18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 24 Aralık 2018 8 EDİTÖR: MÜNEVVER OSKAY TASARIM: İLKNUR FİLİZ dizi 9 Kadın inanırsa Zola’nın GermInal’ini, SteInbeck’in Bitmeyen Kavgası’nı, Gorki’nin Ana’sını anımsatan direniş... ‘Heyecan’ yapmayın Daha bir hafta önce, TV’lerin haber bültenlerinde “Bir gece ansızın gelebiliriz...” diye bas bas bağırışlar ile sınır bölgesine TIR’lar üzerinde taşınan tankların ve zırhlı araçların görüntüleri süperempoze (üst üste) gösterilmiyor muydu? TV haber ve tartışma programlarında, anketçisinden avukatına, kimyagerinden market sahibine, manifaturacısından zücaciyecisine, toplumun hemen her kesiminden uzman(!) zevat, yaklaşan harekâtın askeri, stratejik, lojistik ve balistik detayları hakkında ellerinde sopalarla haritalar üzerinde ahkâm kesmiyor muydu? Gözlerimiz semada, PKK’li teröristlerin üzerine yağacak bombaları, teker teker ele geçirilen köyleri ve mezraları, ekranın sağ üst köşesinde “Kaç saatte kaç YPG’li kellesinin alındığını gösteren numaratörleri” izlemek üzere çekirdekleri çanaklara koymuş beklemiyor muyduk? Ne oldu sonra? Bir gece ansızın... Bombalar yerine, Beyaz Saray’dan bir tweet atılıverdi ve her şey bambaşka mecraya doğru akmaya başladı. Vaşingtonlu Reis’in, telefon başında Ankaralı muhatabı ile görüştüğü sırada, eliyle ahizeyi kapatıp (bunu ben uydurdum tabii) yanındakilere “Çıkıyoruz” talimatı verdiği haberleri yayıldı. Dünyanın en büyük “Emperyalist Bey”i, en iddialı göründüğü topraklardan çekiliyordu (yersen). Çekilirken de “Artık burası size emanet Bay Erdoğan. Ne yaparsanız yapın. IŞİD mi? YPGPKK mi? PiiVayCii mi? El Kaide mi? Esad mı? Esed mi? Bay Kemal mi? Fatih Portakal mı? Limon mu? Kimi tepelemek istiyorsanız tepeleyin. Bizim işimiz bitti burada..” diyesiydi. Bekledik ki, ertesi sabahtan itibaren “Biz de zaten bunu bekliyorduk. Haydin yiğitler Münbiç’e cenge” diyerek köşelerinden (kendi evlatları banka dekontu ya da doktor raporu ile yırtarken, başka memleket evlatlarının) “zafer işareti” yaparak sınırı geçisini duyuran yazılarla, mehter marşı eşliğinde görüntülerle operasyon başlasın. Ama ne oldu? “Bir gece ansızın... bekleyeceğiz” açıklaması geldi. Ardından, kıtalararası “Emperyalist Bey”in ebedi yardakçıları Fransa ve İngiltere’nin “Olur mu öyle şey?.. Nasıl çekilip gidersin?” açıklamaları. Bir yandan bölgesel emperyalist karakol İsrail’in, “E o zaman iş bize düşer” mealindeki avuç ovuşturmaları, antiemperyalist(!) PKKYPG’nin ibretlik ve utanç verici “Bi dur yahu, bizi burada bırakıp nasıl gidersin? Ben sana muhtacım. Bırakıp gitme beni ne olur...” şarkısıyla ağlaşmaları peşi peşine geldi. En ağırbaşlı ve sakin tavrı gösteren Moskova, “Heyecan yapmayın. Biz bu filmi daha önce Afganistan ve Irak’ta gördük. Arkasını bekleyin..” açıklamasını yaptı. Önce Associated Press’in, ardından The Washington Post’un “Ne oldu da böyle oldu? O telefon görüşmesi sırasında neler yaşandı?..” mealindeki “sızdırma haberanalizleri” yayımlandı. Art arda istifaları (J. Mattis ve B.H. McGurk) duyduk. Ankara’nın “Eyy Amerika!..” ve “Bir gece ansızın” haykırışları da yerini manidar bir sessizliğe bırakıverdi. Aynı günlerde Tahran yönetimi Ankara’daydı. Bir anda “Şu namussuz Yahudiler ve Eyy Netanyahu!” muhabbeti yükselmeye başladı. Neler oluyordu? Ben size söyleyeyim: Manifaturacı, zücaciyeci, anketçi, avukat, marketçi, kunduracı, belediyeci analistlere(!) kanıp da gaza gelmeyin. Emperyalizmde oyun bitmez. Bu meyanda siz siz olun, demokrasiden sapmayın. Bir yandan hukukun (iç ve uluslararası) yanında saf tutmaktan asla şaşmayın. Savaş kışkırtıcılığından, iç siyasi hesaplar için fevri adımlardan vazgeçin ve en önemlisi de, bir yandan “bağımsızlıkçı, özgürlükçü antiemperyalist güçler” rozeti ile dolaşırken, bir yandan da “emperyalist kucaktan efelenme” hevesinden de vazgeçin. Daha durun... Yeni bir kaşık kahve, cezveye yeni kondu. Ocağa yeni sürülüyor. Fokurdamaya başlamadı bile.. Taşımını beklemeden, heyecan yapmayın. Burası Ortadoğu.. Şşşttt... Manyezit ocağında patlama: 1 işçi öldü Erzurum’un Aşkale ilçesinde bir krom firmasına ait manyezit ocağında dün öğle saatlerinde meydana gelen kontrolsüz patlamada 1 işçi yaşamını yitirdi. Aşkale’ye bağlı Bozburun köyünde bulunan manyezit ocağında, yeraltına doğru açılan 3 metrelik deliklere dinamit yerleştirilerek patlatma yapılması planlanırken çalışma sırasında dinamitler kontrolsüz patladı. Patlamada taş ören firma çalışanı Mehmet Yıldız (37) öldü. Yaşamını yitiren Sivas Kangal nüfusuna kayıtlı Yıldız’ın, evli ve 2 çocuk babası olduğu öğrenildi. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı. l İHA Nasıl başladı Direniş çadırında soğuğa battaniyelerle direnen kadınlar geri dönene kadar mücadeleye kararlılar... AYŞE ÖZTÜRK D ireniş, en kalabalık işçi kıyımının yapıldığı 15 Mayıs’ta başlamıştı. Öncesinde çıkarılanlar da vardı. Petrol İş Gebze Şubesi Başkan Yardımcısı Şivan Kırmızıçiçek, “Direnişe 100 işçiyle başladık. Maddi zorluklar yüzünden, iş bulduğu için devam edemeyenler oldu. Hamile olan kadın işçiler vardı. Gelemeyen arkadaşlarımızla da irtibat halindeyiz” diyor. Direnişteki işçilerin çoğunun kadın olmasının sürece etkisini soruyorum. Kırmızıçiçek, şöyle yanıtlıyor: “Kadınlar öğrendi mi, inandı mı, dönmez, bitti. Çoğu AKP seçmeniydi. İlk başta hükümet bu işi çözecek diye umutları vardı. İktidardan en ufak bir destek dahi görmediler. Adapazarı’nda bütün belediyeler AKP’li ama bir gün ziyaret etmediler. Bir kez AKP’li vekil Cemil Yaman geldi. Mikrofona dahi konuşmadı. ‘Burası bir hukuk devletidir’ diyerek işi mahkemeye attı gitti. Bu durum onların kararlılığını daha da artırdı, yanlarında kim var kim yok gördüler...” İşçi kimdir Flormar’da Petrol İş Sendikası’na üye oldukları için işsiz bırakılan kadınlar vazgeçmiyor. Umudu Ezilendir eldenbırakmıyorlar: “Sendikalı olarak işimizin başına döneceğiz. Hakkımızı savunmayı, sorgulamayı öğrendik” Direnenler l Ataol Behramoğlu l Hilal Köse Vedat Arık 1 BİTMEYEN ataol behramoğlu Gebze Organize Sanayi sitesinde bulunan kozmetik bakım ürünleri fabrikası Flormar’ın iş sözleşmeleri feshedilen 132 FLORMAR KAVGA HİLAL KÖSE F lormar’ın önünde güne, sabah 08.30’da direniş çadırı kurularak başlanıyor. Sonra hep birlikte kahvaltı faslına geçiliyor. Sıcak çay servisi, şu sıralar sendikanın en önemli işi. Malum soğuk havayla da büyük mücadele var. Direnen işçilere soba yakma yasağı sürüyor. Eskisine göre korunaklı çadırı ise valiyle görüşmelerin ardından 4 gün önce kurabildiler. Çadır kurma yasağı uzun süre devam etti. Saatler 12.30’u gösterdiğinde sendikanın anlaştığı yemek şirketi öğle yemeğini getiriyor. Sıcak yemek bir nebze de olsun işçileri ısıtıyor. Saat 17.00’de servisler gelip iş çıkışı gibi herkesi alıp evlerine götürüyor. Sendika yetkilileri bu hafta içi çadırı sabit kalacak şekilde fabrikanın önündeki kaldırıma taşımak üzere kaymakamla görüşme yapacak. Bir süre sonra gece de nöbete devam etmeyi düşünüyorlar. Fabrikanın önüne işten çıkarılan 132 işçiden 85’i hemen hemen her gün geliyor. Birlik olmanın, yan yana durmanın tadını almışlar artık. Soğuğu halayla, horonla, dayanışmanın sıcaklığıyla yeniyorlar. Sendikalarıyla birlikte işbaşı yapana kadar vazgeçmeyeceklerini söylüyorlar. İşçiler, ocak ayında örgütlenmeya başladı. İlk kez, 23 Mart’ta 12 işçi çıkarıldı. Bakanlıktan onay gelince, baskı iyice arttı. İşçiler vazgeçmeyince, mayıs ayında 8 kişi daha çıkarıldı. Çıkarılan arkadaşlarına alkışlarla destek olanlar da aynı gün gruplar halinde atıldı. İşçilerin büyük bölümü İş Kanunu’nun 25/2. maddesinden atıldığı için işsizlik maaşı ve tazminat alamadı. Davalar sürüyor. ŞİVAN KIRMIZIÇİÇEK Hasta oluyoruz Ayşe Öztürk 33 yaşında. Fabrikada AVM’lere giden deneme ürün standlarını hazırlıyordu. Direniş çadırında dayanışma etkinliklerinde satılması için örgü örüyor. Direnişin kış şartlarında zorlaştığını dile getiriyor. Hasta olmaya başlamışlar. Çadıra girer girmez işçilerin çoğunun öksürdüğünü görüyorsunuz. Battaniyeye ve birbirlerine sarılmışlar, ısınmaya çalışıyorlar. Çeneleri soğuktan titriyor. Öztürk, “Atıldığım için üzülmüyorum, hak mücadelesi veriyoruz. 11 yıl işçisi 15 Mayıs’tan bu yana, yaklaşık yedi aydır fabrika önünde direnişteler. 7 Aralık Cuma sabahı Cumhuriyet ekibi olarak ziyaretlerine gitme öncesinde internetten direnişe ilişkin bilgiler edinmiştim. Fakat soğuğun iliklere işlediği o birkaç saat süresince gördüklerim, işittiklerim, öğrendiklerim, beni bir röportaj konusunun çok ötesine; Zola’nın Germinal’ini, Steinbeck’in Bitmeyen Kavga’sını, Gorki’nin Ana’sını anımsatan evrensel boyutlara taşıdı... Emeğin ve sermayenin bitmeyen kavgası... En güç koşullarda direnen emek... Egemen sistemin acımasız olanaklarını, şeytanca kurnazlıklarını sonuna kadar kullanmaya yeminli sermaye... Ve bu sermayenin güdümünde bir bürokrasi... EMEKÇİLERİNİN DİRENİŞİ çalışmışım bir gün devamsızlığım yoktur. Tablo, sahne, oyun aynı... Bir günde terörist ilan edildik, marjinal Taraflar yerlerini almışlar... grup olduk. Bunu hak etmedik” diyor. Fark ise, aralarındaki çok büyük eşitsizlik... Bir ruj bile Bir yanda enine boyuna bir kale kapısını andıran fabrika kapısının ve direniş başladıktan sonra tel örgülerle geçilmez bir sınıra dönüştürülen du vermediler varların gerisindeki işveren memurları, henüz işlerinden çıkarılmamış olan kozmetik işçileri ve direnişçilerin yerine alınan taşeron işçiler, yani yeni ‘Şöyle büyüdük, böyle çağdaş köleler... büyüdük’ dediler ama Onların iliklere işleyen soğukla bir sorunları ol işçiye gelince hiçbir masa gerek... şey yok. Fatma Atılgan, 32 yaşında. 16 sene önce annesini, beş sene önce ba Tıpkı klimaları sıcak hava üfleyen araçlarında, görevleri gereği, içinde ısınması yasak derme çatma barakayı gözlemekte olan güvenlik görevlileri gibi... Bir yanda kale kapısını andıran fabrika kapısı, basını kaybetmiş. Bir kardeşiyle birlikte, Öte yanda, naylon ve bez parçalarıyla çadı diğer yanda emeğinin peşinde çoğu kadın direnişçiler. üvey annesiyle yaşıyor. Babasının emekli ra benzetilmeye çalışılmış iğreti barınakta, birbiri 20 LİRA İÇİN DEĞER Mİ? Sabah rüzgârın sesini duyup ‘soğuk gitmesem mi’ diyorum ama arkadaşlarımı düşününce kendimi burada buluyorum. Hatice Yıldırım (31), iki senelik işçi. Nişandan bir ay önce eşi Serdar, düğünden bir hafta önce de kendisi işsiz kalmış. Eşi, Flormar’da işe iadeyi ilk kazanan işçi. Dosya temyizde. Yıldırım, sendikaya üyelik kararını şöyle anlatıyor: “15 senelik arkadaşlarımda kendimi gördüm. Kalifiye eleman, her bölümde çalışmış. Hiçbir hakka sahip olamamış. Moral bozma, aşağılama... Yönetim bizi mutsuz çalıştırıyordu ama işimizi çok seviyorduk. Sendikaya üye olduk çünkü daha iyi şartlarda çalışmak istedik.” Konuştuğumuz bütün kadın işçilerde insanın içine dokunan bir kırgınlık var. Patronun açılıştan açılışa koştuğunu, 650 mağaza sayısını bine çıkarmayı hedeflediğini söylüyorlar. En çok öfkelendikleri konu ise bu başarıyı ballandıra ballandıra anlatanların verdikleri sözleri tutmaması. Yıldırım: “En son geçen yıl aralıkta, Alp Bey, ‘ sizlerle ilgili çok güzel düşüncelerimiz var’ dedi. Ocak ayında gördük ki 20 lira, 30 lira.. 20 lira için mi diyorsun... Çok komik rakamlar...” Keşke... Her birimiz farklı bölümlerdeydik. Burada bir aile gibi kenetlendik... Sultan Kılıç (43), 9 yıldır Flormar’da. İki oğlu var. Eşinden 7 yıl önce ayrılmış. Evi kira. Çocuklar okuyor. Ailesinin ve sendikasının desteğiyle geçiniyor. Hep asgari ücrete çalışmış. Günlerdir süren direnişte, sendikaya üye olduğuna bir an bile pişman olmamış: “Sendika nedir hiç bilmiyorduk, sendikayla keşke daha önce tanışsaydık. Hiçbir şey bilmiyormuşuz, hakkımızı hep yiyorlarmış.” “Bundan sonra ne olur” diye soruyorum. “7 ay oldu bırakmak olmaz. Flormar kazanırsa işçi sınıfı kazanır” yanıtını veriyor. Her ocakta iyileştirme olacak diye umutlanıp hayal kırıklığı yaşamaktan bıktıklarını anlatıyor. Geriye dönüp baktığında işçi olmayı nasıl tarif ettiğini merak ediyorum. “İşçi... Ezilendir..” diyor ve ekliyor: “Kazanacağımızı biliyorum ama... Umutluyum onlara bırakmayacağız hakkımızı.” HEPİMİZİ GÜZELLEŞTİRDİ Yıllarca canla başla çalıştık. Geçen yılbaşında da aynı şeyle karşılaşınca artık yeter dedik. Nurhan Güler (35), 14 yıllık işçi Flormar’da. Biri liseye, biri ilkokula giden iki çocuğu var. Eşi asgari ücretli. “Hepimizi güzelleştirdi direniş. Özgüvenimiz arttı” diyerek söze başlıyor. Direnişin öneminin farkında. Çünkü herkesin gözü Flormar’da. “Biz çok geç kaldık” diyor. İşten çı karılma korkusuyla hep sustuklarını, her yeni yılı da umutla beklediklerini anlatıyor: “19 yaşındaydım buraya girdiğimde. Cumartesi dahil 8 8 çalışıyordum. Gençliğimiz gitmiş, hayatımız burda geçmiş. Değdi mi? Değmedi. Dışarda yemeğe gitmek bile bizim için lükstü... Yılda 50 lira bile zam yapılsa ben şu an yine daha fazla maaş alacaktım. Üzülüyorum geçen yıllarıma. İşçi olmak ne demek derseniz kısaca kölelik derim. Biz kadınlar daha pasifiz, haklarımızı hiç bilmiyoruz.” Güler, çadırda ısıtıcı yasağını ise şöyle değerlendiriyor: “Isınmak için sık sık oynuyoruz. ‘Soğukta duramazlar’ diyorlar. Bilmiyorlar ki çok büyük destek var, biz bu desteği aldıkça daha da güçlü direnişe sarılıyoruz.” maaşıyla geçiniyorlar. 12 yıllık Flormar işçisi. Ful makyajıyla dikkatimi çekiyor. Arkadaşları, “O hep öyledir, çalışırken de” diyorlar. Atılgan, konu makyajdan açılınca, “Burada senelerdir çalışıyoruz ama bir ruj dahi vermediler. Dışarda indirimli mağazalar varmış, oralardan alabilirmişiz. Böyle demişlerdi istediğimizde” diyor. Bölüm sorumlusu olarak 2 bin lira ancak alabildiğini söylüyor: “Maaşlarınız çok güzel olacak dediler, verdikleri sözü hiç tutmadılar. Bizle aynı işi yapan erkekler 100 lira 200 lira fazla alıyordu. Kadınları daha çok eziyorlardı. Bu düzen böyle gitmesin dedik, sendikaya üye olduk, birkaç sene önce yine niyetlenmiştik olmamıştı. Fabrikaya ortak olalım demedik ki...” Güçlendim Güler Keleş, 28 yaşında. Üç yıl dır burada. 19 yaşından beri işçi. Evde şu an bir tek ağabeyi çalışıyor: “Umutluyuz. Bütün işçilerin gözü bizde biliyoruz. Bizler kazanırsak dünyanın dört bir yanında işçi sınıfı kazanacak. Bu da bizi çok gururlandıracak. Burada çok şey öğrendim, çok güçlendim. Patrondan güçlü olduğumuzu da anladım.” Ayaklarımız buz Bilge Ocaktaş, 38 yaşında. 24 yaşından beri Flormar’da. “Hakkımızı istedik diye böyle şey yapacakları hiç aklımıza gelmezdi. Çoğumuz ailesine bakan, çalışmaya mecbur olan insanlarız. Acımasızlıkları vardı ama bu kadarını beklemiyordum. 1680 TL alıyordum çıkarıldığımda. 14 yılımı buraya verdiğime çok üzülüyorum. Kış zorlayacak. Ayaklarımız buz tutuyor...” diyor. ne sokulmuş bekleşen, çoğunluğu kadın direnişçiler... Tel örgülerin gerisindekiler ne yapar, ne düşünür bilemem, çünkü görüşme talebimize yanıt bile alamadık... Fakat bu taraftakiler, soba ya da herhangi bir başka ısı kaynağından yararlanmaları kaymakamlık tarafından yasaklanmış olmasına rağmen, o iliklere işleyen soğukta, sanki bir düğün evinde gibi mutlular... Nedenini çok geçmeden anlıyorsunuz... Sonuna kadar haklı olduklarının ve bu haklı direnişten asla vazgeçmeyeceklerinin sımsıkı bilincine ve inancına sahipler... ISINMAK NASIL YASAK OLUR? Şu soba konusundan başlayalım: Adının Mustafa Güler olduğunu öğrendiğim sayın kaymakama soruyorum: Bu yasaklama kararını kendi iradenizle aldıysanız sizin, bir başka iradenin talimatıyla aldıysanız hepinizin, vicdanlarınız rahat mı? Yasaklama nedeni oradan doğalgaz geçiyor türünden inandırıcılıktan yoksun gerekçeler mi; yoksa direnişin sona ermesine, direnişçilerin teslim olmasına, yani işverenin isteğine katkıda bulunma çabası mı? Öyle ya da böyle; yaptığınız şeyin sadece vicdana değil, hukuka da aykırı olduğunu bilmek için hukukçu olmaya gerek yok. İnsan sağlığına zarar veriyorsunuz. Ölümlere de yol açabilecek bir uygulamanın sorumluluğunu taşıyorsunuz. Başlı başına bu bile bir dava konusu olmaya yeterlidir. Bu yasaklama kararını bir an bile gecikmeksizin kaldırmalısınız, kaldırmak zorundasınız. İŞİN ÖZÜ İşin özü, konunun kendisi ise aslında çok basit... Aralarında on on beş yıldır bu işyerinde ter döken yıllanmış emekçilerin de bulunduğu bir grup işçi, Petrol İş sendikasında örgütlenmek için çalışmaya koyuluyor. İşveren bunu öğrendiği anda bu işçilerin söz Halayla, horonla, dayanışmanın sıcaklığı... leşmelerini sona erdiriyor. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor... İşten çıkarılan arkadaşlarını destekleyen işçile rin de işlerine son verilmesi.. Bu arada Petrol İş Sendikası’nın Çalışma Bakanlığı’ndan temsil yetkisi almasıyla bu sendikaya üye olan işçilerin de işlerinden çıkarılmaları ve aynı anda da sendikanın Çalışma Bakanlığı’nca onaylanmış olan temsil yetkisine karşı işverenin dava açarak bu temsil yetkisini askıya aldırması... Yasanın oynaklığını ve nasıl işverenden yana kurgulanmış olduğunu görüyor musunuz? Sonuçta, direnişteki işçileri bütün olanaklarıyla desteklemesine karşın temsil yetkisi askıda bir sendika; sendikalı olmalarına karşın yasal olarak bu statüde sayılmayan ve böylece de sendikalı olma haklarından yararlanamayan, direnişleri grev statüsüne girmeyen direnişçiler ve süre giden karşılıklı davalar... DESTANSI DİRENİŞ Sermayesinin yüzde elli biri dünyaca ünlü Fransız kozmetik firması Yves Rocher’nin olan Kosan Kozmetik Sanayi ve Ticaret AŞ’nin 378 işçi çalıştıran Flormar fabrikasındaki direnişle ilgili notlarım; konu örgüsü, kahramanları; kişisel, toplum sal, psikolojik, ahlâki pek çok yönüyle gerçekten de bir roman konusu olabilecek genişlikte ve karmaşıklıkta... Fakat orada, grev çadırı bile denemeyecek derme çatma barınağın içinde ve çevresinde yaşanmakta olanlar ise roman gerçeği değil, bildiğimiz hakikât... Orada inanınız ki destansı bir direniş var... Flormar direnişçileri başarıya ulaşırlarsa, bu başarı, bütün bu sanayi bölgesinde sendikalaşmaları engellenen emekçiler için bir umut ışığı ve örnek oluşturacak. İşveren belki bu korkunun da etkisiyle inatla ayak diremeyi, elinden geleni ardına koymamayı sürdürüyor. Bürokrasiye olasıdır ki bu nedenle olağan dışı uygulamalar yaptırılıyor... İşçi temsilcilerinin Fransa’ya gidip görüştükleri Yves Rocher yetkilileri belki de bunun için ipe un seriyor. ÖRGÜTLÜLÜĞÜN VE DAYANIŞMANIN ÖNEMİ Flormar emekçilerinin sendikalaşma haklarını en başından beri destekleyen ve aylarca süren bu direniş eyleminde bütün olanaklarıyla onların yanında yer alan Petrol İş Sendikası Gebze Şubesi Başkanı Süleyman Akyüz’ü, başkan yardımcısı Şivan Kırmızıçiçek’i, sendikanın ve direnişçilerin çok değerli uzman avukatı Murat Özveri’yi içtenlikle kutluyorum. Sadece kendileri için değil bütün emekçilerin hakları için direnmekte olan Flormar direnişçierini hayranlıkla alkışlıyorum. Direnişe maddi destekte bulunan herkese, her kuruluşa teşekkür ediyor, bu desteğin çoğalarak sürmesini diliyorum. BÜROKRASİYE VE İŞVERENE ÇAĞRILARIM Bürokrasiyi insan haklarına, hukuka uymaya ça ğırmıştım. Umarım bu çağrıma olumlu yanıt verilecektir. Yargı umarım ve dilerim ki daha fazla ge cikmeyecek, sendikanın ve emekçinin hakkı teslim edilecektir. Fabrika sahibi Şenbazlar ailesine de bir çağrım var: İşçi sizin köleniz değil, sahibi olduğunuz değerlerin onlarsız asla olamayacak haki ki yaratıcısıdır. Emekçinin sendikalaşması nı engelleme çabanızdan vazgeçin. Fabrikanızdaki temsilcilerinize gardiyan gibi değil, emekçiyle dost ve arkadaş ol mayı başaran yöneticiler olmaları gerekti ğini söyleyin. İşçilerin birbirini gammazlamasına çağ rı demek olan o çok yakışıksız “alarm hattı” uygulamasına son verin ve duvarlardaki tel örgüleri sökerek kadınlara ve erkeklere güzel renkler ve kokular üreten fabrikanızı esir kampı görünümünden kurtarın. YATRÜIDNVİTRÜERNKİŞİ C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle