24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 24 Ağustos 2018 EDİTÖR: SERKAN OZAN Sesini kimse duymadıMİT’TE HAKKINI ARADIĞI İÇİN ZORLA EMEKLİ EDİLEN M.Y. YAŞAMINA SON VERDİ G Eördüğü mobbingi Hakan Fidan’a mektupla anlatan, ancak sonuç mekli kartı verilmeyen, sakıncalı personel ilan edilen M.Y. teşki alamayınca gazetemizde yayımlatan lattan soyutlandı. Depresyona girdi, MİT personeli M.Y. zorla emekli edildi. hastanede tedavi altına alındı. Sessiz sedasız toprağa verilen M.Y’nin mobbing uygulamakla suçladığı müdire, intihar olayının ardından görevden alınarak düz memur yapıldı. MİT’te yaşadığı mobbing olaylarını Müsteşar Hakan Fidan’a şikâyet eden, sonuç alamayınca da bunu gazetemizde yayımlatan MİT per soneli M.Y’nin zorla emekli edil mesinin ardından, geçen nisan ayında intihar ettiği orta ya çıktı. M.Y’nin in tiharında, 25 yıl hiz met verdiği MİT’ten ALİCAN ULUDAĞ emekli edildikten sonra “emekli MİT personeli kimliği” verilmemesinin etkili olduğu öğre nildi. Kimlik kartı olmadığı için ko rumasız kalan, ‘sakıncalı personel’ ilan edilmesi nedeniyle arkadaşları nın dahi selam vermediği M.Y’nin bu durumu içine sindiremediği öğrenil di. Ağır depresyona giren M.Y. bunun sonucunda psikolojik tedavi gördüğü hastanenin 6. katından kendisini aşa ğı atarak yaşamına son verdi. M.Y’nin MİT’te mobbing yapmakla suçladığı müdire, intihar olayının ardından gö revden alınarak düz memur yapıldı. Cumhuriyet’in daha önce iki kez ha ber yaparak gündeme getirdiği MİT mensubu M.Y. teşkilatın Ankara Böl ge Başkanlığı’nın telefon dinleme bi riminde 25 yıl boyunca hizmet verdi. Çalıştığı birimde mobbing olaylarının artması üzerine, Ocak 2016’da Müste şar Hakan Fidan’a mektup yazan M.Y. bundan sonuç alamadı. ‘Zorla günaydın...’ M.Y. mektubun bir örneğini Haziran 2016’da Cumhuriyet ile paylaştı. 27 Haziran 2016’da haberleştirilen mektupta başına gelenler, “Şubemizde inanılmaz bir mobbing olayı cereyan etmektedir” denilerek şöyle anlatıldı: l Konuşulan her şeyin, yapılan her Cumhuriyet, MİT personeli M.Y’nin durumunu iki kez gündeme getirmişti. yorumun müdire ve başkan tarafından bilinmesi, müdirenin personele “Sen kalk şuraya otur, sen kalk buraya otur” diyerek kendisine yakın kişileri istediği yerlere yerleştirerek jurnal yoluyla haber aldığı şüpheleri doğurmakta, ayrıca her fırsatta müdirenin “Şöyle söylemişsin“, başkanın “Sizin aldığınız nefesten bile haberim var” şeklinde ifadelerle bu durumu doğrulaması. l İş ile ilgili olabilecek en basit hatanın bile müdirenin odasına çağrılarak rencide edici ve aşağılayıcı dil kullanılarak uyarılması. l İdarenin işleyiş ile ilgili bütün önerilere kapalı olması ve “buranın kuralları böyle” veya “benim emrim” diye kestirip atması. l 50 kişilik personelin her sabah müdirenin odasına gidip “günaydın’”, her akşam “iyi akşamlar” demeye mecbur tutulması. l Daha pek çok mustarip olunan konulardan dolayı ben dahil şubemizde pek çok kişinin psikoloğa gitmesi, antidepresan ve uyku ilaçları kullanması... M.Y. mektubun sonunda Hakan Fidan’a da şöyle çağrıda bulunulmuş tu: “Hiçbir cümlemi tam olarak bitiremediğim gibi işitmediğim azar da kalmadı. Bütün bunların kendi emri olduğunu bağırdı. Benimli ilgili araştırma yapıp en ağır şekilde cezalandırılacağımı söyledi. Ben de kendisine Müsteşarlık Makamına başvuracağımı söyledim. Sayın Müsteşarım sizden istirhamım, lütfen yapılmayan Arapça görüşmelerin istatistiğini çıkartınız ve şubenin içinde bulunduğu ağır mobbing konusunda personelin dinlenmesi için gerekli araştırmayı yaptırınız.” Mağdura ceza Mektubun gazetemizde yayımlanmasının ardından iddialarla ilgili soruşturma başlatması gereken MİT, bunun yerine M.Y’yi cezalandırma yoluna gitti. Önce oturduğu lojmandan çıkarılan ve birimi değiştirilen M.Y. zorla emekli edildi. Emekli olunca “sakıncalı” ilan edilen M.Y’ye kurum tarafından emekli personel kimliği ile silah ruhsatı verilmedi. Bu durum da 7 Aralık 2016’da gazetemizde haber oldu. Emekli olduktan sonra avukat tutan M.Y. emekli kartını alabilmek için hukuk mücadelesi başlattı. Ancak bir türlü emekli kurum kimliğini alamadı. Görevi nedeniyle 25 yıl boyunca toplumdan soyutlanmış bir hayat yaşayan M.Y, emekli kartı verilmeyince kendini bir anda dışarıya karşı “çırılçıplak” buldu. Bu süreçte M.Y’nin mesai arkadaşları dahi kendisine sırt çevirdi. Bir anda teşkilattan da soyutlanan M.Y’nin, ailesi dışında görüşecek kimsesi kalmadı. Psikolojisi bozuldu Emekli kartı olmadığı için devlet kurumlarında bunun imkânlarından yararlanamayan, MİT’in tatil köylerine giremeyen, polis çevirmesinde MİT’çi olduğunu dahi söyleyemeyen M.Y’nin bu süreçte psikolojisi bozuldu. Haksızlığa uğradığını düşünen M.Y. yaşadıklarını sindiremeyince ağır depresyona girdi. 6. kattan atladı Bunun üzerine M.Y, geçen nisan ayında Ankara’da bir hastanenin psikiyatri servisine yatırıldı. Doktorlar, hafızasını boşaltması ve yaşadıklarını unutması için kendisine özel bir ilaç verdi ve M.Y., 4 gün sürecek bir uykuya yatırıldı. 3. gün uyanan M.Y., 25 Nisan 2018’de bir anda hastanenin 6. katına çıkarak kendisini aşağı attı, yaşamına son verdi. Görevden alındı Olay savcılık kayıtlarına “intihar” olarak geçerken, M.Y. sessiz sedasız toprağa verildi. M.Y’nin intiharı, MİT’te deprem etkisi yarattı. M.Y’nin mobbing uygulamakla suçladığı müdire, görevden alınarak düz memur yapıldı. M.Y’den geriye üniversite öğrencisi iki çocuk ve gözü yaşlı bir eş kaldı. l ANKARA Hava almak için evinden çıkan Hamit Yarış’ın 1.5 yıl önce polis tarafından öldürülmesine ilişkin dava olaydan 2 yıl sonra başlayacak. Eşi için adalet arayan Tenzile Yarış ise ‘Emniyet’ten bir başsağlığı beklerdim’ diyor ‘Nefesini hâlâ arıyorum’ DSP’li Hamit Yarış, 50 yaşındaydı. İki çocuk babasıydı. Tarlabaşı’nda büyümüş, orada yaşı yordu. Bir gece biraz hava almak için Beyoğlu’na gitmeye niyetlendi. Elinde çöp poşetiyle evden çıktı. Uyuşturucu operasyonu yapan ekip te görevli bir polisin si lahından çıkan kurşun la kalbinden vuruldu. Eşi Tenzile Yarış, o gün bugündür, o polisin yar HİLAL KÖSE gı önüne çıkarılmasını bekliyor. Bu onsuz dör düncü bayramı. Evinde bayram havasından eser yok. “Benim bayramım Feriköy Mezarlığı’nda ar tık” diyor. Eşini gözyaşlarıyla, özlem le, zaman zaman da tebessümle anlatı yor. Bir buçuk yıl sonra, iddianamenin hazırlanması biraz olsun içini rahatlat mış. Eşini vuran polis, 5 Aralık’ta yar gıç karşısına çıkacak. Tenzile Yarış, 42 yaşında. Azerbay canlı. Hamit Yarış ise Urfa Siverek li. İstanbul’da bir misafirlikte karşılaş mışlar, sonrasında Azerbaycan’da ev lenmişler. Tarlabaşı’nda, eski, cumbalı bir evde, 11 Aralık 2016’ya dek, mut lu bir hayat sürmüşler. Tenzile Yarış, o son geceyi şöyle anlatıyor: “Bir gün ön ce doğum günü pastamı kesmiştik. Er tesi gün akşam, uyuyordu. Kalktı, ha va alacağım dedi. Gülerek yolcu ettim. Her zaman arabayla giderdi. Bu kez yürüyerek gideceğim dedi. Pazar ak şamıydı. Pazartesi şeker kontrolü var dı. Sakın tatlı yemeyesin dedim. Çıkar on sene. Bir ağır sözü olmadı. Benim ken çöpü de at dedim. İki dakika olma memlekete de gidiyorduk, orda da her dı silah sesi duydum. Camdan bakın kes seviyordu. Türk abi geldi diyorlar ca ayaklarını gördüm yerde. Kalp kri dı. Ölünce bütün köy anneme başsağlı zi geçirdi zannettim. Altı ay önce by ğına gitti” diyor. pass olmuştu. Koştum hemen. Komşu Yarış, emniyetten bir başsağlığı di lara bağırdım, su istedim. Su içirdim, leğinin gelmemesine de çok üzüldüğü bana baktı kafasını salladı. Kalkmaya nü söylüyor. Üstüne bir de soruşturma çalıştı, kalkamadı. Ben kalkacak zan gizli yürütülmüş. Yarış, şimdi, mahke nediyordum, sonrasında kendimi kay meden adalet bekliyor: “Eşim çalışır betmişim. O da oracıkta can vermiş. dı, ben arada ev temizliğine giderdim. Kurşun kalbe isabet etmiş, atar Şimdi her gün temizliğe gitmek damarını parçalamış.” zorundayım, oğlum lise sonda. ‘Hiç kimsem yok’ Evimiz kira... Hamit, hep rüyama geliyor. Hep mutlu görü Eşinin küçücük şeylerden yorum, bir kez ağlarken gör mutlu olabilen bir insan olduğunu dile getiren Yarış, “Bir çikolata versen dünyanın en mutlu adamı olurdu. Ben, İstanbul’da ona güvendim kaldım. Burada hiç kimsem yok. O benim annem, babam, ağabeyim, kardeşim her şeyimdi. Sır düm. Uyanır uyanmaz savcıya gittim. Ağlıyor neden açmıyorsunuz davayı dedim. Biraz tartıştık, rapor bekliyorum dedi savcı. Senelerce Beyoğlu’nda polislerle çalıştı. Küçük bir çekicimiz vardı. Araba çekiciliği yaptı. Trafik Vakfı’nda çalıştı. Ben onlardan bir başsağlığı beklerdim.” tımı dayadığım tek in ‘Kim inanır bu ölüme?’ sandı. Tenzile Yarış, bir yıl Beni çok sekiz aydır eşinin yoklu severdi, ben de ğuna alışmaya çalışıyor. onu seviyordum. İki ay önce başka bir Hiç kırmadı beni Hamit Yarış, 50 yaşındaydı semte taşındı. Eşinin hatıralarını da yanında götürdüğünü dile getiriyor: “Neye baksam, bir yerden çıkıyor. Taşınırken kaybolduğunu sandığımız alyansını buldum. Pazardan dönüyorum, Hamit nerdesin, beni yürütmezdin diyorum. Her yerde nefesini arıyor insan. Bir yere misafirliğe gitsem Hamit beni alır diyecek oluyorum, sonra Hamit yok ki diyorum. Onun da benim de ikinci evliliğimiz. Oğlum bir buçuk yaşındaydı ayrıldığımda. Sonra çalışmak için buraya geldim. Kader bizi buluşturdu. Onun da önceki eşinden iki çocuğu vardı. Hamit, benim oğlumu da çok sevdi. Çok merhametliydi... Kötü bir şey anlatamam. Yok çünkü. Mutlu bir insandı.” Vurulma anı görüntülerine aylar sonra bakabildiğini anlatan Tenzile Yarış, “Ambulans da geç geldi. Kurtulma şansı da yoktu. Orada zaten iki polis tartışıyorlarmış. Komşular duymuş. Sen sıktın, ben sıkmadım diye... Biri eşimi vuruyor, diğeri de başka birinin bacağını sıyırmış. Sonra günlerce bu görüntüyü izledim. Resimlere bakıyordum, çocuktan gizli ağlıyordum, sızlanıyordum... Işık hep kapalıydı. Öyle içime kapandım. Ne yedik, ne içtik bilmiyorum. Çocuk da çok üzüldü. Evin içinde hiç konuşmaz olduk. Çocuğu toparlamam zor olur dedim, ayağa kalktım. Aylarca kapı sesi, anahtar sesi bekledim. Kim kabul eder, kim inanır bu ölüme... Baksana resimlere, hep mutlu...” diyor. haber 7 Bitmek bilmez cumartesiler ve acısı dinmez anneler İstanbul’un göbeğinde, Galatasaray Meydanı’nda, Galatasaray Lisesi’nin hemen yanı başında, taksilerin korna çala çala çıktığı yokuşla, insanların birbirini ite ite yürüdüğü o kalabalık caddenin kesiştiği noktada, ülkenin en büyük yayınevlerinden birinin binasının hemen dibinde küçük ve derin ve kara bir gölge... Çocukları yıllar içinde kuşkulu bir şekilde kaybolmuş, kaybedilmiş onlarca anne... 23 yıldır her Cumartesi o gölgede inatla yere oturuyorlar ve soruyorlar: “Benim çocuğum nerede?” Etraflarında polisler, TOMA’lar, olan bitene kayıtsız sağdan sola ve soldan sağa akan insanlar... Anneler... Çocukları kaybedilmiş kalbi yaralı, gözleri yaşlı, itirazları ve öfkeleri yaslı kadınlar... Devlete soruyorlar. Hükümete soruyorlar. Askere soruyorlar. Hukuka soruyorlar. Sisteme soruyorlar. Size soruyorlar. “Benim çocuğum nerede?” Sahi onların çocukları nerede? Bundan tam 700 Cumartesi önce... 20 Mart 1995’te... Gazi olayları sırasında evden çıkan ve bir daha dönmeyen Hasan Ocak’ın cesedinin ormanlık bir alanda boğulmuş ve işkence edilmiş bir şekilde bulunduğu ve kimsesizler mezarlığına gömüldüğü günler sonra öğrenildiğinde... Ve tanık ifadelerine rağmen gözaltına alındığı ve işkence gördüğü kanıtlanamadığında... Çocukları kaybolan, kaybedilen onlarca anne evlerinden çıktılar ve Hasan’ın annesiyle birlikte o meydana gelip oturdular. O küçücük meydanda yere oturarak ve sessizce durarak ve cevaplanmayan sorularını ısrarla haykırarak eylem yapmaya başladılar. Kimi gözaltında kaybolan, kimi gözaltında kaydı bile bulunmayan yığınla insan adına anneler, babalar, kardeşler, arkadaşlar, yoldaşlar, bu düzene, bu korkunç düzene itirazı olanlar, Galatasaray’da her Cumartesi ülkenin üzerinde kara ve üzgün bir gölge gibi, küçücük bir çembere sığıştılar. Bu ülke... kendini bildi bileli adalete hiç güvenmedi. Görece suçlar ve suçlular, adaletsiz hükümler, yargısız infazlar, hepsi ama hepsi baştan beri, sonunda hukuksuz yargılara varacak kadar yozlaşan kötücül bir niyetin marifetiydiler. Yığınla gözaltında kayıp ve işkence vakası zaman zaman tanıkların itiraflarıyla ortaya çıksa da... Adliyelerin, Emniyet müdürlüklerinin ve daha kim bilir nerelerin mühürlü dünyasında kan dondurucu şeylerin olup bittiğini herkes adı gibi bilse de... Sanıklar mahkemelere çıkmadan önce başlarına gelenleri ispat için çok zorlu bir mücadele verse de... Bilin ki birçok insan bu aşamalara bile gelemeden gözaltında kaybediliyorlar. Sadece bu ülkede değil, dünyanın birçok yerinde, politik karmaşalardan beslenen ve güdümlü bir terörün kıskacında can çekişen her ülkede... Anneler gözaltında kaybedilen ve kaybedilen ve kaybedilen çocuklarının peşinde adalet isteye isteye, kayıplarının kemiklerine kavuşmaya bile razı bir şekilde... yaşlanıp ölüyorlar. Ve bayrağı yeni kayıpların acılı yakınlarına devrediyorlar. O gözaltında kaybolanların kimi yasalara göre suçlu, kimi suçsuz. Ama onları kaybetmek, yok etmek, öldürmek, kemikleri bile bulunamayacak şekilde ortadan kaldırmak... Hem de bunu sistemin onayıyla yapmak... Korkunç bir iktidarın pençesiyle adaleti kan revan içinde bırakmak... O nedir? Suç mudur? Günah mıdır? Yoksa saf kötülük müdür? Bir ülke yıllar boyu topyekun kötülükle yönetildiğinde... işte budur netice. Yarın o anneler, çocukları resmen kaybedilenler 700’üncü haftada yine o meydandalar. Peki ya siz? Çocuklarıyla bir arada yaşayanlar ve olan biten korkunç şeylere kulak tıkayanlar, yakınlarından birinin başına bir şey gelmedikçe sistemin korkunç tehditlerini üzerine alınmayanlar... Şu an siz neredesiniz? Yarın nerede olacaksınız? Siz sustukça bu ülkenin kaderi, bitmek bilmez cumartesiler ve acısı dinmez anneler... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle