28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 29 ARALIK 2019 PAZAR PAZAR YAZILARI Ağır ağır çıkacaksın... Merdivenleri inmesi kolaydır, çıkması ise güç. Ahmet Haşim’in de dediği gibi ağır ağır çıkmalı onları! 600 bin nüfuslu Stuttgart uzun bir ovaya ve buradan yükselen yamaçlarla, tepelere kurulu. Almanya’da bu konumda tek bir büyük kent yok. Yeşili bol yamaçları kaplayan ormanlarla, korularla, üzüm bağları arasına, çoğu tarihi 23 katlı villalar serpiştirilmiş. Apartmanlar, bürolar, işyerleri, mağazalar, suları şifalı banyolar ovadaki kent merkezinde. 1350 yılında açılan, 60 dönüm büyüklüğündeki Schloss Parkı kentin göbeğinden Neckar Nehri’ne uzanıyor... Stuttgart bu konumuyla sadece Almanya’nın en ilginç kenti değil, ovayı yamaç ve tepelere bağlayan, çoğu 13. yüzyıldan kalma merdivenleriyle de ülkede eşi olmayan bir kent. 19. yy’la dek yamaçlara ektikleri üzümden yaptıkları değişik şaraplarla geçimlerini sağlayan Stuttgart halkı, ovadan bağlara çıkmak için dar taş merdivenler yapmış. Günümüzde bunlardan dört yüzü hâlâ kullanılıyor. Kimi dar, kimi geniş ve gösterişli. Kentlinin yaşamını, toplam uzunlukları yaklaşık 30 kilometreyi bulan yedi asırlık bu merdivenlersiz düşünmek mümkün değil. Yılan gibi kıvrılan merdivenler insana güney İtalya’nın dağ kasabalarını anımsatıyor! Yamaçlardaki küçük evlerde ve villalar da oturanlar kente inip çık mak için bu merdi venleri severek kul lanıyor. Ne de ol sa özel otomobiliy le veya tramvayla, otobüsle kente gi AHMET ARPAD dip gelmek yürü mekten daha çok zaman alıyor. Kimi mer divenler güzel havalarda açılan kır kahve lerinin yanından geçiyor. Buralarda biraz nefeslenmek hiç de fena olmuyor. Kentlilerin en çok yeğlediği merdiven lediye başkanlığını yapmış olan, dama lerden biri de 180 basamaklı Eugens mer dı Türk, Manfred Rommel şakayı seven divenleri. Merkeze alışverişe inen, hemen birisiydi. Merdivenler üzerine şu söyle aşağıdaki tiyatroya, operaya, devlet sanat dikleri gülümsetici: “İnsan bu merdiven galerisine veya tren istasyonuna giden in leri inip çıkarken belki biraz yorulur, an sanlar çoğunlukla bu merdiveni toplu taşı cak kesinlikle otomobil altında kalmaz!” ma araçlarına yeğliyor, çünkü beşon daki Stuttgart’ın 400 tarihi merdiveninin ka kada istediği yere ulaşıyor, biraz spor ya nımca bir an önce ‘Dünya Kültür Mirası” pıp sağlıklı da yaşıyor! listesine alınması gerekiyor. Stuttgart’ın bence en ünlü dondurmacısı Pinguin, merdivenlerin başladığı Eu ‘Dullar treni’... gens Alanı’nda. Hafta sonlarında önünde 1884’ten bu yana iki vagonlu dişli bir kuyruk eksik olmuyor. Dondurmasını alan tren Marien Alanı’nı 350 metre yukarda az ötedeki, 1890 yılında Kraliçe Olga’nın ki Degerloch semtine bağlıyor. Ova ve te Stuttgart’a armağan ettiği anıtımsı Galatea pe arasında katettiği mesafe 2.2 km. Yol Çeşmesi’nin çevresinde toplananların ara cular yamaç evleri arasındaki altı durak sına karışıyor. Leziz İtalyan dondurması ta inip biniyor. Hafta sonlarında, yukardaki nı yerken ovanın ve karşı yamaçların güzel büyük ormanda spor yapmak isteyenlerin manzarasına dalıyor. bisikletlerini koyması için de arkasına açık 19741996 arasında Stuttgart’ın be bir vagon ekleniyor. Kent merkezini tepelere bağlayan başka bir araç da, Südheimer Alanı’ndan her 20 dakikada bir kalkan 1929 yapımı füniküler. Bundan tam 90 yıl önce yapılmasının amacı çok ilginç! Fünikülerin yolcuları, yukardaki orman içindeki büyük mezarlığa gitmek isteyenler. Tarihi iki vagonu, Hint meşesi de denen, çok dayanıklı tik ağacından yapılmış. Her 20 dakikada bir karşılıklı kalkan finiküler 70 yolcu taşıyabiliyor, halk dilinde ona “dullar treni” deniyor! Nedeni de, yolcularının Wald Mezarlığı’nda yatan yakınlarını ziyarete gitmesi! Aynı mezarlığın karşısındaki Dornhalde yeni ve “ünlü” bir mezarlık. 1970’li yıllarda, çoğu tanınmış iş insanı ve politikacı, 34 kişiyi öldüren, radikal sol görüşlü, terörist Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) yakalanan ve 1977’de StuttgartStammheim Hapishanesi’nde şüpheli bir şekilde “intihar” eden örgüt başlarının mezarları burada. O yılların belediye başkanı Manfred Rommel bütün tepkilere karşın Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve JanCarl Raspe’nin oraya gömülmesine izin vermişti. 1980 yılında bir çatışmada öldürülen RAF’tan Juliane Plambeck ve Wolfgang Beer de Dornhalde Mezarlığı’nda yatıyor. Bu mezarlığın ziyaretçileri de tarihi füniküleri kullanıyor. mail@ahmetarpad.de Yılbaşı hediyesi yerine... Bu yıl aile içinde kimse birbirine yılbaşı hediyesi almayacakmış. Oğlum karar vermiş. Hediye yerine sosyal yardım kuruluşlarına para yardımı yapacakmışız. Annesi kabul etmiş. Üstelik bu fikri çok da iyi bulmuş. Sosyal yardım kuruluşlarına gıcık olduğumu bildikleri için, gerekirse evde demokratik oylama yapılacağını da bildirdiler. Yani, biri yetmezmiş gibi iki gıcık öneriyle karşı karşıya bırakıldım. Aslında hediye meselesine de oldum olası sinir olurum. Yarattıkları geleneklerle insanları sürü gibi belirli günlerde histeri halinde hediye alışverişine alıştırmışlar. Bu geleneği kırmak olası değil. Kapitalizmin insanları robot haline getirdiğini, asıl amacın tüketim ekonomisini pompalamak olduğunu anlatmanın hiçbir anlamı yok. Kimse ciddiye almaz, üstelik gönülleri şenlendirme geleneğini zehir ettiğiniz suçlamasıyla çarmıha gerilirsiniz. Neyse hediye rutini aile meclisinin çoğunluk kararıyla kaldırıldığından, bu yılbaşı için bu tartışmalara girmenin gereği kalmadı. Ama başka bir tartışmanın kapısını açtı. Yönetmen Bursa’da, sahne Edmonton’da Dünyanın neresine gitsem Türkleri tanırım; uzaktan, oyunlardan hatırlanacaktır. TCS’de bir coşku, bir he bir bakışta. Kuyrukta en ba yecan, sormayın! Oyuncu şa geçmeyi gayet iyi bece luk eğitimini tamamladıktan rirler, bir de emlak edinme sonra, Çetinkaya, bu ekiple yi milli refleks olarak ihmal bir oyunu da sahneye koya etmezler. Kanada’nın batı cak. Kendisi Bursa’dan yö sındaki Alberta eyaletine yıl neterek Anton Çehov oyun lar evvel gelmiş Türklerin de larından bir kolaj yapıp tiyat böyle bir girişimi var. ro sevdalısı bu amatör ekibi Edmonton’da Kana sahneye çıkaracak. dalı Türkler Derneği’nin, Tiyatro öğrencisi ama in 1960’lardan kalma eski bir şaat mühendisi Funda Saldı ilkokul binasına sahip ol ran, 14 yıldan beri bulundu ması aslında buradaki Türk ğu Edmonton’da ilk kez böy göçmenler hesabına büyük le bir etkinliğe katılmakta şans. 70’lerde, buradaki bir dır; kendi yeteneklerinin sı avuç Türk göçmenin derneği nırlarını araştırmaya imkân olan “TurkishCanadian So bulduğu için mutludur. Hak ciety of Edmonton” TCS’nin lıdır; tiyatro insana kendisi yöneticileri akıllıca davra ni tanıtır. Hazime Gökçe Ha nıp yerel hükümetin satı nım, 13 yıldır Kanada’da, hiç şa çıkardığı iki katlı bir ilko aklında yokken sahneye çık kul binasını edinmiş, o gün den beri kullanılır halde hiz mete sunmuştur. Okul de yip geçmeyiniz, derslikler dı şında bir sürü ofis odası, ye mekhanesi, mutfağı, el bette spor, müsa mere ve toplantı salonları, çocuk ların teneffüs saati için koca man bahçesi, kreşi ve müş MAHMUT temilatıyla, bu gün nüfusu 1 milyona dayanmış başkent Edmonton’da, şehir merke zi sayılacak bir yerde, göz bebeği... TCS’nin bu binadaki varlı ğı göz dolduruyor, zira başka hiçbir etnik göçmen grubun, yanılmıyorsam, bu ölçüde bir yeri yok. Herkes dernek için bir şey yapıyor, çalışılıyor. Derneğin girişimci üyelerin den, yönetim kurulunda gö revli Sinem Şenol’un çaba larının çok yönlülüğü de gö ze çarpıyor. Spor, müzik faa liyetleri, dil kursları derken, sonunda tiyatro kulübü de açıldı. E, ne var bunda, de meyiniz! Var; olmaz mı var, hem de saat farkıyla önemi var! Bursa Ahmet Vefik Pa şa Devlet Tiyatrosu oyuncu larından Ecehan Şarman Çe tinkaya Bursa’dan yöneti yor açılan kursu. Şimdilik cu martesi günleri, Edmonton saatiyle öğleden sonra 46 arası süren kursa katılmış 7 tiyatro öğrencisi kursiye re ders vermek üzere kamera karşısına geçiyor Ecehan Hanım, Türkiye saatiyle sa bahın köründe, saat 6’da... Çehov oyunu maya şimdi kendini hazırlı yor; heyecan içindedir. Ma kine mühendisiyken dokto ra eğitimi için Edmonton’a gelmiş Eyüp Can, bu kur sun öğrencisi aynı zamanda ve “Tiyatroda kendi mi keşfettim” di yorsa, 3 bin yıllık Yunan tiyatro sundan beri in ŞENOL sanların Homo Ludens ola rak oynamaya duyduğu ihti yacı doğrulamaktadır. Mihriban Murphy aynı heyecanı yaşarken üç ço cuk annesi Sevgi Deriç, ho cası Çetinkaya’nın dersle rini kaçırmıyor. İki erkek oyuncu adayı daha var, Lüt fü Buyural ve Adnan Öz türk. Edmonton’dan gönde receğim haber şu ki; 2 bin Türkün yaşadığı varsayı lan Edmonton’da 170 kayıtlı üyesiyle TCS’nin tiyatro ekibi yakında sahne alacak; perde açılacaktır. Meraktayız! TCS dışında bir Türk der neği daha var, kendileri ne Jön Türk yakıştırmalı bir isim seçmişler; Kanada lı Genç Türkler Derneği! Ali Suavi’nin 1867’de yazıların da kullandığı Jön Türk tanı mıyla çalışmalarını sürdüren dernekte henüz bir tiyatro faaliyeti yok; gün gelir belki onlar da Homo Ludens olur. Ahmet Vefik Paşa’nın ti yatrosu şimdi 10 saat za man dilimi farkıyla, 12 bin km. uzaklıkta bir küçük sah neye, belki bir oda tiyatrosu na sahip oldu dersek hata lı olmaz. Bütün bunlar, Ece han Hanım sayesindedir. Ti yatrocularımız, eski deyiş sahnelenecek Ekran karşılıklı açık, Ecehan Bursa’daki evinde tiyatro hocalığı yapıyor; kursiyerler ders dinliyor. Doğaçlama oyun nedir, mimik neye denir, sesnefes kullanımı, sahnede teknik gibi doğrudan oyunculuk eğitimine yönelik notlarıyla ekranda talebeleri eğitiyor. Ecehan Çetinkaya, Devlet Tiyatrosu dışında MOT sahnesinde “Aşk bir şey de le, “İki kalas bir heves” olan sahneyi iki direkle anlatmışlarsa, bunu şimdi azıcık değiştirip, “iki kamera iki ekranla bir büyük heves” diye aktarabiliriz. Bu işleri halleden Sinem Şenol’la soy isim benzerliğimiz de, 22 senelik karıkoca olmamızdan kaynaklanıyor, hani bunu da belirteyim, yeri gelmişken. Cumhuriyet ailesi okurumuzdan zaten hiçbir şey saklanmaz! ğildir” ve “Sıfırdan sonra” senolasenola@gmail.com EMEKÇILER MEYDANLARI BIRAKMIYOR Fransa’da emeklilik reformuna tepki olarak başlayan genel grev 23’üncü gününde devam etti. Hükümetin emeklilik yaşını yükseltme planını da içeren reformun geri çekilmesi talebiyle sürdürülen eylemler kapsamında greve çıkan işçiler önceki gün sekiz petrol rafinerisini işgal etti. Rafinelerin ikisinde üretimin durdurulduğu haberleri basına yansırken İçişleri Bakanlığı, eylemlerin akaryakıt kıtlığına yol açmayacağı sözünü verdi. Sendikalar ve muhalefet, hükümetin emeklilik sistemini tek bir çatı altında birleştirme amacıyla ha yata geçirmek istediği yasaya, çalışanların kazanılmış haklarını gasp ettiği gerekçesiyle karşı çıkıyor. Sendikaların 5 Aralık’ta kamu sektöründe başlattığı genel grev, dördüncü haftasına girerken ülkenin en uzun ikinci iş bırakma eylemi olarak da tarihe geçti. İ Amsterdam’ınçimde buruk bir tat... Çiseleyen yağmur altında Herengracht Kana fe alan Brezilya Devlet Başkanı Bolsonaro’ya buradan selam edelim) lı boyunca yürüyorum. Amsterdam’ı ilk defa ziyaret eden turistlerin keyifli halleri bile yılgın ruh ışık festivali Tayvan’dan Uxu Stüdyo, insanoğlunun dünyanın sonunu getirmek için giriştiği savaşlar, halimi dağıtmaya yetmi doğayı kirleten endüst yor. Hava alacakaranlık... Birazdan sokak lambaları yana cak. Ben ise aklıma saplanan so runun yanıtını bulmaya çalışıyo rum. Şehirler yanlış alınmış ka rarların günahını ne zamana ka dar üstlenir? Rüzgârda birbirine karışan kuru dalların çıkardığı hışırtılar eşliğinde Ambassade Oteli’nin, beş bin adet imzalanmış kitabın duvardan duva ra dizildiği Kütüphane Bar’dan içe ri giriyorum. Bu otelde daha önce konaklayan dünyaca ünlü yazarlar Umberto Eco, Paul Auster, Günter Grass, Isabel Allende, Mario Var gas Llosa ve Nobel ödüllü Orhan Pamuk’un kitaplarının Felemenk çeye verilmiş kopyala rı kütüphane raflarında yerlerini almış. Ne de mişler “kitap okumak gözler açık hayal gör ELİF mek” demektir. Kendi mi iyi hissetmeye başladım bile. Buluşma noktasına özellikle en erken gelen benim. Otelin sahi bi iyi bir sanat koleksiyoneri. Yıllar içinde topladığı sanat eserleri, bi nanın dört bir köşesine zarifçe yer leştirilmiş. Kitaplar da cabası... Ar kadaşlarımla yoğun haber günde minden bir nebze uzaklaşmak için sanat dolu bir gün geçirmeyi plan lıyoruz. Biraz nefeslendikten sonra bu yıl sekizincisi düzenlenen Ams terdam Işık Festivali için tasarla nan 20 adet ışık enstalasyonunu tekne turu ile keşfe çıkacağız. Bu seneki festivalin ana teması “Dis rupt’’ yani “Bozmak, yıkmak, altı nı üstüne getirmek’’. İnsanoğlunun tabiata karşı eylemlerini tanımla makta kullandığımız kelimeler. yüzü Gerilimi’’ adlı enstalasyo nunda kanal adeta sulara gömül müş bir şehrin manzarasına dönüş türülmüş. Selin önüne kattığı yü zen arabalar, bir kısmı su yüzeyine çıkmış trafik lambaları, devrilmiş elektrik direkleri ve kökünden kur tulmuş yüzen ağaçlar... Ekranlarda sıklıkla gördüğümüz, gün geçtikçe de olağan hale gelen felaket kare leri. Ürkütücü ama ne yazık ki artık şaşırtıcı olmaktan uzak. Hollandalı sanatçı Wilhelmusv lug, “Buz Kırıcı” adını verdiği ensta lasyonda, 2016 yılında “kaybolma ya yüz tutmuş küresel miras” lis tesine eklenen doğal buzda paten yapma geleneğine atıfta bulunmuş. Öy le ki Elfstedentocht ya da on bir şehir tu GÜNSEL ru Hollanda’nın Friesland eyaletindeki on bir şehirden geçen, yaklaşık iki yüz kilometrelik bir yo lun katedildiği paten yarışları, kış lar yeterince soğuk geçmediğinden yirmi senedir yapılamıyor. “Atlantis’’ adlı eserde Hollywood’un yüksek gişeli doğal felaket filmlerinden “Yarından Son ra” ve “Derin Etki” filmlerine gön dermede bulunan Utskottet tasa rım ekibi, deniz kenarındaki metro pollerin sulara gömülmesinin o ka dar da senaryo icabı olmadığının altını çiziyor. “Kelebek Etkisi” adlı eserin de, sanatçı Masamichi Shimada ise dünyanın her köşesinde pat lak veren felaketlerin sanki birbir leriyle işbirliği yapmışçasına etki lerinin üzerimize yağmasına vur gu yapıyor. Dünya üzerinde her riler, yıkıcı eylemleri bir bomba kadar sembolize eden başka bir nesne daha olamaz diye düşünmüş olmalı ki, havada biraz sonra yeryüzünü vuracakmış gibi asılı duran “Büyük Patlama” adını verdikleri mavi renkli bomba ironik bir şekilde insanoğlunun sonunu temsil ediyor. Büyük patlama ile başlayan dünya üzerindeki hayat yine büyük bir patlama ile sona erebilir teorisine vurgu yapıyor. İnsanoğlunun yıkıcı etkisi karşısında doğa ne yapıp edip sonunda kontrolü eline alır mı? Aklımda cevabını dönüp dolaştırmam gereken bir soru daha.. Kamuoyu araştırmalarında, iklim değişikliğiyle mücadele için davranışlarında herhangi bir değişiklik yapmayanların yüzde 64’ü bir fark yaratacaklarına inanmadıklarını söylüyor. Ya İstanbul... Eğer önlem alınmazsa deniz seviyesinin altındaki Amsterdam, kaydedilen tüm mühendislik gelişmelerine rağmen hiçbir zaman yeterince güvende olmayacak. Peki, ya bizleri asırlardır kucaklayan güzeller güzeli İstanbul? Gün gelecek bu yorgun şehir bugüne kadar verdiklerinin karşılığını isteyecek mi? Şehrin tüm imkânlarını emmiş, önüne sunulan tüm güzellikleri yutmuş, gaddarca ihanet edilmiş, iliklerine kadar istismar edilmiş İstanbul bir gün çılgına dönecek ve kükreyecek. Ünlü Fransız düşünür Jean Baudrillard, “Can Çekişen Küresel Güç” kitabında, kibrin ve kötülüğün devamı için üçüncü sınıf demokrasiye ve inanç taklidine ihtiyaç var der. Kadim İstanbul’u el Yeryüzü gerilimi... şey birbiri ile ilintili ve tüm canlı üstünde tutalım, kıymayalım. En lar etkileşim halinde. Zaten yaşamı nihayetinde tek dileğimiz “insan Amsterdam Işık Festivali’nde sa da var eden bu döngü. Dalga dal ca” yaşamak. Kibre ve kötülüğe natçıların dikkat çekmek istedikle ga yayılacak küçücük başlayan ki karşı toplumsal bağışıklık geliştir ri ana tema, dünyanın milyarca yıl şisel bir girişim bile, devasa prob meyeceğimiz, dünyaya dair endi dır evrilerek oluşturduğu hassas lemler karşısında anlamlı neticeler şelerimizin üzerimizden akıp git ekosisteminin insanoğlunun eliy doğurabiliyor. (İklim aktvisti Greta meyeceği, demokrasinin gelişece le bozulması. İngiliz sanatçılar Tom Thunberg’i “medyada aşırı ilgi gö ği yeni bir yıl diliyorum hepinize. Biddulp ve Barbara Ryan’ın “Yer ren velet” olarak nitelendirip hafi elifgunsel@yahoo.com Devlet nerede? Tabii hemen pes etmeye niyetim yoktu. Artık kendini tüketmiş, suyu çıkmış, popülist tiyatroya dönmüş de mokrasi kandırmacasına boyun eğ meyeceğimi söylemeliydim. En kola yından başladım. Büyük oğlumuzun da bu karar sürecine katılması gerek tiğini söyleyip cepheyi geriletmeyi dü şündüm ama argümanım kabul gör medi. Noel’de bile yüzünü görmedi ğimizden yılbaşı için oy hakkını kay bettiği bildirildi. Kendi etti kendi bul du hikâyesi. Yapacak bir şey yoktu. Konuyu uzat madan da mardan gir meye ka rar verdim. Sosyal refah OSMAN İKİZ devletinde yardıma muhtaç insanlara devletin sahip çıkması gerektiğini, İs veç’teki sosyal yardım kuruluşlarının hiçbir işe yaramadığını, yönetenlerin genel müdür gibi maaş aldıklarını, ge len yardım paralarının çoğunu maaş, ofis, araç vs. giderler için harcadıkla rını, ancak küçük bir bölümünün he def kitleye kaldığını anlattım. Ben an latırken, oğlum Oktay, “Ne anlatıyor sun” baba der gibi, yüzüme gülüm seyerek bakıyordu. Nilgün Hanım ise kahkaha atıyordu. Oğlum 21 yaşında ama yaşından olgundur. “Baba bunla rı biliyoruz. Hep anlatırsın. Yazıyorsun da. Doğru ama ne yapalım? Devlet ar tık kapitalistlerin çıkarları için çalışı yor. Sosyal yardım kuruluşlarını des teklememiz gerekiyor. Artık daha iyi çalışıyorlar’” diye hoşuma giden bir söylev çekti. İçim rahatladı. Nereye yardım edeceğime de karar vermesini istedim. Oğlum çocuk hak ları için çalışan kuruluşa verecekmiş. Biz ise evsiz kalan kadınlara yardım eden kuruluşa. Koca şiddetine maruz kalıp evden kaçan kadınların sığına cağı evlerde yer olmadığından birçok kadın sokakta kalıyormuş. “Devlet ne yapıyor” diyecek oldum ama eşim sus işaretiyle, “Başlatma devletine” diye de iki sözcüklük “uzun” bir mani festo yazdı. Bu da hoşuma gitti. Hedi ye işi bitti, kurtulduk. Evsizler... Biliyorsunuz, Türkiye’den Batı’ya hızlı bir beyin göçü sürüyor. Göçün bir kolu da İsveç’e geliyor. Yeni gelenlerle devleti, sosyal yardım kuruluşlarını falan konuşmak olanaksız. Çok iyi “bildiklerinden” İsveç’in nasıl bir cennet olduğunu anlatıveriyorlar. Özellikle doktorlarla, bilişim uzmanları daha iyi çalışma koşulları ve maddi olanaklardan söz edince konuşacak fazla bir şey kalmıyor. O bakımdan haklılar. Bireyci bir dünyada, bireysel yaklaşımlara karşı sosyal sorunlardan, ekonomideki azgın liberal politikalardan söz etmek anlamsız. Geçenlerde İstanbul’dayken İsveç’e gelmeye hazırlanan bir doktorla sohbet ettim. Türkiye’deki stresli çalışma ortamından, sokaktaki kaostan, berbat olan sosyal dokudan, kentin betonlaşmasından ve trafikten şikâyet ederken birden “İsveç’te kimse sokakta uyuyor mu” diye sordu. Tren istasyonlarında uyuyanlar olduğunu söyledim ama sayıları konusunda bilgim yoktu. İnceleyince gördüm ki İsveç’teki evsizlerin sayısı 15 bin dolayında. Norveç’teki evsizlerin sayısı ise 4 bine yakın. İsveç azgın liberal döneme geçmeden önce herkesin konut sahibi olması bir anayasal hak idi. Yeni liberal ekonomiye geçerken anayasadaki bu madde kaldırıldı. Konut politikasını anlatmama gerek yok. Böyle bir maddenin anayasal hak olmaktan çıkarılması kimin çıkarına hizmet eder. Anlaması zor olmamalı. osman.ikiz@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle