19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER eposta: [email protected] Çarşamba 19 Eylül 2018 2 TASARIM: İLKNUR FİLİZ Benzersiz kin bombardımanıBatı demokrasisinde Cumhuriyet’e karalama kampanyası OSMAN ÇUTSAY GazeteciYazar Gerçekten: Böylesi herhalde görülmemiştir; en azından biz hiç tanık olmadık. Türkiye’deki bir gazeteyle ilgili böyle günler süren bir karalama kampanyasını “Soğuk Savaş sonrası” Almanya ve dolayısıyla Avrupa tarihinde kimse yaşamamıştır herhalde. Gazetenin yeni yönetiminin ne aşırı nasyonalistliği kaldı, ne karanlık emelleri ne de Erdoğan’ın tasfiyeciliği... Alman devlet televizyonu ARD’den Der Spiegel’e, Die Zeit’a, sağcı Frankfurter Allgemeine Zeitung’dan sol liberal TAZ’a, merkez soldaki Süddeutsche Zeitung’a, Frankfurter Rundschau’ya... Hem de günlerce. Tamam, Türkiye önemli, anladık, ama bir gazeteyle bu kadar uğraşmanın ve tek taraflı karalama kampanyasına Alman resmi ve gayriresmi medyasında bu kadar geniş yer vermenin bir nedeni olmalı. Muhtemelen birden çok nedeni var. Ama en önemlisi, Türkiye ve Cumhuriyet’e bir “anomali” gözüyle bakmamaktır. Öyle bakmayanı dövüyorlar. Vakıf ve gazetenin yeni yöneticilerinin artık Almanya ve Avrupa’da kendilerine yönelik bu kirli “tezvirata” karşı, haklarını, isimlerini ve dünya görüşlerini, gazetecilik anlayışlarını korumaları gerekir. Hukuki yaptırımlar aramak bir yoldur. Önerimiz olsun. Cumhuriyet Vakfı Başkanı’na açıkça ve tıpkı “nasyonalizm” gibi Almancada çok ağır bir anlam yükü bulunan “Denunziant” (muhbir) ifadesiyle üstelik başlıktan yarım mil Avrupa’da ilk kez ‘karalama hayaleti’, bir gazeteyle ilgili bu kadar dolaştı. Gazeteye ilişkin tek merkezli haksız iddialar, tezviratlar tek merkezden yönlendirildi. Tüm bunlara en güzel yanıt ise, ‘yapılacak’ gazeteyle verilecek. Yaratıcı, ilerici ve Türkiye devrimcilerine güven veren, habercilikte yeni kapılar açan bir gazete kimliğiyle... yona yakın tirajlı bir haftalık gazetede (Die Zeit) saldırmak, gayet kolay demek ki. Alman kamuoyu şöyle bir tabloyla karşı karşıya: Muhbirler ve Erdoğan el ele vermişler, Türkiye’nin yegâne muhalif gazetesini tasfiye etmişlerdir. Aşırı nasyonalistler ve ultra Kemalistler olarak “karanlık” emellerini, hatta askeri çözüm hevesleriyle “Kürt düşmanlıklarını” gazetede, Erdoğan’ın gölgesi altında gerçekleştirecekleri anlaşılıyor. Özeti, bu. Kaynak mı? Tek yanlı: Aydın Engin ve Can Dündar. “Bunlar zırvalıktır” diyen biri yok. Bu tablo, çok ağır bir tablodur. Engin ve Dündar gibi “gecikmiş turuncu devrim militanlarının”, Türklere ve Türkiye’ye bir anomali olarak bakan her türden liberalin, bünyeden atıldıklarında artık hak, hukuk, demokrasi falan dinlemeden ağızlarına geleni söyledikleri, her türlü “tezviratı” tek taraflı yayınlarla gerçekmiş gibi kamuoyuna kabul ettirdiklerini bir kez daha görüyoruz. Böyle “eski Cumhuriyet yöneticisi” kimlikleriyle kapı kapı dolaşarak nasıl “Saray’ın tasfiyesine” uğradıklarını ballandıra ballandıra anlatan bir takım “gazetecilerin”, Alman ve Avrupa kamuoyunu tek yanlı belirlemelerine hukukla da karşı çıkmak gerekir dedik. Gerçekten de, Batı demokrasilerinde farklı gazetecilik ve dünya görüşlerini, anlamları açık bir dışlama ve aşağılama taşıyan “ekstrem nasyonalist, ultra Kemalist, ‘Denunziant’ (muhbirihbarcı), karanlık, tasfiyetasfiyeci” gibi sözcüklerle süslerseniz, size anladığınız dillerden, elbette hukuk çerçevesinde yanıt verilir. Ama böyle bir talep var mı? Daha açık söyleyelim: Bugün Avrupa’da, Türk modernleşmesini taşıyanlara ve onu ileri götürmek isteyenlere, “Türkiyeci ilericilere” açık bırakılmış bir kapı var mı? “Avrupa Almanyası”nda veya “Almanya Avrupası”nda, bırakın sistem içinde ve nezdinde yükselmeyi, ayakta durmak bile Türkiye’nin aydınlanmacıcumhuriyetçi geçmişinden nefretle bağlantılıdır. Can Dündar ve Ay dın Engin, kafadarları Celal BaşlangıçAhmet Nesin vs. ile birlikte bunu çok iyi biliyorlar ve kendilerince yapılması gerekeni yapıyorlar. Fakat Türkiye’nin çağdaşlaşmailerleme öyküsünü “karanlık, aşırı nasyonalist, ultra Kemalist, bıktırıcı laisizm, ihbarcı” vs. kavramlarla, tam bir faşist dikta rejimi olarak Alman ve Avrupa kamuoyuna yutturabilmenin nedeni, sadece bu gerçekten düzeysiz yazıcıların hırsında aranmamalı. Açık söyleyelim: Türkiye’den aydınlanmacı, özgürleştirici, eşitlikçi bir yükseliş talebine, AB başkentlerinden de talep ve hatta izin yok. O zaman tek yanıt var: Yeni, yepyeni, gazetecilikte ve entelektüel arayışlarda eşitlikçi ve özgürleştirici kapılar açmak, Avrupa halklarına da gerçeğin kendilerine gösterildiği gibi değil, başka türlü olduğunu yaparak göstermek. Böyle bir ısrara Avrupa’da talep yok. Ama İlhan Selçuk’un yıllar önce bu gazetenin telefonlarından bize söylediklerini de unutmuyoruz: “Osman, bu Batı bizim Türkiye Cumhuriyeti’ni hiç istememişti, ama biz yaptık, buradaki ahmaklar da Cumhuriyet gazetesini hiç istemedi, ama biz yine de yaptık” demişti. Büyük bir inattır. Bu inadı çeşitli renkleriyle yeni kuşaklara taşımak zorundayız. Kin bombacılarını, iftiracıları gazeteci sanıp kulak veren Batı kamuoyuna yanıt ancak “yaparak” verilir: Yaratıcı, ilerici ve Türkiye devrimcilerine güven veren, habercilikte yeni kapılar açan bir gazete kimliğiyle... Turuncu devrim militanları başka dilden anlamaz. l FRANKFURT ‘Aslında onları hiç sevmedim’ Her şey değişirken, dönüşürken sustular, onayladılar ve onlar da aynı oldular. Sonuçta susarak, duymayarak, görmeyerek faşizmle mücadeleyi “kendi efsanelerine” teslim edip büyük lokmanın peşine düştüler. ERBİL TUŞALP Ben onları aslında hiç sevmedim ki. Çünkü onlar tarihe yalan söylettiler, tarihle yalan söylediler. Dahası TC’nin TİC’e dönüşmesini uslu çocuklar gibi izlediler. Karşı koyuşun da, başkaldırının da bir tarih olduğunu unuttular. Gözlerimizin içine baka baka eski hainleri kahraman ilan ettiler. Eski kahramanlara hiç utanmadan hain, işbirlikçi, ajan dediler. H Ben onları sevmedim çünkü onlar; arkadaşlarını, yoldaşlarını satarak değiştiler. Partilerinden, sendikalarından, derneklerinden kolayca vazgeçtiler. El ele tutuştular. Hep birlikte çağ atladılar. Çabuk değiştiler, acele dönüştüler. Kimi hem gazeteci, hem bankacı, hem borsacı oldu. Kimi hem yazar, hem ajan, hem diplomattı. Sömürünün yanında, emeğin karşısında yer alarak zenginleştiler. Çürümeyi değişim, yozlaşmayı dönüşüm diye pazarladılar. Yükselen değerlere sarılmaktan utanmaya zaman ayıramadılar. H Ben onları sevmedim çünkü onlar; hırsıza arsıza, soyguna vurguna “çalıyor ama çalışıyor” güvencesi verdiler. Rantcılığa “ekonomik görüş”, kapkaççılığa“ iktisat kuramı” dediler. Piyasa ekonomisiyle başlayıp globalleşmeyle noktalanan “birey olma arayışlarının” ortak paydası sadece “kişisel çıkarları” oldu. Servet şöhret, kat yat söz konusu olduğunda onlar için siyasetin “ırkçı, dinci, gerici, faşist” gibi ayrımları yoktu. “İdeolojilerin bittiğine” inanarak çıktıkları yolun sonunda “ideolojiler bitti ideolojisinin” militanı oldular. İdeolojilerin bittiğini “savundukça” şansları açıldı. Yeni kapılarına yaranmanın tek yolu eskiye küfretmek oldu. Dahası; sahtekârı, kalpazanı, kara paracıyı, rüşvetçiyi baş tacı ettiler. Hukukun üstünlüğüne aldırmayanları putlaştırdılar. Toplumu “ölümün bile seslenemediği bir kalabalığa” çevirmede, halkı “para, faiz, rant peşinde koşturmada” çok başarılı oldular. Namuslu insanları görmediler, duymadılar, ya şamdan dışladılar. H Ben onları sevmedim çünkü onlar; Tanrı “kelamı” ve peygamber “hadisi” ile siyaset yapanların, tükürüğü ve sümüğüyle hikmet sergileyen hocaların, kadı kılıklı yasa koyucu ulema fetvacıların kirinipasını pususunu sakladılar. İktidarın İslami yargı, İslami eğitim, İslami ordu, İslami polis, İslami banka, İslami yayın, İslami müzik, İslami konut, İslami moda, İslami oyuncak, İslami beslenme dayatmaları “bu da onların hayatı” hoşgörüsüyle karşılandı. Elektronik hatimmatik, tespih çeken zikirmatik, dua öğreten ezbermatik laptopları, ezan okuyan vakitmatik saatleri özgürlükçü bir yorumla” teknolojik devrim” sayanlar bile oldu. Dahası mayosuz reklamı, dekoltesiz giysiyi, pantolonsuz kadını, haremlik selamlık otobüsü, namaz molalı seferi, mescitli treni ve de türbanlı yargıcı, türbanlı avukatı, türbanlı subayı, türbanlı polisi yaşamın bir parçası olarak koruyup kolladılar. Sonuçta susarak, duymayarak, görmeyerek faşizmle mücadeleyi “kendi efsanelerine” teslim edip büyük lokmanın peşine düştüler. Not: Uzun süren ayrılık sürecindeki yazılarımdan bazı alıntılar yaptım. l KARABURUN C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle