Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Pazar 27 Mayıs 2018 Çıldırmanın kıskacında bir ülke!olar herkesi uykusuz bıraktı, bir çıkıyor bir iniyor. Ve biz ülke olarak bir tahterevallide D gidip geliyoruz. Bir iniyoruz bir çıkıyoruz ve herkes çeşitli nedenlerden çıldırma noktasında. Gazetelere geçmiyor, benim bulunduğum bölgede bir erkek vatandaş kendini beşinci kattan attı. Sahilde gene bir erkek vatandaş arabasında kendini vurdu. Kahvemde otururken bir haftada iki intihar vakası masama geldi. Seçim yaklaşıyor ya, pazarlara özellikle akşamüstü gidiyorum, bakalım pazarcıların işe yaramaz diye bıraktığı meyveleri, sebzeleri kimler topluyor? Acı ama gerçek, İstanbul’un göbeğindeki, varlıklıların oturduğunu düşündüğümüz bir semtte, düzgün giyimli onlarca kadın, başları önlerine eğik, günlük nevale için bırakılmış sebzeleri, meyveleri topluyorlar. Ben işi gücü bıraktım, adı marka olmuş kahvelere şöyle bir bakıyorum, artık kalabalık değiller ve AVM’lerde satıcı kızlar her zamankinden çok sizinle ilgileniyorlar, çünkü alışveriş yok. Ve çılgınlık en çok kendini toplu taşıma aracı minibüslerde belli ediyor. Şöyle; KadıköyKartal arası çalışan bir minibüs, oldukça tenha, ben de yolculardan biriyim. Minibüs, yolda bekleyen, görünüşünden öğrenci olduğu çok belli olan bir çocuğu almadan hızla geçiyor ve hızını alamayıp, kırmızı ışıkta da geçiyor. Önde oturan orta yaşlı bir kadın yolcu, “Ne yapıyorsunuz? Hem çocuğu almadınız hem de kırmızı ışıkta geçiyorsunuz, bu kurallara aykırı!” diye söze giriyor. Vay canına, minibüsün genç sürücüsü zınk diye duruyor, kadına dönüp “Sen hiç kural çiğnemedin mi” sorusunu yapıştırıyor. Kadın yolcu, “Burada benimle ilgili bir durum yok, siz kuralları çiğnediniz!” diye yanıt veriyor. Minibüs olduğu yerden ok gibi fırlıyor ve sürücü “Kurallar çiğnenmek içindir!” diyerek gaza basıyor, minibüsteki herkes şöyle öne doğru kaykılıyor. Sürücü konuşmaya devam ediyor: “Biz bir tek kural tanırız ve de tek kitaba bağlıyız, o da Allah’ın kitabıdır!” Kadın yolcu sinirleniyor, “Kuran’da kırmızı ışık yazmaz!” diye sert bir biçimde yanıt veriyor. Hop minibüs gene zınk diye duruyor, sürücü ön kapıyı açıp bağırıyor: “Hadi sabah sabah benim kafamı bozma, in aşağı, şu paranı da al!” Kadın yolcu inmiyor ve arkasını dönüp diğer yolculara sesleniyor: “Benimle karakola gelir misiniz?” Kimseden ses çıkmıyor, kimse karakola gitmeyi, tanık olmayı istemiyor besbelli, arkadan bir başka yolcu kadına sesleniyor: “Arkadaş şimdi karakola gitsek ne olacak, karakoldakiler de adamı kollayacak! Üstelik sen kadınsın, başına başka işler gelir.” Kadın birden “Lanet olsun sizlere” diyerek ağlamaya başlıyor. Artık işe karışmanın zamanı geldi, karakol konusunda ben de diğer yolcular gibi düşündüğümden, kadını usulca kollarından tutup aşağı indiriyorum, birlikte hemen yan taraftaki bir kahvede oturuyoruz. Meslekten ihraç edilmiş bir matematik öğretmeni. Kocası da öğretmen, o da ihraç edilmiş. Hıçkırarak ağlamaya başlıyor. Çocukları olmasa intihar edeceğinden söz ediyor. Benim nevrim tutulmuş, ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilemiyorum... Havaalanından evime dönüyorum. Şoförle sağdan soldan konuşuyoruz, ansızın genç adam anlatmaya başlıyor. İngilizce ticari bilimleri dördüncü sınıfta bırakmış. “Neden” diye soruyorum, “Ya kendimi öldürecektim ya da okulu bırakacaktım!” diyor. Zeki bir öğrenciymiş, tek ideali kaymakam olmakmış. Babasıysa dini bütün, yardımsever diye Fethullah’ın okullarından birine göndermiş onu, dayı itiraz etmiş, dinlememiş. Orada ağabeylerin hizmetine girmiş, üniversite sınavları sırasında ağabeyler “Sen İngilizce ticari bilimlere gireceksin, daha sonra da Kazakistan’da açılan bir okulun yöneticisi olacaksın” diye bastırmışlar. O ilk 3000 arasında olmasına rağmen Siyasal’a girememiş, ağabeylerin istediği okula kaydı yapılmış. Ondan sonrası bir kâbus. Dört yılın sonunda bir gece kendini öldürmeyi düşünmüş ama yapamamış, o gün okuldan kaydını sildirmiş ve babaannesinin Karadeniz’deki yayla evine gidip altı ay kimseye bir şey söylemeden orada kalmış. Sonra zaten ağabeyler onu yoldan çıkmış olarak damgalayıp peşini bırakmışlar. Şimdi taksi şoförlüğü yapıyor, tek sevindiği şey, babasının darbe günü onun yüzüne mahcup bir biçimde bakıp, “Senin istikbalini ben mahvettim” demesi olmuş... Deniz kıyısında kendi kendine konuşarak yürüyen bir kadın var, onu sık sık görüyorum. Sonunda bir biçimde dost olduk, oğlu Harbiye’de birinci sınıfta imiş, 15 Temmuz olaylarından sonra içeri atılmış, müebbetle yargılanıyormuş, o hep aynı rüyayı görüyormuş; oğlu evlerinin önündeki ağaca kendini asıyormuş. “Yeter” diye haykırdığınızı görüyorum. Bu güzel yurt hiç bu kadar kıskaca alınmamıştı. Bir arkadaşım, “Işıl bu günler iyi günlerimiz” diye beni uyardı. Ben de derin bir soluk aldım ve haykırdım: Milleti iç savaşla tehdit eden bir profesörü suç duyurusuyla içeri alacak bir savcı yok mu? Bu kadar mı tırstık! Ey savcılar nerelerdesiniz?.. 27 Mayıs 2018 SAYI: 33835 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına MEHMET Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Faruk Eren Aykut Küçükkaya Dijital Medya Koordinatörü Bülent Mumay Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03:37 03:29 04:00 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05:30 13:07 17:04 05:18 12:52 16:47 05:45 13:15 17:06 Akşam 20:32 20:14 20:32 Yatsı 22:17 21:55 22:09 yorum 13 Yeni doğmuş bebeklerin gözlerindeki süt buğusu açılır açılmaz gördükleri ilk uzuvları, elleridir. Tabii eski usulde küçükken kıpırdamasın, büyüdükçe ana baba, erişkin olunca da otorite karşısında hazır ola geçsin diye mumya gibi kundaklanan biçarelerden söz etmiyorum! Kolları bacakları serbest, dolayısıyla beyinleri de özgür bırakılan bebekler, yumuk ellerini büyük bir merakla seyreder önce. Kendilerine aidiyetini hemen değil, zamanla keşfederler. Parmaklarının açılış kapanışını hayretle izler, ağızlarına götürüp emer, tadına bakarlar. Ellerini dış dünyayı tutmak için kullanmayı, yavaş yavaş öğrenirler. Sizin evde de öyle miydi, ben küçükken bizim evde bir ‘sol el’ sendromu vardı. Boyum henüz lavabo düzeyine erişirken, elimi yüzümü yıkamamı denetleyen babam: “Sol el” diye uyarırdı. “Burnunu sol elinle sümkür!” Annem ise taharet eğitiminde soldan yana ısrarlıydı. Ama her ikisi de sofra adabında aynı kefeye koyuyorlardı ağırlıklarını. Mama kaşığı illa ki sağ elle tutulacaktı. Biraz daha büyüyünce bıçak sağ elin otoritesi altına giriyor, sol ele daha az tehlikeli bir aletin, çatalın sorumluluğu veriliyordu ancak. Bütün bu zorlamalara çok kızdığımı, ancak açıktan karşı çıkamadığımı iyi anımsıyorum. Baskıya karşı çocuk aklımla üstü kapalı bir mücadele verdim ve anne babamın görmediği her yerde sol yerine sağ elimi kullandım; solak olamadığım için sağda da sağ elime abandım. HHH Bugün bile sol bileğim daha ince, sol elim daha atıldır ve sessiz zafiyeti, Orhan Veli’nin müthiş dizesini anımsatır: “Sol elim/Acemi elim/Zavallı elim!” Parmak kaldı! Böyle bir sol elle büyüdükten sonra, 1968’li yılların Türkiye’sinde sol yumruklarını sıkıp havaya kaldırarak yürüyen gençliğe hem şaşırdım, hem de hayran kaldım. Şaşırdım, çünkü güçsüz ellerini yumruk yapmakla bu gençliğin kimseyi etkili biçimde dövemeyeceği kesindi! Hayran kaldım, çünkü ezilmişleri savunmakta hakkı yenen sol eli bile unutmamışlardı… Oysa sonradan gördüm ki, dünya solcuları sağ ellerini yumruk yapıp sallıyorlardı! Sonuç olarak sağ yumruğunu sıkan dünya solu, zaman içinde önemli haklar edindi. Sol elin ezilmişliğini savunan bizim solcular ise, hava almakla kalmayıp epeyce dayak yediler. Günümüz politikacıları, sağ ya da sol yumruk sık mak yerine parmak işaretleri yapmayı tercih ediyorlar. Çeneleri yeterince düşük olmasına karşın, ellerine sağır dilsizlerin de anlayacağı dili konuşturuyorlar. HHH Sesli sohbette olduğu gibi bu sessiz sohbette de laf lafı açıyor, ama herkes her işaretten aynı şeyi anlamıyor! Muktedirin rabia işaretini gören seçmen, yandaş ise orta parmağıyla baş parmağını birbirine sürtüp para beklediği mesajıyla yanıt veriyor. Muhalif seçmen aynı rabiadan Amerikan Doları’nın fiyatını anlıyor ve muktedirin yanlışını düzeltmek üzere beş parmak gösteriyor. İktidarın küçük ortağı bozkurt işareti yapınca co şanların birbiriyle toslaşarak selamlaştığına bakılırsa, bozkurttan kurt mu yoksa keçi mi anladıkları biraz karışık… Yaklaşan erken seçimlerde iktidara rakip ve aday liderler, ya medya sansürlü ya da hapisanede oldukları için parmakla yetinmek lüksüne sahip değil. Onlar iki kollarını birden havaya kaldırarak görünmeye çalışıyor ve seçmeni imdada çağırıyorlar. Türkiye’nin siyasal arenasında kullanılmayan tek el işareti kaldı: sağ ya da sol, tüm eli yumruk yapıp orta parmağı havaya dikmek. Bir elini kalbine koyup öteki eliyle gözümüzü, cebimizi, dibimizi oyanlara; bakalım sandıklar nasıl bir el hareketiyle yanıt verecek. Alkış mı tutacak, avuç mu gösterecek, parmak mı dikecek… Pek yakında göreceğiz. Siyasetçilerle gazeteciler cami avlusunu doldurmuşsa konu, kiliDaüdnapylaaHrrtıHinleıHrtamntwiaıltwnlteawıhlt.avmarhee.mt@etgtamn.aciol.mcom yine de öteki dünya değil, Aday adaylık başvu bu dünya! ruları kabul edilmeyen Musalla taşında Cum lerin bir kısmı liderinin huriyet ailesinden kıdemli kalbine gidecek trafikte spor yazarımız Ali Abalı kaybolduklarını dü var. Imamı bekliyoruz. Babaannemin bir sözü önce dilime takılıyor: “Imam evinden aş, ölü gözünden yaş beklenmez!” Cumhur Ittifakı liderimiz aslen bir imam. “Aş” ise maaşı da kap sar. 16 yıldır imamın memle kete neler verdiği, neler ettiği ortada. Aş vermeden “Üç.. hatta beş çocuk” tavsiye ediyor. Ama bebek bezinden bile yüzde 18 KDV alıyor. Çok şükür, kefen bezindeki şündüler. Kimileri de çevresinin ihanetine uğradığı kanısındaydı. Masa tenisi mi Ecevit’in ise bir anlamda vasiyeti olan sözleri var: siyaset mi?.. “Sorunları büyük ölçüde çözülmüş ve hakça bir düzene kavuşmuş bir ülkede yeniden doğsaydım, siyasetçi olmayı düşünmeye bilirdim.” “Bir siyasetçinin yaşamı salt siyasetle dolu olursa, onun topluma yararı sınırlı kalır. Veya bir edebiyatçının yaşamı salt edebiyatla dolu olursa Dünyayı kim kurtaracak? Dünyayı kurtaran süper kahramanlara alışığız gerçi: Süpermen, Batman, Wonder Women, Örümcek Adam, Fantastik Dörtlü... Süper kahramanlarımız çok. Halen vizyondaki “Avengers: Sonsuzluk Savaşı” filminde pek çoğunu bir arada gördük. Tam bir seyirlik. Bu tür filmlerde genelde dünyayı tehdit eden kötü adamlar oluyor. Bizi korkutacak kadar kötüler. Hatta kötülükte sınır tanımıyorlar. Sonra süper kahramanlar geliyor bizi kötülerden KDV’yi düşürmüş. Bu vergi “kat onun esin kaynağı kurur.” kurtarıyorlar. Rahat nefes alıyoruz: ma değer” üretenden kesiliyor. Ölenler nasıl bir değer üretip nereye ne katıyor acaba? Yine de kefende indirim iyi bir şey. Ama bu işte bir bit yeniği var gibi. Bu indirim, arada bir kefene sarılıp “Öl de ölelim” diye kendisini coşturmaya gelen meczuplara kıyak için olabilir! Morgda bekletilen ölülerden alınan KDV ise geçen yıllarda indirildi. Ama yine de pırlanta ve mücevher takanlara uygulanan “sıfır KDV” ölüleri kapsamıyor. Ölüye KDV uygulaması devam ediyor. HHH Bunun nedeni ölümlerin azalması. AKP’li Izmir milletvekili aday adayı Necip Kalkan kendine göre şöyle açıklamış: “Ak Parti iktidarı halkımızın ömrünü uzattı. Türkiye’de insan ömrü son 15 yılda 3.3 yıl arttı. Ömrünüz artsın istiyorsanız, iktidarı bize verin, ömrünüz 3.5 sene daha uzasın!” Necip Kalkan’ın bu sözleri belli ki Erdoğan’ın sinirini bile ayağa kal Ecevit ve Baykal, 12 Eylül gözaltı “Türkiye’nin ufkunu aydınlık görüyorum. Çünkü Türk halkının olağanüstü yeteneklerine günlerinde masa güveniyorum.” tenisi oynuyor. “Siyaset özveri gerektiren çetin bir uğraştır. Siyasete HHH giren kişi her çileyi, her iha Bugün Ali Abalı toprağa verilir neti, her yenilgiyi göze almalıdır.” ken, Rahşan Hanım da Bülent (“ECEVİT’İN ANILARI 12 yıl saklı Ecevit’in doğum gününü kutlaya tutulan veda sohbetleri kitabın cak. Ecevit’in çok sevdiği çay ve dan) kuru pasta eşliğinde kardeşi Asu HHH de Aral ile birlikte. Elbette siyaset vekil olmaktan Takdiri ilahiye bakar mısıınz? ibaret değildir. Abalı ile Ecevit arasında şöyle bir Bu konuda en gerçekçi sözü bağ var. Demirel söylemiştir: Ecevit’in yürüyüşten sonra ha “Siyasetin tek kapısı vardır. Giriş yatta yaptığı en iyi spor masa yazar. Ama çıkış yazısı yoktur!” tenisi idi. Dün, Maltepe Camisi avlusunda Bu sporda öyle iddialı idi ki, bu dönemin çok ünlü bakanlarından iddiasını kendisinden çok genç ve birisi ötekine soruyordu: sportif olan Deniz Baykal’a karşı “Rahmetli Demirel’in sözü doğru da sürdürdü. ise Tayyip Bey’in siyaseti bırakaca 198O darbesi sırasında tutuk ğı yoktur!” lanıp hapse atıldığı Çanakkale’de Beriki elini “hayır” manasına kal Baykal’la “maça çıkarak” masa dırıp: “Orası takdiri siyasiye, yani tenisinde ustalaştı. milletin takdirine bağlı!” Ecevit’in ilgisi Ali Abalı’nın Türki Tartışma büyüyecek gibiydi: ye Masa Tenisi Federasyonu’nun Araya girdik: kurucusu ve ilk başkanı olmasın “Cami avlusundayız sayın büyük “Ohh kurtulduk…” “Avengers: Sonsuzluk Savaşı”nda da öyle oluyor. Kurtuluyoruz yani sonunda. Fakat “Dünyanın Durduğu Gün” (The Day the Earth Stood Still) filminde durum biraz farklı. Uzaydan korkunç bir robot iniyor dünyaya. Ona ateş açıyoruz. Hem de sahip olduğumuz en güçlü silahlarla. Fakat robot bana mısın demiyor... Robotun içinden bir uzaylı çıkıyor. Matrix’in “Neo”su (Keanu Reeves). Filmdeki adı Klatoo. Film aslında 1951 yapımı bir bilim kurgu klasiğinin 2008’de çekilen yeni bir uyarlaması. Avengers’i izledikten sonra nedense bu film geldi aklıma. Klatoo’nun “Dünyayı kurtarmaya geldim” deyişini anımsıyorum. Tehlike ne? Dünyayı kimden kurtaracak? Sonunda anlıyoruz ki Klatoo, dünyayı insanlardan kurtarmaya gelmiş... “Milyonlarca canlı türünün yaşadığı bu gezegeni tek bir türün yok etmesine göz yumamayız” türünden sözler ediyor uzaylı Klatoo. Bizim kafamızdaki “kurtarıcı” filmlerine ilişkin “klasik” şablon doğal olarak biraz karışıyor. Şimdi bu yakışıklı uzaylı, “kahraman mı değil mi?”, “iyi mi kötü mü?”... Klatoo kötü değilse, kötüler kimler? İnsanlar mı? Yani biz mi? Gerçekten kötü olabilir miyiz? Ben neden kötü olayım? Ne yaptım ki? Gerçi çoğu insanın öyle sorularla arası pek yoktur. Ne diyordu Bülent Ortaçgil ş arkısında: “Bu iş zor Yonca dırmış. Adaylığı reddedilmiş. dan kaynaklanıyor olabilir. lerim. Bir de takdiri ilahı var!” Çünkü insanlar yıllar boyunca Hiç soru sormadan durur” SAYISAL LOTO 11011132634 6 BİLEN: 1 milyon 862 bin 135 TL. (1. devir) 5 BİLEN: 5 bin 641’er TL 4 BİLEN: 71’er TL 3 BİLEN: 11’er TL ikramiye kazandı. Soru sormaktansa, basit yanıtları tercih ediyor insanlar: “Gerçi dizel araba kullanıyorum ama iklim değişikliğini ben yaratmıyorum ki... Çevremde doğayı yok eden projelere karşı sesimi çıkarmıyorum gerçi, ama o projeleri yapan KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ben değilim ki. Et yiyorum ama hiçbir hayvanı öldürmüyorum. Niye kötü olayım?” Yuval Noah Harari’nin “Sapiens” kitabın daki sorusu geliyor aklıma: “Homo sapiens neden ekolojik bir seri katile dönüştü?” Sahi neden? HHH Geçen hafta “Uluslararası Biyoçeşitlilik Günü”ydü. Dünya çapında etkinlikler yapıldı yine. Amaç, doğadaki çeşitliliğin, canlılığın ne denli önemli olduğunu insanlara anlatmak. Biyoçeşitlilik konusunda farkındalık yarat mak, iklim değişikliğinin hem bizleri hem biyolojik çeşitliliği nasıl tehdit ettiğini anlat mak. Biyoçeşitliliği konuştuk geçen hafta. Ama “Dünya üzerinde kaç canlı türü yaşıyor” so rusunun yanıtını bilmiyoruz. Şimdi Jüpiter’in Europa uydusundaki yeraltı okyanusunda bir canlı türü bulunsa ne olur? Dünya bu haberle çalkalanır. Hepimiz heyecanlanırız. Oysa üzerinde yaşadığımız gezegendeki canlı türlerinin büyük çoğunluğunu bilmiyo ruz. Son araştırmalara göre dünyadaki canlı türü sayısı 8 milyon 700 bin. Bu elbette bir tahmin. Bunların yaklaşık 2 milyonu az çok biliniyormuş. “Diğerlerini araştırmak, belirle mek, tanımlamak, kataloglamak muhteme len 500 yılımızı alacak” diyor uzmanlar. Bu arada dünyadaki canlı türlerinin sayısını 40 milyon olarak tahmin eden bilim insanları da ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com var. Adlarını bile bilmediğiniz kaç canlı türlü her yıl yok oluyor? Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na (WWF) göre dünyadaki biyoçeşit lilik son 40 yılda küresel ölçekte yarı yarıya azalmış durumda. Dünya Koruma Birliği’nin (IUCN) hazırladığı “Kırmızı Liste” giderek ka labalıklaşıyor. Kırmızı Liste’ye giren, yani yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan tür sayısı bu yıl 22 bin 800’e yükseldi. Dünyada “altıncı büyük yok oluş”tan söz ediyor bilim insanları. İşler nasıl bu hale geldi? Bu durumu nasıl düzeltebiliriz? Kendimizi, yaşam biçimimizi sorgulamanın zamanı gelmedi mi? Ya da ka pitalizmi? “Senfonik Ortaçgil” albümünü din liyorum: “Ve sen, ben değirmenlere karşı...” C MY B