18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Devlet Tiyatroları 70 yaşında Muhsin Ertuğrul’a şükranla, minnetle, sevgiyle, saygıyla. Birkaç akşam önce Devlet Tiyatroları’nın kuruluşunun 70. yıldönümü kutlandı. İstanbul’da, Mecidiyeköy’deki Büyük Sahne’de özel hazırlanmış bir etkinlikle... Hemen söyleyeyim: İlk andan başlayarak ve üç buçuk saat süren tüm program boyunca sevinç ve hüznü bir arada yaşadım... Sevincim, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Atatürk’ün dehasıyla sanata ve sanatçıya verilen önemi görmekten... Yokluk içinde nasıl bir değer oluşturulduğunu; olanaksızın, yoktan var edildiğini görmekten... Kuruluş yıllarındaki o azmi, o çalışkanlığı, o adanmışlığı, o fedakârlıkları, o idealizmi izlemekten kaynaklanıyordu... Hüzün ise, yitirdiğimiz değerlerden, yitirdiğimiz sanat anlayışından; yitirdiğimiz ideallerden... Günümüzde devletin sanatı artık sadece bir tehdit, bir baskı aracı olarak benimsemesinden... Baştan başlıyorum: ‘Reisicumhur olabilirsiniz... Fakat sanatkâr’ Gecemiz ve sahnedeki Devlet Tiyatrosu’nun tarihi, Atatürk’ün, 1930’daki sözüyle başladı: “Efendiler... Hepiniz mebus olabilirsiniz. Vekil olabilirsiniz. Hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız, hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.” Atatürk bu sözleri Darülbedayi sanatçılarının Ankara’da verdikleri temsilden sonra söylemişti. Ankara’da henüz tek tiyatro yokken! İçeriğini Canan Kırımsoy ve Eren Aysan’ın hazırladığı, yönetmenliğini Hakan Çimenser’in yaptığı gecenin iki sunucusu Seray Gözler ve Zafer Algöz’dü. Devlet Tiyatroları’nın tarihçesini, farklı dönemlerini, hem beyazperdede izlediğimiz belgesel hem de sahne üzerindeki uygulamalarla bir arada izledik. Belgesel uzun yıllar içinde hazırlanmıştı. Öyle ki, belgeselde söz alan birçok sanatçı, artık sonsuzluğa göçmüştü. Jale Birsel’den Özdemir Nutku’ya; Bozkurt Kuruç’tan Deniz Gökçer’e; Arsen Gürzap’tan Ferdi Merter’e; Muammer Sun’dan Can Gürzap’a tanıklıklar içtendi, önemliydi, aydınlatıcıydı. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sanat politikası daha 30’larda belirlenmişti. Önce eğitim... Bir konservatuvar kurulmalıydı... İlk yasa 1934’te... Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Darülbedayi’den Muhsin Ertuğrul’un çabaları... Avrupa’nın en mükemmel hocalarının getirtilmesi: Müzik için Paul Hindemith, tiyatro için Carl Ebert... 1936’da Konservatuvar kurulur, derken Tatbikat Sahnesi... Öğrenciler yatılı... Yataklarını, aşlarını, çoraplarını bile devlet sağlıyor. Mezun olacaklar ama mezuniyetten sonrası yok... Çünkü Cüneyt Gökçer’in unutulmaz rollerinden Tevye’de (Damdaki Kemancı) Levent Çelmen. ortada tiyatro yok... Olsun, en mükemmel hocalar var. Diksiyon için Nurettin Sevin örneğin... 1941, ilk mezunlar. Kuşaktan kuşağa Carl Ebert Almanya’ya dönünce Tatbikat Sahnesi’nin başına Muhsin Ertuğrul getirilecektir... Tarihi Evkaf Apartmanı’nın alt katındaki dekor atölyesi onarılıp tiyatroya dönüştürülür. Küçük Tiyatro’da Ahmet Kutsi Tecer’in “Köşebaşı” oyunuyla Devlet Tiyatrosu’nda ilk oyun oynanır (1947). Sonrası kuşaktan kuşağa, elden ele geçen bir bayrak yarışı... 19581983, en uzun süreli Genel Müdür Cüneyt Gökçer’li altın yıllar... Yukarıdaki her tümce ne çok emek, ne çok inat, azim, ne çok alınteri, gözyaşı gerektirmiştir. Belgeselle sahne üstü uygulamalar iç içe kurgulanmıştı. Aynı oyunların eski fotoğrafları eşliğinde sahnede sonraki kuşak oyuncularının canlı performansları... Böylece Yedi Kocalı Hürmüz’den Hırçın Kız’a, Kral Oidipus’tan Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’na oyunlar arasında bir yolculuğa çıktık... Ah bir de o belgesel, tekrarlardan arındırılsaydı; sahne üstü örnekler daha özenli ve daha kısa, daha yoğun tutulabilseydi... Gösterinin bence 3 ya da 4 finali vardı. Tam bitti diyorduk ki, yeniden başlıyordu! En büyük alkışı, en iyi hazırlanmış olan Tevye rolünde (Damdaki Kemancı) Levent Çelmen ünlü şarkıyla ve Raik Alnıaçık, “Sahnede görünmeyenlere, sahne gerisindekilere teşekkür” sözleriyle aldı. Beni hiç terk etmeyecek en nostaljik, en duygulu anlar ise Devlet Tiyatroları’ndan gelmiş geçmiş, aramızdan ayrılmış sanatçıların tek tek fotoğraflarının geçişi sırasında, koca salondan alkışın hiç ama hiç eksik olmamasıydı. Son iki fotoğraf karesinde Yıldız Kenter ve Jale Birsel... Ben o akşamdan beri alkışlamayı sürdürüyorum. Bugün 22 ilde 77 Devlet Tiyatrosu sahnesi var... Darısı tüm illerimizin başına. Ama niteliği düşürmeden. Ama hakkını vererek. Ama tıpkı şimdiki Genel Müdür Mustafa Kurt’un dediği gibi: “Tiyatro seyircisi olan her yerde.” Nice 70 yıllara! İyi ki varsınız! Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınevleri hemfikir: Sorunların kaynağı ekonomik! 2019 Özel Ödülleri’nin 2020’de saflar sıkılaşacak!kazananlarıbellioldu Müze ve derneğe ödül Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülleri’nin bu yılki kazananları belli oldu. Bakanlığın en yüksek değere sahip ödülü olarak Türk tarihi, edebiyatı, dili, plastik sanatları, mimarlık, arkeoloji, müzik ve sahne sanatları, halk bilim, tiyatro, opera ve bale, sanat tarihi, fotoğrafçılık, sinema, kütüphanecilik ve müzecilik sahalarında takdim edilen ödüllere 2019 yılında “Antakya Medeniyetler Korosu Derneği” ile “Odunpazarı Modern Müze OMM” değer görüldü. Kültür ve Turizm Bakanlığı Bakan Yardımcısı Özgül Özkan Yavuz başkanlığındaki seçici kurulda Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan, Güzel Sanatlar Genel Müdürü Doç. Dr. Murat Sâlim Tokaç, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Mustafa Kurt, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Handan İnci Elçi, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu Başkan Vekili, Akademisyen ve Yazar Prof. Dr. İskender Pala ile Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turan Sağer yer aldı. Keşke kitapçıyı da satmayaydı! Doğan Kitap’ın 20. yıldönümünün kutlandığı geceye git tim, bir sürü yazar görürüm, ufkum açılır diye, gerçekten de pek kalabalıktı. Cem Erciyes konuklarıyla tek tek ilgileniyor, Doğan Hızlan da geldi, selfi çektik, ben gözükmüyorum tabii. Nazlı Eray’ı da çok severim, hayal dünyasında gezdirir bizi. Nedim Gürsel, Paris’ten gelmiş. Derken Aydın Doğan geldi, yanında Altan Öymen ve Hüsamettin Özkan, Murat Yetkin ve Fikret Bila, Abdülkadir Selvi? Size de ilginç gelmiyor mu, eski patronun yanında, Hürriyet’i yeniden alacak söylentileri dedikodu mu, istek mi, niyet mi? Aman aman ben bir şey yazmadım. Zaten Aydın Bey de kediyi okuyormuş, kendi kutlama gecesinden yazdığım bir espriyi düzeltti, Tayyip Erdoğan Beyefendi’yi damat değil, kendi davet etmiş. Aydın Bey, medyadan çekilirken Doğan Kitap’ı satmadı ama DR’ları sattı. Şimdi orada kimi yazarların kitapları satılmıyor, keşke yayınevi gibi kitap dükkânını da satmasaydı, şimdi yılbaşı ağacını kitaptan yapmak kesmiyor! Geride bırakmak üzere olduğumuz 2019 yılının pek çok alanda olduğu gibi yayıncılık alanında da önemli sıkıntılara sahne olduğu bir gerçek. Ekonomik kri zin kâğıt ve KDV boyutundan ciddi etkilenen yayıncılık sektörü buna bağlı olarak fiyat düzenlemelerine gitti. İndirim kampanyaları, GAMZE fuar etkinlikleri başta olmak AKDEMİR üzere çeşitli yollarla krizin etkilerini okurlarına hissettirmemeye çalıştı. 2020 umut vaat ediyor mu? Bu yıl da soru ve sorunlar çoğuldu: Ülkemizdeki kitap fuarlarının öncüsü sayılan TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı, bu yıl nasıl bir sınav verdi? Yayıncılar fuarların ticarileşmesinin okurlar ve yayınevleri üzerindeki etkilerini nasıl yorumluyorlar? Hangi çözüm önerilerini getiriyorlar? Muhasebelerin kapatılmaya başlandığı bugünlerde, özellikle de sektöre ilişkin önemli bir gösterge olan İstanbul Kitap Fuarı sonrasındaki (ekonomik hedefleri, beklentileri karşılama oranı; okur ilgisi, profili, yönelimi vb.) veriler doğrultusunda yıl sonu değerlendirmeleri neler? Hiç de parlak olmayan mevcut durumun 2020 planlarına ne gibi yansımaları olacak? 2020’de yayıncılık hayatını nasıl bir dönüşüm bekliyor? Nihayetinde 2020 umut vaat ediyor mu? Çözüm önerileri… Yayınevlerinin, tüm bu soru ve sorunlar ekseninde, ilk elden değerlendirmeleri kuşkusuz sadece ekonomik değil sosyokültürel veriler sunması açısından da GENEL YAYIN YÖNETMENİ ARZU SANDAL ‘Okur, fuarı uzak, interneti konforlu buldu’ “İstanbul Kitap Fuarı’nda bu sene de fırından yeni çıkmış ekmek gibi dumanı üstünde tüterek geldi kitaplarımız standımıza. Yayıncılıkta ikinci yılımız. İstanbul Kitap Fuarı, diğer fuarlar gibi bizim hem yeni yazarlarımızla hem de okurların kitaplarımızla tanışması anlamı taşıyor ağırlıklı olarak. Yayınevimiz okurla tanışıyor diyoruz henüz çok genç olduğumuz için. Elbette satış çok önemli ancak biz fuarın değerlendirmesini bir önceki yıl ciromuza göre kıyaslayarak yapmıyoruz. 2019’da KDV’nin kalkacak olması yılın ilk üç ayını neredeyse satışsız geçirmemize sebep oldu. Kâğıt fi yatları artınca kitap fiyatlarımızı yükseltmek zorunda kaldık ki bunu yapmamak için çok direndik. İstanbul Kitap Fuarı’nın ziyaretçi sayısının satışa oranına baktığımızda diğer yıllara göre geride kaldığını görüyoruz. Fuarın merkeze olan uzaklığının, nitelikli okuru fuardan uzaklaştırdığını düşünüyoruz. Okurlar, internet yoluyla kitap almayı daha konforlu buluyorlar. Fuara gelen kesimin ağırlıklı olarak popüler isimlere ve çok satan kitaplara yöneldiğini biliyoruz. Ciro olarak hedefimizi tutturamadık ama yayınevimize olan ilgiden ve yeni okurlarla tanışmaktan dolayı mutlu ayrıldık fuardan.” önemli. Biz de önümüzdeki birkaç gün boyunca sizlerle paylaşacağımız bu dosyada sözü ülkemizin önde gelen yayınevlerine vereceğiz. Fakat yayınevlerinin görüşlerine geçmeden hemen önce bir özet yaparsak çoğunun şu çözüm önerilerinde ve şu ortak tespitlerde bulundukları söyleyebiliriz: 4 Öncelikle kâğıt sorununun çözümü adına devletin elini taşın altına koyması. 4 Fuar organizasyonlarındaki aksaklıkların ele alınması, özellikle ters orantıyla okur artsa da ziyaretçisi geçen yıllara kıyasla azalan İstanbul Kitap Fuarı’nda, astronomik olarak nitelenen alan kiralarının düşürülmesi yanı sıra giriş ücretinin kaldırılması ve içeride yeme içme fiyatlarının makul bir düzeye çekilmesi. 4 Okuru alternatif kanallara önemli ölçüde sevk eden internet satış kanallarının indirim kampanyaları karşısında, doğru kitapdoğru formatdoğru fiyat stratejisinin yürürlükte tutulması. 4 Piyasadaki “dağıtım, satış ve teşhir” gücünü toplayarak tekel olan firmalara karşı 2020’de safların daha da sıkılaştırılması. 4 Anadolu fuarlarının da desteklenmesi. DEVAM EDECEK... Siz hangi Türkçeyle konuşuyorsunuz? İskender Paydaş ‘İstanbul Şarkıları’ konuşmasını müzikle noktaladı. Yazgülü Aldoğan “İstanbullu Türkçesi duyamayan hasta olurdu; Nâzım Hikmet, gurbette geçirdiği yıllarda Azerbaycan’da çevresine İstanbullu Türkçesiyle konuşmasını öğrenenlerden bir dost grubu oluşturmuştu; onları dinlerdi!” diye bal şurup tadında anlatıyor İlber Ortaylı, İstanbul’un marka olarak konu edildiği Marka Konferansı’nda. Çırağan Sarayı’nda 2 tam gün sürecek konferansçıların yerli ve yabancı, evrensel değerler taşımasının yanı sıra benim bu konferanslarda en çok zevk aldığım taraf, içeriğinin yanında biçimin de insanı sıkmadan verilmesi. Yeni bir konferans, söyleşi dinleme biçiminin uygulanması ve öğretilmesi. Süreler belirli, aşmak yok, konuşmacılar bir kürsünün arkasında değil, sahnede koltukta oturuyor, arkada led ekran görüntüler, sorular dinamik, kimse bır bır bır anlat mıyor. Ve o zaman uyumaya değil, para verip dinlemeye geliyorlar! Neymiş bu İstanbul? Bir zamanlar insanların Beyoğlu’na çıkarken üstüne başına dikkat ettiği, birbirini itip kakmadan yol verdiği ve hatta balık tezgâhında arkada bekleyenlere kalmıyorsa, lüferlerin hepsinin alınmadığı bir İstanbul! Kentte Yaşam Kültürü köşemizi de bunun için açtık, İstanbul’da yaşıyoruz madem, İstanbullu gibi, kentli gibi yaşayalım diye, bunun için bekliyoruz, sizin de katkılarınızı. İlber Ortaylı dostum diyor ki, “Çok göç aldık akraba evlilikleri azaldı, giyim kuşam da iyi, yüzümüze bakılır oldu, ama ağızlarını açmıyorlar mı, dangul dungul!” Giyim kuşam demişken Ayşe Ege, Dice Kayek’in dünyanın pek çok başkentinde tekrarladıkları koleksiyonla rını anlattıkları konuşmayı da, videolar eşliğinde dinledim. Türk Lokumu, İstanbul, Topkapı gibi isimler verdikleri kıyafetlerin hepsi elde dikilmiş ve birer sanat eseri! Üzerine bir de İskender Paydaş’tan İstanbul’u anlatan şarkılar dinledim ki, üzerine bir konser yapmak gerekir. Tabii artık ne Kalamış’tan bir huzur alınıyor, ne Çamlıca Tepesi’nden İstanbul’a baktığınızda mutlu olunuyor, her yer beton olmuş, manolyalar, erguvanlar kaybolmuş binaların arasında. Yine de İstanbul bir aşk, İstanbul bir özlem, kanalsız olmak koşuluyla! 1319 ARALIK 2019 PERŞEMBE Tevfik Fikret için… Tevfik Fikret, 24 Aralık’ta doğdu. UNESCO 1967’yi Tevfik Fikret Yılı ilan etti, tüm dünyada anıldı. Fikret’in 1906 1915 yıllarını geçirdiği Aşiyan (kuş yuvası) adını verdiği evi, ölümünden sonra İstanbul Belediyesi tarafından mirasçılarından satın alındı. Edebiyatı Cedide Müzesi haline getirildi. Günümüzdeki adıyla Aşiyan Tevfik Fikret Müzesi oldu. Resmi açılışını 75 yıl önce 1945’te eğitim ve kültürde Rönesans yaşatan efsane Milli Eğitim Bakanımız Hasan Âli Yücel yaptı. Mimarlığını kendisinin yaptığı Aşiyan, İstanbul Bebek’te Boğaziçi’ne bakan eşsiz konumuyla Fikret’e çok özel bir yuva, şair, yazar, düşünür arkadaşlarıyla bir araya geldiği, sohbet ettiği çok önemli bir mekân oldu. Ölümünden sonra da bu kez onu anmak, yaşatmak için toplanılan bir kültür merkezine dönüştü. Ölümünün 3. yıldönümünde 19 Ağustos 1918’deki anma törenine Mustafa Kemal de katıldı. Bir yıl sonra Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere İstanbul’dan 16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru’yla Samsun’a hareket ederken kafasında da Tevfik Fikret’in özgürlük, eşitlik ve bağımsızlık konusundaki şiirleri, düşünceleri vardı. Sevilen bir şair Tevfik Fikret şair, öğretmen, yönetici olarak sevilen bir kişi oldu. Mektebi Sultani’yi parasız yatılı okudu ve birincilikte bitirdi. Bu nedenle de hemen Hariciye İstişare Kalemi’ne memur olarak atandı. Bir süre burada çalıştı, sıkıldı. Mektebi Sultani, Türkçe öğretmeni arıyordu. Başvurdu. Yapılan sınavı birincilikle kazandı. Hariciye’deki işinden istifa etti, öğretmenliğe başladı. Hariciye’deki işinin parası ödenmemişti. Arkadaşı İsmail Hikmet biriken maaşlarını ona götürdü. Ama o kabul etmedi. Öğretmenlik yapmaktan mutlu olan Fikret, bakanlığın okul bütçelerini yüzde on kısıtlaması ve bunu da öğretmen maaşlarına yansıtması üzerine istifa etti. Müdürü Şeref Bey, “Mantıksız bir hükümete hizmet etmeye vicdanı bir türlü tahammül etmiyordu” diye yazdı. Öğretmenlikten alamadığı dört aylık ücreti olduğunu yakın arkadaşı Nurullah Bey’den öğrenen Şeref Bey, bu parayı da hemen veznedarla evine gönderdi. Diğer arkadaşlarına ödenmediği için, parasızlık sorunu yaşasa da bunu da kabul etmedi. 15 yıla yakın müdürlük yapan Şeref Bey’in ardından 10 gün Emrullah Bey, 4 ay da Mustafa Azmi Bey’den sonra 28 Aralık 1908’de Tevfik Fikret müdürlüğe atandı. Bu atama büyük bir sevinç yarattı. Fikret’le birlikte Mektebi Sultani’de 15 yıl görev yapan Babanzade Ahmet Naim Bey, Fikret’i Beşir Ayvazoğlu’nun Fikret (Everest Yay.) kitabında aktardığına göre, ona “nüktedan, hoşsohbet, ahenkli sesiyle çevresindekileri derinden etkileyecek derecede güzel konuşan (hüsni beyana sahip)  bir adam ve büyük bir şair” derken, “kendine ait bir felsefesi olmadığını, hırçın ve mağrur olduğunu” ileri sürdü!? Oysa Fikret’in yaşadıkları karşısında gösterdiği tepkiler onun ilkeli bir insan, şiirleri gibi de insancıl bir yapıya sahip olduğunu kanıtlar. Buna bir örnek de Kandilli’de kurulacak kız lisesi için oluşturulan komisyondan “ilim ve sanat insanlarına” listenin sonunda yer verildiği için istifa etmesidir. Mehmet Akif’le polemikleri  Fikret, aydınlığa, eşitliğe, özgürlüğe susayanların sesi oldu, insana, insancıllığa büyük önem verdi. Yeniliği, gelişmeyi, bilimi destekledi. “Tarihi Kadim” şiiriyle edebiyatımızda gerçek bir kavga başlattı (Emin Karaca, Türk Edebiyatında Kavga, Kibele Yay.), (Öner Yağcı, Tevfik Fikret, Telgrafhane Yay.). İnsanlara eşitlik, özgürlük istedi, ne ezen ne ezilen olsun, ne tapan ne tapılan olsun istedi. İnsana önem veren şairdi. “Toprak vatanım, nevi beşer milletim… insan,/ insan olur ancak buna izanla inandım!” dizeleri için suçlandı. Oysa Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden yarım yüzyıl önce bu bildirgenin özünü şiirine dökmüş bir şairdi. Bu nedenle Mehmet Akif’le, Batı düşüncesine karşı olanlarla, büyük polemikler yaşadı. “Hak bellediğin yola yalnız gideceksin!” dedi. Ama yalnız değildi. Fikret’i doğumunun 152. yılında sevgiyle, saygıyla, bin teşekkürle anıyorum! Okul önlerinde yavaşlayın “Çocuklar, öğrenciler geleceğimiz. Her şeyin en güzeli onlar için, onlara göre olmalı. Okul önünden geçerken yavaşlamayı sağlayan [email protected] kasisler var. Ancak dolmuş sürücüleri trafik kuralına uymayıp hızla geçmelerini sürdürüyorlar. Tepki gösterseniz de takmıyorlar. Bir keresinde yurttaşlık hakkımı kullanıp uyardım, istifini hiç bozmadı. Plaka numarasını alıp “155 polis imdat”ı arayacağımı söylediğimde “Sen hiç dolmuşa binmedin mi” diyerek tepki gösterdi. Polisi aradığımda dolmuş üstündeki bütün yazıları okuduğum halde kendine göre sorular sormayı sürdürüyordu. Bir kişi çoktur deyip ihbarımı yaptım. Bir başka gün yine bir dolmuşa bindiğimde ki oldukça olgun yaştaydı sürücü, okul önünde daha da yavaşlayınca şaşırdım. Ve insanların takdir edilmeye de ihtiyacı olduğunu düşünüp sesli olarak teşekkür edip kendisini kutladım. Kendisi de teşekkür edip her zaman yavaş gittiğini belirtti. Keşke her sürücü böyle olsa!” Nüket Hürmeriç Kaldırım tecavüzü (işgali) “Kaldırımlar yayalar için, güvenli bir şekilde yürümeleri için yapılmıştır. Kaldırımlar araç park etmek, esnaf malzemeleri vs. için yapılmamıştır. Zabıta ve trafik polislerinin görevlerini yapıp bu tecavüze son vermeleri gerekir.” Atilla Kunduracıoğlu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle