24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 17 Nisan 2018 6 Deizm korkusunun miladı ortaya çıktı Erdoğan’ın “olmaz böyle şey” diye kızdığı, Diyanet Başkanı’nın ‘sapıklık’ diye tarif ettiği deizme ilişkin ilahiyatçılar bir yıl önce kitap yazmış: Din, mantıkdışı kalacak Gazetemizin Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve gerici derneklerle yaptığı bir çalıştayda imam hatiplerde deizmin yaygılaştığı tespitlerinin yapıldığına dair haberiyle başlayan deizm tartışmasının öncesinin de olduğu ortaya çıktı. Haberin ardından Cum ‘Ümmetin gururu’ korkunun kalesi Cumhurbaşkanı, “milletin umudu, ümmetin gururu” dediği ve talep olmamasına rağmen durmadan bir yenisi açılan imam hatiplerde deizmin yaygınlaştığına dair haberimiz üzerine geçen haftaki parti grup toplantısında Milli Eğitim Bakanı’nı “Olmaz böyle şey” diyerek fırçalamıştı. Bakan Yılmaz, bu görüşme hakkında daha sonra soru soran gazetecilere, “Özel. Özele girmeyin. Genelde kalın” cevabı vermişti. hurbaşkanı Erdoğan’ın ‘deizm fırçası’ attığı Mil li Eğitim Bakanı Yılmaz, OZAN ÇEPNİ söz konusu çalıştay için “bilimsel değil” diyerek tansiyonu düşürmeye ça lışmış, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ise “Deizm sapıklıktır” demiş ve ken dince insanların deizme meyletmesinin önüne geçmişti. Oysa imam hatiplerde ki deizm tartışması yeni değil, devletin gündemine 1 yıl önce girdi. İHL’lerde ‘inanç sorunu’ Bu kapsamda konuyu görüşmek üzere 2016’da karar alan ilahiyat fakültelerinin, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin ev sahipliğinde 1214 Mayıs 2017’de İlahiyat Fakülteleri 22. Kelam Anabilim Dalı Koordinasyon Toplantısı’nda “Din Karşıtı Çağdaş Akımlar ve Deizm” başlığı altında uluslararası bir sempozyum düzenlendiği ortaya çıktı. İmam hatiplilerin “inanç sorunu” bağlamında ele alınan deizm konusunda MEB, Diyanet, İl Müftüsü, vali ve onlarca üniversiteden ilahiyat fakültesi öğretim üyelerinin katıldığı sempozyuma sunulan akademik bildiriler, ‘deizm’ konusundan ne kadar çekinildiğini de gözler önüne serildi. ‘Deizme meylediyorlar’ İşte o sempozyumdan bazı tespitler: l Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. İbrahim Coşkun: “Son dönemlerde araştırma şirketlerinin yaptıkları çalışmalarda ‘Allah’ın varlığına ve birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz’ şeklinde sorulan sorulara yaklaşık yüzde 4 oranında ‘hayır’ cevabının verildiği, bu soruya ‘evet Allah’ın bizi yarattığına inanıyorum ama her şeye karıştığını düşünmüyorum’ diyen deist düşünceye sahip olanların oranının ise yüzde 6 civarında olduğu görülüyor. Bu durum özellikle gençler arasında din karşıtı akımların dikkate değer bir artış kaydettiğini gösteriyor. Genç kuşakların İslamiahlaki değerler sistemine karşı ilgisiz bir görüşe meylettikleri gerçeğiyle karşılaşıyoruz.” ‘Particemaatgrup psikolojisinin etkisi’ 10 YILLIK ARAŞTIRMA: Sorgulama var Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Fatma Günaydın’da “İmam hatip liselerinde inanç soru(n)ları” başlığı altında yaptığı gözlem ve mülakat verilerini paylaştı.10 yıldır görev yaptığı imam hatip lisesindeki çalışmalarını aktaran Günaydın, “Kelam derslerindeki gözlemlerim ve zaman zaman uyguladığım anketlere göre imam hatip liselerinde eğitim gören öğrencilerin de inanca dair ciddi soru ve sorgulamalarının olduğunu müşahede ettim. ‘Dindar nesil’ olarak yetiştirmeye çalıştığımız bu gençlerimiz için akaid kelam dersi özelinde daha itinalı çalışmaların yapılması gerekliliğini ifade etmek isterim” dedi. Sempozyum konuşmacılarından Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Doç. Dr. Namık Kemal Okumuş’un deizmin yükselmesi ve toplumdaki din algısında yaşanan değişime dair şu tespitleri dikkat çekti: “İlahiyatların derdinin din eğitimini vahiy merkezli olması lazımken, bahsedilen bu ortamlarda ise aklını kapı dışarıda bırakmış öğrenciler el üstünde tutulmaktadır. Okudukları eserleri kutsal metin, uydukları şeyhleri kutsal kişi, yaşadıkları yerleri kutsal mekân olarak gören bir zihniyetin din adına söyleyeceği sözünün olmaması gerekir. Eğer ki bu din, cemaatlerin adam kazanma modelini uygulasaydı, korkarım ki yeryüzünde akıl sahibi insan bırakmazdı. Oysaki grup, parti, cemaat ve tarikat yapılanmasının çekirdeğini oluşturan ‘adanmışlık psikolojisi’, beraberinde akıl etmeden itaat eden güçlü bir kitleyi barındırıyor.” ‘Akıl eden bir dindarlık’ Deizmin yayılma nedenlerine ilişkin Okumuş, “Gerek teşkilatlanmış dinsel örgütlerin eğitim kurumlarında ve gerekse de diğer eğitim kurumlarında yetiştirilmesi arzulanan dindar tipinin; ‘her şeye burnunu sokmayan ve her şeyi araştırmayan’ hatta ‘tahkiki değil taklidi iman’ın ve dolayısıyla da ‘kocakarı inancı’nın kutsandığı bir kişiliğe evrilmesidir. Kanımca ‘akleden dindarlık’ sürecinin başlaması, bu tip sorumsuzluğu kutsayan insan yetiştirme metodunun panzehiri olacaktır” dedi. Sorumlu: Siyaset Deizmin okullarda yaygınlaşmasına ilişkin “propagandanın gücü”ne işaret eden Okumuş, “İletişim ve eğitim ortamlarında verilen bilgiler, takip edilen din sunumu hatta ekranın cazibesi üzerinden meydana gelen etkileşim, gerçek din olgusuna zarar veren boyutlara varmış gibidir. Siyasetçilerin oy kaygısıyla bunların önünü açmış olmaları, adeta bir virüs gibi bu tip düşüncelerin yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Bunun yanında, yasal eğitim kurumlarına alternatif olarak kurulan paralel medreselerde anlatılanlar, toplumun din algısını kökünden değiştirmektedir” ifadelerini kullandı.  ‘Müslüman mahallesinde’ l Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Doç. Dr. Namık Kemal Okumuş: “Daha ziyade kişisel ve toplumsal gözlemlerimizden ortaya çıkmış olan bu tespitler, Müslüman mahallesinde deizmin beslendiği sosyal ve kültürel ortam olarak görülmelidir. Deistlik eğiliminin kökeninde dinsel olana karşı içten içe bir tepkiselliğin olduğu genç kuşaklar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dinsel sunumun bilimin kesin tespitlerine aykırı olması; din anlatımının daha ziyade hikaye, masal, efsane, öykü, aldatma üzerinden yapılması; din dilinin arkaik değerler taşıması; iletişim araçla rını kullanan bu kişilerin değindikleri konular, verdikleri örnekler ve anlatım biçimleri, bu çağın insanına değil, yüzyıllar öncesinin itaatkâr insanına hitap eder gibidir. Bu neslin kendisini tatmin etmeyecek olan yanlış sunumlar yüzünden dine karşı kayıtsız ve ilgisiz kalması tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Son zamanlarda televizyonlarda kütüğü ağlatan söylemlerin revaç bulması, esasında din denilen şeyin akıl dışına çıkarılmasının bir adımı olarak görülmelidir. Özellikle Müslüman toplumlarda ateizm açıkça dillendirilemediğinden dolayı, adı geçen ortamlarda ateizmin farklı bir versiyonu olarak kabul edilen deizm, bugün sahada daha güç lü bir inanç haline gelmiş bulunmaktadır. Bu eğilimin bizde de ortaya çıkmış olması, özellikle bu konuda; ‘tehlikenin farkında mısınız?’ denilmesini haklı çıkarmaktadır. Dün olduğu gibi bugün de cemaat ve tarikat cenneti haline gelmiş olan ülkemizde, deizm, Tanrı’yı her işe karıştıran algıya karşı koyma tavrı olarak benimsenmiş ise, neyin insanın sorumluluk alanında, neyin de Allah’ın sorumluluk alanında olduğunu özenle karar vermemiz gerekmektedir ” ‘Henüz ağzımıza bakıyorlar’ “Bereket, hâlâ bize soru soruluyor. Halkımız, hala dindarları ciddiye alıp soru soruyor. Okullarda eğitimin üst lenmiş olduğumuz çocuklarımız, henüz ağzımıza bakıyorlar. Yarın bizleri muhatap bile almayacakları bir ortam mutlaka gelecektir. O gün, her yanımızda dinin kendisini ve din adamlarını ciddiye almayan, umursamaz bir nesil bulacağız. Mamafih din adamlarının anlatımları böyle giderse, bir süre sonra din olgusu, akıl ve mantığın dışında kendisine yer edinecektir. Zira bu denli hurafenin din diye sunulduğu her ortam, doğal olarak; ‘din, esasında akıldışı ve akıl üstüdür’ algısının güçlenmesine neden olacaktır. Bunun üzerinde çokça düşünmeliyiz. Yoksa düşünmenin fayda vermeyeceği, din ve dindarlığın para etmeyeceği bir zamanı görmek yakındır.” Köy Enstitüleri 78 yaşında “Köylere öğretmen ve köylere yararlı diğer meslek erbabını” yetiştirmek üzere açılan bir döneme eğitim sistemine damgasını vuran Köy Enstitülerinin 78. kuruluş yıldönümü kutlanıyor. Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 yılında 3083 sayılı yasayla, Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı yaptığı dönemde ve İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde kurulmuştu. Eğitimİş Sendikası’nca yapılan açıklamada, Köy Enstitülerinin kurulduğu dönemde Türkiye’nin, eğitim düzeyi düşük, sanayisi cılız, nüfusunun yüzde 80’i köyde yaşayan bir ülke olduğu hatırlatılarak. “Bu yıllarda ülkede okuryazarlık düzeyi yüzde 25 civarındaydı. Okuryazar olmayan bir toplum ile Atatürk Cumhuriyetinin hedefi olan çağdaş uygarlığa ulaşılamazdı. İşte Köy Enstitüleri ile bu eksiklik giderilmeye çalışılmıştır’’ dendi. Açıklama şöyle: ‘‘Köy Enstitüleri, savaştan çıkmış, vi raneye dönmüş, yanmış, yakılmış Anadolu ile yoksullukla, cehaletle boğuşan Anadolu insanını uyandırma, ayağa kaldırma, uygar bir Türkiye yaratma proje İsmail Hakkı Tonguç belgeliğinden. siydi. Köy Enstitülerinin kapatılması aydınlanma sürecinin durdurulması ve demokratik işleyişin sekteye uğratılması anlamına gelmiştir. Enstitülerin kapatılması Türkiye’nin aydınlanma tarihinde gericiliğin zaferi olarak yerini almıştır.’’ haber EDİTÖR: FİGEN ATALAY TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Ankara, savaşın değil barışın parçası olmalı Ortadoğu’da güç savaşları, dersek doğru mu olur, yoksa gerçeği biraz çarpıtmış mı oluruz? Şüphesiz ki Ortadoğu üzerinde nüfuz kurma mücadelesi var. Ama önce bir gerçeği vurgulayalım: Burada esas saldırgan hep ABD ve Batı oldu. Birinci Dünya Savaşı sürecinde biri Fransız (Picot) diğeri İngiliz (Sykes) iki Ortadoğu uzmanı, ülkelerinin çıkarına, bölgeyi çöller dahil düz cetvellerle çizdiler. Ülkeler tam onların çizdiklerine göre şekillenmemesine rağmen, esas haritaları değişmedi.  Bugün İngiliz May ve Fransız Macron denen yeniyetme liderin Suriye’yi bombalamada ABD’nin yanında yer almasının nedeni, 100 yıllık bu tarihi olguya dayanır. Bu kararları, Macron ve May’in kişilikleriyle ilgili değildir. Onlar geçmişlerinin ve devletlerinin emperyal geçmişlerinin esirleridir. Başka türlü davranacak, yeni ve barışçı bir dünyanın kurulmasında katkıda bulunabilecek yeni bir beyinsel faaliyet göstermekten şüphesiz ki acizdirler. Macron sözde yeni bir parti kurdu. Ama partisinin yeni hiçbir tarafı yok, kendisinin de yok. Çünkü dünya ve Fransa ile ilgili, ülkelerini ve dünyayı geleceğe taşıyacak yeni sıfır düşünceleri var.  Sen kendi ülkene bak May! May’in Londrası, dünyanın en çok cinayet işlenen, şiddet uygulanan, uyuşturucu bağımlılığının zirve yaptığı bir gelişmiş metropol. Önümdeki araştırmaya bakıyorum: Şiddetin Başkenti! Yıl başlangıcından bu yana büyük bir şiddet dalgası Londra’yı kasıp kavuruyor. 50’den fazla insan öldürüldü. Uyuşturucu ticareti, bir gelecek umudu olmayan gençlik.. Bıçak ve tabanca ile işlenen cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor.. Kadın başbakan ise Suriye’de halkı öldürme seferine katılıyor. Ortadoğu’da 100 yılı aşkın faaliyetlerinin hiçbiri yerel halkın yararına sonuçlar üretmedi, petrolü kontrol, bölgeyi kontrol, ülkeleri birbirine düşürerek kontrol, İran’a sürekli komplo, petrolünü millileştirmesine engel...  Fransız ve İngiliz, eski emperyal güçlerini yitirince, bu kez kontrolü ele alan ABD’nin kıçında tarihsel görevlerini yerine getiriyorlar. Peki, Rusya’nın rolü? Bölge üzerine yazılarda sık sık Rusya ABD çekişmesi gözlüğüyle karşılaşıyoruz. Tamam, şüphesiz ki bir büyük ülke olarak Rusya’ya bölge oyununun dışında bakamayız.  Ama bu oyunda saldırganlık ve savaş söz konusuysa, ABD ve Batı’dan bahsedebiliriz. Rusya 1972’de yaptığı asker işbirliği ve dostluk anlaşmasıyla Suriye ile yakın ilişki içinde (Türkiye’nin ABD boyunduruğundaki rolü bile ondan daha büyüktü!) Bu da, İsrail’in Arap dünyasına karşı savaşından ve Suriye’nin toprağı olan Golan Tepeleri’nin ABD Batı himayesinde işgalinden sonra, bir güvence arayışı içinde gerçekleşti.  Rusya, Irak’ın parçalanmasına bile müdahale edemedi! İranIrak savaşının kışkırtılmasına da. Suriye’nin 2011’den itibaren Batı’nın, CIA’nın şantaj ve saldırı altına girmesine bile başlangıçta müdahil olamadı. Saldırgana karşı savunma İŞID’i Batı müdahalesi doğurdu. Bugün ABD ve Batı hem IŞİD’in hem El Kaideci örgütlerin varlığını sürdürmesinden ve Şam’a karşı savaşından yana. En büyük rahatsızlıkları, Esad’ın ülkesine yeniden egemen olması. Parçalanmış bir Suriye, yazdığım gibi, onlar için en iyi Suriye’dir. Yani aslında Suriye diye bir ülkeyi yok etmek üzerine programlanmışlar. Bu aşamada hem Rusya’nın hem İran’ın Suriye’nin birliği için alanda olmaları, tamamen saldırgana karşı savunma amaçlıdır. Kendisi de saldırı altında olan İran açısından Suriye’nin birliği hayati önemdedir. Ama geçmiş olsun.. Fransıza, İngilize ve hatta Ankara’ya kötü haber: Trump eninde sonunda oradan çekilecek.. Barışı savunmak: Büyük çıkar Başka çare yok. Ankara’da Ortadoğu barışını eylemde savunacak bir güç ve irade yok. “Rusya’nın tarafını tutmak” gibi bir sorunla karşı karşıya değilsiniz barışı savunmak için. Bu kargaşada hiçbir çıkar elde etme hayali kurmayın. Yapılabilecek en iyi iş, Irak Suriye İran ile bir büyük bir barış işbirliği, ekonomik siyasi eylemler dizisi, bölgeyi kısa sürede geliştirecek büyük bir stratejik bakış ortaya koyabilmektir. Türkiye için “büyük çıkar” budur. Yok şurayı yöneteyim, yok benim adamların orada olsun, yok belki bize bir şey düşer gibi düşünceler ise sadece bir geleceği olmayan “küçük çıkar”larla ilgilidir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle