22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER eposta: gorus@cumhuriyet.com.tr Çarşamba 7 Kasım 2018 2 TASARIM: İLKNUR FİLİZ Cumhuriyet ekonomisi ve sihirli denklemi Serdar Şahinkaya Ekonomist Shakespeare’in bir sözü vardır: “Bütün dünler, yarınları aydınlatan fenerlerdir”. Gerçekten de öyledir. O nedenle, bugünün gözlüğünden bakarak 1920’leri, 1930’ları değerlendirirken dönemin kendine özgü koşullarının hatırlanması büyük önem taşır. Yoksulların zaferi olarak adlandırabileceğimiz Kurtuluş Savaşımız sonrası 1923’te Cumhuriyetin kuruluşu, 20. yüzyıla girme adımıdır. Bir anlamda 20. yüzyılın dünyasına, bilimine ve geç kalınmış aydınlanmasına giriştir. 1923 Cumhuriyeti, yoksun ve bitkin bir köylüler ülkesinde geri kalmışlığı aşabilme davası, iddiasıdır. Osmanlı’yı yıkan ekonomik ve mali hastalıkların tümünü geride bırakarak, 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde Gazi Mustafa Kemal’in dediği gibi bu vatanı yeniden yurt yapma özleminin çelikleşmiş ifadesi olan “çalışkanlar diyarı” yapma kararlığıdır 1923 Cumhuriyeti. Mustafa Kemal mucizesi Köhne imparatorlukların cenaze töreni de sayılabilecek I. Dünya Savaşı. 1912 1922 yılları, iki yüzyılın kırılma dönemi. Bu yıllar, en derin izlerini Türkiye’de bırakmıştır. 18 milyonu barındıran Anadolu, on yıl içinde 5 milyon nüfus yitirmiştir. Kurtuluş Savaşı, yurdun din Kurtuluş Savaşı, yurdun dinden de ırktan da daha önemli olduğunu öğretmiş ve Kurtuluş Kuruluşla tamamlanmıştır. Bu süreç yeniden değerlendirilmeli ve dersler çıkarılmalıdır den de ırktan da daha önemli olduğunu öğretmiş ve Kurtuluş Kuruluşla tamamlanmıştır. Bu süreç yeniden değerlendirilmeli ve dersler çıkarılmalıdır: “Büyük devletlerin kurtlar sofrasında yutulmak üzere olan, yenik, batık ve yıkık bir halkın başkaldırıp direnerek yenen, kurtulan ve yeniden devlet kuran bir ulusa dönüşmesi. Kısacası, Mustafa Kemal Mucizesi.” Ve bu devlet, Lozan’da, dünyanın bütün efendilerini eşitlik dansına kaldırmanın onurunu yaşamış, yaşatmıştır. Türkiye’nin kendi yaratıcı güçlerinin sahnede olduğu 1923 1938 döneminde Cumhuriyet, sanayi temelli ulusal bir ekonomiyi emperyalist çıkarların kesiştiği bir coğrafyada ve iki dünya savaşı yıllarının olağanüstü çalkantılı ortamında yaratmıştır. Bu yaratma, toplum yaşamından ekonomiye, hukuktan eğitime, siyasetten uluslararası ilişkilere, yarı sömürgeden bağımsız bir ulus devlete, bilinçli bir tercih, tutarlı bir stratejiyle köklü bir biçimde gerçekleştirilmiştir. Akıl ve bilim Stratejik tercihin oturduğu zeminin bir ideolojik paketi vardır. Akıl ve bilimi miras olarak bırakmak başlı başına ideolojik bir pakettir. Paket, akıl ve bilimle uygarlığın en ileri aşamalarına varan bir ülke idealini sarıp sarmalar. Bunun yanı sıra, özünde mali bağımsızlığın yattığı tam bağımsızlığın bir ülke için varlık ve yokluk demek olduğu düşüncesi ve buna uygun bir inşa politikası da vardır. Ve bu inşa politikası, halkın bütününün çıkarını gözetir. Dünya tarihinde başka bir örneği yoktur. Unutulmamalıdır ki; tarihin hükmünü değiştirme fikri, düşünce ve belki de efendi değiştirmek kadar kolay değildir. Ve unutulmamalıdır ki; tarihle oynayan, hükmüne katlanacaktır! 1920’li ve 1930’lu yıllar. Bir yanda kendi zeminini inşa etmiş ve köklerini sağlamlaştırmış kapitalizm, diğer yanda yeni şekillenmeye başlamış sosyalizm... Bir yanda patronluğu devretmekte direnen İngiltere, patronun yerini gözüne kestirmiş temiz aile çocuğu ABD, mızmız çocuk Fransa ve mahallenin kabadayısı Almanya. Ve iki köylü ülkesinde iki isyancı çocuk; Lenin’in Sovyetler Birliği ve Gazi Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti. İkinci hedef iktisattı Böyle bir uluslararası konjonktürde, ilk hedef Akdeniz’di, ikinci hedef iktisat şiarıyla yola koyulan Cumhuriyet kadroları, zaman zaman karşılaştıkları sorunlarla ilgili pratiğe ilişkin noktalarda deneme sınama yönetemiyle de olsa korumacılıktan “planlamaya bir kestirim olarak değil de halkçılık devletçilik bağlamında bir stratejik tercihte bulunmuşlardır. Bu stratejik tercihin sihirli denklemi; Sanayileşme + Demiryolları = Devletçilik biçiminde not edilebilir. Bir sürü iç ve dış dirence karşı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu stratejik tercihin yol gösterici önderidir. Bu tercih sayesindedir ki, Cumhuriyet Türkiye’si; n Sanayi temelli üretim alanına, n Dış ticaret, borçlanma ve finansal akımlardan oluşan dolaşım alanına, n Bölüşüm alanına, n Fikir alanına, sahip, yeni “özgür ve bağımsız” bir ülke olarak yaratılmıştır. Yaratılmıştır yaratılmasına ama Cumhuriyetin kadroları, hem yeni bir sanayi hareketini, hem de yeni bir toprak rejimi tasarımını kurgularken iki ciddi yoklukla yüz yüze gelmişlerdir. Biri, ileri atılacak ve tarihi rol üstlenecek bir burjuvazinin yokluğu. Diğeri, topraksız, az topraklı, maraba, yarıcı, ortakçı, mevsimlik işçi olan ve yine tarihin akışı içinde toprağı ve toprak tarım rejimini talep etmesi, bunu eylemlerle gösterecek bir köylülüğün kitlesel suskunluğu ve yokluğu. 1930’dan itibaren Cumhuriyetçi kadrolar iki ciddi yokluğu görerek, fakat herhangi bir sınıfsal destek almadan bu iki taşıyıcı kolonu inşa etme ve böylece geri kalmışlığın kalın kabuğunu kırma davasını omuzladılar ve başardılar. AYLA AKBAL’DAN DESTEK Cumhuriyet’in simge isimlerinden Oktay Akbal’ın eşi Ayla Akbal dün gazetemizi ziyaret etti. Akbal gazetemiz İmtiyaz Sahibi, Cumhuriyet Vakfı Başkanı Alev Coşkun, Genel Yayın Yönetmenimiz Aykut Küçükkaya, yazarlarımız Şükran Soner ve Miyase İlknur’la görüştü. Akbal, “Türkiye’de rejim tehlikedeyken Cumhuriyet gazetesine çok büyük görev düşüyor. Atatürk’ün üç cumhuriyeti var: Laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyet Halk Partisi ve adını verdiği Cumhuriyet gazetesi. Okurlar gazetemizle büyük dayanışma içinde olmalı” dedi. YILMAZ ATEŞ Tbmm 22. Dönem Başkanvekili Türkiye, 1980’den sonra uygulanan politikalar sonucu “üretim kısırı, ithalat cenneti” bir ülke oldu. Dünyada kendi kendisine yeten 7 ülkeden biri iken, bugün tarım ürünlerini, hayvancılık öldürülürken de saman ithal eden bir ülke olduk. Üretmeyene pirim veren, üreteni cezalandıran, tembelliği teşvik eden, çalışanı süründüren politikalar sonucu gelip duvara dayandı, çıkış yolu arıyoruz. Ülke yakıcı bir durumla karşı karşıyadır. 2002’de 143 milyar dolar olan dış borcumuz bugün 467 milyar dolar. Dış Ticaret açığımız 19892002 yılları arasında her yıl ortalama 13,5 milyar dolar iken, 2002 2017 yılları arasındaki ortalaması 70,2 milyar dolara çıktı. 2017’nin Aralık ayının ilk yarısında Merkez Bankası’nın yüzde 8 olan politika faizi 10 ay sonra yüzde 24’e çıkarılarak yüzde 300 arttırıldı. Bu yılın ocak ayında sanayici yüzde 14 faizle kredi kullanırken bugün bu oran yüzde 40’lar seviyesinde. Bu oranla iflas noktasında olan Venezüalla ve kredibilitesi bizden daha iyi olan Arjantin’den sonra dünyanın en yüksek faizine sahip 3. ülke olduk. 10 ay önce dolar 3.85 TL’iken bugün 6 TL seviyesinde. Artış yüzde 56. Faiz kur artışını durdurmak için yapılır. Ama bizde her ikisi birden fırladı. Son üç ayda elektrik ve doğalgaza işyerlerinde yüzde 48, meskende yüzde 30 zam yapıldı. Bu verilerle yatırım, istihdam ve üretim yapacak sanayici bulunabilir mi, var olanlar ayakta kalabilir mi? İğne ve çuvaldız Öncelikli hedefimiz israfa ve savurganlığa son vermek olmalıdır. Bunun için de yöneten sınıf, Anadolu deyimiyle “İğneyi önce kendisine batırmalıdır ki, vatandaş çuvaldızın acısına katlansın.” Kalkınmış ülkeler, üretene pirim verirken, biz tarlasına Tütün, buğday, nohut, fasulye, mercimek ekmeyene, fındığını toplamayana prim verdik. Hayvancılığı öldürdük. Sanayide olduğu gibi tarım ve hayvancılıkta da bilimi ve teknolojiye sırtımızı döndük. Katma değeri yüksek üretimi hedeflemedik. Hollanda’nın tarım alanı yaklaşık yüzde yüzde 5’imizden azken, bizim 5 milyar dolarlık tarım ürünleri ihracatımıza karşılık, tam 19 katımız, 95 milyar dolar ihracat yapmaktadır. Biz bu alanda 7 milyar dolar dış ticaret açığı verirken, Hollanda, 55 milyar dolar dış ticaret fazlası vermektedir. Çıkış yolumuz 2001’den beri krizlerden çıkış yolu olarak, rant öncelikli “beton” ekonomisi görüldüğü için her gün daha büyük krizlerle karşı karşıya geldik. Çıkış yolumuz; bilim ve teknolojiye dayalı eğitim ve üretim olmalıdır. Öncelikli hedefimiz israfa ve savurganlığa son vermek olmalıdır. Bunun için de yöneten sınıf, Anadolu deyimiyle “İğneyi önce kendisine batırmalıdır ki, vatandaş çuvaldızın acısına katlansın.” Halk ancak bunu gördükten sonra tasarruf da yapar, özveride de bulunur. Yoksa iktidar, polis ve zabıtanın baskısıyla Türkiye ekonomisini düzlüğe çıka ramaz. TBMM’den başlamalıyız, yet kileri budanan parlamentonun artırılan milletvekili sayısını 600’den 400’e, başkanlık divanı üye sayısını 20’den 10’una düşürelim. Çünkü bir milletvekilinin bu devlete maliyeti aylık yaklaşık 100.000 TL’nin üzerindedir. Yeri gelmişken 2004 yılında Türkiye’ye gelen Japonya Senatosu Başkanvekili ile aramızda geçen bir diyaloğu aktarmam gerekiyor: Akşam Şeref Salonu’nda verdiğimiz yemekte çevreyi dikkatlice inceledikten sonra dönüp bana, “Burası gündüz anlaşma imzaladığımız salon mu” diye sordu. “Evet” deyince ikinci soru geldi: “Bu personel sizin mi, yemekler burada mı pişiyor?”. “Evet, sizde yok mu” diye sorunca, “Biz sizin kadar zengin değiliz. Bu kadar personelle böyle lüks lokanta işletemeyiz. Parlamento çalışma yerimizdir” cevabını verdi. Meclis ve Senatoda kaç başkanvekili olduğunu sordum; “Her ikisinde de bir başkan, bir başkanvekili var” dedi. “Kimin yönettiğini” sorunca da cevabı daha ilginç oldu: “Kim başkansa o yönetir. Ben yılda bir veya iki kez ya yönetirim, ya yönetmem.” Bizde ise 4 başkanvekili var, başkanlar da yılda 34 kez ya yönetir, ya yönetmez. “Sizin kadar zengin değiliz.” Dendiği tarihte, Japonya’nın dış ticareti yılda 75 milyar dolar fazla veriyordu, kişi başına düşen milli gelir de 30 bin doların üzerindeydi. İkinci sıraya Lale Devri’ni yaşayan, israf ve har vurup harman savurmada sınır tanımayan Cumhurbaşkanlığı ve sarayını, bakanlıkları, kamu kurumlarını almalıyız. Buna İsrail’i örnek vermek gerekir: İsrail devlet yöneticilerinin konutlarında maaşlı bir aşçının bulunması halinde dışarıdan hazır yemek için bütçe kullanmak yasak. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun eşi resmi davetlerde devlet fonundan hazır yemek sipariş ettiği gerekçesiyle, “dolandırıcılıktan” yargılanmaktadır. İktidar ve muhalefet Üçüncü sıraya Sendikalar, odalar, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, belediyeler, bütün kamu kurum ve Kuruluşları’nı almalıyız. Türkiye’de üretimi yapılmayan makam ve binek araçlar alınmamalı ve kiralanmamalıdır. İlk fırsatta da var olanlar elden çıkarılmalıdır. Bunun öncülüğünü yapmak muhalefet parti ve yönetimlerindeki belediyelere daha çok yakışır. İktidarı ve muhalefeti bu ve benzer ortak noktalarda işbirliği yapıp, ülkemizi “ithalat cenneti” olmaktan çıkararak “üretim üssü”ne çevirdiğimiz an milli ve yerli olabiliriz. İnsan hak ve özgürlüklerini ötelemeyen, yargısı bağımsız, basını özgür, eğitimi teknoloji ve bilimi hedef alan bilgi ekonomisine geçmekle bu yangın söner, Türkiye refah ve barış içinde yoluna devam eder. için imece çağrısı Bu kampanya; CUMOK’un (Cumhuriyet Okurları), Atatürk devrimlerine inanmış Atatürkçü Düşünce Derneği, kadın kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin çağrısıdır. Bu tüm halkımıza, “son kale”nin korunması için önemli, içten ve açık yürekli bir çağrıdır. Bu çağrıya Atatürkçü sivil toplum örgütleri, kuruluşlar destek vereceklerini Cumhuriyet Vakfı’na bildirmişlerdir. Vakıf senedimize göre, CUMOK’ların çağrısıyla başlayan kampanyayla bağış almaya vakfımız yetkilidir. Bağışlarınızı “26 Ekim26 Kasım 2018” tarihleri arasında bir ay süresince gazetemizden ve internet sitemizden duyurulan hesap numaralarına yatırabilirsiniz. l TL Iban numarası: TR67 0006 4000 0011 3980 0074 52 l USD Iban numarası: TR69 0006 4000 0021 3980 0112 91 l Euro Iban numarası: TR28 0006 4000 0021 3980 0118 35  l Bağışlarınızı IBAN hesapları dışında ayrıca Türkiye İş Bankası Şişli Ticari Şube, Şube Kodu: 1398 Hesap No: 7452 No’lu hesaba da yatırabilirsiniz. lCumhuriyet Vakfı’nın web sitesi www.cumhuriyetvakfi.org.tr adresi üzerinden de bağış yapabilirsiniz. Suudi sarayı Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV Bu yazının başlığı dikkate değer bir kitabın da adıdır. Yazarı kum, petrol ve tutuculuk krallığında birkaç yıl doktorluk yapmış Amerikalının (siyasal bilgiler eğitimi görmüş ve meslekten gazeteci) eşidir. Önemsiz bir dişi diye, yalnız özel kadın toplantılarına katılabilmiş, ama oralarda sürekli dedikodu ve yakınma dinlemişti; kendi gözlemleri de vardı. Yazılarını Amerikan gazeteleriyle dergilerine erkek adlarıyla yollayıp bastırmış, ülkesine dönünce de kendi adı olan Sandra Mackey imzasıyla bu kez derli toplu bir kitap çıkarmıştır. Kadınlar, saray soylularının gözünde beyinsiz yaratıklardır. Yalnız (erkek) çocuk yapmaya yararlar. Hazreti Muhammed’den önce art arda kız doğuranların son kızları “işe yaramaz tüketiciler” diye diri diri gömülürlerdi. Bu krallık hep erkek dünyasıydı. Sarayın erkekleri petrolle zenginleştiler, ama bu “siyah elmas” savurganlık, çöküntü ve daha beter eşitsizlik getirdi. Oysa, tek ülkücülük diye Vahabiliğe yapışan devlet kurucusu Abdülaziz 1953’te öldüğünde, konutu çamur kaplı aynı ilkel yapıydı. İlk yıllarda yabancı şirket varil başına iki dolardan az ödüyordu. Geliri halkla bölüşmek diye yerleşik gelenek yoktu. Kral sokağa çıktığında cebindeki bozuklukları yere fırlatır, yurttaşları da birbirini çiğneyerek onları toplarlardı. Ortaçağdaki İslam devletinin gelirine de Muaviye el koymuştu. Irak’ta toprak yüzeyine yakın yerden toplanan bu siyah ürün sarayına yollanır, gece aydınlatmaya, soğuk olduğunda da ısınmaya yarardı. Suudi gençler Petrol özellikle 1970’lerin ortalarından sonra düş âlemine yaraşır gelir sağlayan, ayrıca siyasette silah olan bir zenginlik kaynağı oldu. Petrolü yıllarca yabancı uzmanlar çıkardılar. Onlar tiyatrosu, kulübü, sporu olmayan bir çöl topluluğunda villalarda kendi içkilerini yudumlarlardı. Seçilen Suudi gençlerin dış ülkelerde okuma aşaması çok sonradır. Sokak adları yıllarca konmadı, evlerin de numaraları yoktu. Batı kökenli yayın gümrükten geçemez, ama “ithal kadınlar”dan yararlanacaklar için kapılar açılırdı. Bir Suudi prensinin bugünkü yaşantısına bakın, bir de midesine ancak zeytin, hurma, kuru ekmek ve su giden Hazreti Muhammed’in yaşamına. Oysa, giriş vizesi gene kolay verilmez. Çalışacak yabancı işçinin pasaportuna yerli işveren el koyar. Sıradan yabancı artık o yerlinin buyruğuyla yaşar. Hakkı yenirse gideceği bir siyasi parti, sendika, muhalif örgüt ya da eleştiri hakkı yoktur. Sık işitilen iki sözcük: “Bas Saudi”; yani, her şey “yalnız Suudiler”. daha doğrusu, varlıklı Suudi erkeği için. Evli erkek cinsel ilişki amacıyla Bangkok’a da gider, Riviera’ya da. Ama toplum piramidinin üst tabakasındaki yerli kadına yaklaşmış varsayılan üç Asyalı idam edilmişti. Eski yeni çatışması Eski ile yeninin, sarayla homurdananın çatışması şiddetlenerek sürüyor. Kral adına verilen Uluslararası İslam Ödülü’ne Medine Üniversitesi Rektörü Şeyh Abdülaziz ibn Baz layık görülmüştü. Rektörün şu başlıkta bir kitabı var: “Güneşin ve Ayın Dönmesi ve Dünyanın Olduğu Yerde Kalması”. Sanki Copernicus, Kepler ve Galileo ile uzayda çekilen fotoğraflar bizi yanıltıyor. Bizde biri “”90 yıl yanlış yapmışlar; Mekke ve Medine’yi izlemeliymişiz!” buyurmuştu. Oraları birçok yazara göre yukarıda anlatıldığı gibidir. Sonuçta hiçbir İslam ülkesi dışarıya makine satmıyor. Bizse etten ota neredeyse her şeyi dışarıdan dövizle getirtiyoruz. 1930’larda uçak yapıyor ve satıyorduk. Geçici başarılarını İsrail bayrağı ile kutlayan ve PKK’ye destek veren Suudilerde muhalifler de arttı. Krallık onların üstüne 1956’da ve 1979’da yürüdü; kimi zaman tanklarla. Müslümandan sayılmayan Şii petrol işçileri topluca iş bırakırlarsa, ülke ekonomisi birden dar boğaza girer. Vahabi baskısı özellikle Hicazlıları homurdatıyor. Çoğalan ortasınıf siyasette daha fazla söz sahibi olma peşinde. Hiçbir kralda her istediğini yaptıracak güç yok. Ama ünlü Yamani bile petrol bakanıyken karar vericilerden değildi; görevden alındığını radyodan duydu. Eskilerden Sağlık Bakanı Gazi Algosaibi rüşvet beklemeyen, sevilen biriydi; işten atıldı. Ancak, memnun olmayanları örgütleyecek ne siyasi parti var, ne dernek. “Kuran var” diye anayasa bile yok. ABD bir ara feza aracına bir Suudiyi de almıştı. Uzayda kıble yönünü aradı durdu. Bu durumda, yasak sayılmayan tek muhalefet Batı karşıtlığı. Bu da düzeni sarsıp iyiye götürmeye yetmez. Memnun olmayanlar şimdilik Batı karşıtlığıyla oyalanıyorlar. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle