14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN [email protected] 1325 Ocak 2019 CUMA Teksas Üniversitesi’nde doktora yapan Chovanec ile Orhan Kemal Müzesi’nde buluştuk Küçük insanların büyük yazarı: Orhan Kemal Teksas Üniversitesi’nde doktora yapan Matthew Latham Chovanec, Orhan Kemal üzerine ya zılmış ilk İngilizce tez olan “İkincil İs yan Olarak Diyalojik Konuşma”nın sahibi. Usta yazarın, Çukurovalı ır gatların yaşamını anlat tığı “Bereketli Topraklar Üzerine” romanına dair tez yazması; Chovanec’in Ayça Han Orhan Kemal’e duyduğu büyük hayranlıktan kaynaklanıyor. Türkiye toplumcu gerçekçi edebi yatının en önemli isimlerinden Or han Kemal’le ilgili tezini 2015 yılın da tamamlayan Chovanec, şimdi bu çalışmayı Mısırlı yazar Yusuf İdris’le yaptığı karşılaştırmayla genişletiyor. Toplumcu gerçekçiliğin küresel bir akım olduğunu ve her toplumcu ger çekçi yazarın birbirini tanımamasına rağmen çok ilginç benzerliklerinin olduğunu söyleyen Chovanec “Mese la hem Orhan Kemal hem de Yusuf İdris çok sert bir şekilde şive kul lanıyorlar ve çok büyük eleştirile re maruz kalıyorlar kendi dönemle rinde. İkisi de köylülerin, işçilerin, şehirli yoksul kesimin hayat tecrü belerini anlatmaya çalışıyorlar. İki si de otodidakt oldukları için res mi dil ideolojisine karşı büyük bir mücadele veriyorlar. Özellikle şive kullanımı ve resmi dil ideolojisine karşı ikisinin arasında çok ilginç benzerlikler var” diyor. Yazarın yazı masasının, daktilosu nun, yatağının, kitaplığının, kıyafet lerinin, eserlerinin ve hayatını kay bettiğindeki yüz ifadesine ait bir de maskenin yer aldığı Orhan Kemal Müzesi’nin büyüleyici dokusu altın da buluştuğumuz Chovanec, şu söz Matthew Latham Chovanec, Orhan Kemal üzerine yazılmış ilk İngilizce tez olan ‘İkincil İsyan Olarak Diyalojik Konuşma’nın sahibi. Chovanec’in ‘Bereketli Topraklar Üzerine’ romanına dair tez yazması Orhan Kemal’e duyduğu hayranlıktan kaynaklanıyor. lerle ifade ediyor Orhan Kemal sevgisini: “Tez yazma sürecinde Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü ile haberleştik, kendisi bana daha sonra büyük bir bavulun içinde babasının eserlerini gönderdi, otuz tane kitabın tamamı var. Sadece eserlerine bakarak neyi anlatmak istediğini çözemezsiniz, yaşamına ve söylediği diğer her şeye bakmak gerekiyor. Poli tikayla olan ilişkisine, cezaevine girişine her şeye.. Ben müzeye her gelişimde yeni bir şey öğrendim. Müzede olmak çok başka bir şey zaten, çünkü ben hep çok uzakta okudum Orhan Kemal’i ve Çukurova’yı hep çok uzakta hayal ettim, onun eşyalarının arasında olmak bambaşka.” Hayatı boyunca edebiyatla ilgilenen, fakat Türkçesi o kadar iyi ol madığı için hiçbir Türkçe roman okuyamayan Chovanec, 8 yıl önce İstanbul’da bir üniversitenin hazırlık programında Türkçe öğrenmesiyle Türk edebiyatına ilgi duymaya başlıyor. Neden Orhan Kemal üzerine çalıştığını ise şöyle açıklıyor: “Berna Moran’ın yazdığı roman özetlerini okuyordum, orada ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ hakkında çok güzel bir bölüm vardı ve merak uyandırıcıydı. Daha sonra üniversitenin kütüphanesinde buldum kitabı, bir kere okudum ve çok güzeldi. Hem toplumcu gerçekçi bir örnek olması, hem de gelişmiş bir şekilde şive kullanılmış olması sevdirdi eseri; o yüzden Orhan Kemal hakkında bir şey yapmaya karar verdim. İnsanların konuşma dilinden hiçbir şey değiştirmeden, direkt olarak sunuyor Orhan Kemal; bu tür bir şiveyi hiç değiştirmeden onların bakış açısı, onların yaşam tecrübesiyle sunuyor. Şivenin önemini anlatmaya çalışıyorum tezimde.” ‘Amerika’daki toplumcu gerçekçilik Türkiye’deki gibi büyük olmadı’ Türkiye ve Amerika toplumcu gerçekçi edebiyatını kıyaslayarak, Amerika’daki yazarların Türkiye’deki yazarlar kadar büyük baskılar yaşamadığını ve o kadar cesaretli de olmadıklarını dile getiren Chovanec, John Steinbeck’le ilgili ne düşündüğünü sorduğumda politik bir tavrının olmadığını düşündüğünü söylüyor. Sebebini ise şöyle gerekçelendiriyor: “John Steinbeck’in politik bir tavrı yoktu, Vietnam’a gitti mesela ama hiçbir üretimi, eleştirisi olmadı. O yüzden Orhan Kemal’e karşı çok büyük bir saygı hissediyorum. Nâzım Hikmet’le Bursa Ceza evinde 3.5 yıl kalmış, çok zor bir hayatı olmuş ama her şeye rağmen hiçbir za man cesaretini kaybetmemiş. Bütün bu baskıya karşı üretmeye devam etmiş, bu yüzden edebiyat yazmak bambaşka bir şeydir. Amerika’da çok kolaydı, o yüzden bizim edebiyat o dönemde biraz cılızdı.” Amerika’da şimdi toplumcu gerçekçilikten örnekler taşıyan eserler olup olmadığı sorusunu ise şu sözlerle yanıtlıyor: “Geçen yıl birkaç ilginç film çıktı ve gerçekten toplumcu gerçekçilikten örnekler taşıdığını söyleyebiliriz, ‘The Florida Projeckt’ ve ‘Sorry To Bother You’ ne zamandan beri grev görmedik bir filmde epey şaşırdık. Bütün filmlerimiz ve edebiyatımız çok burjuva olduğu için herkes yeni bir edebi yat istiyor. Sinemada görüyoruz şu an bu akımı ama edebiyatımızda hâlâ böyle bir şey yok. Biz Amerika solu henüz ırkçılık üzerine konuşuyoruz ama tam bir sınıfsal eleştiri üzerine tartışmıyoruz ve bu dili öğrenmeye çalışıyoruz hâlâ.” Geçen yıl Mıgırdiç Margosyan’ın “Gâvur Mahallesi” kitabını İngilizce’ye çeviren Chovanec, University of Texas Press ile yaptığı Barış Bıçakçı’nın “Sinek Isırıklarının Müellifi” çevirisinin de yayımlanmasını bekliyor. Chovanec daha sonra da Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde”sini ya da İstanbul’da geçen bir kitabını kendi diline kazandıracak. DENEYSEL SİNEMANIN USTA İSMİ 96 YAŞINDAYDI Jonas Mekas öldü... Yıldırım’ın ‘Misafir’i Berlinale yolcusu Berlin Film Festivali’nin edebi eserleri filme uyarlayabilmek amacıyla organize ettiği Books at Berlinale, Nermin Yıldırım’ın “Misafir” kitabı ile dördüncü kez Türkçe bir romanı seçti. Books At Berlinale’e bu yıl 30’un üstünde ülkeden 160’tan fazla edebi eser başvurdu. Seçilen 12 eser ise Almanya, Fransa, Güney Kore, Hollanda, İngiltere, İspanya, İsviçre, İtalya, Norveç, Suriye ve Türkiye’den. Hemşirelerin “abla”, hastaların “misafir”, başhekimin “baba” diye adlandırıldığı, her geçen gün daha katı kurallarla yönetilen tuhaf ama bir yandan da çok tanıdık bir akıl hastanesinin kapılarını aralayan Nermin Yıldırım’ın “Misafir” romanı, Berlin Film Festivali’nin Franfurt Kitap Fuarı’yla 2006’dan beri ortak sürdürdüğü Books at Berlinale programına seçilen 12 edebi eserden biri oldu. Seçilen eserlerin sunumları üç gün sürecek atölye çalışmalarının ardından 11 Şubat’ta gerçekleşecek. Berlinale CoProduction Market’da yapılacak sunumlarda dünyanın dört bir yanından gelen yapımcılara seçilen kitaplar tanıtılacak. “Misafir”, Books at Berlinale’e şimdiye dek seçilen dördüncü Türkçe kitap olma özelliği taşıyor. 2018 yıında “Ağaçtaki Kız” ile Şebnem İşigüzel, 2016’da “Soraya” ile Meltem Yılmaz ve “Daha” ile 2014’te Hakan Günday Books at Berlinale’e seçilmişti. l Kültür Servisi Deneysel sinemanın usta ismi Litvanya asıllı Amerikalı yönetmen Jonas Mekas 96 yaşında hayata veda etti. Kurucularından biri olduğu Anthology Film Archives (Antoloji Film Arşivi) Mekas’ın ailesinin yanı başında huzur içinde öldüğünü duyurdu. Ölüm sebebine dair bir açıklama yapılmadı. 1922 yılında Litvanya’da dünyaya gelen Jonas Mekas kardeşi Adolfas ile birlikte 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi kamplarında tutsaklık yaşamış ama hayatta kalmayı başararak New York’a göç etmişti. İlk filmini 1962’de çeken yönetmen, görüntü yönetmeni, eleştirmen, arşivci ve şair Jonas Mekas 1964’de Venedik Film Festivali’nde gösterilen “The Brig” adlı filmle ilk önemli çıkışını yaptı. 60’lı yıllarda aralarında Andy Warhol’un ünlü “Empire” filminin de bulunduğu çok sayıda filmin görüntü yönetmenliğini de üstlenen Mekas çektiği kısa ve belge sel filmlerle deneysel sinemanın öncü isimleri arasına yazdırdı adını. Yoko Ono, John Lennon, Allen Ginsberg, Patti Smith ve Salvador Dali gibi sanatçı, yazar ve müzisyenlerle ortak çalışmalar da yapan usta yönetmen hayatı boyunca sinemadan kopmamış ve 2007’de her gün bir film çekerek internet ortamında paylaşmıştı. 2017’de Indiewire ile yaptığı bir söyleşide her ne kadar film çekmek için para bulmakta zorlansa da devletten yardım almaya da inanmadığını söylemiş ve “Hükümete bağımlı olmaya başladığınızda hükümet sanatı dikte etme başlar” demişti. 50’ye yakın film çeken ve kendinden sonraki kuşakları derinden etkileyen Mekas öldüğünde bağımsız sinemanın önemli ismi Jim Jarmusch onun ardından sosyal medyadan paylaştığı kısa veda yazısında “Kung Fu ustasının şair versiyonuydu” diyerek belki de en güzel tanımı yaptı. Tülin Özen Ebru Ceylan Ankara Film Festivali’nin jüri üyeleri belirlendi Bu yıl 30’uncusu düzenlenecek Ankara Uluslararası Film Festivali’nde görev alacak jüri üyeleri belirlendi. Ulusal Uzun Film Yarışması ana jürisinde, yönetmen Tolga Karaçelik, senarist Ebru Ceylan, oyuncular Tolga Tekin ve Tülin Özen, gazeteci yazar Cem Erciyes bulunacak. Ulusal Belgesel Film Yarışması ana jürisinde, belgesel yapımcısı ve yönetmen Semra Güzel Korver, gazeteci yazar Kanat Atkaya, fotoğrafçı ve yönetmen Mehmet Turgut görev yapacak. Festivalin, Ulusal Kısa Film Yarışması ana jürisinde yer alan isimler ise oyuncu Yelda Reynaud, yönetmen Seren Yüce ve görüntü yönetmeni Feza Çaldıran olarak belirlendi. l AA Kadınlar sanata daha ilgili... Öğrencilerin, Contemporary İstanbul fuarını gezen 1286 ziyaretçi ile yüz yüze yaptıkları anket, sanata olan ilgiyi ortaya koydu. İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aylin Seçkin ve öğrencileri tarafından Contemporary İstanbul fuarını gezen 1286 ziyaretçi ile yüz yüze yapılan anket, sanata olan ilgiyi ortaya koydu. Anket sonuçlarına göre, sanat eserlerinin satıldığı ve sergilendiği fuarı ziyaret edenlerin yüzde 64’ü kadınlardan oluştu. “Duvarlarınızda ne asılı” sorusuna ilk sırada yüzde 49 ile “sanat eseri niteliğinde tablo” cevabı verildi. Tabloyu yüzde 28 ile ayna ve dekorasyon ürünleri, yüzde 24 ile de aile fotoğrafı ve posterler takip etti. Anketi, sanat ekonomisi dersi kapsamında öğrencileri ile birlikte yürüttüklerini ifade eden Prof. Dr. Aylin Seçkin “Ankete katılanların yüzde 64’ünün kadınlardan oluşması bizim için geleceğe dair umut verici. Yine anket sonuçları bize 18 yaş altı gençlerin sanatla ilgilendiğini gösterdi. Ankete katılanların yüzde 7’si 18 yaşının altında çıktı” dedi. Contemporary İstanbul Yönetim Kuru lu Başkanı Ali Güreli ise araştırma sonuçları analiz edildiğinde, kurumların ve sanata destek verenlerin yatırım stratejilerine, sanatseverlerin bilinçli tercihlerine, genç insanların eğilimlerine etki edeceğini belirterek genç insanların sanatı bugünün en çağdaş yatırım aracı olarak kabul etmelerine olanak sağlayacağına dikkat çekti. l Kültür Servisi Serra Yılmaz ‘Don Kişot’ ile sahnede 14 senedir aralıksız İtalya’da tiyatro sahnesine çıkan usta oyuncu, bu sezon oynadığı iki oyunun dışında yeni oyunu “Don Kişot” ile tiyatroseverlerin karşısına çıkmaya başladı. Ünlü İtalyan oyuncu Alessio Boni ile Miguel de Cervantes’in ölümsüz eserinden uyarlanan ‘Don Chisciotte’ (Don Kişot) için bir araya gelen Yılmaz, oyunda Don Kişot’un yol arkadaşı Sancho Panza’yı canlandıracak. İtalya’nın büyük tiyatrolarından Nuovo Tiyatro’nun prodüksiyonunda gerçekleştirilen oyunun prömiyeri önceki akşam Tortona kentinde Teatro Civico’da gerçekleştirildi. Büyük beğeni toplayan oyun sonrasında oyuncular dakikalarca ayakta alkışlandı. Prömiyer sonrasında turneye çıkacak ekip “Don Chisciotte”yi (Don Kişot) İtalya’da 30 şehirde, 63 oyunla tiyatroseverlerle buluşturacak. Alessio Boni ve Serra Yılmaz’a sahnede Marcello Prayer, Francesco Meoni, Pietro Faiella, Liliana Massari ve Elena Nico gibi deneyimli ve genç İtalyan oyuncular eşlik ediyor. l Kültür Servisi Anahit’te müzik dolu iki gün! Müzik dünyasında kendine has tarzıyla dikkat çeken, yumuşak ve sert melodileri aynı potada eriten müziğiyle dikkat çeken Tuğçe Şenoğul bu akşam Anahit’te müzikseverlerle buluşuyor. “Gölgelerine” adlı albümüyle adından söz ettiren Şenoğul, 21.00’de konser verecek. 26 Ocak’ta ise Anahit Sahne deneysel müziğin Türkiye’deki önemli isimlerinden Hedonutopia’yı dinleyiciyle buluşturacak. Adını “Arzu Ütopyası”ından alan Hedonutopia, müzikseverleri elektronik ritimler, uçucu melodiler ve derin vokaller ile deneyselliğin çorak topraklarından, melankolinin derin sularına uzanan bir yolculuğa çıkarak. l Kültür Servisi İnsan karmaşası “T rafiğin yavaşlığı, sürücülerin insanı sinir etmesi, çoktan hurdaya çıkmış olması gereken kamyonların barbarlığı, kucaklarında çocuklarıyla nasırlı ellerini uzatan dilenci anneler, sadaka isteyen bedavacıların, körlerin ve kötürümlerin iğrençliği, boyalı yüzleri ve havada toplarıyla palyaço çocukların hüznü, (...) camları karartılmış otomobillerindeki para babalarının küstah geçişleri, el yordamıyla yan sokaklarda karşıdan karşıya geçen ihtiyarların, yaşadıkları gibi tevekkülle ölecek olan ceviz suratlı, beyaz saçlı kadın ve erkeklerin ölümcül, içine kapanık, dalgın bakışları bana hiçbir zaman böylesine işkence etmemişti...” Okuyanda bizim büyük kentlerimizin görüntüsünü anımsatan bu betimlemeyi Carlos Fuentes’in Kaygı Veren Dostluklar kitabındaki “Vlad” adlı öyküden aktardım. Tarihin gözü kanlı adamı Kazıklı Voyvoda’nın nasıl bir insanlık katili olduğu anlatılıyor o öyküde. Ölüler evi Ömrüm güze erişti. Şu üç ölünün acısı nerede olursam hep içime çöküştü: Kahramanmaraş Kız İlköğretmen Okulu’nu bitirip 1968 yılının haziran ayında öğretmen olacakken, 23 Nisan Çocuk ve Gençlik Bayramı’nda, ona kızın hiç haberi yokken sevdalanan serseri kılıklı birinin kurşunlarıyla canından edilen Gönül’ün aydınlık yüzü... Varlıklı bir adamın oğlunun, parçalayıp taze bedenini bavula tıkıştırdığı sevgilisi Münevver’in kara gözleri... Yüzü güleğen üniversite öğrencisi Özgecan’ın kırılarak bedeninden önce öldürülen ince parmakları... O gün bugündür, yüzü mutluluk ışıtan her kadını gördüğümde Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiire dökülen o yalvarıcı sesini duyarım: Ne o, kımıldamaz oldun, taş kesildin, ne o./Yeller duruverdi/Duruverdi ses./Nereye gittin ha, kınalı kuzum, çabucak nereye gittin/ Ölüme deme. Gün içinde Vicdanlarda kanları kurumayan o genç kızların yapılanlardan öldürümlerin sonu gelmez oldu. Geçen yıl öldürülen kadın sayısı dört yüzü buldu! Geçen pazar günü gazete sayfalarında şu ürkütücü haberler yer almıştı: Tokat’ta üniversite öğrencisi, tıp fakültesinde okuyan kardeşini bıçaklayıp öldürdü. Bir TIR sürücüsü öldürülüp arabadaki bakır kablolar çalındı. Bir adam, yasak aşk yaşadığı iddia edilen 3 çocuk annesi eşini 9 kurşun sıkarak öldürdü. Kocası, tartıştığı eşini, çocuğunun gözü önünde kalbinden ve boğazından bıçaklayarak öldürdü. 12 yaşındaki bir kız, üvey ağabeyinden hamile kalıp ikiz doğurdu. Ne oldu da insanımızın vicdanına soysuzluğun o kirli kanı bulaştı! Ağacın ölümü Bir ülkenin ağaçları kesilip onun yerine zengini daha zengin eden binalar diziliyorsa; kıyı insanlarının soluğunu içinde kurutup, para babalarını daha da “baba” kılan gökdelenler dikiliyorsa; kentin en işlek caddeleri işyerleriyle doldurulup kültürel kurumlar köreltiliyorsa; tiyatrolar kapatılıp nice yeteneğin yolu tıkanıyorsa; çocukların oynayacağı alanlar araba parklarına dönüştürülüyorsa; işsiz gençler sokaklara sığmıyorsa; babalar akşam evlerine boş torbalarla dönüyorsa... Fuentes’in anlattığı kırk yıl öncenin Meksika’sından da kötüdür ülkenin durumu. Oysa gelişmiş ülkelerin onurudur kütüphaneler, opera binaları, tiyatrolar, konser salonları, sergievleri, parklar, bahçeler, gezi yolları. Birtakım görkemli yapılara aldanmayalım, birçoğunun içinde boş laftan başka bir şey üretilmediği ülkenin içine düştüğü durumdan bellidir. Dünyayı buğdayıyla besleyen Anadolu’nun toprağı kıraçlaştı. Hayvanı otsuz, samansız kaldı. Ağaçlarda sığınacak yaprak altı bulamayan kuşları ses yitimine uğradı... 4500 yıllık taşlar 20 yıllık çıktı İskoçya’nın Aberdeenshire bölgesinde arkeologlar, 4 bin 500 yıllık olduğu düşünülen bir taş çember keşfettiklerini düşündüler. Ancak inceleme sonucu taşların 20 yıllık olduğu ortaya çıktı. Söz konusu taş çemberi, arazinin sahibinin Aberdeenshire Belediyesi’ne durumu bildirmesiyle “keşfedildi”. Arkeologların yaptığı inceleme sonrasında Historic Environment Scotland Enstitüsü (İskoçya Tarihi Çevre Enstitüsü), taşları “arkeolojik keşif” olarak kabul etti. Ancak enstitüdeki araştırma konseyi, taşlar hakkında daha fazla bilgiye sahip olabilmek için arazinin eski sahibine ulaştıklarında ilginç bir durumla karşı karşıya kaldı. Zira, arazinin eski sahibi, bu taşların arkeolojik bir tarafı olmadığını çünkü 1990’lı yıllarda sıradan taşları kendi elleriyle “taş çemberi” şeklinde yerleştirdiğini söyledi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle