16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER eposta: [email protected] Çarşamba 24 Ekim 2018 2 TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Cumhuriyetin 100’üncü yılında, nasıl bir Türkiye? Mehmet Şakir ÖRS Bu 29 Ekim’de Cumhuriyetimizin 95’inci yıldönümünü kutlamaya hazırlanıyoruz. 95’inci yıldönümü, Cumhuriyet değerlerinin örselendiği, parlamenter demokratik sistemden uzaklaşıldığı; içte ve dışta ülkemizin çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldığı zor günlerde kutlanıyor. Ülkemiz, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyetin kurucuları tarafından belirlenen hedeflerden, çağdaş uygarlık yolundan ve çağdaş demokratik anlayıştan, her geçen gün daha çok uzaklaşıyor, uzaklaştırılıyor. Ağır ekonomik sorunlarla boğuşan halkımızın önemli bir bölümü, yaşanan bu süreci içine sindiremiyor. Son dönemlerde ülkemizde yaşanan birçok olayın, Cumhuriyetin asırlık geçmişine ve onun kuruluş felsefesine, kurucu değerlerine yakışmadığını düşünüyor. Önemli dönemeç İnsan yaşamı gibi, ülkelerin ve toplumların yaşamında da önemli dönemeçler vardır. İşte Cumhuriyetin kuruluş yıldönümü de bizim için, halkımız için, böylesine önemli bir dönemeçtir. Hele 5 yıl sonra yaşayacağımız 100’üncü yıldönümü, apayrı bir öneme sahiptir. İşte bu bakış ve yaklaşımla, şimdiden 100’üncü yıl üzerine düşünmeye ve hazırlanmaya başlamalıyız. Özellikle de Cumhuriyetin 100’üncü yılında, nasıl bir Türkiye düşünüyoruz ve nasıl bir Türkiye Yazgısı ve sorumluluğu Türkiye Cumhuriyeti ile bütünleşen CHP, yalnızca CHP mi elbette değil. Ülkemizin, Cumhuriyetten ve demokrasiden yana tüm kurum ve kuruluşları, çevreleri, yurttaşları; bu büyük dönemece kendilerini hazırlamalıdırlar. hayal ediyoruz? Bu soruları sormanın ve ülkenin gündemine taşımanın, tam zamanıdır. Kuruluşunun 95’inci yıldönümünde, Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde bulunduğu olumsuz koşullar nasıl aşılabilir; 100’üncü yılla ilgili hedeflerimiz, beklentilerimiz nasıl hayata geçirilebilir? Elbette dünyada günümüzde yaşanan ve önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmelerle birlikte düşünülerek... 100’üncü yıla doğru 2023 yılında, Türkiye Cumhuriyeti’nin yanı sıra, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) de kuruluşunun 100’üncü yılını kutlayacağız. Bu önemli buluşma ve dönüm noktası, hem ülkemiz, hem de ‘kurtuluşun ve kuruluşun partisi’ CHP için, tarihsel derecede önem taşıyor. Yazgısı ve sorumluluğu Türkiye Cumhuriyeti ile bütünleşen CHP, işte bu önemli tarihsel dönemece, şimdiden hazırlanmalıdır. Yalnızca CHP mi? Elbette değil. Ülkemizin, Cumhuriyetten ve demokrasiden yana tüm kurum ve kuruluşları, çevreleri, yurttaşları; bu büyük dönemece kendilerini hazırlamalıdırlar. Dünyanın ve ülkemizin içinde bulunduğu koşullar, her yönden irdelenerek; ülkenin ve CHP’nin gelecek yüzyılını kucaklayacak, bir düşünsel ve örgütsel hazırlık yapılmalıdır. Biz bu hazırlığa kısaca ‘100’üncü yıl tez leri’ diyoruz. 100’üncü yıl tezleri Türkiye Cumhuriyeti’nin ve CHP’nin 100’üncü kuruluş yıldönümlerini hedefleyecek böylesi bir hazırlığı, elbette güncel siyasal görevlerle de buluşturmak gerekiyor. Çünkü hayat hiç durmamacasına devam ediyor. Bu durum, ekonomiden siyasete, dış politikadan toplumsal sorunlara, pek çok ivedi görevi de CHP’nin ve toplumsal muhalefetin önüne siyasal sorumluluk ve sıcak görev olarak getiriyor. Ülkemizin bugün en temel siyasal meselesi, demokrasiden ve çağdaş cumhuriyet değerlerinden uzaklaşılmasıdır. Kısacası, temel sorun demokrasi sorunudur. Ekonomiden dış siyasete, yaşanan hemen her sorunun temelinde bu gerçek yatmaktadır. İşte bu yüzden, 100’üncü yıl tezlerinin, sıcak gündemle ve güncel görevlerle de buluşturulması gerektiğini düşünüyoruz. CHP’nin örgütsel ve siyasal anlamda yenilenerek, çok kapsamlı ‘100’üncü yıl tezleri’ ve güncel görevleri vurgulayan ‘demokrasi programı’ ile halkın karşısına çıkmasının yararlı olacağına inanıyoruz. Cumhuriyetin kentleri ve belediyeleri Cumhuriyetin 95’inci yılını kutlarken ve 100’üncü kuruluş yılına hazırlanırken, önümüzde duran sıcak bir gündem maddesi de 2019 Mart yerel seçimleridir. Bu seçimlerin ülkemiz ve halkımız için önemi göz ardı edilemez, edilmemelidir. Halkımız 2019 yerel seçimlerinde, kentlerimizi Cumhuriyetin 100’üncü yılına taşıyacak yönetimleri ve kadroları belirleyecek. Bu tarihsel derecede önemli bir seçimdir. Önümüzdeki dönemde, ülkemiz ve kentlerimiz, Cumhuriyetin 100’üncü yılına yakışacak çağdaş ve demokrat bir siyasal anlayışla mı yönetilecek? İşte temel soru ve sorun budur. Bu yaklaşım, başta CHP olmak üzere, toplumsal muhalefet için, 2019 Mart yerel seçiminin ana stratejisi olmalıdır. Ana muhalefet CHP, diğer muhalefet güçlerini de çevresinde derleyip toparlayarak, kentlerin yerel toplumsal dinamiklerini hareketlendirip ortaklaştırarak, ‘Cumhuriyetin 100’üncü Yılının Kentleri ve Belediyeleri’ programını hazırlamalıdır. Partinin yerel örgütleri, yerel toplumsal dinamiklerle bütünleşerek, kentlilerle birlikte bu hedefe kilitlenmelidir. Cumhuriyetimizi 100’üncü yılına taşıyacak kentlerin ve belediyelerin 20192023 çalışma ve hizmet programları, halkımızla birlikte ortaklaşa ve ortak akılla hazırlanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 95’inci kuruluş yıldönümünü kutlarken; ‘Cumhuriyetin 100’üncü yılında, nasıl bir Türkiye’ sorusunu sormayı ve bu soru üstüne düşünmeyi ihmal etmemeliyiz. Öğrenci Andı’nın öyküsü Dr. NİYAZİ ALTUNYA EğitimciYazar A tatürk dönemi Milli Eğitim Bakanlarından Dr. Reşit Galip’te genel olarak insan, özel olarak çocuk sevgisi üstündür. Bu onun mesleğine de, politik kimliğine de, bakanlığına da yansımıştır. Onun, 23 Nisan 1933 günü Çocuk Haftası töreninde yaptığı şu konuşma, onun çocuk sevgisini dile getirmeye yeter: “Çocuklar, güzel yüzlü, güzel özlü Türk yavruları! Bugün kutladığınız 23 Nisan, on üç yıl önce çoğunuzun daha doğmadığınız veya süt çocuğu olduğunuz zamanlarda yurdu kurtarmak için, Türk budununu [ulusun] kurtuluşa erdirmek için, Büyük Millet Kurultayı’nın [TBMM’nin] Gazi Babanız eliyle açıldığı gündür. Bunu bayram edinmeniz, ey Türk çocukları öz Kurultayın açıldığı, öz Devletin kurulduğu günü kendi bayramınız için seçmeniz ne mutlu buluş! Her Türk çocuğu Çocuklar! Bayramınız dolayısıyla size birkaç sözüm var. Bilirsiniz, daha iyi biliniz ki her Türk çocuğu anasının babasının olduğu kadar milletindir, bütünündür. Sizin sağlığınıza, sizin çalışmanıza, sizin budun ülküsüne ve türelerine (hukukuna) uygun yetişmenize, ananız babanız kadar bütün Türklük yürekten bağlıdır. Can gözlerimiz üstünüze dikilmiştir. Sizin kafaca, bedence sağlam, gürbüz yetişmenizi, ahlakça en iyi, en yüksek yetişmenizi, millet dileğini kendi isteklerinizden üstün tutar gönülle yetişmenizi istiyoruz. Analarınızdan, babalarınızdan, hocalarınızdan ve hepimizden daha üstün yetişmek gayretiyle çalışmanızı istiyoruz. Büyük Türk yarınının yapıcıları arasına girmek için şimdiden hazırlanan güzel çocuklar! Daima kulağınızda çınlasın ki çalışkan olmayan Türk sayılamaz, ahlaklı olmayan Türk olamaz! Şimdiden bağırarak söylüyorum ki sizlerden çalışmayanlar millet işlerinde kendi paylarına düşecek olanı en iyi yapmak için bugün en iyi yetişmeye kulak asmayanlar bizim yarınki düşmanlarımızdır! İçinizde yarın bütün milletin kendisine düşman olmasını isteyecek çocuk var mı? Budunlar içinde bir ve eşsiz Türk’ün güzel yüzlü, güzel özlü çocukları! Türklüğün büyük yarını sizin görü “Büyük Türk yarınının yapıcıları arasına girmek için şimdiden hazırlanan güzel çocuklar! Daima kulağınızda çınlasın ki çalışkan olmayan Türk sayılamaz, ahlaklı olmayan Türk olamaz!” nüşte minimini, dayanıksız, fakat hakikatte acun (dünya) yapısı kadar sağlam ve dayanıklı omuzlarınızdadır. Bunu düşünün, bilin, anlayın ve bir an bile unutmayın! Size bugün şu işi veriyorum: Bayramınız biter bitmez, mekteplerinize döndüğünüz ilk günden başlayarak birinci derse girdiğiniz zaman sınıflarda hep birden ve her gün şu sözleri tekrarlayacaksınız: Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak; Yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Bunu yalnız sizlerden, burada bulunanlardan değil, bütün mekteplilerden istiyorum. Haydi çocuklar! Bayramınız kutlu olsun! Bayramlara umutlu erenler gibi gülün, oynayın, eğlenin!” İnan’ın anılarına göre ant Afet İnan, daha sonra “Ant” adını alan bu metnin ortaya çıkışını şöyle anlatıyor: “1933 yılının 23 Nisan Çocuk Bayramı idi. [Dr. Reşit Galip] Çankaya Köşkü’ne geldiği vakit, Atatürk’ün yanında bana bir kâğıt uzattı ve şunları anlatmaya başladı: ‘Sabahleyin ilk bayramlaşmayı kızlarımla yap tım. Onlara bir şeyler söylemek istediğim vakit, bir Ant meydana çıktı. İşte, Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı’ dedi. Kâğıtta şöyle yazıyordu: Sınıfta her gün ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak; Yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.’ Bu sözler, Türk çocukları tarafından o yıldan beri tekrarlanmaktadır. Vatanperver Dr. Reşit Galip, evvela bir baba olarak bu hisleri duymuş, sonra da Milli Eğitim Bakanı olarak okul çocuklarına bu Andı içirmişti.” Bu Ant, 10.05.1933 tarih ve 101 sayılı Talim ve Terbiye Kurulu kararı ile resmileşmiş tüm okullarda çocuklara okutulmaya başlanmıştır. Bununla ilgili Bakanlık genelgesi şöyledir: “Talebenin her gün tekrar edeceği ibare hakkında İlkmekteplerde her sınıfta her gün ilk derse girildiği zaman çocukların hep birden ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam: Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak; Yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına ar mağan olsun!’ ibaresini söylemelerinin usul ittihazı (edinilmesi) muvafık görülmüştür. n Her muallim bu ibareyi bulunduğu sınıfta tahtaya yazacak ve talebelerin defterlerine yazdıracaktır. Talebenin bu ibareyi doğru olarak defterine geçirdikleri kontrol edilecektir. n Muallim bu ibareyi, ifade ettiği fikirleri birer birer çocukların fikri seviyelerine uygun düşecek şekilde canlı ve cazip bir dille anlatacak. Çocukların ibarenin manasını iyice kavramalarına dikkat edecek, ibarede çocukların anlamadığı hiçbir nokta kalmamasına ehemmiyet verecektir. Arada geçen Türklük, doğruluk, çalışkanlık, yasa, küçükleri korumak, büyükleri saymak, yurdu budunu özünden çok sevmek, ülkü, yükselmek, ileri gitmek, varlığımızın Türk varlığına armağan olması... gibi tabirlere ve fikirlere çocukların iyice nüfuz etmelerine çalışılacaktır. n Muallim talebenin bu fikirleri ve tabirleri iyice anlayıp anlamadıklarına emin olmak üzere her tabir ve fikir hakkında çocuklara muhtelif sualler irad edecek, bu tabirleri yerli yerinde kullanıp kullanmadıklarını anlamak için talebeye cümleler tertip ettirecektir. n Çocukların bu ibareyi mihanik bir şekilde değil, ifade etmek istediği fikirlerin ve hislerin iyice manalarına nüfuz edecek, onları bütün benlikleri ile duyurarak ve candan benimseyerek söylemelerine dikkat olunacaktır. n Talebeye bu ibare ayakta ve hep birden söyletilecek, muallim de talebenin karşısında ayakta durarak onlarla birlikte söyleyecektir. n Bu ibareyi söylerken talebenin laubali vaziyet almamasına, dürüst ve ciddi durmasına muallim dikkat edecektir. n Çocuklar, candan duydukları ve zaman geçtikçe manasına daha derin bir surette nüfuz edecekleri asil ve yüksek hislere tercüman olan bu ibareyi sevinçle ve yüksek şevk ve alaka ile tekrar ederken milli bir vazife ifa ettiklerini şuur ile duymalıdırlar. Bütün Türk çocuklarının vicdanlarında yaşatmalarını ehemmiyetle iltizam ettiğim (gerekli gördüğüm) bu akideyi talebenin yalnız dilinde bırakmayarak hayatlarının her safhasında takibi elzem bir hayat düsturu olarak telakki etmeleri için bütün meslektaşlarımın ellerinden gelen cehti sarfedeceklerinden emin olduğumu beyan ile muvaffakiyet temenni ederim Efendim. Maarif Vekili Namına Müsteşar Sali Zeki (Büluğ)” Müzisyenler mevsimlik işçi gibi! Kemal Küçük YazarEleştirmen Yeni sezona girerken gözleri programlarda olan konser izleyicilerinin tadını kaçırmak istemem ama, kendilerinden güçlü performanslar beklediğimiz orkestraların genç üyelerinin bu günlerde hiç tadı yok! 6 Devlet Senfoni Orkestrası’nın üçü, bu yevmiyeli müzisyenler olmadan sahneye çıkamıyor; ama bu gençler geçici işçi gibi gün başına 120 lira brüt ücrete talim ediyor; tabii eğer o haftaki konsere çağırılırlarsa! Gençlerin vahim durumunu anlatmadan önce büyük resme baktığımızda görünen şu: Yakın gelecekte Senfoni Orkestralarında kadrolu müzisyen olmayacak ve sanatsal anlamda da hepsi toplama orkestraya dönüşecek. Tabloyu bu kadar karamsar çizmeme kızanlar, DSO ve Opera orkestralarının verdiği ilanları okumalı. Bu kurumlar “temsil/gün başına çalışacak misafir sanatçı” arıyor! Misafir sanatçı alıyor gözüküyorlar ama aslında bu bir rutin uygulama. Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası yaylı sazlarda 15 misafir olmadan sahneye çıkamıyor. Bursa DSO’da 15 yevmiyeli sürekli, 10 yevmiyeli ise dışardan değişik müzisyenlerden çağrılıyor. İkili bir orkestrada bile bu sayıda yevmiyeli müzisyen çalıyorsa, tehlike çanları çoktan çalıyor demektir. 1200 genç müzisyen ‘misafir’ Devlete bağlı orkestralardaki müzisyen sayısı yaklaşık 1000 kişi. Hiçbir yerde kadrolu olmayan yetenekli genç müzisyenlerin sayısı 1200 kişi. Bunların bir kısmı haftalık misafir müzisyen olarak sürekli yevmiyeli çalışıyor. Diğerleri belki bir hafta çağrılırım diye bekliyor. Bakanlık bu açıktaki yetenekli gençlere kadro vermiyor ama ne kadar “adil davrandığını” göstermek için, bazı orkestralara aynı müzisyeni en fazla ayda 2 kez çaldırıp, sürekli bir sirkülasyon yapılmasını istiyor. Peki bu “adil” uygulama sonunda kaç lira ödüyor? Konser başına yaklaşık 750 lira. Bunun içinde 4 prova bir konser var. Bir müzisyen ayın dört haftasında da çalsa 3000 lira alacak değil mi? Yanıldınız; Sadece 2100 lira alabilir. Çünkü bir misafir müzisyenin aylık ödeneği bu rakam ile sınırlandırılmış! Antalya, Bursa gibi DSO’larda her hafta misafir olarak çalan genç müzisyenler aylık 2100 liradan da olmamak için, 4 haftanın birinde bedava çalmaya razı görünüyorlar! Üstelik hazirandan ekime kadar da ücret alamıyorlar. DSO’lardaki “misafirlerin” çalıştıkları gün kadar sigortaları ödeniyor. Opera orkestralarındakiler ise biraz daha güvendeler. Onlar bir yıllık sözleşme yaptığı için her konserde çalabiliyor hem de aylık alacakları paranın üst sınırı 2800 TL olarak belirlenmiş. Ancak yıllardır kadro açılmadığı için operada “misafirlikleri” 10 yıl kadar süren, artık orta yaşa gelmiş müzisyenleri de unutmayalım! Kadrosuz müzisyenler Kadrosuz genç müzisyenler aralarında bir platform kurmaya çalışsalar da seslerini duyuramıyor. Büyük şehirlerde toplanmış, özel orkestra oluşumlarında yer kapmak için çağırılmayı beklerken, akşamları hafif müzik ortamlarından birkaç kuruş kazanmak için çırpınıyor. Aslında, tıp eğitimi kadar pahalı, öğretmenle bire bir ders yapılan konservatuarları art arda kuran ve ücretsiz eğitim veren devletin, onları asli ortamları olan orkestralarda yevmiyeli çalıştırması, senfoni ve opera orkestralarının geleceğini de gölgeliyor. KHK ile açığa düşüp, CK ile yeniden yasalarına kavuşan devlet müzik kurumları “şimdilik” kendi kabukları içine çekilse de sanatsal açıdan da riskler taşıyan yevmiyelilerin sorunu artık argöz ardı edilmemeli. Devletin göremediğini veliler görmüş ki bu yıl konservatuvar sınavlarına başvurularda trajik bir düşüş var. Ne yazık ki bu klasik müzikteki geleceğimizi karartacak bir tablo. “Ne olacak bu genç müzisyenlerin hali” diye soranlara şimdilik verilecek bir yanıt yok, ama yakında orkestra üyelerinin çoğunluğu “Yevmiyeli Misafir Sanatçı”dan oluşursa kimse şaşırmasın! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle