28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 14 Temmuz 2018 8 haber EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: FUNDA YAŞAR ER ‘Barış barajı geçti’ Hızlı ve geçici iktidar Sahibinin “Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi” diye adlandırdığı iktidar durumu, Osmanlı ve Cumhuriyetin 200 yıllık sorunlu reform ve devrim süreçlerinde biriktirdiği negatif toplumsalsiyasal enerjinin boşalmasıdır. Durum yeni değildir aslında. Reaksiyon, 2010’dan beri şiddetini artırarak sürüyor. Vardığı yer, sonunda varabileceği yerdir; kendi zirvesidir. Bu “durum”u Recep Tayyip Erdoğan, tarihin çok özel ve ilginç bir kavşağında eriştiği müstesna güç sayesinde, karşısına çıkarılan engelleri aşarak meydana getirdi. Durum, Erdoğan’ın fıtratı ve arzusuna göre biçimlendi. Bugünkü “iktidar durumu” Erdoğan’ın kendisi için özel olarak diktirdiği bir siyaset giysisidir. Erdoğan kendisine “Başkan” denilmesini istiyor. Başkan’ın siyasi ömrü her siyasetçininki gibi nihayete erince, geride bıraktığı “kaftan” kimsenin üzerine oturmayacak ve iktidar durumu o andaki haliyle devam edemeyecektir. Mesele bu kadar basittir. Mevcut iktidar durumunun toplumsal, sınıfsal ve idari ittifakları, payandaları, bu rollerini çıkarları icabı sürdürmek isteseler de boşlukta kalacaklar. Her ittifak, “orta direğinin” gücü ve sağlamlığı nispetinde yükselir ve ayakta durur. Orta direk, Başkan Erdoğan’dır. Sonrası, fetret devridir. Bu iktidar, siyasi parti muhalefetinin çapsızlığı, güçsüzlüğü ve beceriksizliğinden bağımsız olarak kendi çıkmazının içinde yaşıyor. En yakın ve büyük çıkmaz, ekonomidir. Bakınız, küçümsediğimiz ve hatta bugünlerin yolunu açtı diye telin ettiğimiz eski siyaset sınıfı bile, en zayıf ve acınacak halde oldukları 2001’de dahi ülkemizi, içine sürükledikleri ekonomik krizlerden çıkarmak için yeterli haslet ve kapasiteye sahip olabildiğini göstermişti. AKP, hükümetinin ilk yıllarında onların ekmeğini bol bol yedi. Ya şimdi? İktidar çoğunun gözüne çok güçlüymüş gibi görünüyor ama ortada yiyecek “ekmek” yok. İktidarın ekonomipolitiği, velhasıl kamu kaynaklarını kullanmak ve paylaşmak üzere meydana getirdiği ittifak yapısı, yakın eşikteki mukadder ekonomik krizin vurmasından sonra ülkeyi düzlüğe çıkarmak için gereken acil tedbirleri ve reform kararlarını almaya müsait değil. Bu ittifak, tabiatı gereği nitelikli, rekabetçi üretimi ve istihdamı dışlıyor. Dolayısıyla iktidarın mevcut halde alabileceği yegâne sözde tedbir, kendi yanlışını tahkim edip, küresel piyasa gerçekliğine karşı mevzilenmek oluyor. Piyasa güçlerine karşı savaşmak, yel değirmenleriyle savaşmaya benziyor. Nitekim, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” kabinesinde ekonominin sevk ve idaresi hususunda kilit önemde olan makamlara yapılan atamalar negatif tabloyu daha da netleştirdi. Erdoğan’ın damadı olan Berat Albayrak’ın “Hazine ve Maliye Bakanı” yapılması dünyada ve Türkiye’de ekonomi yönetimine duyulan güvensizliği artırdı ve TL dramatik değer kayıplarının bir yenisini yaşadı. “Sistem” diyorlar ya, ortada bir sistem falan yok. Futboldan mülhem özeti şu: “Bütün toplar Erdoğan’a”... Kararlar da hızlı alınacakmış... Güya toplar hızlı kullanılacak. Aslında işin gerçeği şu: Başkan, öncelik verdiği konularda istediği kararları hızlı alabilecek. Ve tek karar verici kendisi olduğu için başkaca karar da alınamayacak. Bir de başkanın keyfi icabı aldığı hızlı kararların aynı zamanda kendi mantığı içinde doğru olması gibi bir de lüzum var, malum. Lakin başkanlık rejimlerinde iktidarın yanlış yapmasını önlemek için düzenlenmiş denge ve denetleme mekanizmalarının hiçbiri bizdeki durumda yok. Geriye kalıyor sözde “meşveret”, yani danışma... O da boş, çünkü “Reis”e maruzat arz edecek bir babayiğidin olmadığı ve çıkmayacağı da biliniyor. Bütün bunlar keyfi yönetimden başka bir durumu tarif etmiyor. Devlet idaresinde “sistem” bütünüyle ortadan kaldırılıyor. Gerçek bir anayasal düzenin varlığından söz etmek imkânsız. 80 milyonluk koskoca, karmaşık ülke böylesine basit biçimde yönetilmek isteniyor. Tek tesellimiz, bu iktidar durumunun şu an içinden geçen tarihsel döneme özgü sürdürülemez bir acayiplik olması... Dolayısıyla, Türkiye’nin yarınlarına olan güvenimizi korumaya mecburuz. Arin’in sesini duyun Annesi Esma Yılmaz ile birlikte Şanlıurfa 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalan 1 yaşındaki astım hastası Arin bebeğin hastaneye götürülmediği belirtildi. Arin’in babası Mihdi Yılmaz, eşi ve kızının bulunduğu koğuşta 3’ü çocuk 33 kişi olduğunu belirterek, “Ateşi 40’a çıkıyor. Arin’in hem astımı hem bronşiti var, nefes almakta zorlanıyor. Çocuklar ağladığında ses çıkarır, Arin ses çıkaramıyor, gözünden yaş akıyor sadece. Vücudunda hem pişik hem de yaralar bulunuyor. Pişik kremi almıştım ‘biz veririz’ deyip teslim etmemişler. Islak mendili bile kabul etmiyorlar. Revirden acil sevk yapılmasına rağmen hastaneye hiç götürülmemiş. Mardin’e sevk edilirse hastaneye götürebilirim, evdeki 3 çocuğumu da ihmal etmemiş olurum. Cezaevi yönetimine dilekçeler verdik ama sonuç alamadık” dedi. l Yurt Haberleri 5 ayı aşkın süredir bulunduğu cezaevinden sorularımızı yanıtlayan Prof. Onur Hamzaoğlu, sandıktan, ‘değiştirebiliriz, asla vazgeçmeyelim’in çıktığını söyledi Barış talep eden basın açıklaması nedeniyle gözaltına alınan ve 17 Şubat 2018’den bu yana tutuklu olan HDK Eş Sözcüsü Prof. Dr. Onur Hamza oğlu, tutuklu bulunduğu Ankara Sincan Cezaevi’nden gazetemizin so rularını yanıtladı. Prof. Hamzaoğlu, “İddiana mede tanımlanan suç unsu ru, 322 kelime, 21 cümle ve 7 SİBEL BAHÇETEPE paragraftan oluşan bir basın açıklaması metni. Barış çağrısı ve savaş karşıtlığı amaç ve içeriğine sahip metin” dedi. Hamzaoğlu, 24 Haziran seçimlerine ilişkin “Seçimler de yüzde 10 barajı yalnızca barışa ve barış talep edenlere uygulandı. Ancak, barış, ba rajı geçti. Sandıktan ne çıktı, bir cümley le ifade edin derseniz; sandıktan, ‘değişti rebiliriz, asla vazgeçmeyelim’ çıktı derim” değerlendirmesini yaptı. “Yargı eliyle özgürlüklerimden alıko nulalı beş ay biterken, sizinle yazı üze rinden de olsa karşılaşmak güzel. Size ve aracılığınızla dostlarıma öncelikle ‘mer haba’ demek istiyorum” diyerek sözlerine başlayan Prof. Hamzaoğlu, duruşma önce si gazetemizin sorularını yanıtladı. n 24 Haziran seçimleri yapıldı. Ülke de yeni bir rejime resmen geçildi. Barış talebinin bundan sonraki ‘macerası’, öyküsü hakkında öngörüleriniz nedir? Seçimlerde yüzde 10 barajı yalnızca ba rışa ve barış talep edenlere uygulandı. Ancak, barış, barajı geçti. Barış ve barış talep edenler AKP’ye ikinci defa TBMM çoğunluğunu kaybettirdi. Bu gerçekliğin de etkisiyle, 2018 itibarıyla barışın daha büyük bir saldırı altında olacağını düşü nüyorum. 21. yüzyıl insanının niteliği Barış ve barış talebinin muhalefetin değiştirme umudunu yükselttiğini söyleyebilirim. Eğer, sandıktan ne çıktı, bir cümleyle ifade edin derseniz; sandıktan, ‘değiştirebiliriz, asla vazgeçmeyelim‘ çıktı derim. Barış talebi ve barış mücadelesi ile savaş karşıtlığı 21. yüzyıl insanının görevi değildir, niteliğidir. Barış talebi ve mücadelesi ‘suç’ olarak ilan edilse de herkes, aynada kendi yüzüne bakabilmeli. Çocuklarının, birbirinin yüzüne bakabilmeli. İnsan olabilmenin ve insan kalabilmenin neresinde olduğunun sorgulamasını yapabilmeli. Eğer böyleyse ki benim için böyle, daha az zarar görerek nasıl yapabilirim sorusu, geçerli bir soru değil. Aksi halde insanlığın barbarlığa dönüşünün izleyicisi, hatta pasif destekçisi, parçası oluruz. Hem ‘başkaldırıp’ hem de başkaldırdıklarımıza ayak uydurmaya çalışmamalıyız. Böyle bir durumda ayak uydurma gayreti, diğerleriyle irademizle açtığımız mesafede ortaya çıkan/çıkacak olan uçuruma düşmemize neden olur. Duruşma 19 Temmuz’da Kamuoyunun ilk olarak Kocaeli Dilovası’nda hava kirliliği üzerine yaptığı çalışmalarla tanıdığı ve Kocaeli Üniversitesi’ndeki görevinden KHK’yle ihraç edilen Prof. Hamzaoğlu’nun tutukluluk gerekçesi altında, eş sözcüsü olduğu Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) de imzası bulunan bir basın açıklaması. 5 ayı aşkın süredir Ankara Sincan 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde olan ve geçen aylarda iddianamesi hazırlanan Hamzaoğlu, “halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etme” ve “terör örgütü propagandası yapma” iddiasıyla 8 yıla kadar hapis cezası istemiyle 19 Temmuz Prof. Onur Hamzaoğlu saat 10.00’da Ankara 29. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk kez hâkim karşısına çıkacak. ‘322 kelimelik suç unsuru’ n Hakkınızda düzenlenen iddianame içeriğiyle ilgili neler düşünüyorsunuz? İddianamede tanımlanan suç unsuru, 322 kelime, 21 cümle ve 7 paragraftan oluşan bir basın açıklaması metni. Barış çağrısı ve savaş karşıtlığı amaç ve içeriğine sahip metin, eş sözcüsü olduğum HDK’nin de aralarında yer aldığı 9 kurumun adıyla/imzasıyla, 4 Ocak 2018 tarihinde yapılan basın açıklamasıyla kamuoyu ile paylaşılmıştı. Suç olarak tanımlanan fiile, fiille ilgili delile Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğü görevlileri karar vermiş ve ilgili yazısıyla savcılığa iletmiş, savcılık da bunu kabul etmiş. Hazırlık savcısı, fiili hukuk kuralları ve kavramları ile ilişkilendirip, iddianamesine hukuki bir vasıf kazandırma, bir başka ifadeyle, hukuki muhakeme, gerekçelendirme ve yeterli şüpheyi delillere dayandırma gereksinimi duymaksızın TEM’den gelen resmi yazıyı iddianame olarak sunmuş. Bilebileceğim bir nedeni olmamakla birlikte, hazırlık savcısı, 9 kurumun toplam 17 temsilcisinden yalnızca 11’i hakkında soruşturma başlattı. Bu 11 kişiden de ikisi şu anda tutuklu yargılanıyor. Bunlardan birisi de benim. Ancak hazırlık savcısı tarafından hazırlanan, Ankara 29. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından da kabul edilen iddianamede, tutuklu yargılanan iki kişi hakkında diğer dokuz kişiden farklı olarak; ne işlendiği iddia edilen suç, ne suç aletinin hazırlığı ne de yaygınlaştırılması ile ilgili herhangi bir delil, delil ile ilişkilendirme, hatta iddia dahi bulunmuyor. Yanı sıra, savaş karşıtlığı ve barışa davet olan bu basın açıklamasında propaganda niteliğinde bir fiil de söz konusu değildir. Kaldı ki, ‘suç unsuru’ olduğu iddia edilen basın açıklaması metni hâlâ kullanımda. Yani ne hazırlık savcısı ne de mahkeme heyeti “suç aleti”nin ortadan kaldırılması için herhangi bir işlem yapmamış. Bu durumda akla iki şey geliyor; ya ‘görevi ihmal’ ya da aksi yönde işlem yapmış olsalar da basın açıklaması metninin gerçekte suç unsuru olduğunu düşünmüyorlar. Şaka gibi değil mi? Ne var ki 11 kişi 8’er yıl hapis cezası talebiyle yargılanacağız. Mizah dergileri de var Bir ek yapayım. İddianamenin benimle ilgili olarak toplanan deliller bölümünde Leman, Gırgır ve Penguen mizah dergilerinin önceki yıllarda yayımlanmış sayılarının kapak fotoğrafları, 20122013 yılında Evrensel gazetesindeki ‘Çuravsu’ başlıklı köşede ve Toplum ve Hekim dergisinde yine yıllar önce yayımlanmış, içeriği barış talebi ve savaş karşıtlığı ile bunların bilimsel bilgiler ışığında nedenlerini ortaya koyan yazılarım da yer alıyor. Tabii ki bu dava dosyasının asıl sanığının “Savaş karşıtlığı, barış talebi ve barış mücadelesinden” oluşan, yüzyılımızın ayrılmaz üçlüsünün olduğunu belirtmek gerekiyor. ‘İnsan yaşamı için bir zorunluluk’ n Peki soyut kalmasın, bu coğrafyada, bu topraklarda barış sözcüğü herkesin kulağına, kalbine, beynine nasıl ulaşıyor? Aynı mı? Farklıysa neden? Barış; silahların susması bağlamında, Kürtler için yaşam demek. Ekmek gibi, su gibi, hava gibi. Yaşayabilmenin olmazsa olmazı. GeziHaziran isyanında ülkemizin dört bir köşesindeki gençler başta olmak üzere, iktidar ya da muhalefet partisine oy vermiş olmasına bakmaksızın toplumun büyük bir bölümü empati yapabilmiş, barışı kendi talebi olarak da dile getirebilmişti. Kürt sorununun siyasi ve demokratik yollardan, TBMM’de çözümü yerine silahlar konuştukça bu durumu bir daha yapmamız oldukça zor. Ya da daha çok zamana gereksinimimiz var denebilir. Çünkü, sağlıklı toplum için, toplumun refah ve mutluluğu için barışın bir zorunluluk, önkoşul olduğunun herkes tarafından kabul edilebilmesi gerekiyor. Bunun için de paylaşmaya, anlatmaya, gerektiğinde de öğretmeye devam etmeliyiz. Yorulmadan, usanmadan. Ekmekemek mücadelesiyle örtüşmeli İstanbul Tabip Odası ve Barış Akademisyenleri, 17 Şubat’ta tutuklanan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na destek için hazırladıkları “Hamzaoğlu” adlı tiyatro oyununu Şiş li’deki Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi’nde geçen ay sahnelemişti. Oyunun sonunda hekimler sahnede “Tamam” ve “Onur Hocaya Özgürlük” pankartları açmıştı. ‘Barış, değerli bir kavram’ n Barış sözcüğü bütün insanlar için ne anlam ifade eder? Öncelikle, barışın herkes için aynı anlam ve tanıma sahip olmadığını söylemek isterim. Bunun somut kanıtları ortada. Benim için Türk Tabipleri Birliği’nde (TTB), HDK’de birlikte çalıştığım arkadaşlarım için, ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı metne birlikte imza attığımız ve bir kısmı KHK’lerle üniversiteden atılan, bir kısmı ağır ceza mahkemelerinde yargılanmakta olan Barış Akademisyenleri için, HDK bileşenlerinin her birisi ve TTB yönetimi için barış, uğrunda mücadele edilmesi, hayata geçirilmesi ve sağlık çalışanları için yaşamak ve yaşatmak için bedel ödenmesi göze alınabilecek kadar gerekli ve değerli bir kavram. Öte yandan, başka bir kesim için, teröre destek vermekle eş değer negatif bir anlama sahip. Barış talep etmek suç teşkil ediyor, barış talep edenler ise terör destekçisi hatta terörist olmakla suçlanıyor. Barışı iki bağlamda ele almak mümkün. Bir saatte 3540 kişi ölmez Bunlardan birincisi ve yaygın olarak kabul göreni silahlı çatışma ve savaşların sonlanması olarak barış. Yalnızca bu bağlamıyla barış, diğer bir ifadeyle dünyada savaşlar ve çatışmalar durdurulabilse her bir saatte 3540 kişinin ölümünün, 80100 kişinin sakat kalmasının ve 900 kişinin evinden, kentinden, yurdundan ayrılmak zorunda bırakılmasının, göç etmesinin ortadan kaldırılmasını, engellenmesini, bu kötü sonuçlardan korunmasını sağlayacak. Yalnızca bu kadar değil tabii ki. Aynı zamanda, ekolojik felaketlerin önemli bir bölü münün, her hafta 800 kişinin kara mayınları nedeniyle ölmesinin ve/veya sakat kalmasının, kadınlara ve çocuklara yönelik tecavüz ve işkencenin önemli bir bölümünün ve savaş koşullarında yaşanan ancak sayılarla ifade edilemeyen korku, çaresizlik ve aşağılanmışlık duyguları ile tarifsiz pek çok acının yaşanmasının da önüne geçilebileceği için barışın bu bağlamı anlamlı ve önemli. Çünkü barış, günümüzün en önemli halk sağlığı sorunlarından birini ve etkilerini ortadan kaldırabilmek demektir. Barışın ikinci bağlamını, ilkinin sınırlılığının çok ötesinde olup, silah ve çatışma dışında, olağan toplumsal yaşantının olması gerekli bir özelliğidir. Toplumsal yaşamın hemen bütün alanlarında eşitlik temelinde tekçiliğin yerini farklılığın ve çeşitliliğin zenginliği ve kabulü alacaktır. Söz konusu içerikleri ve ulaşıldığındaki insanilik nedeniyle, barışın her iki bağlamda ele alınmasını, talep edilmesini ve hayata geçirilmesini özellikle önemsiyorum. n Tartışmasız her insanın talebi olan barış talebinin gündelik yaşamda ekmekemek mücadelesiyle ciddi mesafesi var. Buluşması mümkün mü? Nasıl? Barış talebi ile emekekmek mücadelesini buluşturamadan barışın her iki bağlamdaki anlamıyla/tanımıyla hayata geçirilmesi de ekmekemek mücadelesinden işsizliği, yoksulluğu ve sömürü oranını azaltıcı sonuçlar elde edebilmek günümüz Türkiye’sinde neredeyse mümkün değil. Kapitalizmin ekonomik etkilerini insanlar etnik, inanç gibi alt kimlikleri üzerinden yaşıyor ve algılıyorlar. İnsanların üst kimliklerinin/sınıf kimliklerinin bilincine varmasını beklemeden bir şeyler yapmak zamanı. Şöyle tamamlayalım, 2018 yılı ve sonrasında barış talebi ekmekemek mücadelesiyle, ekmekemek mücadelesi barış talebi ve mücadelesiyle örtüştürülemediği sürece, kendimizi her iki alanda da başarısızlığa mahkum etmiş oluruz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle