kente yaklaşırken gökdelenler de boy göstermeye başladı... Fakat villamsı evler kişiliklerini korumaktalardı... Örneğin güzel İzmir’imizin havaalanıyla şehrin merkezleri arasında, yamaçlardaki feci görüntülerden burada eser yoktu. Ve bir anda, otelin bulunduğu ıssız ortamın tam tersi, cıvıl cıvıl, yaşam dolu bir canlılığın içinde bulduk kendimizi... Bizim Beşiktaş’ın, Kadıköy’ün çarşılarıyla, Eskişehir’in (adının bence “Gençler Sokağı” diye değiştirilmesi gereken) “Barlar Sokağı”yla benzerlik var kuşkusuz... Fakat burada, bir renk cümbüşü içinde, çoğu minili, şıpıdık terlikli kızlar manzaraya egemen... Bir de yine hemen hepsi kadın olan yemiş satıcıları... Giysilerin ve tropikalimsi meyvelerin renkleri birbiriyle tam bir uyum içinde... Genelde, Çin’dekinden ve Ja Gerçek Hanoi sokaklarında... ponya’dakinden farklı olarak, kadıngenç kız egemenliği sezinledim Vietnam’ın günlük yaşa Konuk edildiğimiz otel, mında... devletin resmi konuk “Eski Şehir”in evi. Hemen hemen dar ve birbiri hiçbir sıkıntı ve ne bağlanan rici sorun ol sokakları maksızın ter nın kesiş temiz odama tiği bir yerleştim. dört yol Bu uluslar ağzında arası buluş karşımı maların bel za çıkan ki en güzel ve durup yanı yeni dost dakika lar edinmek. larca izle Yanı sıra da eski dostlarla karşılaşmak. Sokak tiyatrosu göz kamaştırdı. mekten kendimizi alamadığımız sokak ti Daha odama girmek üze yatrosu gösterisi ise; reyken koridorun öteki ucundan renkler, oyunculuk ve binlerce Tunuslu şair arkadaşım Moez yıl öncenin kültürünü bugüne ta Majed seslendi... şımasıyla göz kamaştırıcıydı... Brexit, önce emekçileri etkiledi ÖZGÜR SARGIN Brexit, yani İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkış sürecinde belirsizlik sürüyor. İngiltere’de herkes biraz şaşkın ama geleneksel soğukkanlılığını muhafaza etmeyi başarıyor. İnsanlar hükümetin ne yaptığını anlamaya çalışıyor. Fırtına öncesi sessizlik yaşandığını düşünenlerin sayısı hiç de az değil. İngiltere’ye 1996 yılında yerleştiğimde ülke 23 yıldır AB üyesiydi. Emekçi olarak hayatımı kazanmaya başladım. Daha sonra kafeterya işletmeciliğine soyundum. Bugün bir kafeterya ve ‘fast food’ dükkânı işletiyorum. Brexit sürecinin etkileri ilk olarak emek piyasasında hissedildi. Özellikle yemek, nakliye ve inşaat sektöründe eleman sıkıntısı yaşanıyor. İngilizlerin veya ikinci nesil göçmenlerin çalışmak istemediği bu sektörlerde Polonya Bulgaristan, Romanya gibi ülkelerden gelenler istihdam ediliyordu. Ama artık yoklar. Bu insanlar 300 pound haftalıkla çalışırken, şimdilerde 600 pounda bile çalışacak eleman bulunamı Brexit sürecinde özellikle yemek, nakliye ve inşaat sektöründe eleman sıkıntısı yaşanıyor... yor. Maaşlar yükselince işletmeler de mecburen personel çıkarma yoluna gidiyor. Ne yazık ki biz de bu durumdan kaçamadık ve çalışan sayımızı azalttık. Ancak işçi çıkarmak geçici bir çözüm ve önünde sonunda personel giderleri fiyatlara yansıyacak, bu da enflasyon demek. Sadece siyasi gelişmeler değil, teknolojiyle gelen yıkıcı gelişmeler de İngiliz emek piyasasını altüst edecek. Örneğin iki yıl içinde insansız taksilerin etraf ta dolaşacağı kesinleşti. Sektörde çalışan şoförler bir çıkış yolu arıyor. Londra’da sadece Uberde çalışan şoför sayısı 60 bin. Bir o kadar da taksi ve diğer Uber benzeri firmalarda çalışıyor. Bunların yüzde 80’e yakın bölümünün göçmenler olduğu düşünülüyor. Benim tanıdıklarım, İngiltere’de tutunma umutlarını yitirmiş durumda ve ülkelerine dönme planları yapıyor. Brexit oylamasından sonra Londra ekonomisinin can da marı olan finans sektörünün akıbeti de merak konusu oldu. Londra’da Finans kuruluşlarının Frankfurt ya da Paris’e taşınacağı korkusu uzun süre hissedildi. Ancak finans merkezlerinde özel şirketlerin yeni bina yapımları hızlandı. Bu tür haberlerin basında duyulmasıyla Londralılar biraz rahatladı. Ayrıca “finans sanayi” en çok nitelikli eleman arayan, yüksek maaş ödeyen sektör olma özelliğini hâlâ koruyor. Öyle görülüyor ki, Brexit’en sonra da Londra finans merkezi olma özelliğini sürdürecek. Bu sektörün yüksek gelirli çalışanları da kentin refahına katkı yapmaya devam edecek. Brexit sürecinde fırtına bekleyenlere karşın çoğu İngiliz, devletlerinin suyun akışına istediği şekilde yön verebileceğine inanıyor. Bu konuda devlete güveniyorlar. Ayrıca eğitim, sağlık, sosyal yardım gibi konularda İngiliz politikacıların kendi başarısızlıklarını Avrupa Birliği kurallarını mazeret göstererek örtme imkânları kalmayacağı için memnunlar. l LONDRA Tüm türlerin en az yüzde 75’inin kaybolduğu bir “kitlesel yok olma” çağından geçiyoruz. Dünyada vahşi hayvan nüfusu yüzde 50’nin altına düştü. En yalnız salyangoz George 6. kitlesel yok oluş MUSTAFA K. ERDEMOL Nüfusumuzun bu kadar artmasının çarpıcı sonuçların dan biri de gezegenimizdeki me melilerin, kuşların, sürüngenle rin, böceklerin ve deniz canlıla rının sayısının gittikçe azalması oldu. Nüfus artışı demek doğal ortam kaybı demek bir anlam da, aşırı avlanma demek. Bun larla birlikte insan kaynaklı tok sik kirlilik, iklim değişikliği de var. Ekosisteme istilacı türlerin girmesini de eklersek doğadaki binlerce türün neden yok oldu ğu konusunda bir fikrimiz olur. Durum gerçekten felaket. Dünya Yaban Hayatı Koruma Fonu (WWF) omurgalı nüfusu nun 1970’ten bu yana ortala ma yüzde 60 oranında düştüğü nü tahmin ediyor. Son yirmi yıl da kral kelebeği nüfusunda ör neğin, yüzde 90’lık (sayı olarak 900 milyon) bir kayıp var. Pa sifik mavi yüzgeçli orkinosla rın sadece yüzde 3 denizlerde. Yani çoğu avlanarak katledili yor. Geçen yıl son erkek üyesi ni kaybeden beyaz gergedan ile Brezilya’ya özgü mavi papağanı da unutmayalım. Sadece 7 bin çitanın kal ması ne kadar kötü bir haber. Afrika as lanlarının sayı sı 1993’ten bu yana yüzde 43 oranında azaldı ki çok çok Beyaz gergedan kötü bu. Rus ya ve Çin’de sadece 100 ka dar Amur leo parı kaldı. Böcek türlerinin üçte biri tehlikede, dünyada ki toplam böcek sayı sı da her yıl yüzde 2.5 oranında düşüyor. WWF Başkanı Mike Barrett, “Bir uçurumun kenarı na doğru bir uyurgezer gi bi gidiyoruz” derken son derece haklı. Kaç türün nesli tükendi? Gezegenimiz, sadece bir kısmı keşfedilebilen dokuz milyon ila bir bir trilyon türe ev sahipliği yapıyor, bilindiği gibi, bu nedenle kesin bir rakam yok, sadece bilim adamlarının tahminleri var. Omurgalı canlı türleri yakından incelenebildiği için, bunların en az 338 türünün neslinin tükendiğini biliyoruz. Yaklaşık 16 bin bilim adamının küresel ağı olan Uluslararası Doğa Koruma Birliği’ne (IUCN) göre nesli tükenmekte olan 26 bin 500 tür var. Bu rakam amfibi türlerin yüzde 40’ını, resif yapan mercanların yüzde 33’ünü, memelilerin yüzde 25’ini ve kuşların yüzde 14’ünü kapsayan bir rakam. Hawaii’deki ağaç salyangozlarının George adlı üyesi “dünyanın en yalnız salyangozu” olarak biliniyordu. 14 yıl yaşadık tan sonra öldü. New York State Üniversitesi biyologlarından Rebecca Rundell, “üzgünüm ama aslında üzüntüden çok kızgınlık duyuyorum. Çünkü bu çok özel bir türdü ve çok az kişi bunu biliyordu” diyor. Toplu tükenme Şimdi birçok bilim insanı tüm türlerin en az yüzde 75’inin kaybolduğu bir “kitlesel yok olma” çağından geçtiğimizi düşünüyor. Bu altıncı kitlesel yok oluş demek. Beş kitlesel yok oluş gerçekleşti ve bunların tümü son 450 milyon yılda meydana geldi. Sonuncusu yaklaşık 66 milyon yıl önce, büyük bir asteroit çarpması sonucu dinozorların yok olmasıydı ki bunu bilmeyenimiz yok. Ama bu son tükeniş öncekilerden farklı. Tamamen iklim değişikliğine bağlı olarak tetiklendi çünkü. Tükeniş son derece hızlı gerçekleşiyor. Dünyada yaşayan tüm türlerin yüzde 99’u gitti. Bilim insanları mevcut nesillerin tükenme oranını doğanın normal hızının 100 ile 10 bin katı arasında olduğunu belirtiyorlar. Sonuçları ne olacak peki? Her şeyden önce tür kay bı, insanlığın dayandığı besin zinciri üzerinde yıkıcı etkiler yaratabilir. Deniz yaşamının yüzde 25’inden fazlasını oluşturan okyanus resifleri zaten yüzde 50 oranında azalmış durumda, 2050 yılına kadar tamamen kaybedilmiş olacak. Böcekler, bitkileri döller, insanlar da bitkileri yer. Bu kayıplar bu olanağı elimizden alacak gibi görünüyor böyle giderse. Yeniden ürerler mi? Bilim adamları, DNA teknolojisini kullanarak, kaybolan türleri yeniden yaratmaya çalışıyorlar. Birkaç yöntemi var. Birincisi, “geriye dönük ıslah”, yani soyu tükenmiş türlere benzer özelliklere sahip bir canlı türünün eşleştirilmesi. 2009’da nesli tükenmiş bir Pirene dağkeçisinin DNA’sı en yakın tür olan bir keçiyle eşleştirildi örneğin. Doğan yavrular sadece yedi dakika yaşasalar da bu bir umut verici gelişme tabii. İkinci seçenek ise klonlama. Belki de tüm bunlara gerek kalmadan çevreye saygılı bir insanlık bilincimiz olsa her canlıya yetecek dünyada keyifle yaşayabiliriz oysa. 100 YIL SONRA ORTAYA ÇIKIVERDİ Ekvador’a bağlı Galapagos Adaları’ndan Fernandina’da, en son 100 yıl önce görülen ve neslinin tükendiği sanılan bir kaplumbağa türüne rastlandı. Adada türe ait daha fazla kaplumbağa olduğunu düşünen çevrecilerin, dev kaplumbağayı, Santa Cruz Adası’ndaki bir hayvan besleme merkezine götürdükleri belirtildi. Canlı bir Fernandina dev kaplumbağasının, en son 1906 yılında görüldüğü bilgisi paylaşıldı. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle