25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞ[email protected] eposta: [email protected] Pazartesi 24 Aralık 2018 2 TASARIM: İLKNUR FİLİZ İran ve ambargo Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV Her ne kadar Beyaz Saray’daki konumu güvenli olmayan ABD Başkanı Trump Suriye’den çekileceklerini söylediyse de bunu gerçekleştirecek koşullar henüz ortada gözükmemektedir. ABD’nin yakın geçmişte Küba, Libya ve Irak’a uygulamış olduğu ambargolar uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırıydı. Hele DoğuBatı çatışması sona erince Güvenlik Kurulu’nu BM’nin amacı dışında kullanarak başvurduğu ekonomik yaptırımlar, hedeflenen halkları yoksulluğa ve ölüme itmesiyle BM Antlaşmasını, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni, 1949 Dördüncü Cenevre Konvansiyonu’nu (özellikle M. 48, 49 ve 54’ü ve 1977 Birinci Ek Protokolünü), 1966 Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Uluslararası Antlaşması’nı, 1986 Gelişme Hakkı Bildirisini ve 1989 Çocuk Hakları Konvansiyonu’nu çiğniyordu. Örneğin, 1990’da Irak’a Amerikan çıkarları ve güç siyaseti uğruna yapılanlar böyleydi. Günümüzde Trump’ın İran’a uygulamaları önceki başkanlardan daha da insanlık dışı olabilir. Üstelik, öncekiler hedef alınmayan ülkelerden komşu Türkiye’ye de zarar verdi. Bunu BM’nin Viyana Genel Merkezinde çok kalabalık dinleyicilere anlattım, konuşma metnim Avusturya’da basıldı; Yugoslavya’ya yaptırımlar da komşu Macaristan’ı zarara soktuğundan Macarcaya çevrilip orada yayımlandı. Halkını ölüme sürükler Bu türlü zorlamalar bir ülkenin altyapısını yıkar, halkını açlığa ve ölüme sürükler. Irak’ta çocuk ve yaşlı ölümleri birkaç kez artmış, kurşunkalem alımı bile yasaklandığından okullarda eğitim aksamıştı. Libya’ya uçak seferleri durduğundan Malta’dan gemiyle Afrika’ya geçtiğimi ve dönüşte önce karadan Tunus’a, oradan Ankara’ya geldiğimi anımsıyorum. Küba Amerikan emperyalizmine karşı yıllarca Castro ve Che coşkusuyla dayanabilmişti. Şimdi de komşu İran Trump aşırılıklarına göğüs gerecek. Oysa BM Genel Kurulu’nun siyasal baskı aracı olarak ekonomik yaptırımlara karşı 20 Aralık 1991 kararı var. 1992’deki Gıda Uluslararası Konferansı gıdanın siyasal baskı olamayacağını belirtir. Aynı konuda 13 Kasım 1996’da Roma Bildirisini unutmayalım. FAO Zirvesinde Papa İkinci J. Paul ambargo kurbanlarından yana çıkmıştı. Kısa tarihinde ilkellikten tekelci ser mayeciliğe ve teknolojiyle emperyalizme (arada uygarlığı yaşamadan) atlamış olan ABD de artık dikkate almalı ki, yaşam, gıda ve sağlık hakları uluslararası hukukun temelinde yer alır. Yıllardır yaptığı insanlığa karşı suçtur, bu yolda karar verenler sorumlu ve sanık olurlar. Bir halkı hedef alan yığınsal imha girişimi 1899 ve 1907 La Haye antlaşmalarını da çiğner. ABD siyasetinin ve onun uygulayıcılığına soyunanların yaygın kan dökümü, ölüm, yıkım, göç ve perişanlığa neden olduklarını görmemek için aptal, bilgisiz ve kör olmak gerek. ‘Tek karar verici’ Özellikle İran’a gelelim. Pehlevi hanedanını kuran ve 1936’da Atatürk Türkiye’sine gelip etkilenen Rıza Şah’ın devrimci yanı vardı. İngilizler onu 1941’de düşürüp Güney Afrika’ya sürdüler. ABDBritanya ortak diplomasisi ve CIAM16 casus örgütleri 21 yaşındaki oğlunu tek adamcı buyurgan yaptılar. İngilizler 1911’deki İran Meclisini de kapattırmışlardı, dokuz yıl sonra Osmanlı Meclisini basmaları gibi. ABD İran’ı emperyalizmin uygulayıcısı “tek kararverici” yoluyla yönetmek istiyordu. O tarihteki resmî yazışmaları (gizlilik kalkınca) okumuştum. Meclis’i etkisiz kıldı; oysa, orada halk yalnız Tahran’dan milletvekili seçilen öğretmenin konuşmalarını izliyordu. EmperyalizmŞah ikilisi üniversiteleri susturdu; orduyu kendi özel koruması düzeyine indirdi; basını yandaş yaptı; siyasi partileri doğradı; dernekleri kapattı; muhalifleri kurşuna dizdi; gençlere işkence yaptı, hatta kimi ulema Bir halkı hedef alan yığınsal imha girişimi 1899 ve 1907 La Haye Antlaşmalarını da çiğner. ABD siyasetinin ve onun uygulayıcılığına soyunanların yaygın kan dökümü, ölüm, yıkım, göç ve perişanlığa neden olduklarını görmemek için aptal, bilgisiz ve kör olmak gerek. yı da sorguya çekti. Humeyni bile önce Ankara’ya, sonra Paris’e göçtü. Kapısına kilit vuramadığı yalnız camiler kaldı. Muhalefet de yalnız orada gelişebildi. ABD şimdi de o eski ve tek muhalefetin süregelen iktidarından şikâyetçi. Oysa, başka her şeyi sıfırlayarak bu sonucu yaratan da çevremizde özgürlük, demokrasi ve bağımsızlığa katlanamayan Vaşington yönetimidir. Şimdi ne hakla yakınıyor ki? Tahran’da CIA görevlisi CIA ve M16’nın bir de yurtsever ve demokrat Başbakan M. Musaddık’ı 1953’de iktidardan düşürüşü var. Olayı daha çok Tahran’da CIA görevlisi Kermit Roosevelt kotardı. M16 görevlisi C. Woodhouse’un de payı var. Kuşkusuz, ABD Dışişleri Bakanı J.F. Dulles ve kardeşi CIA Başkanı A. Dulles’ın da. “Ajax Eylemi” kod adlı müdahaleyi onaylayan ABD Başkanı Eisenhower’in de. Bunlar kalabalıkları rüşvetle sokağa döktüler. İsviçre’de hukuk okumuş olan Musaddık “yurttaşlarımın muhalefet hakkıdır” dedi, kendi yandaşlarını dizginledi. ABD Büyükelçisi “birkaç Amerikan yurttaşı da itildi kakıldı” yalanını uyduruncaya, “yabancı gezginler konuğumuzdur, o zaman ben de yandaşlarıma müdahale ettiririm” diyene değin. İki müdahale oldu, Musaddık’ı ABD ile Britanya devirdiler. CIA’dan çok pahalı kürk İran petrolünü millileştiren ve sarayın büyük bütçesini ufaltıp geri kalanını sağlık bakanlığına aktaran Musaddık’ı “ülkeye ihanetten” hapse attılar. “Ya başarılı olmazsa!” diye korkan Şah’ın kız kardeşine kralı ikna etmesi için CIA’dan çok pahalı bir kürk ve bavul dolusu para geldi. Şah’ın ikiz kız kardeşi Prenses Eşref Paris’te yaşar, İran’da her kuruluştan yüzdesini alırdı. Tahran’da kaldığım otelin sahibi de bu yoldan soyulduğunu söylemişti. Bu soyguncu prenses Paris’te Excelsior Oteli’ndeki kral dairesinden “Madam Şefik” sahte pasaportuyla gizlice gelip Şah’ı ikna etti. Kuşkusuz, Ali Celili, Faruk Keyvani, üç Raşidian kardeşler ve işadamı Kudretullah gibi yerli işbirlikçiler de eksik değildi. ABD Askeri Ataşesi küçük rütbeli subaylara para ve sonra rutbe yükseltme sözleri verdi. Her türlü kirli işin ve gizlice buluşmaların içinde Büyükelçiler Shepherd ile Henderson’u da unutmayalım. Güzel Kraliçe Süreyya’nın çocuğu olmuyordu. Tahta veliaht gerektiğinden, CIA ona da ruhbilimci bir doktor yolladı. Sadaabad Sarayı’nın ecesinin bu CIA görevlisine Şah’la ne zamanlar ve nasıl birlikte olduklarını anlatışı ve önerileri dinleyişi dudak uçurtur. CIA hemen yeni yönetime beş milyon, Nazi yanlısı bilinen General Zahidi’ye bir milyon dolar ulaştırdı. Roma’ya kaçmış olan Şah da 12.000 dolara kiralanmış olan Hollanda uçağıyla Tahran’a döndü. Zahidi Şah’ın armağan ettiği altın sigara kutusunu cebine yerleştirip başbakan olurken, CIA görevlisi de tahtın sağ kolu konumuna oturdu. Gene böyle bir yönetim isteyen Trump önce ABD’nin de imzaladığı antlaşmaları okumalı. BM antlaşma metnini bile okuduğunu sanmam. Sanatçı Baykam’dan anlamlı destek... Direnen işçiler ANLATIYOR Bugün Cumhuriyet’in manşetinde “direnen işçilerin” mücadelesi var. Yazarımız Ataol Behramoğlu, muhabirimiz Hilal Köse ve foto muhabirimiz Vedat Arık, aralık ayı başından bu yana yazı dizisi için kolları sıvadı. Gebze’den başlayıp İzmir’de sona eren bir rotayı takip eden ekibimiz, direnen işçilerin çadırlarına konuk oldu. Cumhuriyet ekibi işçilerle derme çatma çadırlarında, konteynırlarında, kimi zaman kar altında buluştu. Bazen işçilerin demlediği çay, bazen de Ataol Behramoğlu’nun okuduğu şiirler herkese soğuğu unutturdu. Soğuk hava iliklere kadar işlese de güç koşullardaki emekçilerin onurlu direnişi hepimizin içini ısıttı. Ve ortaya 5 günlük bir yazı dizisi çıktı... Masamda, önümde Ataol Behramoğlu’nun izlenimleri, Hilal Köse’nin röportajları ve Vedat Arık’ın fotoğrafları duruyor. Ataol Behramoğlu’nun insanı yüreğinden vuran yazıları bir anda beni 28 yıl önceki Büyük Madenci Yürüyüşü’ne götürüyor. Cumhuriyet’in simge isimleri İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Ali Sirmen, Şükran Soner ve Işık Kansu’nun maden işçileriyle birlikte kol kola yürüyüşü dün gibi aklımda... Bugün aylardır direnen Flormar işçilerinin “bitmeyen kavga”sını okuyacaksınız. Çağdaş köle olmaya direnen kadınların anlattıklarını okurken gerçeklerle yüzleşeceksiniz... Emekten yana tavizsiz duruşuyla işçinin yanında yer alan Cumhuriyet, beş gün boyunca Gebze’de, Bursa’da, Eskişehir’de, İzmir’de ve İstanbul’da direnen işçilerin sesi olacak. Onların çığlığını sayfalarına yansıtacak. Peki.. babalar, analar eylemde. Onlar niçin direniyorlar? Çadırın önündeki pankart her şeyi özetliyor: “Çocuklar iyi yaşasın diye!..” SİYASET ISINIYOR Türkiye artık yerel seçimlerin havasına giriyor. CHP geçen hafta İstanbul’da Ekrem İmamoğlu, Ankara’da Mansur Yavaş, Adana’da Zeydan Karalar ve Antalya’da Muhittin Böcek’te karar kıldığını açıkladı. Ekrem İmamoğlu adaylığının açıklanmasının ardından İstanbul’daki çalışmalarına, gece yarısı muhabirimiz Hazal Ocak’a yaptığı “İstanbul’da yaşayanlar beni çok sevecek” mesajıyla başladı. Ankara’dan Emine Kaplan imzasıyla yayımlanan “Yavaş’tan panik” manşeti ise AKP’de rahatsızlık yarattı. Haberimizde, görevden alınan Melih Gökçek’in, Yavaş isminin ortaya çıkmasının ardından AKP’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi başkan adayı Mehmet Özhaseki’ye destek tweet’lerini sildiğini yazmıştık. Cumhuriyet’in haberinden duyduğu rahatsızlığı gizlemeyen Özhaseki’nin, “Sayın Melih Gökçek’le 25 yıla dayanan bir arkadaşlığımız var. Onu konuşmadık. İlk görüşmemizde konuşacağız” yanıtı dikkat çekiciydi. Trump’ın çıkışı Geçen haftaya damga vuran olay ise ABD Başkanı Trump’ın “Suriye’den çekiliyoruz” kararıydı. Bu karar sonrası Erdoğan, “Fırat’ın doğusuna planlanan harekâtı bir süre bekleteceklerini” açıkladı. Cumhuriyet haberleriyle, yazarlarının yorumlarıyla dünyanın tartıştığı bu konuyu tüm yönleriyle kamuoyuna duyurdu. Ortaya çıkan yeni durum, Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadelesinde buna IŞİD’in de dahil olacağı ifade ediliyor kapsamlı bir güvenlik konseptini beraberinde getirecek. Trump’ın kararının ardından bölgede ülkelerin oynayacağı “diplomasi satrancını” sayfalarımıza yansıtacağız. Gazetemiz yazarı, sanatçı Bedri Baykam, Cumhuriyet’e destek amacıyla “İzmir’de Nümayiş” ve “Keriman Halis Dünya Kraliçesi intihap edildi” adlı iki tablosunu gazetemizde sergilenmek üzere hediye etti. Birinci eser, “İzmir’de Nümayiş” (133 x 182 cm.) sanatçı Baykam’ın 1994’de Atatürk Kültür Merkezi’nde açılan “Kuvayı Milliye” sergisinde yer alan eser, Atatürk’ün 1930 yılında, demokrasiye geçmek için CHP’ye karşı muhalefet partisi olarak varlığını desteklediği “Serbest Fırka”nın kuruluşunu takip eden süreçte İzmir’de başlayan kanlı olaylarla bu önem li çıkışın nasıl kesintiye uğradığı dönemi anımsatıyor. Bu çalışma, Cumhuriyet gazetesinde yer alan bu konudaki haberin üzerine Baykam’ın 1994 tarihli Fotopentürü. İkinci eser, “Keriman Halis Dünya Kraliçesi intihap edildi” (70x100 cm.) 1994 Kuvayı Milliye serisinden Türk kadınını ön pla na çıkaran devrimlerin dünyaya sunduğu yeni imaj çerçevesinde, Keriman Halis’in Dünya Güzeli seçilişi yine Cumhuriyet’in ilgili haberi üzerinden konu olarak ele alınıyor. Türk kadınının dünyaya açılışını simgeleyen bu çalışma da aynı Kuvayı Milliye serisinden, 1994 yılından. Prof. Dr. Coşkun Özdemir Yıllar önce Cumhuriyet’te Kök Hücre ile ilgili çok sayıda yazı yazdım. Ankara Üniversitesi’nden bir profesör kök hücre tedavisi ile ALS hastaları ve omurilik felçlerinde iyi sonuçlar aldığını iddia ediyordu. Gazeteler, özellikle Hürriyet bu haberi heyecanla ilk sayfasında verdi ve doğaldır ki hasta ve ailelerde büyük umutlar yarattı. Ancak bu umutların gerçek olmadığı kısa zamanda anlaşıldı ve Kök hücre tedavisi bu profesör üniversiteden çıkarıldı. O yıllardan bugüne kök hücre çalışmaları ile birlikte, aldatmacaları bütün dünyada devam ediyor. Türkiye buna dahil. Yakında Hindistan’dan gelen bir grup, İstanbul’da konuşmalar yaptı ve bunun ardından bu tedavi için Hindistan’a gidenler oldu. Sonuç hep aynı. Büyük paralar harcanıyor. Bir sonuç yok. Sonuç birilerinin bu yolda zenginleşmesi... Sahtekârlıkla dolu bir dünyada yaşıyoruz.Türkiye’de de kök hücre tedavilerinin yapıldığını öğreniyoruz. Acıbadem Hastanesinde Prof. Ercüment Ovalı’nın ve Live Hospital’de Prof Dr. Erdal Karaöz’ün Sağlık Bakanlığı izni ile kök hücre denemeleri yaptığını öğre niyoruz. Bu ay içinde Antalya’daki kongrede bu tedavilerin Gaziantep’te de yapıldığını genç arkadaşım nörolog Abdurrahman Neyal’den öğrendim. Bugüne kadar kas hastalıklarında kök hücre ile sonuç alınmış tedavi edilmiş tek bir vaka yoktur. Yapılanlar deneme tedavisi midir? Gerçekten izinle mi yapılıyor? Bu konuda Sağlık Bakanlığı ve yetkililerinin umut içinde bekleyen aileleri ve kamuyu tatmin edecek açıklama yapmasını bekliyoruz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle