16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 Yaşarken ölenler öldükten sonra da yaşayanlar! Zor günlerden geçiyoruz. Hata yapmadan, kandırılmadan ayakta kalmak hayli güç! AKP öylesine bir yöntem geliştirdi ki, neyse onun tam tersi olarak tarif ediyor kendini. Bu tuzağa karşı her an hazırlıklı olmak gerek. Aydınlar, sanatçılar, kanaat önderleri (son moda deyimle) toplumsal sorumluluk yüklendikleri için ayrıca dikkatli olmak zorundalar. Peki, böyle durumlardan nasıl korunur kişi? Elbette dünya görüşüyle, öğretisiyle! Aksi halde savrulur gider. Sevdiğim, önemsediğim pek çok yazar, sanatçı, bilimciyle vedalaştım içimde. Yaşarken öldüler. Burnumun titrediği, yüreğimin sızladığı haller oldu. Elimin kalem tutmasına, düşüncemin oluşmasına, kişiliğimin gelişmesine katkı yapan bu kimselerin, AKP dönemi karnesinin kırıklarla dolu olmasını kabullenemedim. Bazen sert tepki verdim, kimi zaman ikircikli halim oldu. İçimde affetmek, meşru zemin yaratmak istedim onlara. Olmadı. Hilmi Yavuz’la karşılaştık geçen gün. Düşünsel birikimi dünya ölçeğinde, büyük şair olduğundan bir an kuşku duymadım. Son dönem, saçma bir savla FETÖ’den gözaltına alındı, bereket salıverildi. “Aydın” tarifi yaptığım yazıma itirazları vardı. Olur elbet, tartışacağız. Düşündüm, “duygum nasıl Hilmi Yavuz’a karşı?” diye. Şiirine bayılırım, denemeciliği birinci sınıftır, benim tarifimle ille de aydın olması gerekir mi? Aydın ile entelektüel arasında fark yok mu? Entelektüel kimse toplumsal meselelerde öne çıkıp, rol, risk almak zorunda değil. Aydın bunu yapamaz. Aziz Nesin gibi söylersek: “Söylediklerimiz kadar sustuklarımızdan da sorumluyuz.” Aydın susamaz, kandırılamaz! Adalet Ağaoğlu “Ben de Hilmi Yavuz gibi ‘yetmez ama evet’ diyenlerden değilim, ‘evetçiyim’ doğrudan” dedi bir söyleşisinde. Osman Can’ın kendisini kandırdığını söylüyor ardından. Pusulası karga olan misali! “Enayilik etmişim” diye ekliyor sonunda. Kandırılmış yani. Demirel’den onur ödülü alırken, Abdullah Gül’ün sofrasına otururken meğer hep askeri vesayete karşı mücadele halindeymiş Adalet Hanım. Ne severim romanlarını. Bir ara yakınlığımız da olduydu. Sonra bunlar çıktı karşıma. Hazin bir durum! Ne yapalım, sevmekten vazgeçecek miyiz bu insanları? Ara Güler tartışması hızlı oldu sosyal medyada. Meğer ne çok kişinin yaşamına değmiş, elini sıkmış, hatırasında yer almış Güler. Dahası, onun makinesinden gördüğümüz İstanbul nasıl aydınlık, cıvıltılı, yaşanılası bir yermiş? Kim tüketti bu İstanbul’u hızla ve zalimce? Ara Güler bilmez değildi herhalde, betona tapanların kimler olduğunu. Onca keskin gözü olan biri, pis kokuyu aynı hassaslıkla alır. Hele ki uzun ömründe ne tür toplumsal çalkantılara tanıklık etmiştir Ara Bey. Darbeler, öğrenci olayları, işçi hareketleri… Haklıyı, haksızı keskin gözüyle hemen fark eder, işi budur. Neden saray fotoğrafçısı oldu aniden? Kitap özetini bile zorla okuyan RTE’yi, neden kütüphane önünde çekti mesela? Ya da Gezi çocuklarının katledildiği Taksim Meydanı’nı, ramazanda görüntüleyip “Taksim’de Huzur” diye nasıl sunabildi? Büyük sanatçıların kusurları, yanılgıları da aynı oranda oluyor. Çünkü onlara yüklenen önem, verilen değer yetenekleriyle koşut. Toplumsal ilgi, alkış üstlerine bollukla nasıl boca ediliyorsa, doğal olarak tersi de aynı yoğunlukta oluyor. İnsanların sevgisine talip olunca, kaçınılmaz biçimde sert eleştirilerine de katlanmak zorunda kalırsınız. Sıradan biri hata yapınca, salt kendi yaşamına zarar verir. Oysa toplumsal rolü olan insanlar tarihin akışını etkiler. Gezi’de takındığınız ya da korkudan alamadığınız tavır kimliğiniz olur. Yetmez, tutarlı biçimde bu davranışı sürdürmeniz gerekir. Aniden Yenikapı Ruhuna(!) eklenirseniz, yine olmaz. Dali’nin büyük ressamlığını tartışacak durumda değilim elbet. Arkadaşı Lorca faşistlerce öldürüldükten sonra, “Bir eşcinsel cinayetine kurban gitti” dediğini bilirim ama; İspanya İç Savaşı’nda Franco’nun yanında yer aldığını aklımda tutarım; onu değerlendirirken 1975’te beş antifaşist genci katleden Franco’yu kutladığını zihnime kazırım. Tarih onun büyüklüğünü yazacağı gibi, kaçınılmaz olarak diğerlerini de kayıt altına alacaktır. (Bir başka sarsıcı örnek Elia Kazan’dır meraklısına.) Yargıç değilim, kimse için hüküm verme hakkını görmem kendimde. Terazim var ama. Sevgimi esirgemeden vermeye devam edeceğim elbette. Sevgide nesnel ölçü aramak ahmaklıktır. Ancak toplumsal meselelerde kimseyi kayırma hakkımız yok, zaman ölçüyü en güzel biçimde koyar. İlhan Selçuk’tan işitmiştim: “Herkes kendi heykelini yontar” cümlesini. Güç günlerden geçiyoruz, AKP bizi, nasıl bir yontucu olduğumuz konusunda her gün sınava çekiyor! SAĞLIK [email protected] Çarşamba 24 Ekim 2018 EDİTÖR: SİBEL BAHÇETEPE TASARIM: İLKNUR FİLİZ ‘Kendime söz verdim kanseri yendim’ Ekİmayı farkındalık haftası Serpil Güngörsün: Meme kanseri olduğumu öğrendiğim gün “bu hastalığı yeneceğim” dedim. Tedavi yolculuğunda doktorlarıma güvendim, kendime inandım, hastalığı yendim Serpil Güngörsün (66), halsizlik şikâyetiyle gittiği hastanede meme kanseri olduğu nu öğrendi. “Rahatsızlığımı öğren diğim gün kendi kendime bu hasta lığı yeneceğime söz verdim” diyen Güngörsün, “Tedavi yolculuğunda doktorlarıma güvendim, kendime inandım ve kanseri yendim” diye rek yaşadıklarını anlattı. Güngörsün, uzun yıllar kanser hastalığı ile mücadele eden eşine ve böbrek hastası olan annesine baktı. İkisini de kaybeden Güngörsün, bir gün halsizlik ve yorgunluk şikâyetiyle hastaneye başvurdu. Önce, hastalığı için “psikolojik” de Sergil Güngörsün, tedavi sırasında ‘‘Her şeyin çaresi var nildi. Ardından hastanede birtakım dedim. Moralimi testler yapıldı. bozmamak en Kalça kemiğine sıçradı büyük gücüm oldu” dedi. Hastanede yapılan kontroller so nucunda memesinden bir parça alındığını anlatan Güngörsün, “Ya pılan kontroller sonucunda me mende bir kitle tespit edildi. Ayrıca hastalığın mideme metastaz (kan ser hücresinin farklı doku veya or ganlara yayılması) yaptığı ve kalça kemiklerime de sıçradığını gördük. Tedavi sürecine başladık” dedi. Güngörsün, bu süreçte yaşadıkları Kadınlarda görülen tüm kanserlerin yaklaşık 3’te 1’ini oluşturan meme nı şöyle anlattı: kanseri, kadınlarda en “Doğrusu biraz çekindim. sık görülen kanser Kemoterapi görmekten korkuyordum. Doktorum ‘Merak etme, tedaviye yavaş yavaş baş türü olarak dikkat çekiyor. dediklerini uygulamak ve inancını yitirmemek layacağım. Korkacak bir şey yok’ benim en büyük gü diyerek bana hep moral verdi. Ken cüm oldu. Kanser hastala disi tedaviye yavaş yavaş başladı, rına morallerini yüksek tutmaları motive etti, güç verdi. Saçlarım dö nı öneriyorum. Ben tedavi sürecim küldü ancak ‘Her şeyin çaresi var’ de beni üzecek, ‘ah ah vah vah’ di dedim. Kendime inandıkça daha iyi yen herkesten uzak durdum. Sev hissetmeye başladım. Işın tedavi diklerim ve dostlarım yanımda oldu. sinden sonra da ‘Ben bu işi yırttım’ Bu hastalık bana kendimi sevmeyi dedim. Tedaviler bittikten sonra da öğretti. Çok verici ve fedakâr olma kendimi çok iyi hissetmeye başla nın insanı yıprattığını ve hasta etti dım. Moralimi bozmamak, doktorun ğini öğretti. İnsan kendini sevmeli, bunun adı bencilik değil. Kendinize bakacaksınız ki çevrenizdeki insanlara da faydanız olsun.” Güngörsün, yaklaşık 1.5 yıl tedavi gördüğünü ve sağlığına kavuştuğunu kaydetti. ‘Savaşa hazırdı’ Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Şeref Kömürcü de “Hastalığa teslim olmadan savaşa hazır olduğunu belirtmesi benim de işimi kolaylaştırdı. Sonunda tedaviye çok iyi yanıt aldı, hastalığı kontrole girdi” dedi. Alzheimer ile dans edin D ünyada 47 milyon Alzheimer hastası bulunuyor. 2030’da 76 milyon, 2050’de ise nüfus artışıyla birlikte 135.5 milyon hasta olması bekleniyor. Ülkemizde ise yaklaşık 1 milyon demans hastası, 600 bin civarında da Alzheimer hastası bulunuyor. Hepimizin bildiği bir şey var ki o da bulmaca çözmenin hafıza yı güçlendirdiği yani Alzheimer riskini azalttığı. Ancak Albert Einstein Tıp Koleji’nin yaptığı dünyaca ünlü bir çalışma; bulmaca ben zeri uğraşların Alzheimer önlemede düşük etkiye sahip olduğunu, müzik eşliğinde dans etmenin hafızayı çok daha güçlendirdiğini söylüyor. Çalışmaya göre Alzheimer gelişme riskini düşürmede önerilen aktiviteler ve risk azaltma oranları şu şekilde: Okumak yüzde 35, haftada en az 4 defa bulmaca çözmek yüzde 47, sık sık dans etmek ise yüzde 76. Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Okan Bölükbaşı, “Henüz hangi dans türünün daha etkili olduğu hakkında bir bulgu yok, ama dans edebilmek için birbirinden ayrı çalışan farklı beyin düze neklerinin devreye girmesi gerekiyor. Alzheimer gelişimini bu ölçüde durdurmasının sebebinin bu eşgüdümsel beyin çalışması olduğu düşünülüyor” diyor. Aile hikâyesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Gülay Kenangil ise yaş, aile hikâyesi ve kalıtımın hastalık için değiştirilemeyen risk faktörleri olduğunu belirterek şöyle devam ediyor: “Alzheimer hastalığında 2 tip gen vardır. İlki risk genleridir. Eğer bir kişi ebeveyninden “APOEe4” risk genini alırsa Alzheimer riski artar. Ancak bu kesin hasta olacak anlamına gelmez. Tanımlayıcı genler olarak adlandırılan ikinci genler ise direkt olarak hastalığa yol açar. Alzheimer hastalığı bu protein değişiklikleriyle oluşursa; buna ‘Ailesel Alzheimer’ denir ve nesiller boyunca birçok aile ferdi etkilenir. Bu hastalarda semptomlar genellikle 60 yaş öncesi başlar. 3040 yaşlarında bile ortaya çıkabilir. Bu protein değişiklikleri tüm dünyada sadece birkaç yüz ailede bulunmuştur. Ailesel Alzheimer, tüm Alzheimer vakalarının yüzde 5’inden daha azında mevcuttur.” l İSTANBUL Göz kuruluğunda Omega3 etkisi Göz kuruluğunun toplumda görülme sıklığı son yıllarda giderek artıyor. Özellikle ileri yaş kişilerde ve menapoz sonrası kadınlarda daha sık görüldüğü belirtiliyor. Gözlerde akşama doğru bulanık görme, yanma, batma, yabancı cisim hissi, kuruluk hissi, kızarıklık, rüzgârda rahatsızlık, kontakt lens takamama gibi şikâyetlerle kendini gösteriyor. Koç Üniversitesi Hastanesi Oftalmoloji Böümü’nden Doç. Dr. Afsun Şahin, “Son yıllarda görülme sıklığı giderek artan kuru göz hastalığı, sıklıkla ileri yaş ta ve menopoz sonrası kadınlarda daha çok görülmektedir. Bunun yanı sıra uzun süre kontakt lens kullanan, akne tedavisi alan, tansiyon düşürücü, antialerjik, antidepresan, uyku ilaçları alan, gözlükten kurtulmak için lasik ameliyatı olan, hormon replasman tedavisi ve kemoterapi alan kişilerde de görülebilir” dedi. Şahin, göz kuruluğunun toplumda görülme oranının yüzde 40’lara kadar yük selebildiğini anımsatarak tedaviye ilişkin şunları kaydetti: “Öncelikle altta ya tan sebepler aydınlatılmaya çalışılmalıdır. Gözyaşı eksikliğini gideren ve göz yüzeyini nemli tutmaya yarayan çok sayıda suni gözyaşı ve jel mevcuttur. Hastanın mevcut gözyaşını koruması önemlidir. Omega3 ve 6 gibi ağızdan alınan besin takviyeleri de gözyaşı salgısını arttırıcı etki göstermektedir."l İSTANBUL Koltuk altı sertliği ile şişliğe dikkat Meme kanserinin her 8 kadından birini etkilediğini anımsatan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Metin Çakmakçı, “Meme kanseri tüm kanserler gibi genetik bir hastalık. Ancak halk arasında sadece anne tarafından geçtiğine dair yanlış bir inanış var. Kadınlar ‘benim annemde, teyzemde yok’ diyerek taramalarını önemsemiyor. Ancak büyüklerimizden gelen genler anne ve babadan eşit olasılıkta geliyor. Teyze kadar hala da var, amca kadar dayı da var” dedi. Dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon 300 bin kadının meme kanseri olduğunun tahmin edildiğini anlatan Çakmakçı, özetle şunları kaydetti: “Yaşla birlikte meme kanserinin görülme sıklığı da artıyor. Bu nedenle düzenli tetkiklere başlamanın erken tanı için çok önemli. 40 yaşından sonra yılda bir, muayene ve radyolojik tetkikler yapılmalı. Meme kanseri erken tanı ile tedavisi kolay bir hastalık. Meme kanserinin en önemli belirtisi memede bir kitlenin olması. Meme derisinde kızarıklık, şişme, meme başından gelen kanlı akıntı gibi belirtiler olsa da esas olarak kitleye bakmak lazım. Meme kanserinin ağrı ile bir ilişkisi yok. Ağrılı bir meme, meme kanserine işaret etmez. Koltuk altındaki sertlik ve şişlikler de meme kanseri belirtisi olabilir.” Grip şakaya gelmez Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastanesi ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serhat Ünal, gribin şakaya gelmeyeceğini belirterek “Grip, soğuk algınlığı değildir, şakaya gelmez. Ülkede anlamadığım şeyler oluyor. Fol yok, yumurta yok ‘grip aşısı zararlıdır’ diyorlar. Bazı isimleri belli doktor arkadaşlarımız çıkıp ‘aşıya ne gerek var’ diyor. Tıbbın yolu bellidir” dedi. Prof. Dr. Ünal, gribin ciddi bir solunum yolu enfeksiyonu olduğunu vurguladı. Aşı tartışmaları Sağlıklı yaşam kurallarına uymamız gerektiğine dikkat çeken Ünal, “Sigara, alkol, hareketsiz yaşamdan uzak durun. Sık sık ellerinizi yıkayın. Uykunuzu düzenli alın. Ama bunlar yetmiyor. Daha etkin yöntem, grip aşısı. Ülkede anlamadığım şeyler oluyor. Fol yok, yumurta yok ‘grip aşısı zararlıdır’ diyorlar. Bazı isimleri belli doktor arkadaşlarımız çıkıp ‘aşıya ne gerek var’ diyor. ‘Şunu karıştırın için’ gibi bilimsel bazı olmayan şeyler söylüyor. Tıbbın yolu bellidir” diye konuştu. “İnfluenza (grip) aşısının koruyuculuğunu dünya artık tartışmıyor” diyen Ünal, korunma kısmında mutlaka influenza aşısının yapılması gerektiğinin altını çizdi. Ünal, şöyle devam etti:  “65 yaş üstüne mutlaka aşı yapılmalı. Ayrıca diyabet, KOAH, kalp, karaciğer ve kronik böbrek yetmezliği, kanser tedavisi görenler, HIV pozitif hastalar mutlaka aşılanmak durumundadır.” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle