09 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 22 Ocak 2019 Salı [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler Yakınmak yerine çalışmak Murat Balamir / E. Prof. Dr. ODTÜ Cumhuriyet gazetesinin 11 Ocak günü yayımlamış olduğu, sayın Osman Coşkunoğlu’nun “Yakınan Değil, Çalışan Muhalefet Güçlü Olur” başlıklı yazısı toplumsal sorumluluğun gerektirdiği tutumlara ilişkin önemli bir niteliği tanımlamakta. Buna göre, yönetim biçimi ve ülke kalkınması konularında farklı görüşleri olanlar, dayanışma içinde somut öneriler üreterek bir ortak “kolektif zeka” geliştiren “platformlar” kurmalıdır. Yazar, Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasının böyle bir sivil platformun oluşmasına doğrudan katkı verebileceği düşüncesinde. Yazıda, genel önerilerle yetinilmeyip, doğru odaklanmalar ve somut eylemler ile bir “bilgi ve kültür egemenliği” kurulması gerektiği savunulmakta. Cumhuri İkinci sayfanın güçlü bir platforma dönüştürülmesi için öncelikli girişim, bir iletişim ağının kurulmasıdır. Düşünce ve görüşler sunan bireylerin iletişim adreslerinin paylaşılması bir platform oluşturmada ilk adım olacaktır. yet gazetesinin ikinci sayfası, çocukluğumdan beri ilgimi çekmiş ve çok şey öğretmiş olan kurumsallaşmış bir ortamdır. İkinci sayfanın bir ara kaybedilmesini eleştiren notlarım, gazetenin “okuyucu köşesinde” bile yayımlanmadı. Uzman ve düşünürleri Yeniden yaşam bulan ikinci sayfa, sayın Coşkunoğlu’nun belirttiği gibi bir toplumsal platform, gazete ile toplum arasında bir “arayüz” oluşturmakta. Üç yıl önce, benzer bir arayüze doğrudan muhalefet partisi tarafından sahip çıkılarak, Türkiye’nin öncelikli konularında uzman ve düşünürleri düzenli toplantılarla bir araya getiren platformların kurulması ve bir yol haritası geliştirme öne rilerim olmuştu. Öneride “yeniden demokra si ve çoğulcu, eşitlikçi, barışçı, saygın bir Türkiye’nin yaratılması için ve hukukun üstünlüğünün, insan haklarının, bilimin yol göstericiliğinin, emeğin hakkının, doğanın ve kültürlerin korunduğu bir toplumsal düzeni gerçekleştirmekle yeniden uygarlık yolunun açılması için kurumlaştırılmış ‘bilgidüşüncestrateji geliştirme’ toplantılarının yapılması” hedeflenmişti. Toplum ve parti arasındaki bu arayüzün Türkiye’nin uğradığı yıkımın giderilmesi ve toplumu ikna edecek bir “normalleşme” sürecine ilişkin her sektörde programlar geliştirilmesi amacıyla çalışması istenmişti. Bu yolla geniş ke simlere ülke yönetimine hazır ve yetkin kadrolar bulunduğu mesajının verilmesi gerekliydi. Sivil toplum Sosyoloji kuramında güncel tartışmalardan biri, merkez otoritenin bir kara delik gibi tüm güçleri edinmesiyle toplumun giderek çözülme sürecine sürükleneceğini ve “yalnız kalabalıklar” oluşturacağını savlamakta. Kamu kurumları merkeze doğrudan bağlandıkça sivil toplum dağılmakta, sendikalar, meslek kuruluşları, medya gibi yapılar etkinliklerini kaybetmekteler. Bu gidişe direnmede bir yöntemin, sivil platformlar kurmak ve bunların güçlenmesini sağlamak olduğu ileri sürül mekte. Sayın Coşkunoğlu da bu yönde bir öneri sunmakta. İkinci sayfanın güçlü bir platforma dönüştürülmesi için öncelikli girişim, bir iletişim ağının kurulmasıdır. İkinci sayfanın yeniden yaşama dönmesi ile düşünce ve görüşler sunan bireylerin iletişim adreslerinin paylaşılması bir platform oluşturmada ilk adım olacaktır. Bu yolla toplu bir veri tabanı geliştirmemiz, “kim kimdir” ve hangi konularda önerilerde bulunmaktadır bilgileri, gazete çalışanlarına yük yaratmadan bu grup tarafından geliştirilebilir. Kimi ortak konularda bireyler arasında iletişim sağlanınca platformun genişletilmesi ve somut önerilerin giderek şekillenmesiyle “Türkiye dijital yol haritalarına” yol almak olasıdır. Platformun genişlemesi, tematik alt grupların özelleşmiş çalışmaları için yeni ufuklar açacaktır. Emeklinin intibak beklentisi Seziş ve duyuşşükrükaraman/Gazeteci İntibaka ilişkin iç hukuk yollarından umduğunu bulamayan beş milyon işçi ve Bağ Kur emeklisine bir kötü haber de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) geldi. AİHM, bir işçi emeklisinin iç hukuk yolları tükendiğinden yaptığı bireysel başvuruyu “yetki alanım dışında” gerekçesiyle reddetti. Böylelikle milyonlarca emeklinin intibak umudu suya düştü. Emeklinin intibak beklentisinin karşılanabilmesi için tek yol parlamentonun, yani siyasi iktidarın vereceği karara kaldı. Eğer, siyasi iktidar bu yönde olumlu bir adım atarsa 2000 sonrasında emekli olanların aylığında hatırı sayılır miktarda artış olacak. Anımsanacağı gibi, 2000 yılından önce emekli olan yaklaşık 2 milyon kişiye yönelik hayata geçirilen intibak düzenlemesinden 2000’den sonra emekli olanlar yararlandırılmamıştı. Emekliler arasında hoşnutsuzluk ve ayrımcılık yaratan olumsuzluğun giderilmesi için yapılan başvuru ombudsman tarafından haklı bulunmasına karşın, önce idare mahkemeleri, ardından Yargıtay tarafından kabul görmemişti. Her iki yargıdan da olumsuz yanıt gelmesi üzerine, intibak talebi Anayasa Mahkemesi’ne götürülmüş, ancak Yüksek Mahkeme’den de emekliyi sevindirici haber gelmemişti. Anayasa Mahkemesi bu yönde yapılan başvuruyu reddetme gerekçesinde, “Kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceğini” vurgulayarak, muhatabın kanun yapıcı TBMM olduğunu işaret etmişti. Yani, Yüksek Mahkeme emekliye “konu yetkim dahilinde değil, Meclis’i ilgilendiriyor” mesajını gönderse de topu bir anlamda hükümete attı. Ne var ki, yapılan çağrılara, taleplere, hatta verilen sözlere karşılık hükümetten bu konuda emekliyi sevindirecek bir adım dahi atılmadı. Oysa, 2000 yılından önce emekli olan 2 milyonu aşkın kişiyi kapsayan intibak yasası çıkarılmış, böylelikle aylıklarında 355 liraya varan miktarda artış sağlanmıştı. Emeklinin intibak beklentisinin karşılanabilmesi için tek yol parlamentonun, yani siyasi iktidarın vereceği karara kaldı. Beş yıl önce çıkarılan intibak yasasından 31 Aralık 1999 tarihinde emekli olanlar yararlanırken, anlaşılmaz tavırla 1 Ocak 2000’de, yani bir gün sonra emekli olanlar bu haktan yoksun bırakılmıştı. Düşünebiliyor musunuz, bir gün sonra emekli olanlar 55 ile 355 lira arasında değişen artıştan yararlandırılmadı. İşte böylesine adaletsiz ve ayrımcı bir uygulama var ortada. Hâlâ da sürüyor emekliyi çıldırtan bu olumsuzluk. Emekli, yıllardır mevcut haksızlığın giderilmesi için bağırıyor feryat ediyor, Hükümete sesini duyurmaya çalışıyor, yargıda hakkını arıyor. Ama boşuna. Hiçbirinden de sonuç alamadı, girişimlerinden eli boş döndü. Milyonlarca emeklinin umudu siyasi iktidarın 2000 yılı sonrasında emekli olanları kapsayacak yeni intibak yasasını çıkarmasında. Ne var ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan ne ilk, ne de 100 günlük yapılacak işler arasında intibaka ilişkin madde bulunmuyor. Ha, önümüzde yerel seçim var. Belki oy kaygısı ve talepler de artarsa intibak hayata geçirilebilir. Aslında, siyasi iktidar AİHM kararının ardından emekliyi sevindirecek adım atar, bir gecede yeni intibak yasasını çıkarabilir. Böylelikle yıllardır tartışılan, emekliler arasında ayrımcılık pekâlâ ortadan kaldırabilir. Tabii burada siyasi iktidarın niyeti önemli.   Öyle ya, aynı statüde olmalarına karşın birine verilen para, diğerinden niye esirgeniyor? Kapsam dışı bırakılanlar da yıllarca vergi ve prim ödeyerek devlete olan yükümlülüklerini yerine getirdi. Birileri için 55 ile 355 lira çok fazla para olmayabilir. Ancak bu artış ayda 800, 900 lira gibi asgari ücretin bile altında son derece düşük aylık alan emekliye gittikçe artan çarşı pazar fiyatları karşısında soluk aldıracak. eksikliği Neoliberal çok kültürcülük, kendini azınlık hissedenlerin bir kesiminin asıl mevzilerini kaybederken yuttukları zoka olmuştur. Ferruh Tunç İkinci Dünya Savaşı ardından kurulun iki kutuplu dünyanın kapitalist olanı, yetmişlerden başlayarak bugün sonlarını yaşadığımız ileri sürülen küresel neoliberal düzene doğru hızla yelken açtı. Yelkeni dolduran rüzgâr, Bretton Woods dünyasının yıkılmasıydı. Doların altın karşılığı olmaktan çıkmasıyla kanatlanan merkeze ait uluslararası sermaye, dünyanın geri kalanını ekonomik ve siyasi olarak kendine bağlarken ona seçenek olarak ortaya çıkmış sosyalist sitemi de öylesine kuşattı ki, sistem, kendi hatalarının da tetiklemesiyle “beklenmedik” bir şekilde çöktü. İkinci sanayi devrimi Bu çöküşle birlikte neoliberalizm sıfatını parlattı, küreselliğini tescil ve ilan etti, hatta muzaffer sıfatını edindi. Pervasız bir radikal piyasacılık retoriği; ikinci bir sanayi devrimi olmuş, yeni bir Fransız İhtilali patlamış, yeni bir aydınlanma yaşanıyormuş tafrasıyla zihinleri kuşattı ve yaşamın her alanında kendi karşılığını yaratarak güçlü bir ekosistem oluşturdu. İki kutuplu dünya kurulduğundan beri ilk defa liberal kapitalizm, entellektüel ve neredeyse ahlaki üstünlüğü ele geçirmiş göründü. Bu dönüşümden etkilenmeyen hiçbir statüko olamazdı. Kurulu düzenler, yapılar sarsıldı. Çevre ülkelere baktığımızda değişime karşı yeterince kıvrak, uyum lu olamayan ya da niyetleri ve yetenekleri ne olursa ve ne yaparlarsa yapsınlar varlık nedenlerinin sona erdiğine oyun kurucular tarafından hüküm verilen devletler ya çok büyük güçlüklerle baş etmek zorunda kaldılar ya parçalandılar ya da eskisinden başka bir şekilde yeniden kuruldular. Milenyumun ikinci on yılının sonuna doğru bu süreç bütün şiddetiyle devam etmekte görünüyor. Bu zamanda yüzleşmemiz gereken konulardan birisi ilerici, özgürlükçü ve toplumcu dünya görüşünün, sosyalist sistemin çökmesinin ardından düştüğü yalnızlık ve şaşkınlıkla küreselci neoliberal siyasetin çeşitli formları içinde; insancıltoplumcu sanat edebiyat geleneğimizin de postmodern estetik içinde önemli ölçüde çözülmüş olmasıdır. Neoliberalizmin çok kültürcülüğü (politik cemaatçiliği, ayrılıkçı etnikçiliği ve kontra cinsiyetçiliği) ve yalınkat sivil toplumculuğu, siyasal özgürlük ve kurumsal yönetim karnesi zayıf bir çevre ülkesi olan Türkiye’de önce, ilericisolsosyalist özgürlükçülükle kısmen de olsa örtüşebilmiş fakat ardından, onu önemli sayılacak bir kısmıyla ve hızla asimile etmiştir. Trajik olan, bu süreçte, özgürlük, demokrasi ve adalet yoksunluğumuzun asli nedeni olan soğuk savaş düzeni McCarthyciliğin, kılık değiştirerek kendisini demokrasi, refah ve özgürlük havarisi olarak vaftiz etmesi, o tari he kadar tırnakları sökülmüş halde olsa bile ayakta kalabilmiş ulus devletlerin kurtuluş ve kuruluş ilkelerine sadık ilerici devrimci muhalif kesimlerini, bu kesimlerin hep hasımları olagelmiş yerel işbirlikçi muktedirlerle birlikte bir sepete koyup statükocu olarak yargılama fırsatı bulmasıdır. Solun bir kesimi Bu süreçte, doğası gereği yerel iktidarıyla kavgalı ülke solunun bir kesimi, onunla kavgalı küresel asıl ve büyük iktidarın safında yer tutarak, kazanan bir ilerici olma illüzyonunu yaşamayı seçmiştir. Solun bu kesimi; küresel nitelikteki asıl iktidarın yerel ve tali iktidarı yeniden konumlandırması sürecinden kalıcı biçimde demokrasi, özgürlük ve adalet kazanımı elde edeceğini sanmıştır. Neoliberal çok kültürcülük, kendini azınlık hissedenlerin bir kesiminin asıl mevzilerini kaybederken yuttukları zoka olmuştur. Neoliberal saldırıların gemi azıya aldığı zamanlarda, (Milan Kundera’nın ifadesi ile “statüko yer değiştirirken”) gerici olmanın asıl ilericilik olduğu, toplumun eski düzenden memnuniyetsiz önemli kesimleri tarafından anlaşılamamıştır. Burada siyasal bir yetersizlik olduğu kuşkusuzdur; ama daha çok uzun uzadıya değerlendirilmesi gereken büyük bir sezgi ve duyuş eksikliği vardır. Bu da kültürle, sanatla, edebiyatla ilgilidir. Uzlaşma üzerine Ülkenin siyasetine egemen olan Erdoğan/AKP iktidarının “mağduriyet devşirmek” üzerine kurulu olan, ayrıştırıcı, bölücü ve düşmanlaştırıcı “çatışma” stratejisi nihayet herkesi bıktırdı... O kadar bıktırdı ki, bu stratejinin karşıtı olan “uzlaşma” “herkesi kucaklama” siyaseti, merkezi iktidarı değiştirmek gücü olmayan belediye seçimlerinde bile ön plana çıktı. HHH “Uzlaşmacı” ve “kucaklayıcı” stratejiyi ilk kez İstanbul Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu, seçim kampanyasındaki tutum ve davranışlarıyla gündeme getirdi. Bu strateji, yıllardır, azarlanarak ve dışlanarak yabancılaştırılmış olan, “nefsi müdafaa” durumundaki aydınlar ve demokratlar arasında kuşkuyla karşılandı. HHH Bu arada, tarafsız ve partisiz cumhurbaşkanı için hazırlanmış olan ceza yasası hükümlerinden yararlanan AKP Genel Bakanı Erdoğan hakaret davalarıyla insanları mahkum ettirince; üstüne üstlük, kendisine Beethoven ve Mozart dinlemesini önerenleri faşistlikle itham edip, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen gibi hayatlarını demokrasiye adamış sanatçıları da mahkemeye verip adli denetim altına aldırınca, “çatışma/uzlaşma diyalektiği” iyice gündeme yerleşti: Çatışmadan bıkmış olan seçmenin “herkesi kucaklayan uzlaşma” siyaseti uygulayan muhalefete yönelme olasılığı, geçmişi zaten kentsel yağma ile lekelenmiş olan iktidarı, belediye seçimleri arifesinde korkuttu ve bu kanattan da  “uzlaşma” sinyalleri gelmeye başladı. HHH Ekrem İmamoğlu’nun “herkesi kucaklama” ve “uzlaşma” stratejisi ile iktidarın “uzlaşma” stratejisi taban tabana zıt iki hedefe yönelik görünüyor: Ekrem İmamoğlu “Demokrasi için” temel hak ve özgürlükler bağlamında “uzlaşma” öneriyor. Buna karşılık iktidar, “Tek Adam Yönetimi” altında sınırlı ve kısıtlı temel hak ve özgürlükleri öngören bir sözde “uzlaşma” dayatıyor. HHH İmamoğlu uzlaşmayı Demokrasi için ÖNERİYOR... İktidar uzlaşmayı Tek Adam Yönetimi için DAYATIYOR... HHH İktidar ile muhalefet arasında uzlaşma demokratik rejimlerde geçerlidir... Demokrasisi sınırlı ve kısıtlı olan rejimlerde iktidar ile muhalefet arasında uzlaşma olmaz; onun adına biat denir. Prof.Dr. Müslüm Turan Yasayı koruyucu refleks ile yasayıkıcı refleks zemininde yükselir sağ ve sol duruş. Sol duruş yasayıkıcı refleksle çakışırken sağ duruş da yasakoruyucu refleksle örtüşür. Bu temellendirme dayanağını yasanın birilerine karşı yapılmış olması genel olgusunda bulur: Bir Azlık’ın Çokluk’a karşı yaptığı ihlaldir yasa. Kime karşı yapıldıysa o bu ihlale karşı koyar. Kısaca, sol duruşu tanımlar yasayıkıcı ya da popüler ifadesiyle yasa çiğneyici eylem. Sağ duruş peki yasayı hiç çiğnemez mi? Elbette. Ama yasayı koruma amacıyla yasayı çiğner, bu amaç dışında yasanın koruyucusudur. Sağ duruş Ama bu uslamlama Türkiye’de bir başka şekilde işler: Sağ duruş yasayı çiğner ama yasayı koruma amacıyla değil yasayı yıkmak amacıyla yapar bunu. Sol duruş Yasayı çiğnemek!.. ise kendisini yasayı koruma edimiyle tanımlar; yasa değiştirilemez değiştirilmesi teklif dahi edilemezde kilitlenir gider. Dolayısıyla sağ duruş Çokluk’un refleksine yaklaşırken yasayı koruma işine kendini kaptıran sol duruş da Azlık’ın refleksine karşılık düşer. Elbette Türkiye’de bu işlerin bu denli tuhaflaşmasının parametreleri ülkemizin sosyopolitik tarihinde yatmaktadır. Değerli düşün adamı İdris Küçükömer’in düzenin yabancılaşmasında öngördüğü parametrelerdir bunlar. 1981 yılında Hukuk Fakültesi’nde verdiği İktisata Giriş derslerinde bu yabancılaşmayı özel işletmelerin şehir içi otobüslerinin halk otobüsü olarak adlandırılması örneğin de renklendirerek anlatırdı. Kapitalizmin yıkılması Ama derin dip akıntısı 20. yüzyıln başlarında arta kalan iki imparatorluğun (Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu) kapitalizme verdiği iki cevapta ve bu iki cevabın birbiriyle etkileşiminde yatmaktadır: Antikapitalizm (Sosyalizm) ve Antiemperyalizm (Kemalizm). Sosyalizm ve Kemalizm; Leninizm ve Kemalizm değil.Kapitalizmin yıkılması projesi üzerinde yükselen sosyalizm ile modernleşmeyi emperyalizme karşı bir silah olarak kullanmayı amaçlayan Kemalizm. Bu iki cevaptan ilkinin, sosyalizmin, antikapitalizmin dünya çapında yankı uyandırması Kemalizmin sosyalizmin gölgesi altında kalmasına ve potansiyelinin anlaşılamamasına yol açmıştır. Sosyalist deneyimin beraberinde sosyal demokrasiyi de sürükleyen çöküşü sürecinde Kemalist proje de antiemperyalist itkisini yitirmiş; bu itkinin zengin potansiyeli önce batılaşma terimiyle tanımlanan bir içeriğe indirgenmiş ve daha sonra bu içerik de emperyalist dünyanın batılılaştırma projesine kurban edilmiştir. Kemalizmin sosyalizmin gölgesi altında dikkatten kaçan potansiyeline yoğunlaşmak, bu potansiyeli kıymetlendirmek bir şey, Kemalizmin batılaşmabatılılaştırma ekseninde dönüştürülen içeriğine bağlılık başka bir şeydir. İşte bu iki şeyin karıştırılmasıdır, Türkiye’de solun(ve sağın) tuhaf zemin kaymalarının temelinde yatan gerçek. Yasayı çiğnemediğin için güçsüzsün, yoksa güçlü olmadığın için yasayı çiğnemiyor değilsin. Anla artık... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle