14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 17 Haziran 2018 10 İstanbul’un iki bağımsız adayı: Aydemir Güler, Orhan Aydınirazcık politikayla ilgilenen kişiler bilirler ki, bu iki ad Aydemir Güler ve Orhan Aydın kendi Blerine hiç de yabancı değillerdir. Aydemir Güler TKP Merkez Komitesi Üyesi, Orhan Aydın ise yaman bir insan hakları savunucusudur, en çok da sanatçı hakları ve sanat konusunda muhalefetiyle bilinir. Bekleyen 13 davası olduğunu şöyle bir kulağıma fısıldadı. Şimdi bu iki değerli insan; Yargıtay’ın öküz altında buzağı arar gibi, sürekli bahaneler yaratarak TKP’yi (Türkiye Komünist Partisi) seçim dışı bırakması nedeniyle, İstanbul birinci ve ikinci bölgeden bağımsız adaylar. Bölgelerinde AKP, CHP, HDP seçmeninin önemli bir ağırlığı var. Peki bu iki aday aradan sıyrılıp İstanbul’dan milletvekili olabilecekler mi? Aydemir Güler, özellikle işçi sınıfı arasında bir kırılma yaşandığını, AKP’nin işçi hakları konusunda sürekli büyük sermayenin çıkarlarına göre hareket ettiğine dair bilgilenmenin arttığını söylüyor. Ayrıca işçi sınıfının sendikalara güveninin azaldığını, bunun ise çok tehlikeli olduğunu savunuyor. Sendikalarda yeniden güvenin tam ortasına getirmek gerektiğini, bunun da kendileri için baş görev olduğunu özellikle belirtiyor. “Sendikalara yepyeni bir özsuyu akmalı, sınıf bilinci yeniden harekete geçmeli. Diyorlar ki, artık işçi sınıfı küçük burjuva nitelikler kazandı, kaybedecek çok şeyi var. Bu doğru ama kapitalist düzen sürdükçe her zaman bir ezen, bir ezilen sınıf olacaktır. Her şey değişirken bu gerçek farklı biçimlerde de olsa, hiç değişmiyor.” Aydemir Güler devam ediyor: “Ben biraz önce Yoğurtçu Parkı’ndaydım. Bölgemizdeki inşaat kamyonlarının kurbanlarını anmak için bir tören yapılıyordu. Ne yazık ki, en fazla 60 kişi vardı. Bir boşvermişlik, bu düzen nasılsa öyle gider duygusu dalga dalga her yere yayılmış. Biz öncelikle bu duygunun değiştirebilir olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Şu anda sahadaki genç arkadaşlarımız kahvelerde, pazarlarda sürekli insanlarla konuşup, onlara kendi güçlerini hatırlatmaya çalışıyorlar. Sonuçta geçmişimiz, bizi bugüne taşıyor. Ve geçmişimiz hiç de yabana atılacak bir geçmiş değil 1516 Haziran’ı anlatmalıyız, bir milyon kişinin toplandığı 1 Mayıs’ları yeniden yeniden göstermeliyiz. Nerelerde mi, şimdi silme AKP’ye oy veren işçi sınıfının yoğun olduğu bölgelerde kahvelerde film gösterimleri yapıyoruz. Hatırlamak iyidir insana güç verir ve karar değiştirir.” Hemen soruyorum, “gerçekten kazanacağınıza inanıyor musunuz?”, “Evet, buna inanıyorum ve bir ilkemizden sözetmek istiyorum. Bir komünistin işi hiç bitmez. Bilir ki yol uzundur ve her an her şeyi yeniden, yeniden anlatmak gerek. Bizim yaptığımız da budur.” Aydemir Güler’den sonra sözü her zaman ki muzip gülümsemesiyle Orhan Aydın alıyor. “Ben heyecanlıyım, tez canlıyım hemen söze giriyorum. Bu alçak, bu kokuşmuş düzen devam edemez! Hiçbir iktidar bu kadar gaddar olmamıştı. Ülke hiçbir zaman bu kadar bataklığa gömülmemişti. Tweet’lerimden dolayı sürekli hakkımda dava açıyorlar. Ben de tek tek yanıtlarımı veriyorum. Burasını babanızın çiftliğimi sandınız burası 42 uygarlığın yaşadığı Anadolu toprakları! Önce bunu bilin! Hiçbir iktidar zamanında bu denli sistematik ve yoğun sanat düşmanlığı yapılmadı. Heykelden başladılar, kitap, tiyatro, klasik müzik, sinema ne buldularsa törpülemeye, yok etmeye çalışıyorlar. AKM’nin her önünden geçtiğimde yüreğim sıkışıyor, başka ülkelere gittiğimde tiyatro ışıkları, opera ışıkları gördüğümde yüreğim sıkışıyor. Bu iktidar sadece ekmeğimizle oynamadı, sanatın her dalıyla oynadı, bizi vasata mahrum etmeye çalışıyor, ama biz bunda yokuz! Bu böyle biline! Tiyatromuzla, şiirimizle, edebiyatımızla biz varız!” Bir ara Orhan Aydın’ın sözünü kesip soruyorum, “Kazanabilir misin ?” Gülüyor, “Ben her zaman umutlu bir adamım. Bölgemde kimi oy vermesi konusunda oldukça fazla kafası karışmış yurttaş var. Seçim listeleri onları farkı seçimlere zorluyor. Ben de diyorum ki, ‘söz size Beyoğlu’nu yeniden Beyoğlu yapacağım! Okmeydanı neşenin ve umudun meydanı olacak, Taksim de!’ Hadi bakalım oy vermesinler!” 17 Haziran 2018 SAYI: 33856 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına MEHMET Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Faruk Eren Aykut Küçükkaya Dijital Medya Koordinatörü Bülent Mumay Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03:24 03:17 03:50 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05:24 13:11 17:10 05:12 12:55 16:52 05:40 13:18 17:12 Akşam 20:45 20:26 20:44 Yatsı 22:37 22:13 22:26 TASARIM: İLKNUR FİLİZ yorum Dünyamız, bir şeyler olmaya çalışırken hiçbir şey olamayan insanlarla dolu. Oysa, ‘Yaşama büyük bir şey yaparak başlayınız. Ardından yapacağınız tüm küçük şeyler büyük olacaktır’ demiş bir düşünür. Belki de bir şey olmaya değil, bir şey yapmaya çalışmak gerekiyor. Ve yakından bakıldığında, bir şey yapmaya çalışan insanların bir şey oldukları görülüyor. Bu sentez, elbette Türkiye için geçerli değil. Türkiye, çok uzun zamandan beri hiçbir şey öğrenmeden her şeyi öğretmeye kalkan insanların prim yaptığı bir ülke… Yazar, kendisi doğru dürüst okumadan yazmaya soyunuyor. Asla iyi yazar olamadığı yetmiyormuş gibi, kendisini çok iyi yazar sanıyor. Doktor, iyi doktor olamadan ünlü doktor olmaya, sunucu doğru dürüst konuşmayı beceremeden haber okumaya, hatta daha da kötüsü röportaj falan yapmaya; memur ve işçi çalışmadan kazanmaya, patron bir koyup on almaya, devlet adamı devlet nedir bilmeden adamlığa, milletvekili milleti es geçip vekillik yapmaya kararlı. Çoğu kimse büyük bir şey yaparak başlamıyor yaşama. Hemen herkes yatırım yapmadan, bedel ödemeden, çaba harcamadan büyümek arzusunda. Oysa istisnasız hepsi, büyük görünseler de güdük kalıyor ve bu dünyadan geçip gittiklerinde hiçbir iz bırakmıyorlar arkalarında. HHH Yapılan tüm küçük işleri bile büyük gösterecek o ilk ‘büyük şey’i önce düşünmenizi, sonra da başar Nafile büyüklük! manızı sağlayan, yaşam treninin lokomotifini çekip götüren ‘şey’ nedir peki? İnanç ve tutku elbette. Eğer inandığınız bir işi seçerek yapıyorsanız, en önemsiz, en değersiz eylemde bile ‘büyük’ oluyorsunuz. İnanç, neyi niçin ve hangi amaçla yaptığını bilmek... Yolundan şaşmamak, değişen rüzgârlara karşı bir o yana, bir bu yana savrulmadan dayanmak, asılmak ve en büyük yargıç, baş hakem ‘zaman’ karşısında kalıcılık kazanmak yeteneğini sağlıyor bize. Tutku ise uğrunda herşeyi göze aldığımız işi en iyi biçimde başarmak olanağını. Böyle insanları önce görmezden geliyorlar. Ama onların pırıltısı mutlaka deliyor karanlıkları, yolumuzu aydınlatıyor ve hiç unutulmuyorlar. Çöken bir devletten yeni bir vatan, yeni bir ulus, yeni bir rejim; ama daha da önemlisi ilerici bir dü şünceye dayalı inanç, güven, kimlik ve birlik yaratmayı başaran Atatürk, işte bu anlamda büyük ve bu yüzden unutulmuyor! HHH On altı yıldır Türkiye’ye bazen yasadışına taşan keyfi uygulamalarla hâkim olan AKP ve uydularının vahim yanlışı, “büyük iş” olarak var etmeyi değil, yok etmeyi şavullamasıydı. Rejimi değiştireceğiz diye devleti çökerttiler. Kıtlıktan çıkıp bolluk ambarına düşmüşlüğün açgözlü kurnazlığıyla büyük düşünebiliriz sandılar. Madem en alttan gelip en üste çıkabilmişlerdi, onlar için her şey mübahtı. Madem diplomasız iken diplomalıymış gibi yapılabiliyordu, her şey “gibi” yapılabilirdi. Oysa çarıklı erkânıharp kurnazlığı, elbette büyükten ancak görgüsüz ve yalnız içi boş bir gösterişi anlayabilirdi. Öyle de oldu. On altı yıldan beri her seçimde karşımıza çıkıp, “büyük iş” diye büyük inşaatlarla övünüyorlar. En büyük saray, en büyük havalimanı, en büyük hapisane, hastane derken; betona gömülen şehirler, moloza boğulan denizler, göller, evet, gerçekten her yer inşaat… Artık dünyanın en büyük sarayında oturan dünyanın en büyük cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, şimdi en son büyük projesi “millet kıraathaneleri” ile karşımızda. O iş de zaten rant, o iş de inşaat. Lakin büyüyor gibi gösterilen Türkiye’nin büyümesi, aslında La Fontaine’in “öküz olmak isteyen kurbağa” öyküsünü izliyor gibi… Patlayınca içinden ne çıkacak, nereye kadar saçılıp yayılacak, hep birlikte göreceğiz! “İkinci Cins” üzerine yazmak için bayramın ikinici Ha““lTÇita’irtrekifin”n:ykiandeı[email protected] gününü beklemek gerek tur. Bir yemeğin harici medi elbet. manzarasına bakarak Babalar Günü bugün. tadına hükmedebil Öyle denk geldi, diyelim. ir misin? Simone de Beauvoir, Mesela ömründe kadınların ne tür süreçlerden geçerek ikincil statüye düştüğünü bu isimdeki kitabında anlatır. Ona göre, insan kadın doğmaz, sonradan kadın olur! Tıpkı erkeklerin de sonradan erkek olduğu gibi... Çünkü insanın dişisinin ya da erkeğinin toplum içindeki görünüşünü ya da konumunu belirleyen herhangi bir biyolojik, ruhsal ya da kalıtımsal bir temel yoktur. İkinci cins... baharlar, ne akşamlar olurdu... Ama Osmanlı’nın son döne minin sanatçıları kadın konusuna fazlaca realist takılmış gibiler. Bunda feministlerin henüz işbaşı yapmamış olmasının pa midye dolması tatmamış olsan o kara kabukların tabakta duruşu sana lezzeti hakkında bir fikir verebilir mi? Çirkin kadınlar ateşe tutulunca kabuklarını atan kestaneler gibidir. İçinden hararetlenir ve lezzet kesilirler. Artık yer misin yutar mısın o senin bileceğin bir iştir.” (Tarih Boyunca KadınErkek: A.Sait Basımevi 1949 İst. Çölleşme Küçüktük. O zamanlar her şey sonsuz görünürdü gözümüze: Okyanuslar, akarsular, çağlayanlar, ormanlar… Dünyanın renkleri de sonsuzdu. Canlılar, kültürler, müzikler. Kaptan Jacques Cousteau’nun belgesellerini severdik en çok. Cousteau, ünlü gemisi Calypso’yla bizi dünyanın hiç bilmediğimiz yerlerine götürürdü. Onunla birlikte denizlerin derinliklerine dalardık. Heyecanlanırdık. Bü Nitekim çocuklar dünyayı cin yı büyük. Sayfa: 149) yüyünce denizlere yelken açacak, uzak ülke sel organlarıyla ya da cinsiyetleriyle değil, elleri ve gözleriyle algılarlar. Doğum travması ya da sütten kesilme travması her iki cinsiyette de aynı şiddetle yaşanır. HHH “Kadıncıl olmak” elbette zarif bir erkek özelliğidir. Keşke en başta “devletlümuz” olmak üzere yüce Tanrı her erkeğe nasip etse bu sıfatı ve evsafı! Kadını baş tacı etmek de, tüm dertlerin ilacı olarak görmek de çok güzeldir.. Ama kadın “fetiş” olarak görülmeye, sunulmaya başlanınca işin rengi değişiyor. Kadına övgüler dizilip, besteler yakılıyor. Sular tutuşturulup bulutlardan konfeti yapılıyor. En kalp çarptıran ayrıntıyı en iyi ortaya döken “en sanatçı” sayılıyor. “En erkek” için değil de “en kadın” uğruna oynatılan kalemler olmasa belki ne bir tek güzel şiir yazılabilirdi, ne senfoniler, ne bir tablo, ne bir tek roman, ne Ünlü romancımız şu Refik Halit Karay’a bakar mısınız? “Kadın lüks lambası gibidir. Hele bazı güzel kadınlar gazı konmamış veya vidası sıkıştırılmamış olanlarına benzerler. Siz istediğiniz kadar orasını burasını sağını solunu kurcalayın asla ışık vermezler!” Lüks lambası neyin nesidir. Ya oranın buranın kurcalanması? Her neyse... Ama yine de İstiklal Marşı’mızın ölümsüz şairi Mehmet Akif’in “failatün failetün” vezniyle düştüğü şu satırlara ne buyurulur? “Senin kadın dediğin pabuç gibidir azizim, bir zaman giyilir sonra değiştirilir.” HHH Kadını pabuç gibi giymelik olabildiği gibi, midye dolması gibi yemelik olarak görenler de var. Hem de güzel olanının değil de çirkininin daha besleyici ve iştah açıcı olduğunu belirterek.. HHH Öyle anlaşılıyor ki eskiler orta yolu bulamamışlar. Bu görev de Nâzım Hikmet’e düşmüş: “Kadın Kimi der ki kadın uzun kış gecelerinde/ serüp bir döşek gibi yatmak içindir/ Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde/ dokuz zilli bir köçek gibi oynatmak içindir/ Kimi der ki ayalimdir/ boynumda taşıyorum vebalimdir/ Kimi der ki hamur yoğurur/ kimi der ki çocuk doğurur/ Ne şu ne bu, ne döşek, ne köçek ne ayal, ne vebal/ O benim kollarım, bacaklarım başımdır/ Yavrum, annem, karım, öz kardeşim, hayat arkadaşımdır./” HHH Bugün babalar günü. Babaları da doğuran annelere ve onlara bu en baba statüyü sağlayan kadınlara kutlu olsun. lere gidecek, doğanın mucizelerini keşfedecek ve farklı kültürleri tanıyacaktık.   Çöl deyince aklımıza doğal, sıcak çöller gelirdi sadece: Büyük Sahra Çölü, Kalahari, Gobi Çölü… Henüz insanların yarattığı çölleşmenin farkında değildik. Dünyanın ilk çevre raporu diyebileceğimiz ve Meadows’ların “Büyümenin Sınırları” (1972) raporunu henüz okumamıştık. Dünyadaki kaynakların bir sınırı olduğunu, sınırları aşmaya başladığımızı bu raporla öğrenecek ve şaşıracaktık. Bugün Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü. 110 ülke ve 1.5 milyarı aşkın insan etkileniyor çölleşmeden. Çölleşen alanlar 3.6 milyar hektara ulaşmış. Yani dünya topraklarının yüzde 24’ü. Her yıl 12 milyon hektar toprağı kaybediyoruz. Dünya çölleşme tehdidi altında. Dünya nüfusu artarken ekilebilir araziler hızla azalıyor. Ormanlar yok oluyor. Her yıl 15 milyar ağaç… 19902015 yılları arasındaki orman kaybı 129 milyon hektar. Yaklaşık Güney Afrika kadar bir alan. İnsan nüfusu son çeyrek yüzyılda 2 milyar (yüzde 35 oranında) artarken diğer memeli, sürüngen, amfibi ve balık popülasyonu yüzde 58 oranında azaldı. Türler yok oluyor. Üstelik küresel ısınmayla birlikte kuraklık ve çölleşme giderek daha da ağır bir so SAYISAL LOTO 101522404145 6 BİLEN: 1 milyon 439 bin 99 TL. (Birinci devir) 5 BİLEN: 5 bin 828 TL 4 BİLEN: 74 TL 3 BİLEN: 10 TL ikramiye kazandı. runa dönüşüyor. Küresel ısınmaya karşı alınan önlemler yetersiz. BM’ye göre böyle giderse sıcaklık artışı bu yüzyılda 3.2 dereceye ulaşacak. Geçen hafta yayımlanan BP 2018 Dünya Enerji Raporu’na göre kömür tüketimi KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] 2013’ten bu yana ilk kez yükseldi. Hani vazgeçiyorduk kömürden? Çölleşme, küresel ölçekte açlık ve göç gibi sorunların önemli ne deni. Çölleşme, doğanın tahribatı, kaynakla rın bilinçsizce ve aşırı kullanımı, ormanların yok edilmesi, erozyon, meraların bozulma sı, su kaynaklarının tüketilmesi, aşırı otlatma, yanlış tarım uygulamaları, verimli toprakları nın tarım dışı amaçlarla kullanılması, çevre yi dikkate alınmadan yapılan yatırımlar, çar pık kentleşme… Tümü birbiriyle ilintili. Dünyayı çölleştiriyoruz. Unesco’nun dünyada kurak bölgeleri gös teren haritasına bakınca sorunun ne denli ciddi olduğu daha rahat anlaşılıyor. Peki, Türkiye’de durum ne? Türkiye topraklarının yüzde 48’i çölleş me riski altında. Son 40 yılda sulak alanlarımızın yarısı nı yitirdik. Akarsuları, gölleri kurutmakla kal mıyoruz, kirletiyoruz da. Çevre Mühendis leri Odası’nın son raporunda şöyle diyor: “Türkiye’nin tatlı su kaynaklarının yüzde 76’sı kirli. Menderes, Kızılırmak, Sakarya, Gediz, Ergene kanalizasyona dönüşmüş durumda.” Cumhuriyetin ilk yıllarında 44 milyon hek tarla ülke yüzölçümünün yüzde 56’sını oluş turan mera ve çayır alanları, 14.6 milyon hek tara inerek yüzde 19’a gerilemiş. 26 yılda 4.1 milyon hektar tarım arazisini kaybettik. Var olan tarım arazilerin yüzde 59’u erozyon teh ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] didi altında. Oysa ne diyor TEMA: “Toprağı korumak, yaşamı korumaktır.” HHH 80’li yıllardı. Çöl çekirgeleri yine Afrika’yı kavuruyordu. Bu sefer Antalya ve İzmir çev resine kadar ulaşmışlardı. Çevreci birkaç dostumla birlikte arabaya atlamış çekirgelerin “istila ettiği” bölgeye git miştik. Tarlaları bir halı gibi kaplamıştı çöl çe kirgeleri. İnanılmaz bir görüntüydü. “Biz de bu çekirgeler gibiyiz” demişti çev reci dostum; “Öylesine tüketiyoruz ki doğayı, geriye bir çöl bırakıyoruz.” Oysa, “yeryüzü bize atalarımızdan miras kalmamıştı, onu çocuklarımızdan ödünç al mıştık.” Öyle diyordu Kızılderili atasözü. Çocuklarımıza bırakacağımız miras bu mu? Çölleşmiş bir dünya. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle