18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 27 Mayıs 2018 EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN TASARIM: EMİNE BİLGET GüleDnacribleerignirpişlaimnıib1a5şTtkAeeeBsmnpDimttiuniziN Washington’da 15 Temmuz’un “Gülencilerin planı olduğu” Ancak Alan Makovsky’ye göre, “150 binden fazla inancı hâkim. Gülen’in iadesi için ise resmi iade talebini insanı, Gülencilerle ilişkili olsun olmasın, toplu olarak tüm aşamalarının tamamlanmadığı konuşuluyor. cezalandırmakla, hükümet inandırıcılığını yitiriyor.” Türkiye’nin Ege kıyısında 23 yıldır ailesi ile yaşamakta olan Amerikalı Pastor Andrew Craig Brunson, 2016 yılı Ekim ayında gözaltına alınıp tutuklandığında yakınlarına bir yanlışlık yapıldığından emin olduğunu söylemişti. Bugün, 50 yaşındaki din adamına isnat edilen terör ve casusluk iddialarını büyük bir yanlışlık olarak tanımlayan ve tepki gösteren taraf ise tüm kurumları ile Washington. ABD ve Türkiye arasında uzun zamandır gergin seyreden ilişkilerde önemli bir kırılma noktası olarak tanımlanan bu adli olayı, siyaset gündemine çeken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısı oldu. Eylül 2017’de yaptığı bir konuşmada Fethullah Gülen’in ABD’den iadesine değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “‘Papazı verin’ diyorlar. Bir papaz da sizde var, bize verin, yargılayalım, biz de onu size verelim. ‘Onu karıştırma’ diyorlar” ifadelerini kullanmıştı. ABD makamlarının “kıyas dahi edilemez” dediği iki dosyanın bir arada telaffuz edilmesi uluslararası kamuoyunda Ankara’nın “rehine siyaseti” uyguladığına dair eleştirileri arttırdı. Kongre’de kırılma Çoğu bürokrata göre, Brunson’un tutukluluğu, Türkiye’ye karşı çoğu zaman ılımlı yaklaşım sergileyen Amerikan Dışişleri ile sert eleştirilerde bulunan Kongre arasındaki görüş ayrılıklarının hızla kapanmasına neden olacak güçte. Ancak, Türkiye aleyhine esen rüzgârın yönünü belirleyen gelişme yalnızca tutuklamalar değil. 2017’de Washington’ın Sheridan Meydanı’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı protesto eden gruba Türk korumaların müdahalesi ilişkilerde bir başka dönüm noktası olarak görülüyor. “Amerikan vatandaşlarının dövülmesi hadisesi kongrede bir kırılma yarattı” diyen Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Program Direktörü Soner Çağaptay, ekliyor: “PKK sempatizanı da olsa ABD makamları nezdinde bu kişiler ABD vatandaşı ve kendi topraklarında saldırıya uğramaları mazur görülemez.” Siyasette şimdiye kadar denenmemiş araçlara başvuran Başkan Trump yönetimi için, Türkiye’ye verilecek yanıtın iç politikada bir değeri var. “Trump ve çevresindekiler de, Türkiye’deki siyasetçiler gibi, yeri geldiğinde iç politikaya oynuyor” diyen Washington merkezli McCain Enstitüsü İnsan Hakları Program Direktörü Berivan Oruçoğlu altını çiziyor: “Ulusalcılık ve ırkçılık ivme kazanmışken tutukluluğu devam eden ABD vatandaşlarının sahiplenilmesinin oy olarak bir karşılığı var.” Yeni ‘Midnight Express’ Hakkındaki iddiaları kesin bir dille reddeden Brunson, Türkiye’de tutuklu tek ABD vatandaşı. Ayrıca, ABD makamları, çifte vatandaşlığa sahip tutukluların 10 kadar olduğunu belirtiyor. Bir de ABD’nin İstanbul ve Adana konsolosluklarında görevli TC vatandaşları, Metin Topuz ve Hamza Uluçay var. Her iki memurla, yıllarca birebir çalışmış Amerikalı diplomatların Washington kulislerinde bu tutuklamaların ne kadar temelsiz olduğunu usanmadan tekrar ettiği söyleniyor. Brunson’ın durumuna ABD kamuoyunun verdiği tepkinin anlaşılması için, 2003’te Irak Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesinin ABDTürkiye ilişkilerinde tutuklu pastör Brunson ve Erdoğan’ın korumalarının Washington’da göstericilere saldırması, iki kırılma noktası. Türkiye’de yarattığı infial ve ‘yeni Midnight Express’ gibi benzetmeler yapılıyor. Pastörün, dindar kişiliği ile tanınan Başkan Yardımcısı Pence’in bağlı olduğu ve Trump’ın seçmen kitlesi üzerinde oldukça etkili Evanjelist kiliseye mensup olduğu da unutulmamalı. Twitter hesabından, Brunson’a yapılan casusluk suçlamalarına atfen, “Ben ondan daha çok casus olabilirim” diyen Trump, meseleyi bizzat sahiplendiğini göstermiş oldu. Brunson’un tutukluğunun devamına hükmedildiği 7 Mayıs’daki duruşma sonrası Cumhuriyetçi James Lankford’un senatoda yaptığı konuşmaya da bakmak gerek. Lankford, “NATO müttefiki artık tanınmaz hale geldi” diyerek sonuç vermeyen diplomasi yerine yaptırımların devreye girmesi için sert bir çağrıda bulundu. “Hıristiyan bir din adamının, bir şekilde, bir Müslümanla, Türkiye’de, askeri bir müdahalede işbirliği yapıyor olması başlı başına absürd” diyen senatör, bir de Kuzey Kore göndermesi yaptı: “Türkiye’nin Kuzey Kore’yi örnek almasını ve Amerikalı rehineleri serbest bıraktığını görmek istiyorum.” ‘Yaptırım siyaseti’ mi? Diplomatik yollarla sorunların çözümünde ısrar eden çevrelere göre, tutuklulukların devamı, yaptırım taraftarlarının elini güçlendiriyor. Cumhuriyetçi senatör Thom Tillis ve Demokrat Jeanne Shaheen’in hazırladığı ve Türkiye’ye F35 savaş uçaklarının satışının durdurulmasını öngören yasa tasarısı Perşembe günü senatonun alt komitesinden geçti. Gerekçelerden biri Ankara’nın Rusya’dan satın alacağı S400 füze savunma sisteminin NATO ve müttefikler için bir güvenlik zaafı oluşturması. İtici güç ise pastör Brunson’un, isimsiz tanık anlatımlarına dayanarak, somut delil olmaksızın devam ettiği iddia edilen tutukluluk hali. Yasalaşması uzun bir onay süreci ne bağlı olan taslağa ek olarak, temsilcilerin üzerinde çalıştığı bir diğer yaptırım planı bizzat yargı, polis ve hükümet mensuplarını kapsıyor. 2019 yılı ‘Devlet, Dış Operasyonlar ve İlgili Programlar Bütçe Tasarısı’ onaylanırsa, eklenen bir ifade ile, tutuklamalarda rol alan bazı isimlere vize sınırlamaları getirilecek. “Dışişleri ve Bruson’ın ailesinden gelen istek üzerine ikinci duruşma öncesi taslaktan çıkarılan bu yaptırım ifadesi, tutukluluk devam ettiği için daha sert bir şekilde geri getirilecek” diyen bir senato yetkilisi, şunu da ekliyor: “İlk versiyonda, Başkan herhangi bir isimlendirme yapmama özgürlüğüne sahipken, şimdi verilen isimler arasından seçim yapmak zorunda kalacak.” Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’nin de konu hakkında bilgilendirildiğini belirten yetkiliye göre, tasarının geri çekilmesinin tek şartı tutuklulukların acilen sona erdirilmesi. Konuşulan bir diğer alternatif ise Global Magnitsky Yasası diye bilinen ve ABD Hazine Bakanlığı tarafından uygulanan şahıs bazında vize yaptırımları. Taslak için büyük ölçekte insan hakları ihlalleri ve yolsuzluğa karıştığı şüphe götürmeyecek delillerle tespit edilen yetkililerin isimleri gerekiyor. Türk yetkililer için uygulanma ihtimali şimdilik olası görülmese de bir araç olarak telaffuz ediliyor. Senato yetkilisine göre, değerlendirilen isimler arasında siyaset, yargı ve emniyet mensupları var. Rusya ile savunma konusunda işbirliği yapılması ise başlı başına CAATSA diye anılan bir yasanın yaptırımı kapsamında. Türkiye’nin adı S400’lerin teslimatı gerçekleştiği anda tasarıya eklenecek. Çağaptay’a göre Rusya, Türkiye’nin yaptırım listesine alınması ve ABD ile bağlarının zayıflaması için bu tarihi olabildiğince öne çekmeye çalışıyor. Bütün bu gelişmelerin ışığında, “Sabırlar taşmakta” diyor ABD’li bir diplomat ve ekliyor: “Türkiye ve ABD arasında daha güçlü ilişkilerin olmasını savunanlar kendi argümanlarını destekleyemez hale geldi.” Seçimin ‘adil’ olması önemli Haziran seçimleri çoklu denklemde alınacak so tergesi olacak.” Türkiye’nin demokrasiden nuçtan bağımsız değerlendirili uzaklaşmasının bir bedeli olaca yor. “Seçimlerde, sandık değil ğını söyleyen Kirişci’ye göre je kampanya sürecinin adil olup ol opolitik önemi dikkate alındığın madığı ilgi çekiyor” diyen PO da yine de ABD nezdinde Türki MED adlı düşünce kuruluşundan Howard Eisenstatt’a göre, 24 Haziran geleceği belirleyecek: Howard Eisenstatt ye ile ilişkiler devam etmek zorunda. “Etrafta Rusya, Çin, İran olduğu ve Türkiye halen Avrupa “Daha geniş bir çerçeveden bakıldı Birliği, Avrupa İnsan Hakları Mahkeme ğında ise bu seçimler Washington için si, IMF gibi uluslararası örgütlerle işbir Türkiye’nin Batı’dan ne kadar uzaklaş liği yaptığı sürece, ilişkiler sıfır noktası tığı ve ne kadar otoriterleştiğinin gös na inmeyecektir.” DİPLOMATİK ÜSLUP ARAYIŞI Yaptırım sarmalına giren ABD’nin Türkiye eleştirilerinin temelinde 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası ülkede devam etmekte olan yargı süreçleri ve toplu işten çıkarmalar var. Amerikan İlerleme Merkezi’nden Alan Makovsky’e göre, ABD başkentinde, darbe teşebbüsünün, “Önemli ölçüde Gülencilerin planı olduğu ve gizli bir kadro tarafından organize edildiği inancı hâkim.” “Ancak,” diyor uzman, “150 binden fazla insanı, Gülen’le alakası olsun olmasın, toplu olarak cezalandırmakla, hükümet inandırıcılığını yitiriyor; üstelik bizzat destek sağlayan siyasetçiler hiç bedel ödememişken.” Türkiye’nin terör örgütü lideri olarak nitelediği Fethullah Gülen’in iade talebi sürecinin hangi aşamada olduğu ise netleşmiş değil. ABD makamlarına, örgüt liderliği ile suçlanan Gülen’in terör faaliyetine karıştığına dair binlerce sayfa belge gönderilmiş olsa da resmi iade talebinin tüm aşamaları ile henüz tamamlanmadığı konuşuluyor. “Bir iade süreci vardır ve bu, diplomatik bir üslup çerçevesinde yönetilmelidir” diyen Brookings Enstitüsü siyaset uzmanlarından Prof. Kemal Kirişci’ye göre, “Tehdit ederek sonuç elde etmeyi beklemek gerçekçi olmaz.” ‘Gülencilerin’ neyi temsil ettiğine dair ise siyasi çevrelerde net bir görüşün olmadığı söyleniyor. “Türk hükümet yetkilileri, Dışişlerini devreden çıkararak Gülencileri uzun yıllar Washington’da gayri resmi temsilcilik olarak kullandı” şeklinde konuşan bir siyaset uzmanına göre, “Kendi elleriyle diplomat diye tanıştırdıkları insanlara şimdi terörist diyorlar; inandırıcı değil.” Türkiye hakkında derin bilgisi olmayan ancak isim yapmış ABD’li halkla ilişkiler şirketlerine Gülen’in anlatılması için devlet bütçesinden ödenen yüklü miktarların ise heba olduğu konuşuluyor. “Gülen konusunda iyi bir diplomasi yürütemedi hükümet” eleştirisinde bulunan Soner Çağaptay’a göre, “Darbeden sonra Türkiye lehine olan hava kısa zamanda tersine dönerken, Ankara haklı olduğu yerde haksız duruma düştü.” Kirişci’nin “120 yıldır dantel gibi işlenmiş,” dediği Türk diplomasisi için ABD ile ilişkilerin seyri zorlu bir sınav niteliğinde. Masada, Suriye gibi askeri ve jeopolitik meselelerin yanı sıra Gülen’in iadesi ve Halk Bankası’na İran’a yaptırımları ihlalden kesilmesi beklenen cezaya verilecek tepki var. ABD’de Türkiye’yi konuşan çevrelerin beklentisi, Gülen’in takas yoluyla iadesinin mümkün olmadığının netleşmesinin ardından Brunson’ın tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması. 24 HAZİRAN SEÇİMLERİ ‘Parklar bizimdir’ Birleşik Haziran Hareketi’nin “Kapat Gitsin” etkinlikleri çerçevesinde dün Beşiktaş Abbasağa Parkı’nda düzenleyeceği şenliğin Beşiktaş Kaymakamlığı tarafından yasaklanması protesto edildi. Beşiktaş’ta bulunan Kartal Heykeli önünde bir araya gelen yurttaşlar, medyanın teksesliliğine, halkın haber alma hakkının gasp edilmesine karşı bağımsız medyanın buluşacağı, halk kürsüsünün kurulacağı etkinliğe getirilen yasağın keyfi ola rak iptal edildiğini belirttiler. “Yasaklar sizin parklar bizimdir” pankartının açıldığı eyleme CHP’li Barış Yarkadaş da katıldı. Yarkadaş, “Gazeteler, kanallar, tüm radyolar tek sesle yayın yapmasına rağmen medyanın yüzde 10’una hüküm edemeyen AKP iktidarı medyanın tamamını yalan borazanı haline çevirmeye çalışıyor. Medyanın yüzde 90’ını kontrol eden iktidar, bu televizyonları seyretmek istemiyorum diyenlere bu hakkı tanımıyor” dedi. dizi 11 Burası Rusya değil kardeşim Son birkaç ay içinde farklı sebeplerle dünyanın önemli başkentlerinde bulundum. Gidiş nedenim, davet edildiğim dış politika konulu konferanslarda konuşmacı olmaktı. Aslında bu konferansların en güzel yanı, resmi program değil, kahve molası ve akşam yemeği sırasında diğer katılımcılarla yapılan sohbetlerdir. Derin konular o zaman gündeme gelir. Siyaset ve gerçek sıkıntılar konuşulur. Eğer katılımcılar arasında büyükelçi ya da diplomatlar varsa, kravatlarını biraz gevşetip daha rahat konuşmaya başlarlar. Size bütün bu gezilerden çıkardığım sonucu aktarayım: Batı, Türkiye’yi anlamıyor. Ön kabul olarak Tayyip Erdoğan’ın ‘şu ya da bu şekilde’ girdiği her seçimi kazanacağı düşüncesi var. Seçim açıklandığı andan itibaren Batı başkentlerinde AKP’nin kazanacağı üzerine hesaplar yapılıyor. Oysa Türkiye’de seçim sonuçları iktidar açısından çantada keklik değil. Zamanın ruhu Haziran 2015’e benziyor. Batı’daki yanlış analizin nedeni, Türkiye’yi artık demokratik ya da yarıdemokratik bir ülke olarak değil, Rusya ya da Çin gibi otoriter bir rejim olarak görme eğilimi. Tabii ki Batı’da Erdoğan’ın toplumun tümünde teveccüh görmediğini, hatta toplumun yarısının Cumhurbaşkanı’na karşı pozisyon aldığını biliyorlar. Ancak Türkiye’yi Rusya, Erdoğan’ı Putin gibi düşünüyorlar. Referandumda yapılan çeşitli tartışmalı uygulamalara bakıp, ‘Nasıl olsa kazanır’ diyorlar. Oysa Türkiye, Rusya değil ve zamanın ruhu AKP+MHP ittifakının lehine değil. Hiç değil. Siz bakmayın üçbeş yandaş yazara. Gerçekte MHP’yle ittifak, AKP’ye can simidi değil, ideolojik ve kadrolar anlamında bir felaket getirdi. Ayrıca bir de bu toprakların kendi tarihi var. Biz demokrasiye daha dün geçmedik. 1946’dan beri çok partili sistemle yönetiliyoruz. Bakın 1908 yılında toplumun farklı kesimlerinden gelen talepler karşısında dayanamayan sistem, baskıcı Abdülhamit rejimine karşı Meclis’i kabullenmek zorunda kaldı. Meşrutiyet rejimine geçildi. Çok partili sisteme 1946’da geçildi. 1950’de seçmen, cumhuriyetin kurucu partisi CHP’ye sert bir mesaj vererek Demokrat Parti’yi başa getirdi. 1983’te, darbe sonrası OHAL ortamında, askerlerin işaret ettiği partiyi es geçerek Turgut Özal’ı iktidara getirdi. Haziran 2015’te, otoriter sistem inşasına yönelen AKP’ye ‘Dur’ dedi. Bu seçmen, gerektiğinde kime ne mesaj vermesi gerektiğini biliyor. O yüzden bana seçimi soran yabancı gazeteci ve akademisyenlere şöyle diyorum: “Erdoğan’ın seçim zaferi çantada keklik değil. Çünkü Türkiye, Rusya değil. Putin, bütün seçim boyunca sadece bir yerde konuşma yaptı, lop diye yüzde 66 oy geldi. Ciddi rakibi yoktu. Türkiye böyle bir yer değil. Mükemmel bir demokrasi olmasak da rekabetçi bir seçim sistemimiz var. AKP her seçimde halkı ikna etmek zorunda. Bu yüzden Erdoğan koştura koştura günde 3 yerde konuşma yapıp bütün kanalları kullanarak toplumu ikna etmeye çalışıyor. Buna karşın ağır bir ekonomik kriz ve 16 yıldır iktidarda olmanın seçmen üzerinde getirdiği bıkkınlık var. Kimse seçim sonucunu şimdiden tahmin edemez.” Şimdi dönüp aynı şeyi bizdeki “Nasıl olsa kazanır” diyen karamsar muhaliflere söyleyeyim. Tarihimiz böyle demiyor. Evet baskı var, adaletsiz bir yarış var, komik bir medya düzeni ve kuşkusuz OHAL koşullarında devlet eliyle kampanya götürmeye çalışan bir AKP+MHP koalisyonu var. Ancak bunun karşısında bir de seçmenin bıkkınlığı, doların tırmanışı, tek adam rejimine yönelik artan tepkiler var. Halk değişim, huzur ve refah istiyor. AKP bu seçimi korkuyla, baskıyla kazanamaz. Türkiye’yi değişim, huzur ve özgürlükler konusunda ikna edebilirse kazanır. Edemezse de kazanamaz. Mesele bu kadar basit. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle