24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 9 Temmuz 2018 EDİTÖR: MÜNEVVER OSKAY / ELİF TOKBAY TASARIM: EMİNE BİLGET haber 3 TARİHTE BUGÜN 1949: Çorum vapuru, Galata rıhtımında yandı, 56 kişi dumandan boğularak öldü. 1998: İstanbul’da tarihi Mısır Çarşısı’ndaki patlamada 7 kişi öldü, 110 kişi yaralandı. “Tüp patlaması mı, terör örgütü bombası mı” tartışmaları dört yıl sürdü. Bilirkişi raporları, olayın tüp patlaması olduğu yönündeydi. 310/1 8 0 340 /2 4 0 300 /1 8 0 300/2 10 340/1 80 340 /1 4 0 320 /1 5 0 320/1 8 0 360 /2 3 0 370 /2 3 0 340 /2 0 0 310 /2 3 0 260/1 50 310/2 4 0 300 /1 6 0 230 /1 4 0 300/1 7 0 350/200 220 /1 4 0 300/2 1 0 310/2 10 310/24 0 Bu bebekler kimlikli Okulöncesi eğitimde farklı bebeklerin kullanıldığı eğitim metodu ile çocukların önyargılı ve ayrımcı tutumlarının önlenmesi amaçlanıyor Kimisi esmer, kimisi kumral. Biri down sendromlu, bir başkası albino. Çilli olanı da var, kepçe kulaklı olanı da. İstenirse gözlük de takılıyor, tekerlekli sandalyeye de oturtuluyor. Bunlar ‘‘Kimlikli Bebekler’’. 1987 yılında Amerika’nın Kaliforniya eyaletinde öğretmen olarak çalışan Kay Taus tarafından küçük çocukların önyargılı ve ayrımcı tutumlarını önlemek ve olumsuz davranış biçimlerini kafalarından at İHTİYACA GÖRE BEBEK Prof. Acar, bebeklerin özelliklerini şöyle anlatıyor: ‘‘Genellikle bebek tipleri hepimizin çevresinde görmeye alışkın çocuklardan oluşmakta. Örneğin, esmer, kumral, sarışın, kızıl kız ve erkek çocuk, saçları kısa uzun kıvırcık, farklı farklı. Eğer engel durumu/fiziksel farklılıklar üzerinde çalışma yapılacaksa down sendromlu, albino, çilli, kepçe kulaklı gibi değişik fizik sel özelliklere sahip bebekler üretilebilir. Bebeklerin ayrıca gözlük, tekerlekli sandalye gibi aksesuvarları da mevcut. Burada amaç, sertifika sahibi olan eğitimcinin sınıfındaki çocukları gözlemleyerek ihtiyaca uygun bebeği sınıfa davet etmek, öncesinde kimliğini oluşturmak ve çocuklarla tanıştırarak, bebeğin özel durumu ne ise onunla çocukların empati kurmasını sağlamak.’’ malarına yardımcı olmak için geliştirilen Kimlikli Bebekler Yaklaşımı, ABD, İngiltere, Güney Afrika, Avustralya, Almanya, Hollanda, Yunanistan ve Türkiye’de uygulanıyor. Yıllardır bu konuda çalışan ve öğretmenler için sertifika programları düzenleyen Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ebru Aktan Acar, bu metodu, “Kimlikli Bebekler, ötekileştirme ve şiddeti azaltmak, erken çocukluk döneminden başlayarak çocuklar arasındaki farklılıkları zenginlik olarak görmelerini sağlamak, empati, problem çözme, eleştirel düşünme gibi becerileri geliştirmek, farklı kültürlerden gelen ya da engeli olan çocukların karşılaştıkları olumsuz risk durumlarıyla baş etmelerine yardımcı olmak amacıyla uygulanan bir eğitim yaklaşımı” diye anlatıyor. Bu bebeklerin eğitimde kullanılmasıyla, çocukların küçük yaşlardan itibaren diğer insanların duygularını anlamaları, farklı kimlik, ırk, cinsiyet, ten rengi ve engele sahip insanlara saygı göstermeleri sağlandığına dikkat çeken Prof. Acar, şöyle devam ediyor: ‘‘Kimlikli Bebekler Yaklaşımı, hem çocukları kendileri ve geldikleri kültür hakkında iyi şeyler hissetmeleri yönünde cesaretlendirir, hem de farklı kültürlerden gelen çocuklara ve kültürlerine saygı duymayı öğretir.’’ Sertifika veriliyor Kimlikli Bebekler Yaklaşımını öğrenme ortamlarında çocuklarla kullanmak isteyen okul öncesi eğitim ve ilkokul öğretmenleri, psikolojik rehber ve danışmanlar, sosyal hizmet uzmanları ve çocuk gelişim ciler öncelikle eğitmenler ta rafından hazırlanmış, teo rik ve uygulamaya yönelik “Kimlikli Bebekler Yaklaşı mı Uygulayıcı Eğitimi Serti fika Programı”nı başarı ile tamamladıktan sonra uygu Prof. Ebru Aktan ve ailelere Kimlikli Acar, mülteci çocuklar Bebekler eğitimi verdi. layabiliyorlar. Prof. Acar ile Boğaziçi Üniversitesi Barış Eği ile tamamlanıyor. Çanakkale timi Uygulama ve Araştırma Onsekiz Mart Üniversitesi bün Merkezi’nden Maggie Pınar’ın yesinde, Sığınmacılar ve Göç uyguladıkları bu program, ba menlerle Dayanışma Derne rış eğitimi çerçevesinde ele alı ği (ASAM) ile işbirliğiyle Suri nıyor. Altı ay süren programın ye, Irak, Afganistan gibi farklı başlangıcında uygulayıcı aday ülkelerden gelen mülteci ve sı larına yaklaşımın tanıtımı, uy ğınmacı aileler ve çocuklar da gulama örnekleri verildikten eğitim alıyor. sonra bebekler tanıştırılarak Prof. Acar, Türkiye’deki uy hikâyeleri oluşturuluyor, farklı gulamalar için Mardin’de Mar aşamalara yönelik hazırlık/ta din Ortak Kadın İşbirliği Der nışma/değerlendirme, uygula neği (MOKİD) bünyesinde fark yıcı adaylarının uygulama pra lı tiplerde bebekler dikildiğini tikleri ve genel değerlendirme dile getiriyor. SİTEDE FACİA Minik Mehmet Can havuzda boğuldu Antalya’da 3 yaşındaki Mehmet Can Karaca, yaşadığı sitenin havuzunda boğuldu. Baba Ali Karaca, sitelerdeki denetimsizliğe tepki gösterdi. Olay, önceki gün Konyaaltı ilçesinde bulunan bir rezidansta meydana geldi. Annesinin komşusuna emanet ettiği Mehmet Can Karaca ile 8 yaşındaki kardeşi havuzdaki çocuk bölümünde yüzmeye başladı. Refakatçi komşunun bir anlık dalgınlığı sırasında kolundaki şişme lastiği çıkaran küçük Mehmet Can, büyüklerin yüzdüğü alana geçti. Birkaç dakika sonra durumu fark eden komşuları, havuza girip, Mehmet Can Karaca’yı suyun dibinden çıkardı. Ambulansla hastaneye kaldırılan Mehmet Can Karaca dün yaşamını yitirdi. Olayla ilgili site yönetimini suçlayan acılı baba Ali Karaca, “Çocuk havuzu ile yetişkin havuzu arasına kıytırık iki tane demir atılmış. Normalde kırılmaz cam olması gerekiyor” dedi. l DHA art arda acı haber Ufuk Sami Ormanlık alanda kaybolan Ufuk’un yakınları bir haftadır çocuklarından gelecek iyi haberi bekliyordu. Hatay ve Bitlis’te kaybolan Ufuk ve Sami ölü bulundu Hatay’da 8 gün önce kaybolan zihinsel engelli Ufuk Tatar (6) ile Bitlis’te önceki gün kaybolan Sami Yusuf Marangoz’un (2) cansız bedenleri bulundu. Hatay’ın Hassa ilçesinde, 1 Temmuz’da zihinsel engelli amcasıyla kaynaktan içme suyu almaya gittiği Amanos Dağları eteklerinde kaybolan, konuşma engelli Ufuk Tatar’ın (6), 8 gün sonra, kaybolduğu yere yaklaşık 4 kilometre uzaklıkta ormanlık alan da güvenlik korucuları tarafından cansız bedeni bulundu. İlk belirlemelere göre, Ufuk’un yolunu kaybederek, dağ eteğinden kuzey doğu yönüne yürüdüğü, tepelik alanı aştığı tahmin edilirken, cansız bedene ulaşan ekiplerin yaptığı ilk incelemede Ufuk’un 2 gün önce ölmüş olabileceği değerlendirildi. Hatay Valiliği’nin yaptığı açıklamada Ufuk’un Amonoslar kırsalının sert ve dik kayalık bölgesinde bulunduğu belirtildi. Ço cuğun kesin ölüm nedeni otopsiden sonra belli olacak. Bitlis’in Ahlat ilçesi Yuvadamı köyünde, önceki gün evin önünde oynarken kaybolan 2 yaşındaki Sami Yusuf Marangoz’un, dün sabah yaklaşık 4 kilometre uzaklıktaki ağaçlıkta cansız bedenine ulaşıldı. Marangoz ailesine acı haber verilirken; Sami Yusuf’un cenazesi, otopsi yapılmak üzere Ahlat Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. l DHA Engin Altan Ertuğrul Düzyatan Gazi’nin Los Angeles seferi Cuma günü Ertuğrul Özkök yazdı ya, TRT’nin “resmen fenomen” dizisi Diriliş Ertuğrul’un “Ertuğrul Gazi”si Engin Altan Düzyatan, hamile eşi Neslişah Alkoçlar’la birlikte Los Angeles’ta imiş... Neslişah daha erken gitmişti; Ertuğrul, pardon(!) Engin de dizi final yapar yapmaz soluğu orada aldı. Son gelen haberlere bakılırsa doğumun da orada olacağı anlaşılıyor. Hâlbuki Neslişah Alkoçlar, Mayıs’ta 3 yaşındaki oğlu ile beraber ABD’ye uçtuğunda basına yansıyan haberler, haziran sonunda Türkiye’ye dönmenin planlandığı, çünkü doğumu İstanbul’da yapmak istediği şeklindeydi. Anlaşılan karar değiştirmişler. Temmuz ortasına geliyoruz ve onlar, ailecek Los Angeles’ta. Doğumun orada olması, bebeğin Amerikan vatandaşlığı alması demek... Tabii bu, Özkök’ün tabloya hafif bir fırça dokunuşunda bulunmasının da etkisiyle tam bir sosyal medya tartışmasının (elbette “geyiği”nin de) önünü açtı. Yıllardır ekranlarda Osmanlıİslam yüceltisi yapılan ve herkesi evde ekran karşısında neredeyse elde yalın kılıç/ pala seyre sevk eden bir dizinin, rolüyle alabildiğine özdeşmiş başrol oyuncusu nasıl olur da çocuğunun doğumunu “diyarı küffar”da gerçekleştirtirdi? Yavrusunu nasıl yabancı doktorlara emanet ederdi?!.. HHH Tartışmalarda bir aktör ya da aktrisin kurguda üstlendiği hayalî karakterle gerçekte kendisi olarak yaşadığı hayatın içindeki tercihleri arasında bağ, uyarlılık, tutarlılık aramanın son derece abuk ve kabul edilemez olduğu vurgulanmakta. Özkök de yazısında aynı doğrultuda hareket ederek bunu sorgulama cihetine gitmemiş (yine de bazı dolaylı imalarda bulunduğu söylenebilir!). Doğru mu, doğru.. Söz gelimi kimse İslam dünyasında ve tüm Müslümanların gönlünde “Hazreti Hamza” karakteriyle taht kurmuş Anthony Quinn’den namazlıniyazlı, taharetli bir yaşam sürmesini beklemedi ya!.. Ancak yine de “Ertuğrul/Engin Altan” bağlamında göz ardı edilemez bir fark var. O farkı fark ettirmeden önce yalnız, bazı dipnotlar düşelim!.. HHH Bu topraklarda vatandaş sık sık perdede ya da ekranda ne görüyorsa, gördüğünü ona gösterenle, yani rol kesenle özdeşleştirmiştir. Rahmetli Erol Taş’ın sokaklarda çektikleri mesela!.. Ya da Cüneyt Arkın’ı “Malkoçoğlu” diye baş tacı etmeler, ülfete mazhar kılmalar... Kurtlar Vadisi’nde mafya babası “Çakır” (Oktay Kaynarca) öldürülünce gıyabi cenaze namazı kılmalar... Yine de bunların hiçbirisi, Muhteşem Yüzyıl dizisinde “Kanuni” rolü ile unutulmazlaşmış Halit Ergenç’in başına gelen kadar müthiş değildir. Dizinin seyrin zirvesinde olduğu, ama sokaklarda da Gezi patlamasının yaşandığı günlerdi. Ergenç, olayları yatıştırma yolunda arabuluculuk çabasına soyunmuş grupla o dönem başbakan olan Erdoğan’ın huzuruna çıkıp biriki de laf etme “cüret”ini gösterdiğinde nasıl tekdir ve tedip edilmişti “Reis” tarafından, hatırlayın: “Sen Osmanlıca biliyor musun, asıl ondan haber ver!..” HHH Malum, Tayyip Erdoğan hiç mi hiç haz etmedi Muhteşem Yüzyıl’dan... “Tarihimizi yanlış aktarıyorlar, ceddimizi küçük düşürüyorlar” dedi durdu hep.  (Hâlbuki dizi Yunanistan’da da Osmanlı yüceltisi yapıyor diye protesto edilip yasaklanmak istenmişti!) İşte Diriliş Ertuğrul bir bakıma Muhteşem Yüzyıl’a karşı kotarılmış bir “kontrakurgu”dur. Aslında çok yabancımız da değildir. Sinemada, hem de bu iktidarın “parantez arası” saydığı o “Eski Türkiye” günlerinde üretilmiş bir dolu karşılığı da vardır: Tarkan, Karaoğlan, Kara Murat, Malkoçoğlu, Bat tal Gazi... Muhteşem Yüzyıl elbette dizi film tarihimizde büyük bir iz bırakmış ve pek çok farklı yönden ele alınabilecek önemli bir dizi. Ama belirtmekten de kaçınmayalım ki “oryantalist” yanları olan bir diziydi o. Diriliş Ertuğrul ise “oksidentalist” bir dizi; yani BatıHristiyan dünyasına/insanına/kültürüne kötüleyici, küçümseyici, aşağılayıcı, itibarsızlaştırıcı, değersizleştirici, ötekileştirici bir bakış, anlayış ve kurguya sahip... Muhteşem Yüzyıl’ı lânetleyenler, Diriliş Ertuğrul’u bu “oksidentalist” motivasyonu nedeniyle alkışladıkça alkışladılar. Başta da “Reis”... O, defalarca övdü diziyi; seti ziyaret etti; “Ertuğrul Düzyatan”la resimler çektirdi; torununun, diziyi izlemek ne kelime, tekrarlarını bile izlediğini ballandıra ballandıra anlattı. HHH Dedik ya, burası Türkiye. Sonuçta Halit Ergenç nasıl o istenmedik “Süleyman” tiplemesiyle gazaba uğradıysa, Düzyatan da istendik “Ertuğrul” tiplemesiyle hem çok ama çok iyi “kazandı”, hem de bol bol taltife mazhar oldu. Her yerde de gereğini yaptı! Allah’tan henüz Osmanlıca öğrenmesini gerektiren bir dönemde rol kesmiyordu!.. Sadece “şive” edindi. Kocca bir sakal bıraktı ve reklamlarda bile o sakalla karşımızda oldu (Ama Los Angeles’tan fotoğraflarına baktım, o sakalı usulüne uygun ve gayet “Avrupai” şekilde inceltmiş!). Kısaca Düzyatan, dizideki rolünü gözümüzün içine baka baka hayatın içine taşıdı. Evet, biz hiçbir zaman “Hazreti Hamza”yı canlandırarak sinema tarihine geçmiş Anthony Quinn’i “İkindi okundu, haydin namaza” deyip caminin yolunu tutarken görmedik. Ama Düzyatan’ı, Anadolu şehir girişlerinde cirit ekibi, mehter takımı eşliğinde muazzam kalabalıklarla takviyeli törenlerle karşılanıp kendisine “takdim edilen” Kayı Boyu bayrağını öpüp başına koyarken gördük!.. Hâl böyle olunca müsaade edin de “Gazi’mizin yavrusu”nun “taharetsiz yaban eller”de dünyaya getirilme tercihi üzerine de kaşlar kalksın!.. HHH Biz dizi evrenimizde Engin Altan Düzyatan’ı “Ertuğrul Gazi” olmadan önce, “Eeeengiiin Aaaaltaaan Düzyataaan, Engin Altan Düzyatannn” olarak tanıdık. Artık onu bir cihan imparatorluğuna doğuş verecek “sulb”ü taşıyor olma mes’uliyetine sahip Osmanlı ceddi olarak biliyoruz!.. Eskiden onu cıngıl cıngıl “Eeeengiiin Aaaaltaaan Düzyataaan...” diye karşılayan fanların yerinde şimdi ona “Soy soylasın, boy boylasın benim Ertuğrul beyim” diye sancak sunanlar var. O yüzden bu “Los Angeles seferi”ni yorumlamakta güçlük çekiyoruz. Belki “Dârü’lHarb”i, “Dârü’lİslâm” yapma yolunda bir öncü girişimdir?!.. Kim bilir belki de dizi üzerine art arda kalem oynattığım bir dönemde yazdıklarıma katkı vermiş sosyal bilimci ve tarihçi dostum, Prof. Suavi Aydın’ın sözlerinden çıkan bir kerametin tecellisidir!.. Diriliş Ertuğrul dizisine binaen, “Maalesef bu ‘özcü’ kurguların tamamı, tarihsel gerçeklikler alanını bir yana koyup ‘revivalizm’in [‘Dirilişçilik’ yani!] cazibesi altında her türlü eleştirel bakışa kulak tıkıyor, hatta saldırıp yok sayıyor” demişti Suavi... Ve şöyle noktalamıştı: “Dizideki sarışın başrol oyuncusunun Asya’dan yeni kopup gelmiş bir Türkmen reisini ne kadar temsil edebileceği de ayrı bir konu!..” Bu sözü hatırlayınca, acaba Los Angeles gidişi kahramanımız açısından (elbette “kültürel” olarak) geçici mahiyette de olsa bir “aslına rücu” mudur diye düşünmeden de edemiyor insan... Her neyse, hâlâ vakit var mı hamilelik açısından, bilemiyorum, ama umarım doğum için dönerler de biz mahcup oluruz!.. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle