Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Pazar 24 Haziran 2018 TASARIM: SERPİL ÜNAY Yüreğim pır pır atarken Tüm samimiyetimle söylüyorum, son bir haftadır kimi zaman umutla dans ediyorum, kimi zaman bu pazar gecesi sonuçları için endişenin dibine vuruyorum. 42 uygarlık görmüş geçirmiş bu tuhaf topraklarda her şey olabilir. Ben de kendimi yollara, kahvelere vuruyorum. Aman beyefendi bu ne öfke, ne oldu? Doğalgaz 560 lira gelmiş, düşün bir aylık dört yüz lira! Çok normal, az bile? Neden az? Beyefendi, bizim ülkede doğalgaz yok. Azerbaycan, Rusya ve İran’dan alıyoruz. Tabii dolarla, eh dolar 4.45 oldu, doğalgaz da elbette tavan yapacak. Bir soru; devam mı diyeceksiniz, tamam mı diyeceksin?.. Batmışız tam batalım, ben devam diyeceğim. Daha kötüsü olmasın diye!.. Şoför bey, Bostancı’ya gideceğiz. Tamam bin. Şu yoldan gitseniz… Kardeşim, zaten öfkem burnumda, bildiğim yoldan giderim! Neden bu öfke? Bak şimdi kardeşim sen uzayda mı yaşıyorsun. Benzin 6.12, gaz 4 ve bize zam filan yok!!! Bu kadar sert fren yapma, bunun suçlusu ben değilim! Vallahi ağlamayan çocuğa meme vermezler. Ağlasak da vermiyorlar, o ne be, vekiller al külah ver külah, ayda 26 bin lira ben de alsam keyfimden sokak ortasında oynarım.. Sen devam mı diyeceksin tamam mı? Kardeşim benden paso, artık kılımı kıpırdatmam. Hayrola, pazarın bugün neşesi yok gibi. Millette neşe mi kaldı abla! Akşam oldu kirazlar, şeftaliler tezgâhta mayıştı. Öyle deme, bu meyveler birkaç gün daha idare eder. Abla git işine, bizim çocuklar tavuk yemeden gıdaklamaya başlayacaklar. Ee biraz da et yemeleri gerek... Benimle kafa bulma abla, etin kilosu 40 lira, bilmez gibi konuşuyorsun. Bilmez olur muyum, ben de ayda bire indirdim. Ne yaparsın, Allah çok çocuğu olana acısın! Yok be abla, Allah çoluk çocuğa bakmıyor, Allah bana kuvvet versin! Söyle bakalım, devam mı diyeceksin tamam mı? Ha bir de o var değil mi ? Ne o dükkânı mı boşaltıyorsunuz? Sabah aç, bütün gün gözün kapıda bekle, akşam olunca da siftahsız kapa! Artık para filan düşünecek halim kalmadı, delirmeden kapatayım dedim. Peki ne iş yapacaksın, nasıl geçineceksin? Bilmiyorum. Belki deliririm. Peki tamam mı devam mı diyeceksin? Ben battım, dünya batsın! İnadına devam diyeceğim. Ne oldu kızım, neden erken geldin, gözlerin de şişmiş? Bittik anne, patron bugün hepimize yol verdi. Firmayı da kapattı. Tazminat vermeyecek mi? Ne tazminatı anne, 15 günlük paramızı bile ödemedi. Peki ne yapacağız? Bilmem anne, belki E5’e çıkarım, kira günü yaklaşıyor. Sen ne biçim konuşuyorsun! O biçim konuşuyorum. Keşke nakış dikiş kursuna gitseydim, bir işe yarardı. Kimsenin işletmeci filan istediği yok! Yok işte! Şu televizyonu da kapa! En iyisi ben de delirmeden kahve, pazar dolaşmasına son vermeliyim. Sizler için üşenmeden yüreğimdeki pazar gününü anlatan bir Mandela çalışması yaptım. Siz ona bir bakın! 24 HAZİRAN 2018 SAYI: 33863 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına MEHMET Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Faruk Eren Aykut Küçükkaya Dijital Medya Koordinatörü Bülent Mumay Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03:25 03:18 03:51 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05:26 13:12 17:11 05:14 12:57 16:54 05:41 13:20 17:13 Akşam 20:47 20:28 20:46 Yatsı 22:39 22:15 22:28 Doğu ile Batı arasındaki sosyal, kültürel ve ekonomik düzey farkının temelinde Doğu’daki “büyüklük” anlayışının süreksiz, Batı’daki büyüklüğün sürekli olması yatar. Tarihte her iki yönde de pek çok büyük imparatorluk ve devlet kurulmuştur. Zaman içinde bu coğrafi büyüklükler küçülmüş, ancak Doğu’daki devletlerin pek çoğu nitelik olarak da ufalırken; Batı’daki benzerleri, daralan sınırları içinde “büyük devlet” konumunu muhafaza edebilmişlerdir. 1807 yılında, İngiltere ile Danimarka arasında savaş vardı. İngiliz donanması Kopenhag’ı bombaladı ve Danimarka kraliyet donanmasını teslim alıp yaktı. Danimarka yenilmişti, ama donanmasız kalacak da değildi. Ne var ki ülkede koskoca bir donanma inşa etmeye yetecek kadar meşe ağacı yoktu. Üstelik zamanın inşa tekniğiyle sağlam savaş gemisi yapmak, en az yüz yıllık meşe odunu gerektiriyordu. Danimarka Kralı, emir verdi: “Donanmaya yetecek sayıda meşe ağacı dikilsin!” Gel zaman git zaman, zaferler, yenilgiler, Avrupa’nın yeniden yapılanması, sosyal reformlar, teknolojinin gelişmesi derken; 1807 savaşı da unutuldu, ahşap savaş gemileri de... HHH Danimarka’nın yeni donanması artık tüm ülkeler gibi çelik zırhlılardan oluşuyordu. Hatta 1943 yılında Almanlar ülkeyi işgal edip Danimarka Kralı’nı göz hapsine aldığında, Danimarkalılar kendi donanmalarını kendileri batırdılar ve o günden bu yana yeni donanma edindiler. 1993 yılı geldiğinde, sınırları küçülen Danimarka yine bir krallık olup, Avrupa’nın demokrasiyle yorum 7 Kalıcı ne, gidici kim? yönetilen ve refah düzeyi en yüksek ülkelerinden biriydi. Bir gün, Danimarka Kraliçesi İkinci Margrethe, üzerinde “Kraliyet Orman İşletmesi” yazılı mektubu açıp okuyunca, neye uğradığını şaşırdı. Mektupta, “Haşmetmeap, Kraliyet Donanması’nın inşası için emretmiş olduğunuz meşe ormanı hazır olup, ağaçlar yeterince büyümüştür. Kesilmeleri için yüksek emirlerinizi bekliyoruz...” yazıyordu. Danimarka Kraliçesi Margrethe, meşeleri kestirmedi elbette. Olay basına yansıdı ve tüm Danimarka eğlendi. HHH Meşe ağaçlarının 186 yıl önceki ekilme emrini kuşaktan kuşağa devralan ve amacını unutmayan sonuncu Kraliyet Ormanları İşletmesi’nin yetkilisi, had bilen sadakatinden ötürü hararetle kutlandı. Meşeleri kesip, donanma ahşapları hazır da diyebilirdi. İyi ki tereddüt etmiş, emir beklemişti! Söz konusu meşe ormanı, o gün bugündür halk arasında “Kraliyet Donanma Ormanı” diye anılan görkemli bir mesire. Danimarkalılar, gölgesinde gezindikleri ulu ağaçların daha çook uzun ömürler süreceği iki yüzyıllık ormanlarıyla gurur duyuyor. Türkiye’de yaşı yüz yılı aşan kaç meşe vardır, doğrusu bilmiyorum. Ama İstanbul ormanlarından ODTÜ ormanlarına ve tam da bu iş için sit alanı olmaktan çıkarılan mücevher kıyılarımızdaki ağaç yutan betonlaşma hızına bakarak, çok da kalmadığına eminim. Mücevher gibi köşkleri ve bahçeleri, eskiden o bahçeleri süsleyen ağaçların ismi verilen ucube beton apartmanlara dönüştürdükten sonra; ormanlarımız da yazlık ve kışlık saraylara, havalimanı, köprü gibi beton yapılara feda ediliyor. HHH Oysa ister saray olsun, ister köprü ya da havalimanı; bugün aman ne görkemli diye inşa edilen hiçbir beton yapının ömrü, bir meşenin doğal ömrü kadar uzun değil! Güney Kıbrıs’taki Madira tepesinde “Gurunoklado” adıyla yaşayan bir meşe ağacı vardır. Yaşı 900 ila 1000 diye ifade edilir. Şöyle bir düşünecek olursanız, Gurunoklado meşesi Roma İmparatorluğu’nda yeşermiş, Osmanlı’yı gömmüş, Kıbrıs’ın bölündüğünü görmüş ve belki yeniden birleştiğini de görecek, hatta kimi devletlerin battığına da tanıklık edecek! Ne tuhaftır ki, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ve zaten Türkiye’de de bu kadar yaşlı bir ağaç yok. Varsa da bilinmiyor. Oysa kalıcılık böyle bir şey ve bir devletin gerçek büyüklük süreği; kalıcıyı kavrayıp korumasından ibaret, belki de... Oyumuzu yıkıcı ve geçici betona değil, yararlı ve kalıcı meşeye verelim! İşi yakında bırakacağı için patronun buyruğuna pek kulak dkeoBnlaitnşsaooeylnmluanaleukyntıhrg.,wtöahwnzeawehr.mahemt@etgtamn.aciol.mcom asmamış... Osmanlıca alacağı bir iş değildir. öğrenmediği gibi harfleri Bu yüzden de de tam söyleyemiyor. siyaset felsefeden, İzmirliler de zaten inançtan ve ideal miting kürsüsünde “Sin den yoksun kalıyor. Kaf” edildiğinin pek far Giderek bir tür “de kında değil. mokrasi esnaflığına” İzmirli bu. Gözleri ca dönüşüyor. mide değil ki, ezanda Gazetecilikten si kulakları olsun. Asıl talihsizlik o devlet büyüğünün mühendis Aydınlık hasreti... yasete, siyasetten yeniden gazeteciliğe dönüp bakınca akla olmasıdır. Fransızların “psikiyat Avukat olsaydı, “Sin var. Toplam vekil adayı sayısı ise rist” tanımı geliyor: Kaf”ın mahkeme tutanaklarına tam 6 bin! Allah’a şükür, bunların “Bir gece kulübüne striptiz geçirilen necip milletimizin en da sadece 600 tanesini seçe seyretmeye gidip de, kızları bı yaygın lafı olduğunu bilirdi. ceğiz. rakıp seyircileri seyreden kişi!” 1912 tevellütlü Karşıyaka Spor Demokrasi biraz da, af edersi oluveriyorsunuz Kulübü’nün ünlü sloganını, ter niz “kelle” adedi değil mi? “Milletvekili milleti”nin görünür Uygarlığımızdan geriye ne kalacak? “Önemli olan nokta dünyayı kurtarmak değil” diyor Adam Frank. Rochester Üniversitesi’nde çalışan 1962 doğumlu astrofizikçi şöyle sürdürüyor sözlerini: “Gezegenimize ne yaparsak yapalım, sadece bir sonraki evrim döngüsü için nişler yaratıyoruz. Ancak, fosil yakıtları bugünkü gibi kullanmaya devam eder, iklim değişikliğini sine çevirmekle yetindi ve sonra da “KafSin” diyerek susuverdi. Böylece o ayıp söz, şahane bir romantizm ile noktalandı: “Kiss” (Yani öpücük). Belki de byebye öpücüğü!. Bu sistemde zaten Başbakanlık yok hükmünde. HHH Bugün siyasi muhabbet yasak. Muhbirler her yerde, savcılar ise tepemizde. “Hayırlısı neyse, o olsun!” gibi yerli milli sözler ve “ağır abi laflar” ile idare edeceğiz artık. Şöylesi örneğin: “Siyasette standart diye bir şey yoktur. Bütün liderler aslında var olmayan kaidenin istisnalarıdır!” HHH Doktor, mimar, politikacı oturmuş... “En eski meslek hangimizinki” diye tartışıyorlar. Doktor: “Adem’in kaburga kemiğini çıkartarak Havva’yı yaratan Yüce Tanrı’nın yaptığı iş cerrahlıktı. İlk meslek hekimliktir.” Mimar: “Mimarlık hekimlikten de eskidir. Evren kaos içindeydi. Tanrı, her mimar gibi dünyayı önce yaşanılır hale getirdi. En eski meslek mimarlıktır!” Politikacı: “Bir dakika beyler. Kaostan söz ediyorsunuz!. O kaos, kimin eseri söyler misiniz?” görünmez hallerine ise “Politik Psikoloji” adlı disiplin bakıyor. Belki de ülkemiz için milletvekili sayısının yarısı kadar “politika psikiyatristi” değilse bile “psikoloğu” gerekiyor. En baştaki örnek bu yüzden: “Siyasette standart diye bir şey yoktur. Bütün liderler (ve siyasetçiler) aslında var olmayan kaidenin istisnalarıdır!” Kimler siyasetçi olur? Neden siyasetçi olurlar? Bu tercihte toplumsal kültürel bireysel arka planın rolü ve etkisi nedir? Ve en acısı ve can alıcısı da şu soru: “Toplumsal ahlaktaki bozulma, göz ardı edersek, insanoğlu dünyanın devam eden evriminin bir parçası olamaz.” Frank ve NASA Goddart Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nden Gavin Schmidt önceki ay yayımladıkları makale ile epey ilgi çekmişlerdi. “Ya bizler dünya üzerindeki ilk uygarlık değilsek”, “Dünyada insanlardan önce endüstriyel bir uygarlık var mıydı?”, “Dünyadaki ilk uygarlık olduğumuzu nereden biliyoruz?” gibi başlıklar yer aldı gazetelerde. Başlıkları okuyunca gülümsemiştim. Hele “Silurianlar”dan söz edildiğini okuyunca, şaka yapıyor olmalılar diye düşünmüştüm. Meğer Adam Frank aynı zamanda bilimkurgu meraklısıymış. BBC yapımı ünlü bilimkurgu dizisi Dr. Who’da vardı Silurianlar. Milyonlarca yıl önce yaşamış insansürüngen karışımı bir ırk olarak anlatılıyordu dizide. Önce, Cambridge’in internet sayfasında yayımlanan makaleyi, ardından iki bilim Bu cümleyi bir ucundan HHH siyasetteki bozulmanın nedeni insanının nasıl tanıştığını, makaleyi kaleme tutup sündürerek bu yazıdan adaylardan birine destek iddianamesi ya da kösteknamesi çıkartacak cin bir sayın “cim” savcısı mı? Çıkarsa da n’apalım? Napalm bombası değil ya! Adaletin karşısında boynumuz kıldan İnce, pardon Erdoğan. HHH Şükürler olsun ki, sadece 6 cumhurbaşkanı adayımız var. Ve yalnızca birini seçmek zorundayız. Ya milleti vaktinden 1.5 yıl önce sandığa sürükleyen “irade” hepsini birden seçmeyi şart koşsaydı. Daha beteri, pusulada 10 parti Politikacıya iyi gözle bakan toplum pek yok gibi. Hele bizdeki gibi işler de iyi yürümüyorsa... Güven sıralamasında milletvekilliği yerlerde sürünüyor. Yine de milletvekili olmak için insanlar kendilerini paralıyor... Ucunda para olduğu için değil elbette. (Belki de onun için!) Seçkinler artık onlar kimler ise gündelik politikaya hep burun kıvırdılar. Onlara göre politika bir tür çarşı pazar ve ayak işi etkinliğidir. Yağmur çamur sokak kıraathane demeden kapı kapı dolaşmaktır... Sigara, kebap, ter kokusuna aldırmadan halkımızla sarmaş midir, yoksa sonucu mu?” Hep söylenir ya: Kolunuz kırılmışsa ortopedis te, ruhunuz yaralanmış ise ruh hekimine gidin! Pekiyi seçmen olarak, (hadi öncesini karıştırmayalım) son on altı yıldır her seçimde siyasi inançlarınız ve politik özgüveniniz sürekli örselenmiş ise ne yapacaksıız? Önce oy.. Sonra da nöbetçi ruh hekimi mi? Yoksa tersi mi? Bu şaka elbette... Ciddi olan tek şey ise bu gece erken sökecek şafağın tüm ülkeyi aydınlığa kavuşturma hasretidir. almaya nasıl karar verdiklerini okudum. Gerçekten ilginç. Adam Frank aslında küresel ısınma üzerine araştırma yapıyormuş. Yaptığı çalışmaları Gavin Schmidt’e anlatırken, farklı gezegenlerde gelişen uygarlıkların da küresel ısınmaya neden olmuş olabileceklerini söylemiş. Schmidt birden şöyle bir soru yöneltmiş ona: “İnsanlığın dünyadaki ilk endüstriyel uygarlık olduğunu nereden biliyorsun?” Schmidt şaşırmış. Fakat bu basit soru, anlaşılan o ki bir “kıvılcım” yaratmış. Başka sorulara yol açmış. “Bir endüstriyel medeniyet, üzerinde yaşadığı gezegenden kaybolduktan sonra onun jeolojik kayıtlarını saptamak mümkün mü?”, “Dünyada bizim çağımızdan milyonlarca yıl önce sanayi uygarlığını yaşamış bir tür olsaydı, geride ne tür izler bırakmış olurdu? Daha önceki iklim değişikliklerinin nedeni neydi?”, “Medeniyetler KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr yaşadıkları gezegende ne tür izler bırakırlar? Küresel ısınmayı tetiklerler mi?” Sonuçta, “İnsanlardan önce dünya üzerinde endüstrileşmiş bir uygarlığın yaşamış olduğuna ilişkin hiçbir bulguya rastlamadık” diyor Adam ve Schmidt, “Fakat bu sorular, farklı bakış açıları edinmemizi sağladı”. HHH Aslında bu soruların gündeme gelmesi çok da şaşırtıcı değil. İnsanoğlu gözünü uzaya dikmiş durumda. Yakın zamanda belki Mars’a ayak basacağız. Sonra sıra diğer ge zegenlere gelecek. Diyelim Mars’a gittik. Peki Mars’ta milyonlarca yıl önce gelişmiş bir uygarlık yaşadı mı? Yaşa dıysa nasıl yok oldular? Bu soruları sormayacak mıyız? Bazıları Mars’ın bir zamanlar daha sulu ve sıcak bir gezegen olduğunu söylüyor. Ya Venüs nasıldı? Ya da Europa’nın denizleri? Şöyle diyor iki bilim insanı: “Muhtemelen ileride oradaki jeolojik tortu ları da inceleyeceğiz. Bu bakış açısı ile orada ne aramamız gerektiğini daha iyi bileceğiz. Çünkü ne aradığınızı bilmiyorsanız izleri göre meyebilirsiniz.” Milyonlarca yıl sonra bile saptanabilecek izleri belirlemek kolay değil elbette. Bizim bıraktığımız izler radyoaktif maddeler, plastik, gübre, kül... Fakat ortada bir de paradoks var. Bir medeniyet ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com var olabilmek için sürdürülebilir uygulamalara yöneldiğinde, gezegendeki ayak izi küçülecek, jeolojik kayıtlarda iz bulmak güçleşecek. Peki, Adams’ın şu sözlerine ne demeli: “Bir uygarlık fosil yakıtlar kullanıyorsa, tetiklediği iklim değişikliği okyanus oksijen seviyelerinde büyük bir azalmaya yol açabilir. Bu ilk etapta petrol ve kömür gibi fosil yakıtların yapılması için gerekli koşulların tetiklenmesine yardımcı olur. Bu şekilde, bir uygarlık ve onun ölümü, gelecekte yeni medeniyetler için tohum ekebilir.” Ne yapacağız? İklim krizini aşıp, doğayla uyumlu bir sistem kurup uygarlığımızı sürdüre biliriz elbette. Ya da... Tohum oluruz. Milyon yıl sonra belki ikinci bir deneme yaşanır... 4.5 milyar yıllık dünya tarihinde milyon yıl nedir ki... Değil mi? C MY B