16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER eposta: [email protected] Salı 9 Ekim 2018 2 TASARIM: İLKNUR FİLİZ Yolsuzluğun sonuçları Doç. Dr. Ayşe Atalay Emekli öğretim üyesi Yolsuzluk, kamusal gücü elinde tutan kişilerin kişisel çıkarlarını ön planda tutarak kamusal sorumluluk ve yetkilerini kötüye kullanmaları olarak tanımlanabilir. Kamu kaynaklarının kişisel servet artırımı yönünde kullanılması, sadece yolsuzluk yapanı değil, bütün ülke ekonomisinin parametrelerini değiştirebilecek özelliktedir. Yolsuzluklar sadece düşük ya da yüksek seviyeli yolsuzluk yapanları ilgilendiren yasadışılıktan öte, tüm ekonominin işleyişini sekteye vurabilecek boyutlara da ulaşabilir. Yolsuzluk mikro ve makro düzeyde gerçekleşebilir. Küreselleşme çağında, iletişim teknolojisinin baş döndürücü bir hızla gelişme kaydettiği çağımızda sermayenin serbest dolaşımı sonucu yabancı ülkelerde ihaleler kazanmak, çokuluslu şirketlerle işbirliği içinde olmak ya da vergi kolaylıkları elde etmek amacıyla yolsuzluğa başvurulmaktadır. Ancak yolsuzluk olgusuna tarihte yöneten yönetilen ayrımının ortaya çıktığı dönemlerden itibaren rastlanmış olması karşısında devletler de karşı önlem almak durumunda kalmışlardır. Yolsuzluklarda artış Yolsuzluk olgusunun sosyo kültürel ve ekonomik yönleri vardır. Kamuoyunun güçlü ve eğitim düzeyinin yüksek, gelir dağılımı adaletinin yerleşmiş olduğu toplumlarda yolsuzluk, göz yumulmaması gereken bir istisna olarak görülmekte, buna karşın gelir dağılımı adaletsiz, eğitim düzeyi düşük ve çoğunlukla demokratik rejimle yönetilmeyen ülkelerde ise hasır altı edilmektedir. Kamu gücünü ellerinde tutanların yer aldığı yolsuzluklar, yurttaşın devlete olan güvenini sarsmakta ve bu kez yurttaş vergi verme sorumluluğundan kaçma yolları aramaktadır. Bu durum da toplumda vergi kaçırmayı teşvik edici bir rol oynamaktadır. Böylece devlet vatandaş ilişkisi temelinden sarsılmakta, vatandaş devlete yabancılaşmaktadır. Bir ülkede yolsuzluğun yaygınlaşmasının bir başka nedeni de toplumsal sistemin şeffaflık derecesidir. Bir siyasal sistem ne kadar şeffaf ve denetlenebilir ise, o sistemde yolsuzluk yapmak da o kadar zorlaşır. Bu açıdan bakıldığında Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yaptığı bir araştırmaya göre yolsuzluklarda 1 puanlık bir artış Toplumda pek yaygın olan havadan para kazanma tutkusu artık devletin varlığını tehdit eder boyuta gelmiştir. Toplum olarak birer ortaçağ kalıntıları olan nepotizm ve patronaj gibi yapılardan uzak durmak , gelir dağılımında adaleti sağlayarak haksız kazancın önüne geçmek ülkenin varlığını sürdürmesi için elzemdir. devlet gelirlerinde yüzde 1’lik azalışa denk gelmektedir. Bu durum da kamu kaynaklarının, yurttaşların kamu hizmetlerine erişimini zorlaştırmakta ve kamu hizmetlerini daha pahalı elde etmesine yol açmaktadır. Yolsuzluğun toplumsal olarak önlenememesinin bir nedeni de yolsuzluğun cezasız kalması ya da getirisinin götürüsünden daha fazla olmasıdır. Türkiye, OECD Konvensiyonu ve BM Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi’ni imzalamasına karşın “az ya da hiç uygulama kaydedilmeyen” ülkeler arasında yerini almıştır. Toplumsal hastalık Nüfus artışı da yolsuzluğa eğilimi önemli oranda etkilemektedir. Artan nüfusa bağlı olarak emek piyasasında kıyasıya bir rekabet oluşmakta, bu olgu da beraberinde ücretlerde düşüşe ve toplumsal bir hastalık olan nepotizme ve patronaja yol açmaktadır. İşe alımda nepotizmin ve patronaj unsurlarının öne çıkması liyakat sistemini ortadan kaldırmakta, böylece mesleğin gerektirdiği bilgi ve donanımdan yoksun , kalifiye olmayan emek unsurları tüm toplumu bir ahtapot gi bi sarmaktadır. İşgücü piyasasındaki rekabet sonucu ücretler düşük olunca yolsuzluk yapma eğilimi de artmaktadır. Çalıyor ama çalışıyor Yukarıda kabaca özetlediğimiz sosyo ekonomik nedenler dışında bir toplumun kültürel dokusu da yolsuzluğa olan eğilimi negatif yönde etkileyebilmektedir. Bu açıdan toplumumuzu incelediğimizde dilimize yerleşmiş bazı atasözleri durumumuzu çok güzel açıklamaktadır. En basitinden emeğe önem verilen, emeğin en yüce değer olarak görüldüğü toplumlarda “Üzümünü ye bağını sorma” gibi bir atasözü sanıyoruz ki dillere pek yerleşmemiştir. Dürüstlüğün, açık sözlülüğün ve tokgözlülüğün enayilik, aptallık olarak görüldüğü, doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu, cezalandırıldığı toplumlarda yolsuzluk eğilimi kolayca uç verdiği gibi, toplumun temelini sarsacak boyutlara da ulaşabilir. Nitekim son günlerde yaşadığımız ekonomik krizin temelinde de kamu kaynaklarının başka bir deyişle yurttaşlardan alınan dolaylı ve dolaysız vergilerin nepotizm ve yolsuzluk bağlamında sermayenin daha fazla belirli ellerde toplanması amacıyla hesapsızca harcanması yatmaktadır. Bu olguda “çalıyor ama çalışıyor” anlayışının egemen olduğu toplumsal rızanın da payını göz ardı etmemek gerektiğini belirtmek gerekir. Bu bakımdan söz konusu ekonomik krizin sonuçlarına katlanmak açısından hepimiz aynı gemide değiliz, ama krize yol açan nedenler araştırıldığında da toplumdaki bu örtük anlayış birliğinin de payı yadsınamaz. Bu bakımdan toplumda pek yaygın olan havadan para kazanma tutkusu ki bedava sirke baldan tatlıdır diyor atalarımız da artık devletin varlığını tehdit eder boyuta gelmiştir. Toplum olarak birer ortaçağ kalıntıları olan nepotizm ve patronaj gibi yapılardan uzak durmak, gelir dağılımında adaleti sağlayarak haksız kazancın önüne geçmek ülkenin varlığını sürdürmesi için elzemdir. Bundan sonrası için izlenecek ekonomi politikanın da bu noktalar göz önüne alınarak oluşturulması ülke varlığı açısından yaşamsal önem arz etmektedir. Atatürk, bütün dünyanın sahiplendiği bir devrimcidir… ALİ ERALP Cumhuriyet, laiklik düşmanlarına soruyorum: Atatürk’ten önceki Türkiye’nin durumunu biliyor musunuz? Cumhuriyet ilan edildiğinde ülkemizin sosyal ve ekonomik yapısı nasıldı? Okuma yazma oranı kadınlarda kaç, erkeklerde kaçtı? Ne kadar fabrika vardı? Sermaye ve fabrika kimlerin elindeydi? Demiryolları kaç kilometreydi? Bildiğinizi sanmıyorum... Bilseniz, dünyanın sahiplendiği gerçek liderin peşinden giderdiniz... Çok konuştuk, çok anlattık, ama, bir kez daha anlatalım: 550 bin kayıp verildi Birinci Dünya Savaşı’nda yurdumuz 550 bin kayıp verdi. Yenilginin ardından Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı. Buna göre Osmanlı orduları dağıtılıyor, ağır silahlar teslim alınıyor; savaşı kazanan devletler arasında ülke pay ediliyordu... Vatanın yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el konuluyordu... Ama bütün bu yokluk, yoksulluk, kötü koşullara karşın yedi düvelle yapılan bağımsızlık savaşı zaferle sonuçlandı ve Cumhuriyet ilan edildi... Cumhuriyet ilan edildiğinde köyler, kentler yakılmış, yıkılmış, harabe haline getirilmişti... Üretim durmuş, tarım çökmüştü. Ekmeklik un bile dışarıdan alınıyordu. İnsanlar aç, sefil, perişandı... Hastalık dört bir yanı sarmıştı... Halkımız kırılıyor, hayvanlar telef oluyordu... Frengi, verem, sıtma, tifo, tifüs bir göz hastalığı olan trahom dört bir ya Osmanlı’yı Atatürk yıktı der Atatürk düşmanları... Osmanlı’yı işte bu cehalet, bilgisizlik yıktı... Bir de emperyalizmle birlikte yerli hainler... Osmanlı’dan sadece 4 fabrika miras kalmıştı. Bu sayı 1926 1938 arasında 28’e yükseldi. nı sarmıştı. 13 milyon nüfuslu Türkiye’de 3 mil yon kişi trahom, iki milyon kişi sıtma, bir milyon kişi frengi hastalığına yakalanmıştı... Bunlar saptanan resmi rakamlar ve bilinen hastalıklardı... Bit, pire ve çeşitli cilt hastalıklarını bu listeye eklemiyoruz... Bebek ölümleri yüzde 40’ın üzerindeydi. Yani doğan her iki çocuktan biri, yüz anneden yirmisi ölüyordu... 40 bin köyün 30 bininde okul yoktu... Evet, yineliyorum, 30 bininde okul yoktu... Vee okuma oranı 1927’lerde erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4’tü... Bu oran 1935’te erkeklerde yüzde 23, kadınlarda yüzde 8 oldu... Her yanı mahalle mektepleri, tekkeler sarmıştı. Cahillik ve cahiller, mollaların, sultanların geçim kaynağı idi... Onlar durumdan ziyadesiyle memnundular... Kitap nedir, okumak nedir, bilim nedir, topluma ne yararı olur, bilen yoktu... Osmanlı’yı Atatürk yıktı der Atatürk düşmanları... Osmanlı’yı işte bu cehalet, bilgisizlik yıktı... Bir de emperyalizmle birlikte yerli hainler... Osmanlı’dan sadece 4 fabrika miras kalmıştı. Bu sayı 1926 1938 arasında 28’e yükseldi. Anadolu topraklarında 1923 yılı itibarı ile 4 bin 559 km olan demiryolu, 1940 yılına kadar gerçekleştirilen sıkı çalışmayla 8 bin 637 km’ye ulaştı, iki katına çıktı... Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilanının ertesi gününde, İsmet İnönü’ye gönderdiği mektupta şunları yazıyordu: Türk parasının değeri “Bize, geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı, yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız, kaderin bizim kuşağımıza yüklediği bir görev bu, özgür bir toplum oluşturmak, çağdaşlaşmak, bu ideali gerçekleştirmek zorundayız, bu görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim, Allah yardımcımız olsun.” Tam da dediği gibi yaptı. 19291938 arasında ağır sanayi üretimi yüzde 152 arttı. Kömür yüzde 100, krom yüzde 600 artış gösterdi. Demir sıfırdan 180 bin tona çıktı, şeker üretimi 200 misli arttı. Türk parasının değeri sterlin, ABD Doları ve İtalyan lireti karşısında değer kazandı. Değer kaybetmedi. Gece gündüz, 7 – 24 Atatürk’e küfredenler, 15 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirilenleri gördünüz mü? Siz onun tırnağı bile olamazsınız... Peki, siz ne yaptınız? Tüm Cumhuriyet ürünlerini mirasyediler gibi satıp savdınız, yine de iki yakanız bir araya gelmedi... Çünkü üretim durdu... Çünkü fabrikaları, gelir kaynaklarını emperyalistlere teslim ettiniz... İktidara geldiğinizde bir ABD Doları, 1.60 TL idi, bugün 6 TL. Duracağı da yok... Bir gün olsun Atatürk gibi bilimden, uygarlıktan, çağdaşlaşmaktan ya da onun deyişi ile “Yoksul ve esir milletlerden” söz ettiniz mi? Yunan galip gelseydi Bir gün olsun emperyalizm sözcüğünü ağzınıza aldınız mı? Bir gün olsun Kurtuluş Savaşı’nı canla başla destekleyen gerçek din adamı Rıfat Börekçi’yi halka anlattınız mı? Anlatmadınız... Çünkü sömürgecilerle işbirliği yapmak sizin fıtratınızda var... Siz Müslüman Irak’ı işgal eden emperyalist ABD’yi alkışladınız ve ABD askerlerinin sağ salim dönmesi için dua ettiniz... Atatürk ve arkadaşları tüm gücüyle ülkeyi modernleştirmeye çalışırken, geçmişte de tarikatçı ve bölücü atalarınız emperyalistlerle birlik olup, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalıştılar... Bugün de birtakım fesli deliler çıkmış, babalarının, dedelerinin yolundan gidiyorlar... Şöyle konuşuyorlar: “Keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat yıkılırdı. Ne medreseler lağvedilirdi ne de hocalar asılırdı. Hiç biri olmazdı...” Atatürk ve Kurtuluş Savaşı düşmanlarının hangi rüyanın peşinde olduklarını gördünüz mü? Şunu hiç aklınızdan çıkarmayın: Atatürk, dünyanın sahiplendiği bir devrimcidir. Dünyanın dört bir yanında heykelleri dikilmiştir. Çin’de, okullarda ders olarak okutulmaktadır. O, modern Türkiye’nin kurucusu ve kurtarıcısıdır... Ne kadar kötülerseniz kötüleyin, bu gerçeği asla değiştiremezsiniz... O, sonsuza dek yaşayacaktır... Ekonomik krizi tutuklayabilir misiniz?  Dün Hürriyet’te Abdülkadir Selvi, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, partisinin Kızılcahamam toplantısında, yerel seçimler öncesinde, ekonomik krizi gündemden düşürme talimatı verdiğini yazdı: Selvi’nin yazısının ilgili bölümü şöyle: “Erdoğan iki hamle yaptı, bir de talimat verdi. Öncelikle kamuoyuna açık bir şekilde yaptığı iki hamleyi kaydetmek istiyorum. McKinsey konusundaki tartışmalara son verdi. ‘Fikri danışmanlık hizmeti de almayacağız’ dedi. Erdoğan böylece yerel seçimlere giderken muhalefetin kozunu elinden almış oldu. İkincisi ise IMF defterini bir daha açılmamak üzere kapattı. Talimatına gelince, ekonomik krizin gündemden düşürülmesi ve halkın pahalılıktan şikâyetine son verilmesi için her türlü tedbirin alınmasını istedi.” HHH Bu talimat iddiası bana, internette DİKEN adlı haber sitesinde yayımlanan 27 Eylül 2018 tarihli bir haberi anımsattı: “Siirt’te HDP’nin il genel meclisi eski üyesi İdris İlhan, sosyal medya hesabından ‘Dolar 7.15’ diye yaptığı paylaşım nedeniyle ‘terör örgütü propagandası yapmak’ ve ‘Sermaye Piyasası Kanunu’na muhalefet’ suçlarından tutuklandı. Siirt savcılığınca Twitter’daki hesabından 13 Ağustos’ta, ‘Dolar yükseldiği için batmıyoruz, battığımız için dolar yükseliyor. Dolar: 7.15’ yazan, İlhan hakkında soruşturma başlatıldı. İlhan, dün gözaltına alınırken, ifadesinde ‘Yukarıdaki yazıyı paylaşmamdaki tek amacım, 80 milyon insanı ilgilendiren ekonomik bir değerlendirmedir. Herhangi bir manipüle amacım yoktur’ dedi. Söz konusu tweet’in atıldığı gün Asya piyasalarının açılmasıyla ABD Doları/Türk Lirası kuru 7.20 seviyesinde işlem görmeye başlamış, gün içinde piyasada en yüksek 7.01 en düşük 6.58 seviyelerinden işlem görmüş, Merkez Bankası verilerine göre iç piyasada 6.89’dan günü tamamlamıştı.” HHH Şimdi aklıma deli gibi sorular geliyor: Acaba artık “Ekonomik Kriz” demek yasak mı oldu? “Ekonomik Kriz”den bahsedenler, terör örgütü propagandası yapmak suçlamasıyla tutuklanabilirler mi? Bu sorular akla başka bir soruyu getiriyor: İnsanları tutuklayarak “Ekonomik Krizi” ortadan kaldırabilir misiniz? Ve elbette en temel soru: “Ekonomik Krizi” tutuklamak olanaklı mıdır? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle