18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 26 Ağustos 2018 2 Aziz Sancar’la Ata’ya dizi TASARIM: İLKNUR FİLİZ Nobel Madalyası, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ile aynı galeride Aslanlı Yol’dan ilerliyoruz, normal sıcak bir pazar günü olmasına rağmen etrafta öbek öbek kalabalıklar, gidiyor ve geliyor.. Aileler, genç çiftler, çocuklar, yaşlılar, gençler, el ele tutuşan gençler ve çok sayıda da başörtülü ve türbanlı kadınlar.. “Aziz Bey bir fotoğraf çektirebilir miyiz..” Çoğu yanıt beklemeden yanlarında çocukları varsa onları hemen Aziz Hoca’nın yanına itiyorlar ve klik klik klik... cep telefonları çalışıyor. “Bak kızım (ya da oğlum) Aziz Sancar, Nobel kazandı, tanıdın mı! Aziz Bey bir fotoğraf lütfen”.. Koruma tetikte, Aziz Sancar’ın sürekli yanında, önünde arkasında. Sancar kalabalıktan bunaldığında araya giriyor ve hızlı yürümemiz için yol açıyor. Aslanlı Yol’un artık epey parlaklaşmış blok taşlarının üzerlerine basıp yürüyoruz. Anıtkabir karşımızda! Bir millet canlanıyor... Sancar’a diyorum ki, “Burayı millet sadece bir kişinin, Atatürk’ün anıtı sanıyor. Aslında karşımızdaki görkemli yapıt, Atatürk’ü yüceltmenin ötesinde bir yeni varoluşu simgeliyor. Burası Türkiye’nin kuruluş simgesi, Atatürk ise bir başmimar; emperyalizmden kurtulan bir ülkenin kuruluş, diriliş, varoluş, bağımsız ve özgürlüğü olarak ve egemen bir millet olarak sahneye çıkışının, yeniden doğuşunun simgesi.” Yürüyoruz insanlar arasında, karşımızdaki Anıtkabir gözümüzde Kurtuluş Savaşı olarak canlanıyor. Sakarya, Dumlupınar, Afyon, İnönü’ler, Ankara’lar olarak canlanıyor. Bir kurtuluş ve kuruluş tarihi. Bir Cumhuriyet ve millet canlanıyor. O büyük öyküyü, ne kadar mükemmel olursa olsun bir müzede canlandırmak asla mümkün olamazdı, bazen ise böyle bir anıtla çok güzel anlatırsınız. Türkiye’yi simgeliyor karşımızdaki yapı... Aziz dinliyor, yüzüme bakıyor gülümseyerek, çevremizdekilerle ilerliyoruz. Bazen tedirginlik seziyorum. Anıtın merdivenlerine vardık. HHH ‘Gel Ankara’ya, görüşelim’ İstanbul’da evde çalışırken telefon çalmıştı, Sancar’ın sesi: “Pazar günü Ankara’ya gel, bütün gün beraber olalım, Atatürk’e gidelim.” Bu yıl Türkiye’ye gelmeyecekti. Türkiye’deki siyasi gelişmelerden rahatsızlığını dile getiriyordu: “Ben küsüm ülkeye”.. Keskin, eleştirel bakışlı gülmeyen bir fotoğrafını paylaşmıştı benimle. “Ruh halim bu, bunu kullanın” demişti, o sırada Bahçeşehir Üniversitesi’nce basılan İngilizce “Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü” kitabının kapağı için (Yunanca çevirisi de hazır, sonbaharda basılacak). Aziz Sancar hâlâ aynı ruh halinde! Ülkenin toplumca bölünmüş yapısı kendisini son derece üzüyor, bu duygusunu en üst düzeyde yetkililere de iletiyor ve ülkeye gelmek istemiyor. Bu yıl mayısta Azerbaycan ve Kırgızistan’a gitmişti; İstanbul üzerinden ABD’ye dönerken havaalanından aramış konuşmuştuk. Orada aynı zamanda yolları kesişen Cumhurbaşkanı ile de 15 dakika kadar görüşmüştü. Daha sonra Cumhurbaşkanı’nın Başkanlık törenine davet edilince, telefonla süreç üzerine sohbet etmiştik. Küslüğüne rağmen, Ankara’da törene katılma kararı almıştı sonuçta. Uzun uçak yolculuğu yıpratıcıdır, sevmiyor; zaten bir de kulak sorunu yaşadı. Türkiye’den çok davet alıyor, özellikle bilimsel kongrelerde Sancar’ı görmek, dinlemek, tartışmak, sohbet etmek, ağırlamak istiyorlar. Şüphesiz ki hepsine gitmesi mümkün değil, ama bir iki önemli büyük kongrede bizim bilimcilerle buluşmasının iyi olacağını söylüyorum ona. Mesela bir kongrede Nobel’den sonra kendi alanındaki gelişmeleri ve son yaptığı çalışmaları anlatabilir. Sancar, Türkiye’de bi Sancar, Nobel Madalyası’nı “Neden Anıtkabir’e hediye ediyorsunuz” sorusuna, “Bu Nobel’i ülkemin gençlerine adıyorum, bu Atatürk’ün ve Cumhuriyetin madalyasıdır, madalyayı Ata adına aldım, Ata’ya aittir ve yeri de Ata’nın yanıdır” demişti... Ata’nın huzurundayız. Sancar’a diyorum ki, “Burayı millet sadece bir kişinin, Atatürk’ün anıtı sanıyor. Aslında karşımızdaki görkemli yapıt, Atatürk’ü yüceltmenin ötesinde bir yeni varoluşu simgeliyor. Burası Türkiye’nin kuruluş simgesi, Atatürk ise bir başmimar; emperyalizmden kurtulan bir ülkenin kuruluş, diriliş, varoluş, bağımsız ve özgürlüğü olarak ve egemen bir millet olarak sahneye çıkışının, yeniden doğuşunun simgesi.” Yürüyoruz insanlar arasında. Karşımızda Anıtkabir, gözümüzde Kurtuluş Savaşı olarak canlanıyor... Sancar hayranları çocuklarını Aziz Hoca’nın yanına itip resim çektiriyorlar. Kim bilir belki Aziz Hoca’dan bir şeyler bulaşır düşüncesini okuyorsunuz yüzlerinden. Selfi çeken çekene... lim insanlarını motive edici, tetikleyici bir karakter, buna ihtiyaç var. Türk bilim insanları laboratuvarında araştırmalarına sık sık misafir oluyor, üst düzey katkıda bulunuyorlar. Onlardan çok memnun. Bu konuyu sonra yazacağım. Sancar tam bir temel bilimci. Laboratuvardaki çalışmaları her şeyden daha önemli. Sürdürdüğü bilimsel çalışmalarından alacağı olumlu sonuç kadar kendisini mutlu edecek başka bir şey yok. İnsanlığa hizmet ve Türk’ten, bir Atatürk Cumhuriyetçisinden dünyaya katkıyı çok önemsiyor. “Şurada kaç yıl daha çalışabilirim, üretebilirim ki” diyor. 72 yaşında. İnşallah sağlıklı çok uzun süre bilimsel çalışmalarını sürdürür! Laboratuvarında işler mükemmel gidiyor! Nelerle uğraştığı konusu sonraya... Önce Anıtkabir Havaalanından Büyük Ankara Oteli’ne 12’de vardığımda resepsiyondaki beyler telefon ediyor Sancar’a. Beklerken çevreme bakıyorum, bir iki kişi hareketli, “Şöyle oturun Or han Bey..” Sancar’ın koruması ve şoförü. Cumhurbaşkanlığı’nca tahsis edilmiş. İlişkileri düzenleyen Cumhurbaşkanı Bilim Başdanışmanı Davut Kavranoğlu. Aziz 5 dakikada aşağı iniyor, bir köşede sohbete dalıyoruz. Geleli birkaç saat olmuş. Günü programlıyoruz. Önce Anıtkabir’e gideceğiz. Ankara sıcak; Sancar’ın üzerinde önü boğaza kadar düğmeli, ince siyah bir mont var. Ben de ceketliyim, Anıtkabir ziyaretinden sonra çıkarırız, diyor. Anıttepe’ye yollanıyoruz. Aslanlı Yol’dan gireceğiz. Kontrol var arabalara; koruma pencereden “Cumhurbaşkanlığı” diyor, yollar hemen açılıyor. İniyoruz ve Aslanlı Yol’dan yürümeye başlıyoruz... HHH Anıtkabir’in merdivenlerinden tırmanıyoruz, yeniden çevreye bakıyorum, doğal bir kalabalık var, içeri giriyoruz, saygı sırasında kadınlar, gençler, çocuklar, erkekler... Kadınlar özellikle çocuklarını Aziz Hoca’nın yanına itip resim çektiriyorlar. Kim bilir belki Aziz Hoca’dan bir şeyler bulaşır düşüncesini okuyorsunuz yüzlerinden. İnşallah! Selfi çeken çekene! Ata’nın huzurundayız. Dua ediyor, bir fatiha kahramanın canı için! Bir minnet borcu olarak.. Bir doktor tanımıştım, “Atatürk’e ödenecek borç, kendi işini, mesleğini Atatürk kadar iyi, hatta daha da iyi yapmaktır, ben de bunu hedef olarak koyarım kendime” diyordu. Aziz de işinin en iyisini yaptı ve Atatürk’e ve ülkesine borcunu ödedi diye düşünüyorum. Atatürk sevgisinin aslında en somuta dönüşmüş hali diye düşünüyorum: İşinin en iyisini yapmak! Cehaleti yenmiş, bilgili toplumunun tanımı olabilir bu! Kalabalığı, fotoğraf meraklılarını ve Sancar’a övgüleri yararak, galerilere yöneliyoruz. Bir Anıtkabir sorumlusu subay bize eşlik etmeye başlıyor. Hedefimiz Sancar’ın Nobel Madalyası’nın sergilendiği galeri. Biliyorsunuz, madalyayı Atatürk’e, Anıtkabir’e hediye etmişti. Galeride yeri hazırlanmış, nasıl sergileneceği tasarlanmış, Aziz Hoca açılış töreninin 19 Mayıs’ta yapılmasını istemiş ve 2016 19 Mayısı’nda Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı’nın da katıldığı törenle madalya ziyarete açılmıştı. Vefa borcu... Sancar, “Bu madalyayı Atatürk’e, Atatürk’ün silah arkadaşlarına ve cumhuriyeti kuranlara vefa borcumu ödemek için hediye ediyorum” demişti törende. Neden Anıtkabir’e hediye ediyorsunuz sorusuna da, “Bu Nobel’i ülkemin gençlerine adıyorum, bu Atatürk’ün ve Cumhuriyetin madalyasıdır, madalyayı Ata adına aldım, Ata’ya aittir ve yeri de Ata’nın yanıdır” demişti. İki yıl önceki törenden sonra, Anıtkabir’i ve madalyanın bulunduğu galeriyi gezmemişti. Bunu “Orayı görmedim” sözleriyle dile getirdi. Tabii tören başka, sonradan sivil olarak gidip görmek başka.. Oraya doğru yürürken, kısmi bir kalabalık da bize eşlik ediyor. Normal bir pazar günü olmasına rağmen, demek ki Anıtkabir halkımızın çocuklarıyla severek gelip dolaştığı ve zamanını geçirdiği bir yer, diye düşündüm. Aziz Hoca, Nobel Madalyası’nı Anıtkabir’e hediye edeceğini ilk bana açıklamıştı. O sırada Stockholm’de Nobel ödülleri tören haftasındaydık ve Grand Hotel’de oturmuş sohbet ediyorduk. “Ne dersin” diye sormuştu, ne diyeceğim, daha iyi bir yer olamazdı. Sonra bu isteğini devlete iletmiş ve hazırlıklar başlamıştı. İşte Galeri’ye vardık. Karşımızda özel hazırlanmış vitrinde Sancar’ın madalyası dönüyordu. Resimler çektirdik. Galerinin iki yan duvarı Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Ata zamanında eğitim konusunda yapılanların belgeleri, haberleriyle doluydu. Sancar, “Bak, Ata’nın Gençliğe Hitabesi de orada” diye sevincini belli etti. Atatürk’ün, ülkenin en seçkin gençlerini yükseköğrenim için Avrupa’ya gönderirken “Sizi kıvılcım olarak gönderiyoruz, bir alev olarak geri döneceksiniz” sözlerini anımsayıp Sancar’a baktım! Gerçi geri dönmemişti ama bilimde en ileri düzeylere ulaşmıştı ve ulaşma çabalarını sürdürüyordu. Anıtkabir’den ayrılmadan önce İsmet İnönü’nün kabrini görmek istedi. Anıtkabir’in bulunduğu alanın tam karşısında İnönü’nün mezar anıtını ziyaret ve ruhuna fatihadan sonra oradan ayrıldık. Yarın: Aziz Sancar’a konferans başı 30 bin dolar önerisi.. Bayramı içerde kutlamak! Bayramlar ya din kökenlidir ya da millidir! Yani esas itibarıyla, kendi seçmediğimiz, doğuştan bize atfedilen kimliklerin vurgulanmasıdır bayramlar! Hiçbirimiz nerede, ne zaman, hangi coğrafyada, hangi genetik mirasla, hangi devlette, hangi millette, hangi ailede, hangi anne ve babadan doğacağımıza karar veremiyoruz... Ama doğar doğmaz bir din/mezhep ve ırk/millet kimliği ile damgalanıyoruz ve istesek de istemesek de bu iki kimlik bütün hayatımız boyunca bizi takip ediyor! Elbette kendi seçmediği bu iki kimlikten birini veya her ikisini birden reddedenler var... Ama aile ve toplum beynimizi öylesine yıkıyor, bizi öylesine koşullandırıyor ki, bunu yapanlara pek fazla rastlanmıyor. Burada vurgulamak istediğim konu, bayramların ister dini olsun, ister milli, bir “kimlik dışavurumu” olduğudur. Şimdi işin en ince noktasına, “zurnanın zırt dediği konuya” geliyoruz: İnsanlığın, Tarım ve Endüstri Devrimlerinden sonra eriştiği üçüncü aşama olan Bilişim Devrimi’nin siyasal sistemi Çağdaş Demokrasi (Siz isterseniz buna “Çoğulcu” veya “Özgürlükçü Demokrasi” de diyebilirsiniz), bütün bu kimlikleri eşit kabul ediyor. Bu kabulü de hem devletin (siyasal iktidarın) bütün eylem ve söylemlerini eşitlikçi ve özgürlükçü eksenlerde kontrol eden Anayasa Mahkemeleri aracılığıyla hem de devletvatandaş ilişkilerine ek olarak vatandaşlar arasındaki ilişkileri de özgürlük, eşitlik ve adalet eksenlerinde düzenleyen bağımsız yargı mekanizmalarıyla gerçekleştirmeye çalışıyor. Türkiye’de, zaten hiçbir zaman tam anlamıyla kurulamamış ve gerçekleştirilememiş olan, ama hiç olmazsa hedeflenen bir ideal olarak kabul edilen bu Çağdaş Demokratik Rejim: Tohumları 19461950’de atılan, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de zirve yapan bir süreç içinde, 12 Eylül 2010, 10 Ağustos 2014, 1 Kasım 2015, 16 Nisan 2017 ve 24 Haziran 2018  oylamalarıyla ve 15 ve 20 Temmuz 2016’daki askeri kalkışma ve onu izleyen sivil darbeyle, tümüyle rafa kalkmış bulunuyor! Elbette bu rafa kaldırılma operasyonu bir yandan bizzat yargı eliyle gerçekleştirilirken öte yandan yargı bağımsızlığını ve denetimini de yok eden bir sonuç verdi. Dolayısıyla bu dini ve milli bayramların, “içerde”, bir kısmı mahkum, bir kısmı tutuklu, bir kısmı ise görevli olanlar tarafından eşitlikçi bir biçimde, bütün kimlikler açısından aynı duygularla kutlanması pek olanaklı görünmüyor. Bunu bildiğim için, bazı insanların sevdikleriyle birlikte mutluluk içinde kutladıkları bu bayramı, içerde tek başlarına veya zorunlu hücre arkadaşlarıyla geçirmek zorunda kalan farklı kimlik sahipleri için nasıl kutlayabileceğimi çok iyi kestiremiyorum... Belki onlar için de, yine ADALET ve DEMOKRASİ ideallerini vurgulamak... Din/mezhep ve ırk/milliyet eksenleri üzerinden bu idealleri gerçekleştirmenin olanaklı olmadığı gerçeğini yaşadığımızı belirtmek, en iyi Bayram Mesajı olabilir. Bu arada, Bayram Tatili dolayısıyla TELE 1 ekranlarında ara verdiğimiz 18 Dakika programına da 27 Ağustos Pazartesi akşamı saat 20.05’te Merdan Yanardağ ile birlikte devam edeceğimizi haber vereyim. DİREN (bütün din/mezhep ve ırk/ millet kimliklerine eşit saygı gösteren) ADALET... DİREN (bütün din/mezhep ve ırk/ millet kimliklerine eşit saygı gösteren) ÇOĞULCU VE EŞİTLİKÇİ DEMOKRATİK CUMHURİYET! Gazeteci Özilhan son yolculuğuna uğurlandı Önceki gün hayatını kaybeden usta gazeteci ve CHP eski iletişim koordinatörü Baki Özilhan, dün Çankaya Oran’daki Pir Sul tan Abdal Kültür ve Cemevi’nde düzenlenen törenin ardından Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verildi. Özilhan için düzenlenen tö rene, CHP Genel Başkanı Ke mal Kılıçdaroğlu, CHP millet vekili Utku Çakırözer, Murat Karayalçın, Çankaya Beledi ye Başkanı Alper Taşdelen, Maltepe Belediye Başkanı Ali Baki Özilhan Kılıç, Özilhan’ın sevenleri ve çok sayıda gaze teci meslektaşı katıldı. Törende konuşan Kı lıçdaroğlu, “Baki Bey uzun yıllar beraber çalış tığımız bir arkadaşımızdı. Hayatını kaybetme si hem medya dünyasında hem de bizim açı mızdan büyük bir kayıp” ifadelerini kullandı. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğ lu, CHP milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi ve CHP tutuklu milletvekili Enis Berberoğlu ile eşi Oya Berberoğlu da törene çelenk gönde renler arasındaydı. Tören sonrasında Baki Özilhan’ın kardeşi Cafer Özilhan ve ailesi ta ziyeleri kabul etti. l ANKARA / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle