16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 21 Ekim 2018 8 Mutlu Down annesi haber TASARIM: EMİNE BİLGET İkinci çocuğunu dünyaya getirdikten sonra hayatı değişen Canan İspir’le, Down Sendromu farkındalığı üzerine konuştuk... HİLAL KÖSE Canan İspir, adliye koridorlarında haber peşinde koşan, mesleğini çok seven bir gazeteciydi. İkinci çocuğunu dünyaya getirdikten sonra hayatı değişti. Oğlu Ali Kerem, ona sürpriz yaptı. Down Sendromu’yla doğdu. Canan, oğlu için işini bıraktı. Şimdi, ev ve okul arasında, deyim yerindeyse maraton koşuyor. Haberciliği özlese de Canan’ın tek üzüntüsü doğumdan sonra hastane odasında döktüğü gözyaşları. Ali Kerem’in 4 buçuk yıllık yolculuğunu konuşmak için bir araya geldik. Gözlerindeki ışıltıyla bir solukta anlattı. Ayy diye başlayan cümlelerden, neden olmuş gibi sorgulamalardan, acımaya dönen surat ifadelerinden bıkmış. Özel çocukların başarılarını, karşılaştıkları engelleri duyurmak için elinden geleni yapıyor. “Sokakta parmakla gösterilmeden, ‘vah vah geçmiş olsun’, ‘tedavi oluyor mu?’, ‘özel bir okulları yok mu?’ gibi sözler duymadan yaşamak istiyoruz. Özel bir muamele değil sıradan davranmanızı istiyoruz. Down Sendromu hastalık değil, genetik bir farklılıktır. Esas olan erken eğitim” diyor. n Ali Kerem’in annesi olmak seni nasıl dönüştürdü? Daha hümanist olduğumu düşünüyorum artık. Sosyal medya sayesinde yüzlerce aile ile tanıştık. Aynı kaderi yaşayan yol arkadaşları oluyoruz birbirimize. ‘Çok üzülüyorum ne yapacağım bilmiyorum’ diyen çok anne yazıyor... Ağlayabildiğin kadar ağla ve ayağa kalk diyorum. Çocuğun için harekete geçmen gerekiyor. Bazıları ‘bilseydin dünyaya getirir miydin?’ diye soruyor. n Getirir miydin? Onu o zamanki Canan’a sormak lazım. Şimdi, bu gülüşü hiçbir şeye değişmem. Ben mutlu bir Down annesiyim. Amniyosentez yaptırmamıştık, gerekçe yoktu. Yaşım 35’ti. İkili test büyük oğlumda, 150 binde bir, Ali Kerem’de 313’te bir çıkmış, sonradan göz attığımda gördüm. Sağlık Bakanlığı 250’de bir olmadıkça amniyosentez önermiyor. Bugün iyi ki bilmedim diye ‘BOŞ BOŞ BAKIYOR MU?’ DİYE SORAN MÜDÜRgfddiüüifğTnnrdiülleüAzerrkazrliiiemdyyKlyeeeaed’npdrkeeae‘aamydrlöşmlia’ıizmlnşıaeytşielo,ığıbğybrıuoiiortmzrşiçm,seobeuschonkauiauşjplkyzamba.rsaBtaagkıunnhiıbyıdimtbioaaidrnmyoemoslğomökuill,zaa’.kdrkKeaoiaidyknnyeeuseıntraşğnmzaoitalmakiimsmruıiyınalnloem?nörıi,ülzggheeiall glBdbtieeueödrlyreaçddlpğoiiküğiicdslnimuiiücnğaüziszluümaikn’nonaafdpkyoaueıaldrml.nkaaıanTagkadlüalkaamzsaediamlleayykğ’ıeüzailrllgdıee.iekrdÇ.rliiokyHieconenusrruğahhznuaa,lmnafbtrgaiaıribascyunauolcammllatalakuirkrdşçttakeaunolsdmnioıguğ.rBşüaımmynizaüa Canan İspir’in hayatı, oğlunun doğumuyla değişti. Ali Kerem’den sonra gazeteciliği bırakan İspir şimdi ev ve okul arasında koşuyor. şükrediyorum. n Bebeğinin DS’li olduğunu öğre nince ilk ne hissetmiştin? Şaşırıyorsun, korkuyorsun... Doğum doktorum iki gün ortadan kayboldu. Hâlâ nefret ediyorum ama bilemediği için değil. Çünkü bunun kader olduğunu kabul ediyorsunuz. Dediğim gibi ağlamak için fazla süre yok. Eğitime ne kadar erken başlarsan o kadar çok yol alıyorsun. Biz 2.5 aylıkken özel seans aldırmıştık. Ama terapiye başlayabilmek için rapor gerekiyor. Doktorlar bir yaşından önce bu raporu vermiyor. Uzmanlar ise en geç iki, üç aylıkken fizyoterapiye başlanmalı diyor. Biz dört aylıkken almayı başardık. n Siz nasıl aldınız raporu? Önce aylar sonraya verilen randevu aşmasını geçiyorsunuz, ardından tek tek birimleri gezip çocuğunuzun Down Sendromlu olduğunun onayını alıyorsunuz, derken heyet toplanıyor ve raporu hak edip etmediğinize karar veriyor. ‘Hak etmek’ diyorum çünkü oğlum için henüz 1 aylık bile değilken gittiğimiz bir hastanede fizyoterapi uzmanı bir doktor “29 günlük bebek sokağa mı çıkar daha erken” demişti... Derken kurul üyelerini meşgul ettiğimiz için rapor almak yerine üste para ödemiştik. n Ya rapor alamazsan? O terapileri özel olarak aldırmak zorundasın. Bir saati 150200 TL’den başlıyor. Bir çocuğum daha var ve onun da hakları var. n Devlet desteği ne kadar? Raporu aldıktan sonra ayda 8 saat lik ödeneği var. Haftada iki saat, o da 40’ar dakika. Biz de Ali Kerem’e gücümüz yettiğince özel terapiler aldırıyoruz. Doğal olarak ayda 8 saatlik bir destek çok ama çok yetersiz kalıyor. En önemli aşamalardan biri kendilerini ifade edebilmeleri. Bunun için 1 yaşından itibaren konuşma terapisi almaya başlamanız gerekiyor ve bu devlet tarafından karşılanmadığı için maliyeti çok yüksek bu eğitimden ekonomik durumunuz varsa faydalanabiliyorsunuz. Ancak 4 yaşından sonra rapora eklenebilirse bir kısmı devlet tarafından karşılanıyor. Çanlar kimin için çalıyor? DENİZ ÜLKÜTEKİN Yaklaşık 300 milyon OrtodoksHıristiyan, FenerRum Patriği ve Rus Ortodoks Kilisesi arasındaki tartışmaya odaklanmış durumda. 11 Ekim’de FenerRum Patriği Bartholomeus, Kiev Patriği Filaret ve Ukrayna Otosefal (kendi başına karar vermeye yetkili) Ortodoks Kilisesi Metropoliti Makariy’in aforozlarını kaldırdı ve her iki piskoposu da tanıdı. Bu karar, 330 yıl sonra Ukrayna Ortodoksluğunun merkezinin yeniden İstanbul olması için bir adım. Gelişmelerin önemini anlamak için İstanbul’un fethine kadar giden bir tarih yolculuğu yapmamız gerekiyor. Osmanlı ve patrikhane Osmanlı’nın İstanbul’u fethinin ardından, Batı dünyasında en fazla tartışılan konu FenerRum Patrikhanesi’ydi. Bunun sebebi, Patrikhane’nin Ortodoks hiyerarşisi içinde ekümeniklik (eşitlerin içinde birinci) sıfatına sahip olmasıydı. Roma İmparatorluğunda Hıristiyanlığın yayılmaya başlaması ile Fener Rum Patrikhanesi, diğer kiliseler içinde önemini artırdı, 6. yüzyılda ekümeniklik sıfatını kazandı. 11. yüzyılda doğu ve batı kiliseleri arasındaki bölünme, Roma Kilisesi’nin (Vatikan) Katoliklik anlayışını benimsemesi ve batıdaki Latinlerin İstanbul’u istilası sonrası yaşanan ayrışma ile FenerRum Patrikhanesi doğu coğrafyasındaki hristiyan nüfus için bir dini merkez haline geldi. Ancak Türklerin batıya yönelişinin sonucu olarak Ortodoksluğun dört tarihi kilisesinden hiçbiri Hıristiyan hâkimiyeti altında bulunan topraklarda yer almıyordu. 18. yüzyıl sonunda Balkanlar’da başlayan milliyetçilik dalgası, özellikle Rum nüfusun bağımsızlık istekleri Osmanlı ile Patrikhane arasında soğuk rüzgârlar esmesine sebep olacaktı. Nitekim Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı 1821 Yunan Devrimi’nin ardından, Patrik 5. Gregory öldürülecekti. Moskovaİstanbul ayrılığı Kuzeyde ise Kiev’in 1325’te Moğol istilasına uğraması sonrası, kilise merkezinin Moskova’ya taşınmasıyla kurulan Rus Ortodoks Kilisesi – Moskova Patrikhanesi, Ortodoks hiyerarşisinde FenerRum Patrikhanesi’nin altında yer alıyordu. Ancak 1439’daki Floransa Konseyi’nde Bizans Hiyerarşisi ve Rus Kilisesi’nin imzaladığı, Papa’nın ve Vatikan’ı tanıyan bil Fener Rum Patrikhanesi’nin Ukrayna’daki kiliseleri tanımasının etkileri Türkiye’nin de merkezinde olduğu çok geniş bir alanı kapsıyor Fener Rum Patriği (sağda) ve Rus Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Kirill birkaç sene önce İstanbul’da bir araya gelmişti. dirgeyi Rus Kralı 2. Vasili’nin kabul etmemesi Ortodoks dünyasında derin bir ayrılığın temellerini atacaktı. Bizans’ın, Osmanlı’nın İstanbul’u fetih tehdidine karşı batı Hıristiyanlarının desteğini almak için yaptığı girişimi 1448’de Piskopos Jonas’ın, FenerRum Patrikhanesi’nin onayı olmaksızın Rus Ortodoks Kilisesi’nin başına getirilmesine yol açıyordu. Ortodoks nüfusun yoğun olduğu Balkan topraklarında bağımsızlığını ilan eden halklar, ulusçu yaklaşımı, söz konusu din olunca da sergiliyordu. Otosefal olarak kurulan kiliseler FenerRum Patriğinin önderliğini kabul etmemişti. Osmanlı tarihe karışıp Cumhuriyet ilan edilirken, FenerRum Patrikhanesi, eski kıtada sadece Türkiye toprakları içinde yer alan Rum azınlıkların hakları üzerinde direkt söz sahibiydi. Öte yandan ekümeniklik sıfatının en önemli mirasçısı olarak kabul edilen Yunanistan ulusal kiliseleri de Osmanlı’nın İstanbul’u fethi ve Ayasofya’nın cami yapılmasına karşın İstanbul’u terk etmeyen Patrikhane’yi Osmanlı Devleti’nin kuklası olmakla suçluyordu. Cumhuriyet tanımadı Konstantinopol Ekümenik Patrikhanesi olarak adlandırılan FenerRum Patrikhanesi’nin ekümeniklik statüsü Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmayacak, sadece Patrikhane’nin, ülkedeki Rumların ruhani lideri olduğu kabul edilecekti. Mübadele sonrasında, Patrikhane’nin söz sahibi olduğu nüfus 12 ada, İstanbul’daki Ortodokslar ve Yunanistan’daki küçük bir azınlıktan ibaretti. 2. Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu dünya siyasetinde, Ortodoksluk içindeki tartışmalar, sosyalist hükümetlerle ilişkiler ekseninde gelişti. Moskova’da ki Rus Ortodoks Kilisesi, dine karşı mesafeli olan Sovyet Rusya yönetimi ile ilişkilerini dengelemek adına “kuklalık” eleştirileriyle karşı karşıya kaldı. Savaş sonrasında, Nazilerin açtığı kiliselerle birkaç büyük kilisenin yeniden ibadet için kullanılmasına izin veren Stalin, Ortodoksluğu kontrol altında tutarak, kilisenin Politbüro amaçlarına hizmet eden bir kurum olarak yaşamasına izin verdi. Bu durum başka bir kilisenin güçlenmesine sebep olacaktı; Rusya Dışındaki Rus Ortodoks Kilisesi. Çarlık rejiminin yıkılması sonrasında Rusya’dan kaçan, Beyaz Ordu yanlısı Rus din adamları tarafından kurulan bu kilise, diasporada yaşayan sosyalizm karşıtı Rusları bir araya getirmeyi amaçlıyordu. Komünizmin yıkılmasının ardından, 2000 yılında yapılan görüşmelerde son Çar ve ailesi Romanov’lar ve Bolşevik devrimi sırasında öldürülen din adamları için Rus Ortodoks Kilisesi’nin taziye yayımlaması talebinde bulunan Rusya Dışındaki Rus Ortodoks Kilisesi, talebi kabul görünce Moskova Patrikhanesi’ne bağlılığı kabul etti. Sovyetler Birliği’nin yıkılması Ukrayna Ortodoksluğu’nda da değişimlere sebep oldu. Ukrayna’nın kurulmasının hemen ardından hayata geçen Ukrayna Ortodoks Kilisesi Kiev Patrikhanesi, tıpkı 1921’de kurulan Ukrayna Otosefal Ortodoks Kilisesi gibi FenerRum Patrikhanesi tarafından tanınmayacaktı. Ukrayna’da yer alan bir başka büyük kilise Ukrayna Ortodoks KilisesiMoskova Patrikhanesi ise demir perdenin yıkılması sürecinde 1990’da kurulmuş ve Rus Ortodoks Kilisesi’nin gayri resmi himayesine girmişti. NATO doğu kilisesinde Ukrayna’da 2014 yılında başbakan Viktor Yanukoviç’in bir turuncu devrim le görevden alınmasının ardından başlayan çatışmalar sonucu ülkenin kuzeyi Donetsk’teki Rus yanlısı ayrılıkçıların başlattığı silahlı mücadele ve Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi, Karadeniz kıyısındaki ülkede halen devam eden bir iç huzursuzluk ortaya çıkardı. Bunun Ortodoks dünyasına yansımaması da düşünülemezdi. Esasen Karadeniz’deki sular, NATO’nun Rusya sınırında, hem deniz hem de karadaki silahlı gücünü artırmasıyla ısınmıştı. AB yanlısı, Rusya karşıtı kitlelerle, Rusya’ya bağlanmak isteyen kuzeydeki ayrılıkçılar arasında ikiye bölünen Ukrayna’da Ortodoks nüfus da hızla siyasi yaklaşımların etkisi altında kalmaya başladı. Bölünme 12 Ekim; Kremlin sözcüsü yaptığı açıklamada, Putin’in güvenlik kurmaylarıyla Ukrayna’daki Rus Ortodoks Kilisesi’nin durumu hakkında görüştüğünü açıkladı. Bu diplomatik bir hataydı ve Rusya’nın niyetini belli etmesi açısından da önemliydi. Kastedilen, Ukrayna Ortodoks Kilisesi – Moskova Patrikhanesi’ydi, ama bu kilise Ukrayna Ortodoksluğunun, Rus Ortodoks Kilisesi’ne bağlanmasından çok sonra kurulmuştu. Kilise her ne kadar Moskova’ya yakın olsa da açıklamasında bağımsız olduğunun altını çiziyor ve “Ukrayna’da hiçbir şekilde Rus kilisesi yoktur” diyordu. Asıl kıyamet 3 gün sonra koptu. Minsk’te toplanan Rus Ortodoks Kilisesi Kutsal Meclisi’nde FenerRum Patrikhanesi ile tüm bağları koparma kararı çıktı. Ertesi gün ise söz Türk Ortodoks Kilisesi’nindi. Kilise, Bartholemeos ve Patrikhane meclis üyeleri hakkında görev sırasında din hizmetlerinin kötüye kullanmak gerekçesiyle suç duyurusunda bulunuyordu. Bu sürecin uzun vadede, “tarihi” İstanbul’da Hıristiyanlığın yeniden yükseltilme çabaları, Ayasofya’nın ibadete açılması ve Avrasya, NATO çatışması ekseninde yaşanan siyasiaskeri gelişmelerle çok daha önemli bir boyut kazanacak ve bu boyutun merkezinde, İstanbul ve Türkiye Cumhuriyeti yer alıyor. Bu yüzden Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşıp, AB ve NATO ile arasına mesafe koyma çabasını, her iki ülkenin güvenlik ve egemenlik endişelerini kapsayan ortak çıkarları içinde değerlendirmek gerekiyor. Elektrik şoku serbestumhurbaşkanı Erdoğan, canlı hay van ticareti konusunda yenilenen CAvrupa Sözleşmesi’nin kabulünü onaylamış. Avrupa Konseyi’nin hazırladığı Gözden Geçirilen Uluslararası Taşımacılıkta Hayvanların Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi, 6 Kasım 2003’te Kişinev’de imzaya açılmış, Türkiye 4 Şubat 2004’te imzalamıştı. 2016’da TBMM Dışişleri Komisyonu ile Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda da görüşülen sözleşmenin uygun bulunduğuna dair kanun tasarısı, dönemin başbakanı Binali Yıldırım imzasıyla TBMM Başkanlığı’na gönderilmişti. Erdoğan, 5 Nisan 2018’de kanunla uygun bulunan sözleşmeyi onaylamış. Böylece 1975 tarihli Hayvanların Uluslararası Nakliyat Sırasında Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi feshedilmiş. Bu gelişme, 11 Ekim 2018 tarihli Resmi Gazete’de duyuruldu. Ben de feshedilen sözleşme ile yeni sözleşme arasındaki farklara bakayım dedim... Gördüğüm en önemli fark, elektrik şoku işkencesi... 1975 sözleşmesinde hayvanlara elektrik şoku uygulanabileceğine dair bir madde yokken; yeni versiyonda 14. madde şöyle: “Elektrik şoku veren cihazların kullanımından mümkün olduğunca kaçınılır. Her hâlükârda bu cihazlar hareket etmemekte ısrar eden yetişkin büyükbaş hayvanlar ve yetişkin domuzlar için ve sadece önlerinde hareket edecekleri yer olduğunda kullanılır. Elektrik şoku bir saniyeden uzun sürmeyecek ve sadece kaba etler arasındaki kaslara verilir...” Yani insan gibi bilinçli ve duyarlı bir canlıya, “Direnirsen elektrik şokunu yersin!” diyor siyasetçiler... Bu, mezbahalarda ölüm koridorunda direnen hayvanlara da uygulanan korkunç bir işkence. Hvaanfiftayşaırnaalbı vilieyohar sta hay Eski sözleşmede yaralı ve hasta hayvanların taşınmaya uygun olmadığına ve yolculuk sırasında yaralanıp hastalanan olursa derhal tedavisinin yapılmasına dair maddeler var. Yenisinde, “Hasta veya yaralı hayvanlar taşımacılığa kabul edilmez” denildikten sonra, bu hükmün uygulanmayacağı istisnalar şöyle belirtilmiş: a Taşınmalarının ek bir acıya sebebiyet vermeyeceği hafif yaralı ve hasta hayvanlar. b Eğer hastalık veya yaralanma bir araştırma programının parçası ise, ilgili yetkili makam tarafından onaylanmış bilimsel veya deney amacı ile taşınan hayvanlar. Hafif yaralı ve hasta... Üzerinde deney yapılacak ve o nedenle bilerek hasta edilmiş hayvanlar... Bunların uluslararası taşınmasında sakınca görmemiş siyasetçiler... Tavuklar istiflenebiliyor Eski sözleşmede, yeterli saha ve özel şartlar aksini gerektirmediği takdirde, hayvanlara araçlarda yatacak yer sağlanmalıdır, yazıyor. Yenisinde, “taşımacılık araçları veya konteynerler, bir günlük civcivler hariç kümes hayvanları dışındaki hayvanlara doğal pozisyonlarında ayakta durabilecekleri yeterli alanı sağlayacak şekilde tasarlanır ve yapılır” deniyor. Demek ki tavukları “kümes hayvanı” diye niteleyen siyasetçiler, onların istiflenebileceğine karar vermiş... Her iki sözleşmede de “hayvanlar uluslararası nakliyat maksadıyla vasıtalara yüklenmeden önce, ihracatçı ülkenin yetkili bir veterineri tarafından, nakliyata elverişli olup olmadıkları hususunda muayene edilmelidir” hükmü yer alıyor ama hayvanları satın alan ülkeye geldiğinde ne olacağını artık kimse bilmiyor. Veteriner Hekimleri Odası, şarbon skandalı patlayınca, son altı aydır hayvan alımlarında veteriner kontrolü şartının kaldırıldığını açıklamıştı hatırlarsanız... Bunları belge olarak kalsın diye yazdım ama aslında her ikisi de insanlık adına utanılacak metinler. Benim mücadelem, hayvanların refah içinde getirilmesi için değil, insan tüketimine hiç konu olmamaları için. Ama 4050 yıl sonra bu yazıyı bulup okuyan olursa, bu dönemde de, bu ölüm belgelerinden utanan insanlar olduğunu bilsin istedim... BPAuKİShTAaNlLdI GeÖÇyMaENkalandı Günlük gezi teknesi personeli, önceki gün Bodrum’da, üstünde çocuk can simidi ve bir poşet içerisinde ekmek bulunan kişinin, denizde hareketsiz durduğunu fark etmiş, yüzerek yurtdışına geçmeye çalıştığı ve bitkin düştüğü belirlenen Nur Muhammet, kurtarılmıştı. Pakistan uyruklu Nur Muhammet, dolandırıldığını, parası kalmadığı için de yüzerek geçmeye çalıştığını söyledi. Muhammet, hastane çıkışında, Yunanistan’a gitmek için girişimlerde bulunduğunu ancak başarılı olamadığını söyledi. l AA Düzeltme TBMM Başkanvekili Levent Gök’ün unvanı dünkü baskımızda sehven “CHP Grup Başkanvekili” olarak yazılmıştır. Düzeltir, özür dileriz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle