19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR 12 [email protected] Beylikdüzü’nde edebiyat, sinema ve müzik... Beylikdüzü Belediyesi 5. Barış ve Sevgi Buluşmaları’nın dördüncü gününde bugün, edebiyat ve medya dünyasından ünlü isimler söyleşiye katılacak. 17.00’de Sahaf Söyleşileri’nin konukları Ahmet Mümtaz Taylan ve Hakan Günday “Edebiyat ve Sinema” hakkında konuşacak. Bu yılki teması “eğitim” olan Çardak Altı Sohbetleri’nin konukları ise ünlü yazar Ahmet Ümit ve başarılı oyuncu Levent Üzümcü olacak (19.00’da). Derya Uluğ ise 21.15’te konser verecek. EDİTÖR: ORHUN ATMIŞ TASARIM: FUNDA YAŞAR ER Pazar 2 Eylül 2018 Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası Şefi Cem Mansur, ülkede kültürü evrensel ihtiyaç olarak talep eden bir kesimin oluşmadığını söylüyor ‘Türkiye’de klasik müzik ölebilir’ Sabancı Vakfı’nın kurulmasına öncülük ettiği ve ana destekçisi olduğu, gençleri sanata teşvik et meyi hedefleyen Türkiye Gençlik Fi larmoni Orkestrası (TUGFO), şef Cem Mansur yönetiminde yeni sezonun açılışını 4 Eylül’de Zor lu PSM’de yapacak. Or kestra ardından Çek ya, Slovakya, Avustur ya, Macaristan ve Polon ORHUN ATMIŞ ya programları ile birlikte toplam 10 konser verecek. Konser bi leti ve detaylı bilgilere www.genclik filarmoni.org adresinden ulaşılabi lir. Cem Mansur’la bir araya gelerek TUGFO’yu ve Türkiye’de klasik mü ziğin sorunlarını konuştuk.  n Öncelikle TUGFO’nun ku ruluşundan bahsedelim. Orkestrayı 2007’de kurduk. Olma dığı için olmasını gerektiğini düşün düğüm bir proje aslında. Evrensel an lamda klasik müzik yaşamı olan ülke lerin böyle bir “ulusal gençlik orkest rası” kavramında bir şeyleri oluyor genelde. Olmayan çok az. Biz de onlar dan biriydik. Bu amaçla yola çıktım. 12’nci yılı oldu... Avrupa’nın birçok önemli kon ser salonlarında, festivallerinde kon ser verdik biz bu kadar yol boyun ca. Önemli radyolarda, televizyonlar da konserler yayımlandı. Bu yıl da de vam ediyor.  ‘Yaşatması zor’ n Peki, başlangıçtaki hedeflere ulaşılabildi mi? Hedef aslında her yıl yeniden belirleniyor. Böyle bir projeyi Türkiye’de yaşatmak çok kolay değil.  n Neden? Çünkü maddi olarak destek bulmak gerekiyor. Ana destekçimiz var, yardımcı sponsorlarımız var. Fakat paramızın durumu da belli. Bu yıl özellikle bu kur olayından çok zorlandık. Ama yalnız o değil yani zor olmasının nedeni. Türkiye’de bu projeleri destekleyen, sponsorların dışında, bu kültürü evrensel bir ihtiyaç olarak talep eden bir burjuvazi oluşmadı. Klasik müzik de belli hayat tercihleri olan insanların ayrıcalığı olarak kaldı. Bu ölümü olabilir diye korkuyorum klasik müziğin Türkiye’de, insanlar uyanmazsa. Uyanıyorlar yavaş yavaş ama çok yavaş uyanıyorlar. Birçok alanda olduğu gibi devletten beklendi bu. Belli bir ideolojinin aslında empoze ettiği bir şey klasik müzik Türkiye’ye. İyi ki de etmiş diyorum. Çünkü evrensel değerleri yayan, onlara aidiyetimizi gösterebilen bir şey bu çok sesli müzik. Uygarlığın temel değerlerinin oluşturduğu bir müzik bu. Gökten zembille inmedi Bach, Mozart gibi adamlar. Belli bir ortam o dehaların yeşermesine imkân tanıdı... Bugün niye 200 yıl önce yaşamış bir Viyanalı bestecinin hayatı bir Japon insanının hayatında bu kadar önemli? Bunun üzerine düşünmek lazım. Bizde biraz böyle gelmiş, böyle gitmiş. Ve tamamen devlete bırakılmış. Sanat hayatı sadece devlete bırakılamayacak kadar ciddi bir şey. Devlet, “Bunu yapmıyorum” dediğinde, “Tamam o zaman Bangladeş ve Pakistan’la aynı algıda mı olsun Türkiye” dediğinizde, “Peki, eyvallah, öyle olsun” diyen, ama öyle yaşamayan insanlar var. O açığı kapatmak, uygarlık ölçüsü benim açımdan. İnsanların kültürel ihtiyaçlarıyla maddi durumlarının bir alakası olması... Ben çok az insanda bunu görüyorum. O az insanlar da zaten projeyi destekliyor.  ‘Sürekli gol yiyoruz’ n Bu zor durumdan çıkış yolu nedir? Bu vurguladığınız insanlar birdenbire ortaya çıkmayacak sonuçta. Bunlar yavaş yavaş ortaya çıkacak ve çıkıyor da. Ama yeterince hızlı çıkmıyor. Bunu destekleyenler var hâlâ, eksik olmasınlar. Ama Türk Lirası’nın bu durumuyla biz sürekli gol yiyen durumdayız. Sadece biz değil, Türkiye’de bu tür şeyleri yaşatmak açısından yapılan tüm projeler. Öyle bir sınıfın ortaya çıkması bir günden diğerine olmayacak. Eğitimde kültürün bir ihtiyaç olarak, uygarlılık gerekliliği olarak yer bulmasıyla olacak bir şey. Cem Mansur ‘TUGFO prestij aracı’ n Orkestranın yapısından bahsedelim. Talep nasıl? Siz ne kadar kişi eliyorsunuz örneğin? Biz 300 küsur kişi dinledik bu sene. 81 kişi seçtik. Başvuru düzeyi fena değil. Ama 80 milyonluk bir ülkede tabii ki düşük. 80 milyonluk Almanya’da siz bir ulusal gençlik orkestrası kurduğunuz zaman onu 300 kişiden değil, 300 bin kişiden seçiyorsunuz bazen. Ben devlet konservatuvarına gidip kendisini dinletmek isteyen herkesi dinliyorum.  n Nasıl bir sezon bekliyor TUGFO’yu? 6 Eylül’de turneye çıkıyoruz. Çok önemli salonlar var. Viyana konserimizi Avusturya Devlet Radyosu yayımlıyor. Bu da çok önemli. Çünkü konserde ulaşabildiğinizin binlerce misli insana ulaşabiliyorsunuz. Mesela geçen yaz Berlin konserimizi ARD televizyonunun canlı yayımlaması gibi, bu ancak orkestranın kalitesine güvendikleri için insanların altına imza attıkları bir şey. Sponsorlarımıza bunu da anlatmaya çalışıyoruz. Paha biçilemez bir şey. Bunu Türkiye’den gencecik müzisyenlerin yapabiliyor olması aslında umut verici. Başka şeyleri de işaret ediyor. Potansiyel açısından. Gençlere inanılırsa neler başarılabileceği, dünyaya anlatılabileceği hakkında. Bence en ucuz, en etkili ve en doğrudan prestij aracı Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası şu anda. 75. Venedik Film Festivali’nden notlar Mahmut Fazıl Çoşkun (ortada) Acınacak/gülünecek vefilminoyuncuları. hallerimizin ‘Anons’u “Orizzonti” bölümünde yarışan Mahmut Fazıl Çoşkun’un üçüncü filmi “Anons”, bizim sık sık mıncıklanan resmi tarihimizin farklı farklı yorumladığı ya da unutturmaya çalıştığı bir dönemi, 50 yıl öncesinin Türkiye’sini anlatıyor. Ancak, politik ya da genel anlamda toplumsal bir film değil “Anons”. Özgür ve bağımsız bir yaratıcı sineması örneği. Hatta, klasik ya da yenilikçi politik sinemayı ofsaytta bırakan özgün bir çalışma. Çözümleyici, ders verici ya da yol gösterici sinemanın antitezi olduğu bile savunulabilir... 1960’larda yaşadığımız toplumsal ve siyasal dalgalanmalara dar bir aralıktan yaklaşırsak, küçük bir mercekten bakıyor “Anons”. Yeni bir darbe girişiminin figüranları olmak durumunda kalan bir avuç subay, bir türlü telefon bağlantısı kuramadıkları Ankara’da gerçekleştirildiğinden kuşku duymadıkları yeni darbenin bildirisini İstanbul Radyosu’ndan duyurmakla görevlendirilmişlerdir. Kore Savaşı macerası absürt ve komik bir nedenle kısa süren, güzel sesli subayın okuyacağı kısa metin hazırdır. O gece, kısa zaman diliminin akışı içinde karşılarına çı kan engelleri aşmaya çalışarak, verilen görevi yerine getirmekteki sakin ve kararlı inatlarını bazen gülümseyerek izliyoruz; bazen de perdeye yansıyan o bildik hallerimize, kahkahalar içinde öfkeleniyoruz. Absürt gibi gözükse de, hiç de imkânsız olmadığını çok iyi bildiğimiz, zaman zaman kahredici oluveren o toplumsal ve bireysel yapımız, bol renkli iç çelişkilerimiz eşliğinde yansıyor perdeye. Ka Franklin saygıyla uğurlandı ra mizahın dürtüleyici dili, izleyicisini hem dünü hem de bugünü özgürce sorgulamaya davet etmekte.. Ercan Kesal ile Mahmut Fazıl Çoşkun’un birlikte kaleme aldıkları senaryoya, Aziz Nesin de keyifle katılmış sanki... “Anons”un mesafeli gözlemci özüyle, yalın sinema dilinin telaşsız ritmi, son derece uyumlu bir bütün oluşturmakta. Absürt gerçeklik, her kareden buram buram tütüyor... Soul müziğin kraliçesi olarak anılan, 16 Ağustos’ta hayatını kaybeden Aretha Franklin önceki gün son yolculuğuna uğurlandı. 18 Grammy ödülü sahibi şarkıcının naaşı iki gündür ziyaretçile Aretha Franklin re açık bir şekilde bekletiliyordu. Detroit’teki cenaze törenine sanat ve siyaset camiasından çok sayıda isim katıldı. Törende çok sayıda isim Franklin anısına onun şarkılarını seslendirdi. Barış mı dediniz?.. 1Eylül tarihini Türkiye’de “Dünya Barış Günü” olarak kutluyoruz. Söz gelimi “kutluyoruz” diyorum. Yoksa milletin pek umrunda değil. Umrunda olanları da, ne yapıp yapıp içeri hapse tıkıyoruz zaten! (Bakınız: Barış İçin Akademisyenler, Barış İçin Gazeteciler vb...) 1 Eylül’ün seçilme nedeni, Nazilerin 1 Eylül 1939’da Polonya’yı işgal etmesiyle İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç tarihi sayılması... Türkiye dışındaki birçok ülke ise 21 Eylül’ü Dünya Barış Günü olarak kabul ediyor. 21 Eylül Birleşmiş Milletler’in kararı. O gün Birleşmiş Milletler’deki koca “Barış Çanı” çalınıyor; sayısız etkinlik düzenleniyor. Ki o dev çan Japonlar tarafından yapılmıştır. Dünyanın her yerinden çocukların yolladığı bozuk paralardan yapılmış bir çandır... Çan çalmıyoruz Biz, PEN Türkiye Merkezi olarak, 1 ya da 21 Eylül demedik, tüm eylül ayını “Barış Ayı” ilan ettik. Barış gereksiniminin daha çok vurgulandığı ve iyi bir hayat özleminin dile getirildiği bir ay olmasını diliyoruz. Farklı kentlerde, herkese açık edebiyat ve barış temalı söyleşiler düzenliyoruz. 15 Eylül’de İzmir, Bornova Kültür Merkezi’nde. (Hayri K. Yetik, Pırıl Erçoban, Bekir Yurdakul, Mustafa Kaylı.) 21 Eylül’de Ankara Yılmaz Güney Sahnesi’nde. (Erendiz Atasü, Yaşar Seyman, Alper Akçam ve Ahmet İnam.) 25 Eylül’de TÜYAP Diyarbakır 6. Kitap Fuarı’nda. (Halil İbrahim Özcan, Aslı Peker, Celal İnal, Ahmet Çakmak.) Ayrıntıları PEN sitemizde bulabilirsiniz. (www.pen.org.tr) Tüm okurlar davetlidir. Bunlar için yer ayarlamak, zaman ayırmak, konuları, konuşmacıları saptamak, duyurularını yapmak, ilgiyi canlı tutmak, vb. elbet gönüllü emek, çaba gerektiriyor. Bu çabayı gösterenlere teşekkürümüz sonsuz... ÖSO’nun maaşı İşte bunlarla uğraşırken... Derken efendim... Herkesin bildiği ama yüksek sesle söylemeye korktuğu bir haber sosyal medyada öylesine yaygınlaşıyor, öylesine dillere düşüyor, öylesine mizah malzemesi yapılıyor ki, siz de acaba sadece çan mı çalsak demeye başlıyorsunuz... Haber şu: Hani adına “Özgür Suriye Ordusu” denilen dünyanın her yerinden gelmiş cihatçıların oluşturduğu ordu var ya... İçlerinde Afgan’ı da var, Alman’ı da... İşte onlar, Türkiye’den aldıkları maaşı artık Türk Lirası olarak değil, Suriye Pound’u olarak almak istiyorlarmış... Adamlar haksız mı yani, dolar bilmem kaça fırladı, paramız eridi pul oldu. O kadar az parayla nasıl savaşırlar, nasıl insan öldürürler... Barış mı, bağrış çağrış mı? Bu söylediklerimden bağımsız olarak Barış Günü için PEN Yönetim Kurulumuzda şair Haydar Ergülen’den birkaç satır istemiştim. İşte yolladığı sözcükler: Bir de buradan yakın: “Barış da neymiş ya? Bu kadar düşmanımız varken dünya yüzünde, barışmak da neyin nesi? Kim çıkarıyor bu saçma sapan saptan samandan sözcükleri? Tutturmuşlar bir barış barış barış! Koro musunuz nesiniz? Yoksa parayı verenin çaldığı düdük müsünüz? Düdüksünüz oğlum siz düdük! Bırakın bu teraneleri, kimse yutmuyor artık bu naneleri! Barışınız sizin olsun, alın, başınıza çalın! Savaş gibisi var mı? Dünyadan kötüleri, düşmanları temizlemek, sonra da birlik beraberlik içinde yaşamak gibisi var mı? Dünya savaş üzerine kurulmuş, ister orman kanunu deyin, ister kurt kanunu, kurtlukta düşeni yemek kanundur ve de büyük balık küçük balığı yer… Hişşşşt alooo, bak hiç oralı olmuyor, ben kime diyorum, kızım, oğlum akıllı ol! Bugüne kadar barış dedin de ne geçti eline ha? Aklını başına topla, durduk yerde kaşınma, başıma bela olma, efendi ol, uslu uslu otur oturduğun yerde! Bak hâlâ yazıyor, kızım, oğlum yazmasana, yazma lan! (…….) Beğendin mi yediğin haltı? Seni kaç kere uyardım, yapma oğlum, yazma kızım, tutturdun barış da barış! Sopayı yedin oturdun! İnsanı barış diye çileden çıkarıyorsunuz, dayağı yiyince de bağrış çağrış oluyorsunuz! Hadi şimdi sıkıysa kutla da göreyim barış gününü! Barışmış! Başlarım barışından! Barış Günü mü? Dünyada kutlamayız!” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle