18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Perşembe 12 Nisan 2018 [email protected] ‘İçimdeki İstanbul Fotoğrafları’ Mario Levi’nin “İçimdeki İstanbul Fotoğrafları” kitabı, fotoğrafa uyarlanarak The Marmara Pera’da sergilenmeye başladı. 31 Mayıs’a kadar sürecek Muammer Yanmaz küratörlüğün deki sergide 45 fotoğrafçı bir sene içinde kitaptan paragraf seçerek 4 kareden oluşan siyah beyaz fotoğraflar üretti. Projede Mario Levi ve kızı Pınar Levi’nin de fotoğrafları bulunuyor. 17EDİTÖR: ORHUN ATMIŞ TASARIM: FUNDA YAŞAR ER Yazar Nedim Gürsel, Fransa’da yeni çıkan ‘La Seconde Vie de Mahomet’ adlı kitabında Hz. Muhammed’in Batı yazınındaki yeri üzerinden İslam Peygamberi’nin algısını inceliyor. İstanbul’daki evinde görüştüğümüz Gürsel, kitabın yakın gelecekte Türkçede yayımlanmasından umutsuz Romandaki Peygamber Vedat ARIK Selimiye Camisi’nde siluet endişesi Edirne Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun Mimar Sinan’ın “ustalık eseri” Selimiye Camisi’nin önündeki Yemiş Kapanı Hanı’nın korunması kararı, Kültür Varlıkları Yüksek Kurulu’nda iptal edildi. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün hanı yeniden ihya etmek istediğini söyleyen Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, “Eğer bu han ihya edilirse, Selimiye Camisi’nin önünde 14 metre yüksekliğinde yeni bir yapı olursa Selimiye Camisi’nin silueti bozulacak ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılması tehlikesi bulunuyor” dedi. ‘İhanet olur’ Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimar lık Bölüm Başkanı ve Restorasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Can Binan da dünyada bu tür önemli arkeolojik alanların korunabilmesi için çok çeşitli yöntemler olduğunu kaydederek “Şeffaf örtü altından tutulmasından, kısmen ortaya çıkarılması gibi birçok seçenek var. Yemiş Kapanı Hanı’nı yeniden yapmadan da bu hanı tanıtabiliriz. Zeminden baktığınızda ne görüyorsanız Selimiye odur. Onu görmeyi engelleyecek bir yapı yapılırsa, hem o yapıya hem de Selimiye’nin dünya mirası içindeki yerine ihanet olur. Türkiye’de herkes aynı tarafta olmalı. Hepimiz Selimiye’den taraf olmalıyız. İlk duyduğumda büyük bir şaşkınlık geçirdim” diye konuştu. l DHA Cannes’ın afişi yayımlandı Bu sene 819 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek olan 71. Cannes Film Festivali’nin afişi yayımlandı. Afişte, Jean Luc Godard’ın 1965 yapımı “Pierrot le fou” filminden çekilmiş bir öpüşen çift görüntüsü yer alıyor. Cate Blanchett’in jüri başkanı olarak görev yapacağı 71. Cannes Film Festivali, Javier Bardem ve Penelope Cruz’un başrollerinde yer aldığı Asghar Fahradi’nin Everybody Knows filmiyle açılış yapacak. Ödüller umudu büyüten kadınlara 21. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali Ödülleri sahiplerini buluyor. 1017 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilecek olan festival, “Umut” temasında seyirciyle buluşacak. Her yıl Onur Ödülü başta olmak üzere Bilge Olgaç Başarı Ödülleri ve Tema Ödülü’nü veren Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin 21. Onur Ödülü, tiyatro sanatçısı ve üç yüzden fazla filmde rol alan sinema oyuncusu Nedret Güvenç’e verildi. Bilge Olgaç Başarı Ödülü’ne bu sene Işık Yenersu ve Biket İlhan ulaştı. Düşünür, yazar, akademisyen, 1980 yılından itibaren Türkiye Felsefe Kurumu başkanlığını yapan Ioanna Kuçuradi ise 2018’in Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali Tema Ödülü’nün sahibi oldu. Babylon’da bu hafta Babylon’un bu haftaki programı açıklandı. 14 Nisan Cumartesi günü JD Twitch ve JG Wilkes ikilisinin kült elektronik müzik projesi Optimo saat 23.00’te sahneye çıkacak. 17 Nisan Salı günü ise 21.30’da Tolga Karaçelik’in yazıp yönettiği “Kelebekler” filminin partisi ve ardından Gevende konseri Babylon’da yer alacak. 18 Nisan Çarşamba 20.30’da Redd, 19 Nisan Perşembe 20.30’da da Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında James Holden & The Animal Spirits konserleri olacak. Son olarak 20 Nisan Cuma günü ise 21.30’dan itibaren Oceanvs Orientalis’in tribal ritimleri, İlhan Erşahin’in saksafonuyla buluşacak. James Holden Nedim Gürsel’in Fransızca olarak kaleme aldığı ve İslam Peygamberi’nin Batı edebiyatındaki yerini irdeleyen ye ni kitabı “La Secon de Vie de Mahomet” benzeri olmayan aka demik bir araştırma. Gürsel ağırlıklı olarak EMRAH KOLUKISA Fransız yazınında İslam Peygamberi’nin izini sürerken Goethe ve Rilke gibi isimleri de es geçmi yor. n Kitaba seçtiğiniz adla başlaya lım... Neden “Muhammed’in İkinci Yaşamı?” Bu İslam Peygamberi’nin ha yatı ya da doğrudan onun üzerine bir kitap değil. O tür kitaplardan çok fazla sayıda var, hem Türkçede hem yabancı dillerde. Bu kitap bir ilk, belki biraz iddialı olacak ama, İslam Peygamberi’nin ortaçağdan bu yana Batı’daki algısı, özellikle edebiyat alanındaki imgesini de in celeyen bir çalışma. Ağırlıklı ola rak da Fransız edebiyatında bir ro man kahramanı olarak İslam Pey gamberi nasıl yer alıyor, bunu in celedim. İkinci vurgusunu ise şöyle açıklayabilirim: Muhammed’in ha yatıyla ilgili tarihsel anlamda fazla bir şey bilmiyoruz, ama çok fazla efsane uydurulmuş, ve peygamber öldükten sonra bu efsanelerle karı şık ona atfedilen bir biyografi var... Ama bazı islamologlar da haklı ola rak diyorlar ki biyografi gerçekle re dayanır, gerçek hayat öyküsü dür, bu efsanevi bir hayat öyküsü oluyor daha çok. Dolayısıyla bu an lamda peygamberin biyografisini yazmak zaten mümkün değildir de niyor. İkinci hayatı dediğim işte bu edebiyattaki, yani öldükten sonra başlayan, önce efsanelerde, ondan sonra da edebiyatta nasıl yaşamış, yaşamaya devam etmiş, o anlamda “Muhammed’in İkinci Hayatı” başlığını koymak istedim. n Araştırmalarınız size nasıl bir tablo sundu? Ortaçağda ilk önce çok negatif bir algı söz konusu. Giderek daha bir gerçekçilik kazanıyor. Mesela Voltaire’in tragedyasında Muhammed çok olumlu bir karakter değil ama İslama bakışı Voltaire’in Aydınlanma Çağı bağlamında gerçekçi bir bakış. Toleranslı bir din gibi görüyor, çünkü onun meselesi Katolik Kilise ile çatışma. Onu yermek için kullanıyor bütün bunları. Ama 19. yüzyılda farklı bir durum var... İki önemli romantik figürden biri olan Lamartine yazdığı Osmanlı tarihinin ilk cildini Muhammed’e ayırıyor örneğin ve bir de Victor Hugo var “Asırların Efsaneleri” kitabında bir bölüm var Muhammed için... Onları inceledim ve gördüm ki Muhammed orada da bir romantik kahraman. 19. yüzyılın İslam Peygamberine bakışı 18. yüzyıldan çok daha değişik. 20. yüzyılda ise başka meseleler işin içine giriyor. Bu evrim, yani olumsuz, sonra gerçekçi, sonra biraz yüceltilmiş, romantik ama sonra tekrar eleştirel... n Kitapta Goethe’ye de bir bölüm ayırmışsınız. Hatta Goethe Müslüman mı oldu sorusuna da yanıt veriyorsunuz. İslamcı çevreler Goethe Müslüman oldu diye bir iddia ileri sürüyor ama tabii böyle bir şey mümkün değil, Goethe’nin biyografisini biraz yakından bilenler bunu anlayacaklardır. Ama Goethe İslama bir ilgi duyuyor... Bir de bir projesi var, onu da anlattım kitap ta, sonradan kaybolmuş, tekrar bulunmuş, bir piyes yazmaya başlıyor. Bir trajedi aslında ama o yarım kalıyor. Asıl Kuran’a ve İslam Peygamberi’ne göndermeler onun “DoğuBatı Divanı”ndadır. O kitabı çok yaşlandığı dönemde kaleme alıyor Goethe ve o sırada çok genç bir kadına âşık... Orada Fars şiirine de göndermeler var, ama Kuran ve Muhammed’e de göndermeler var. Goethe, İslamda da olan teslim olma durumunu benimsiyor. Yani Allah her şeye kadirdir, kadiri mutlaktır, onu sanki benimsiyor. Bazı ifadelerinde “Ölümü ancak kadiri mutlağın emri olarak görürsek ondan daha az korkarız” demeye getiriyor. n Kitabın Türkçe versiyonu olacak herhalde değil mi? 2 hafta önce Fransa’da yayımlandı kitap. Türkçe versiyonu da hazır aslında, uygun bir ortamda umuyorum “Muhammed’in İkinci Hayatı”nın Türkiye baskısı da yayınlanır. Ama şu sıra yayınlanması henüz gündemde değil. ‘Dinsel tabular topluma dayatılıyor’ n Ama kitabın içeriğinde sakıncalı sayılabilecek ne var ki sizce? Bence hiçbir şey yok. Bir kere akademik bir çalışma. Ortaçağda İslam Peygamberinin algısı elbette çok olumsuz, ama ben o metinleri analiz ediyorum sonuçta, onlara katılmıyorum ille de. Böyledir demiyorum da yani, niye böyle olmuş onu araştırıyorum. Dolayısıyla böyle bir kitabın Türkiye’de de ilgi çekmesi ve yayımlanabilmesi gerekir elbette. Ama biliyorsunuz “Allah’ın Kızları” romanım nedeniyle yargılandım ben... Orada da inancı sorgulamıştım. Ama inanca hakaret etmek gibi, inanan insanlara hakaret etmek gibi bir amacım yoktu, öyle anlaşıldı. Ne yazık ki Türkiye her geçen gün düşünce özgürlüğü alanında geriye gidiyor. Ve birtakım tabular, buna dinsel tabular da dahil, topluma dayatılıyor. Böyle bir ortamda akademik çalışma da olsa bu kitabın yayımlanması belki çok kolay olmayabilir ama er veya geç yayımlanacaktır. Ergun Çağatay tanıklığa devam ediyor hâlâ ‘Bizim Berlin’ sergisi bugün Almanya, Berlin’de açılıyor Dünya çapında bir fotoğrafçı ve çok önemli bir gazeteciydi Ergun Çağatay. Yeryüzü tanığıydı. Tarih ve coğrafya tanığıydı. Eşsiz bir belge biriktiricisiydi. Bireysel ve toplumsal belleğimizin bekçisiydi... Arkadaşımdı Ergun Çağatay. Çocukluğumdan bu yana arkadaşımdı. Eğer yaşasaydı; bugün yeryüzünün en mutlu insanlarından biri olacaktı... Bugün Berlin’de Markisches Şehir Müzesi’nde Ergun Çağatay’ın “Bizim Berlin 89/90” başlıklı sergisi açılıyor. Bu sergi, 15 Şubat 2018’de yitirdiğimiz Ergun Çağatay’ın nicedir üzerinde çalıştığı, çok önemsediği, gerçekleştirmeyi hayal ettiği nice tasarıdan sadece biriydi. Şimdi, onun yokluğunda gerçekleşiyor... Berlin Duvarı’nın iki yanı Berlin Duvarı yıkılırken ve iki Almanya’nın birleşme sürecinde Ergun Çağatay, defalarca Berlin’e gitti ve değişimin oradaki Türkler üzerindeki etkilerini de belgeleyen sayısız fotoğraf çekti. Özellikle ikinci kuşak Türk göçmenlerin fotoğrafını çekmeye gitmişti ama politik ve toplumsal olaylar hızla gelişiyordu: Duvarın yıkılışıyla Batı’dan Doğu’ya geçenlere sunulan yeni olanaklar... Toplumda yeni bir yer edinme çabası... Duvarın yıkılışıyla, Türk göçmenlerin karşılaştığı yeni tehlikeler, riskler... Doğu’dan Batı’ya akın eden Almanlar karşısında yitirilen olanaklar... Rekabetin artması... Yeni sınavlar... Müze, sergi tanıtımında; bu fo toğraf sanatçısının Berlin tarihine ışık tuttuğunu belirtiyor ve “Ergun Çağatay’ın fotoğrafları artık tarihsel belgelerdir. Hem müthiş bir mutluluğu, coşkuyu ve iyimserliği; hem de ırkçılığın, dışlanmanın ve marjinalliğin sonuçlarını gözler önüne seriyor” diyor. Berlin’de geçmişin izini Ergun Çağatay’ın fotoğraflarıyla sürerken, yine müze yetkilileri farklı kültürlerden gelen izleyicileri, birlikte yaşamaya ilişkin sorularla baş başa bırakıyor: Bu görüntülerdeki insanlar kim? Berlin Duvarı’nın yıkılışı hayatlarını nasıl etkiledi? Peki ya aklımızdaki duvarlar? Yeniden ördüğümüz duvarlar? Çağatay’ın Berlin’deki “Bizim Berlin 89/90” başlıklı sergisi 14 Eylül’e dek sürecek... Dünden bugüne tanıklık Benim canım arkadaşım Ergun Çağatay, aramızdan ayrıldıktan sonra bile tanıklığını sürdürmeye devam ediyor. Cep telefonlarıyla herkesin kolayca fotoğraf ama en çok, kendi fotoğrafını çektiği bir dünyada yaşıyoruz. Artık herkes “gözü kapalı” fotoğraf çekiyor... Gelin görün Ergun Çağatay gibi mesleğinin tutkunları ve ustaları sadece nasıl değil, nereye bakacaklarını da biliyor. Tüm yaşamını fotoğrafçılık mes leğine, fotoğraf sanatına adamış, bu yolda büyük mücadele, çok emek, çok çaba vermiş, özveride bulunmuş Ergun Çağatay, 1983 yılında ASALA’nın Paris Orly Havaalanı’ndaki bombalı terör eyleminde çok ağır yara aldı. Tek “suçu” o gün, o anda, orada bulunmaktı. Tepeden tırnağa yanmıştı. Ölümle yaşam arasında gitti geldi. Beş yıl tedavi gördü... Bir daha fotoğraf makinesini eline alamayacağına inanıyordu.  Yılmadı. Mücadele etti. Dünyaya sayısız eser kattı. Orta Asya’da dilimizi konuşanların izini sürdü. 14 yılda tamamlanacak bir düşünü gerçekleştirdi. 110 bin kilometre ve 35 bin kare fotoğraf... Sonuç: Ergun Çağatay  Doğan Kuban editörlüğünde bir dev eser çıktı ortaya. “Türkçe Konuşanlar” (Turkic Speaking Peoples) önce İngilizce; sonra Türkçe yayımlandı. Dünyanın dört bir yanına dağıldı. Berlin’deki sergi haberini aldığımda çok sevindim. Ve şu soru aklımdan çıkmaz oldu: Ergun Çağatay’ın dev arşivine Türkiye Cumhuriyeti Devleti sahip çıkacak mı, çıkmayacak mı? Hani “yerli/milli” lafını ağızlarına pelesenk etmişlerden geçilmiyor ya ortalık... l “Ulusal Yarışma” filmlerinden “Körfez”, 16.00’da Atlas Sineması’nda, filmin yönetmeni Emre Yeksan’ın katılımıyla; l “Musikişinas” bölümünde yer alan “Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks!”, 16.00’da Beyoğlu Sineması’nda, yönetmen Ufuk Önen’in katılımıyla; l “Uluslararası Yarışma” filmlerinden “Bir Mahalle Hikâyesi”, 16.00’da Cinemaximum City’s Ni şantaşı Salon 7’de, filmin senaristi Adrian Schiop’un katılımıyla; l “Yarışma Dışı” bölümünde yer alan “Bekçi”, 19.00’da Beyoğlu Sineması’nda, filmin yönetmeni Durmuş Akbulut’un katılımıyla; l “Uluslararası Yarışma” filmlerinden “Ev”, 19.00’da Cinemaximum City’s Nişantaşı Salon 7’de, yönetmen Asghar Yousefinejad’ın katılımıyla; l “Ulusal Yarışma” filmlerin den “Put Şeylere”, 21.30’da Atlas Sineması’nda, yönetmen Onur Ünlü’nün katılımıyla; l “Musikişinas” seçkisinde bulunan “Çeneni Kapa ve Piyano Çal”, 21.30’da Atlas Sineması Salon 2’de, yönetmen Philipp Jedicke’in katılımıyla gösterilecektir. Etkinlikler: Ankara Rocks! 37. İstanbul Film Festivali kapsamında bugün ve 17 Nisan’da gösterilecek olan, “Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks!” belgeseli, müzisyenler ile Ankara arasındaki aşknefret hikâyesine vurgu yapıyor. Belgesel kapsamında bugün 20.30’da Salon İKSV’de Demir Demirkan, Son Feci Bisiklet, Kalben ile konukları Özge Fışkın ve Asena Özçetin sahneye çıkıyor. FESTİVALDE BUGÜN C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle