23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 21 Mayıs 2018 4 TASARIM: İLKNUR FİLİZ ‘Ne olacak buERZURUM LOKANTACI RUŞEN memleketin hali?’ KURTULUŞ ARI Palandöken Dağları’nın zirvelerinde hâlâ kar var. Hava sıcak ama arada şiddetli dolu yağıyor. Sonra güneş açıyor. Sanki, dağların eteklerinde hayvan otlatan çobanın kavalından çıkan ses kilometrelerce öteden tüm şehre yayılıyor. Rüzgâra karışmış ufak bir uğultu gerçekten bir kavaldan mı çıkıyor yoksa uzaklarda biri bir ağıt mı yakıyor, anlaşılmıyor. Şehir... Erzurum. Doğu Anadolu’nun en sert iklimi ve belki de en sert hayatlarının yaşandığı bir coğrafya. Fotoğrafçı arkadaşım Kurtuluş’la Palandöken’deki otelden çıkmışız yaklaşık 6 kilometre uzaklıktaki şehre doğru yürüyoruz. Resepsiyondaki arkadaşlar “Bizce yürümeyin. Mahallelerin arasından geçmek iyi bir fikir olmayabilir” demişler az önce. “Neden?” “Yanlış anlamayın ama buranın halkı yadırgar sizi”. Tabii ki onların uyarılarını dikkate almamışız. Yürüyoruz. Önce otoyol, kıyısından, sonra toprak araziden, sonra da mahalle aralarından. Kendisini tanımayan daha da kötüsü kendi kendisinden korkan bir ülkeyiz biz. Bunu düşünüyorum yol sormak için girdiğimiz bakkalda. Bakkal, evet biraz şaşkın, buralarda yabancı görmeye, hele benim gibi saçı, kıyafeti farklı insan görmeye belli ki alışık değil. Ama en güler yüzüyle tarif ediyor yolu, en kibar haliyle veriyor suyu. Yürüyoruz. Yeni yapılmış villaların arasından. Issız mahallelerden. Çarşaflı kadınlarla merhabalaşarak, sokakta oynayan çocuklara göz kırparak bayır aşağı iniyoruz. Cumhuriyet Caddesi’ne, şehrin en eski içkili lokantalarından birinin sahibiyle, Ruşen Yıldırım’la buluşmaya gidiyoruz. Köylünün yoksulluğu Ruşen Yıldırım 51 yaşında. Aslen Karadenizli, Çamlıhemşin’de doğmuş. Ama Erzurum’da büyümüş. Lokantacılık dede mesleği. Atalarından miras aldığı geleneği sürdürüyor, kardeşiyle birlikte 35 yıldır Erzurum’daki Yeşilyurt Lokantası’nı çalıştırıyor. Şehrin en işlek caddesinde eski zamanlardan kalan tek taş bina burası. Karşısında Yakutiye Medresesi’nin görkemli binası. Önümüzde vişne şurupları. Geçen yıl yöredeki bahçelerden toplanan vişnelerden özel olarak yapılmış. Biz şurubu içip arada dükkânın önünden akıp giden hareketli şehir hayatına göz atarken Ruşen Yıldırım bize artık bölgedeki tarımın ve hayvancılığın nasıl gerilediğini anlatıyor. 70’li, 80’li yıllarda tarıma verilen teşvikin özellikle son 20 yılda hızla azalması... Üreticinin işsiz kalıp köylerden kentlere göç etmesi... Küçük üreticilerin teker teker batması. Devlete et satamayan, tarlasında ürettiği yerli ürünü verecek pazar bulamayan köylünün fakirleşmesi... Köyünü terk edip büyük şehirlere göç etmesi... Orada daha da yoksul ve zorlu bir hayat sürmesi... Tüm bunların son yıllarda uygulanan yanlış tarım politikalarından kaynaklandığını söylüyor. Bir de insanların siyasetle gereğinden fazla, artık dedikodu ölçüsünde ilgilenmesinden yakınıyor. “Bir gün Demirel bir kahveye gelmiş. Yine koalisyon yapılamayan, hükümet kurulamayan zamanlar. Kahvedekiler hemen etrafını sarmışlar ve sorular sormaya başlamışlar. Ne olacak, hükümet kurulacak mı, partiler anlaşacak mı?.. Demirel onları susturmuş. ‘Sizin hayvanınız var mı’ demiş, ‘Var’ demişler; ‘Tarlanızda ürün var mı’, ‘O da var’. O zaman gidin hayvanınızı otlatın, tarlanızı sürün, bu işlere bu kadar kafa yormayın. Biz hallederiz. Herkes kendi işini yapsın.” Gerçi o dönem iyi bir siyaset yapılamadığı için bugünlere gelmedik mi? “Geldik ama umutsuz olmamak lazım. Her şey düzelir” diyor Ruşen Yıldırım. Ve anlatmaya devam ediyor. Eskiden devlete ait et kombinelerinin nasıl erzurum’un tercihleri “Buranın insanının huylarını hava şartları belirler. Bu şehirde insanlar mesela hiç kaldırımlardan yürümezler. Çünkü kışın saçaklarda çok buz olur. Tepelerine düşer korkusuyla caddenin ortasından giderler. Bu alışkanlık yazın da değişmez. Bir de karda kaymamak için küçük adımlar atarlar. O da alışkanlık. Yaz kış hafif paytak paytak yürürler. Sonra arabalarını illa gittikleri yerin kapısının önüne bırakacaklar. Dışarısı çok soğuk ya kışın, bir adım bile yürümek istemezler. Bir de güçlü olandan yanadır buranın halkı. Bakın şimdi seçimlerde Erzurum’da yüzde 60’ın üzerinde AKP çıkarsa tüm ülkede de AKP en yüksek oyu alacak demektir. Eğer burası yüzde 50’nin altına düşerse iktidar da ülke genelinde düşecek demektir.” köylüden mal aldığını anlatıyor. Oraya mal veren köylünün doğrudan sosyal güvence sahibi olmaya hak kazandığını anımsıyor. Kendi haberi bile olmadan bir gün emekli olan köylülerin huzurundan bahsediyor. Dünyanın en güzel mercimeğinin zamanında bu topraklarda yetiştirildiğini söylüyor. Ama artık o mercimeğin de hiç bir yerde bulunmadığından, dükkanına ithal mercimek almak zorunda kaldığından yakınıyor. İdealindeki “İyi” devleti tarif ediyor Ruşen Yıldırım. Köylüye destek olan. Tarımı, üretimi teşvik eden. Halkına güven veren bir devleti özlüyor. Ülke cumhuriyetin ilk yıllarındaki atılımların değerini bilemediği için huzursuz. “Peki, Erzurum nasıl bir şehir; biraz asık suratlı mı?” “Asla” diyor “Halkı biraz sert mizaçlıdır ama şakacıdır da. Sadece tarihte çok zor zamanlar yaşamış bir şehirdir. O yüzden biraz içine kapanıktır. Yoksa tüm Anadolu gibi halkı misafirperverdir, güler yüzlüdür, paylaşımcıdır. Herkes birbirine yardım eder.” Erzurum’da kadın olmak “Burası biraz erkek bir şehir mi acaba? Kadınlar nasıl yaşar buralarda?” “Erzurum tutucu bir yerdir ama kadınlara baskı yapmaz. Rahatça gelip iki kadın bizim lokantamızda yemek yiyip içki içebilirler. Ya da diledikleri kıyafetle sokaklarda dolaşırlar. Ne de olsa bir öğrenci şehri burası”. Gerçekten de lokantanın önündeki hareketli caddeye bakar bakmaz bu çeşitliliği görmek mümkün. Çarşaflı kadınlar da var pantolonlu kadınlar da. Gülüşerek dolaşanlar da var, başını yerden kaldırmadan yürüyenler de. “Ama yine de kızımın bir gün benden sonra burada bu lokantayı işletemeyeceğini bilirim” diyor Ruşen Yıldırım. “Çünkü burada bir kadın erkeklere laf geçiremeyebilir. Hem mutfakta hem de müşterilerle ilişkide zorlanır”. Eskiden buraya halkın kalburüstü kesiminden herkes gelirmiş. Yargıçlar, savcılar, yüksek devlet memurla rı, üniversite hocaları. Ama çoğu son yıllarda artık gelmez olmuşlar. Bunun nedeninin siyasi kaygılar olduğunu düşünüyor Ruşen Yıldırım. “İnsanlar artık içkili bir mekânda görünmeye korkar oldular. Çoğu ayağını kesti bizden” diyor. Rakı sofraları Artık eskisi gibi renkli, heyecanlı siyasi tartışmalar da olmuyormuş mekânda. “Bilirsiniz iki tek atıldı mı rakı sofralarında ‘Ne olacak bu memleketin hali’ muhabbeti hemen başlar. Artık o muhabbetler de hararetli geçmiyor. Muhalifler konuşmaya ürküyorlar sanki. Muhalif olmayanlar da çok yüksek perdeden konuşuyorlar. O yüzden o tartışmaların da tadı kalmadı.” Ama asıl sorun bu değil Ruşen Yıldırım için. Asıl sorun halkın gittikçe birbirinden kopması. Farklı sınıflar arasındaki iletişimin neredeyse hiç kalmamış olması. “Zenginler yeni yapılan mahallerde güvenlikli evlere taşınıyorlar. Ordu mensupları kendi lojmanlarında. Üniversite kampüsleri şehir dışında. Devlet memurları halktan kopuk. Biz birbirimizden bu kadar uzaklaşırsak nasıl birlik olacağız” diyor ve ekliyor: “Camilere zengin, fakir demeden herkes gider. Orada kimin neye ihtiyacı var gözlerinle görürsün. Yardım edersin. O yüzden cemaat olmak önemlidir. Biz zengin ve fakir çocuklarımızı ayrı okullara gönderirsek, insanlar lojmanlarda halktan uzak yaşarlarsa, üniversiteler sokaktan kopuk olursa nasıl birlik olacağız?” Bu soruların cevapları sosyal bir devleti, sosyal demokrat bir düzeni, fırsat eşitliğini işaret ediyor. Ama ülke artık bu değerlerin peşine düşemeyecek kadar yolunu şaşırmış durumda. Bu şaşkınlık endişelendirmiyor mu onu? “Temel sağlam” diyor: “Bu ülkeye kolay kolay bir şey olmaz. Bu ülkeyi çok zeki insanlar kurdu, öyle herkes bu düzeni yıkamaz. Biraz yalpalayabi liriz ama sonunda düze çıkarız.” Erzurum aslen AKP’nin kalesi. MHP’nin de hatırı sayılır bir ağırlığı var bölgede. Ruşen Yıldırım burada halkının her zaman devletinin yanında olduğunu anlatıyor. Toprağı sevdiklerini, bayrağı sevdiklerini söylüyor. Peki ya Kürtlere nasıl bakıyorlar? “Kürtlerle mesafesi var mıdır? Vardır. Ama içeriyi dışarıdan gelenlerin karıştırdığını bilir. İnsanların arasına kimlerin nifak tohumu soktuğunun farkındadır. Yoksa o da bilir Kürt halkının toprağı, bayrağı, bu vatanı sevdiğini.” Bu seçimlerden beklentisi ne; bir değişim bekliyor mu? “Bir değişim mutlaka olacak ama şimdi mi sonra mı, aniden mi, yavaş yavaş mı bilemem” diyor ve son zamanlarda okuduğu bir anekdotu anlatıyor. “Atatürk, Milli Eğitim Şurası’nı toplamış ve harf devrimi için çalışmaları başlatmış. Yanındakiler demişler ki biz beş yıl içinde bu işi oturturuz. ‘Olmaz’ demiş ‘Üç ay!’. Bakın beş yıl 60 ay demek. 60 ay nerede üç ay nerede? Ben de oradan edindiğim düşünceyle değişimlerin ani ve hızlı olması gerektiğini düşünüyorum. Kısa süreli ve sert dönüşümlere ihtiyacımız var gibi. Ama şu anki eğitim seviyemiz ve sınır komşularımızdaki savaşlar durumu etkiliyor. Belki de ani bir değişim için daha zaman uygun değil.” Zamanını kestiremiyor ama Ruşen Yıldırım bu değişimin kaçınılmaz olduğundan emin. “Ülke en fazla alacakaranlığa gidebilir. Ama korkmayın asla kapkaranlık olmaz” derken gözleri ışıldıyor. “Dönüşüm insanların aklına girdi bir kere. Kolay kolay geri çıkmaz” diyor: “Hem Atatürk ne demiş, bağımsızlık benim kaderimdir.” Sohbetimiz bitince, lokantadan çıkıyoruz. Caddenin kalabalığına karışıp yürümeye başlıyoruz. Akşam saatleri. Yağmur hızlanıyor. Trafik gürültüsü insan uğultusuna karışıyor. Ama biz sanki hâlâ dağlardan gelen bir ses duyuyoruz. Bir kaval sesi ya da uzaklarda biri ağıt yakıyor. Tüm eski şehirlerde olduğu gibi bu topraklarda da daha önce yaşananlar şu anda yaşanmakta olanlara karışıyor. YOLCULUĞUN SONU Bu yolculuğa, “Hayata bakışımız, yaşam tarzlarımız, eğitim düzeyimiz, umutlarımız ve endişelerimiz birbirinden farklı da olsa bir bütünün parçasıyız. Ve o bütünün geleceğinden sorumluyuz. Peki biz kimiz” diyerek çıkmıştık. Yedi farklı coğrafyadan yedi farklı insanın hayatına girip çıktık. Hadi onların anlattıklarını düşünüp, aynı soruyu kendimize bir kere daha soralım. Ama biraz değiştirerek. Biz kim değiliz? Belki de gelecekteki daha güzel günlerin anahtarı buna vereceğimiz ortak cevaptadır. BİTTİ Elbette kazanacağız... Elbette biz kazanacağız. Çünkü biz ‘doğruları’ rehberimiz yaptık. Neden mi? Gördük ki, insanlık tarihi ‘doğrular’ ile ‘yanlışların’ savaşının tarihidir. Doğrular; insandan yanadır, haktan yanadır, emekten yanadır, eşitlikten yanadır, barıştan yanadır. Yanlışlar; paradan yanadır, haksızlıktan yanadır, maldan mülkten yanadır, eşitsizlikten yanadır, savaştan yanadır. Biz ‘doğrular’dan yana olduk. Çok açık, çok sade bir anlatım. İnsanlık tarihi hep bu ‘doğrular’la bu ‘yanlışlar’ın savaşını yaşadı. Kimi zamanlar ‘yanlışlar’ da kazandı. Ama sonunda hep ‘doğrular’ ayakta kalmıştır. ‘Doğrular’ tertemiz ayakta kalmıştır. Ve kazanmıştır. Şimdi de biz kazanacağız. Doğruların zamanı gecikerek de olsa geldi. HHH Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun mektubunu aldım. Bir ‘doğru bilim insanı’nın yazısını okudum. Hapiste. Doğruları söylediği için hapiste. Dilovası’nda artan kanserleri bulup anlattığı için hapiste. Bir halk sağlığı uzmanı. Barış istediği için hapiste. Bir tıp doktoru. Bir üniversite öğretmeni. Muharrem İnce cumhurbaşkanı olunca ve bilin ki olacak Onur Hamzaoğlu’nu TÜBİTAK Başkanlığı’na önereceğim. Onun yeri orasıdır. O zaman TÜBİTAK bir bilim yuvası olacak. Doğru bilim insanı. Yanlış iktidarın yanlış hukuku ile yanlış yerde yatıyor. Ama her zaman ‘doğru’, ‘yanlış’ı yendi. Gene yenecek. Onur Hamzaoğlu’nu sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. HHH Güray Öz kardeşim kitabını göndermiş. ‘Gene şafakta geliyorlar Angela’ Angela Davis’in öyküsüyle başlıyor kitap. Bir kültür tarihi kitabı mı desem? Edebiyat antolojisi mi desem? Yazarların, şairlerin anlatıldığı denemeler mi desem? Bunların hepsi mi desem? Bilemedim. Ama Güray Öz’ün bir yazar, bir şair, bir denemeci olduğunu bildim. Doyumsuz bir tadı var Güray’ın yorumlarının. Sade, içten, ince bir derinlik. Saran, sarsan, sizi alıp götüren. Her zaman birkaç kitabı birlikte okurum. Güray’ın kitabı ötekileri bıraktırdı. Kutlarım. Kucaklarım. Devamını beklerim. Duydun mu Güray? HHH Muharrem İnce rüzgârı güçlü esiyor. ‘Öfkenin rüzgârı’ diyorum ona. Milletin içindeki öfkeyi estiriyor. Erdoğan iktidarı öyle bir öfke yarattı ki. Haksızlıkların biriken öfkesi bu. Çiğnenen insan haklarının öfkesi. Yalanların öfkesi bu. Göz göre göre söylenen yalanların öfkesi. Hırsızlıkların öfkesi bu. Hâlâ savunulan hırsızlıkların öfkesi. ‘Öfkenin rüzgârı’ daha daha fırtınaya dönecek. Meral Akşener de ‘cesur Amazon’ gibi meydanlarda. O da kendi üslubunda meydan okuyor. Geçmişini geleceğine engel yapmadan mücadele ediyor. HHH Bu yazıyı 19 Mayıs gününde yazıyorum. Gazetemin birinci sayfasında Atatürk. Atatürk, ‘tarihin doğrusu’. Bir Osmanlı subayı, göre göre, düşüne düşüne, okuya okuya, tarihin büyük devlet kurucusunu yarattı. Örnektir. Elbette biz kazanacağız. Hep beraber... VP’nin seçim bildirgesi Vatan Partisi Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Doğu Perinçek, partisinin seçim bildirgesini açıkladı. Parlamenter sisteme dönüş hedefinin yer aldığı bildirgede, NATO’dan çıkılacağı, Kandil’e ‘beyaz bayrak çektirileceği’ vaatleri yer aldı. CHP’nin “Tüm adaylara imza verin, imza barajı antidemokratik bir engeldir, kimse altında kalmamalıdır” çağrısına ve birçok CHP’linin imza desteği vermesine rağmen Perinçek, ikinci tura kendisi kalmazsa hiçbir adaya destek vermeyeceğini açıklamıştı. l ANKARA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle