16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 21 Ekim 2018 TASARIM: SERPİL ÜNAY Kendi rızamızla bir kaos yaratalım! Zaman su gibi akıyor ve biz gene bir seçime yaklaşıyoruz. Gene hep birlikte yenilgisi kesin bir zaman parçası bize doğru geliyor. Bir iktidar düşünün, seçim yaklaşırken Güneydoğu illerinde, ilçelerinde ve köylerinde 259 muhtarı işten el çektiriyor ve yerine kayyım atıyor. Ve biz yerel seçimin eşiğindeyiz. Doğrusu ben artık bu oyunun bitmesini istiyorum, bir yurttaş olarak, bir anne olarak, bir yazar olarak. Ama nafile bir istek, çünkü seçilmiş 259 muhtarın haberi bile hiçbir ses getirmiyor. Arkadaşlar bu ne? İktidar açıkça şöyle diyor: “Seçim bizim için bir ortaoyunudur, işimize yaramayanı anında uzaklaştırırız!” Kentlerde muhtarlara işimiz çok az düşer. Ama ülkemizin Güneydoğu’sunda muhtarlar köyün, mahallenin bilir kişisi gibidirler. İhtiyar heyetiyle birlikte, bozulan yolun, akmayan çeşmenin, hastalanan çocukların, evde doğum yapması sakıncalı kadınların koruyucu meleğidirler. İşsiz gençlerin, yeri geldiğinde çeşitli nedenlerle kavuşamayan gençlerin anababası olurlar. Tarla ve su kavgalarının arabulucusudurlar. Mahalleye ya da köye gelen öğretmenin ev sahibidirler. Şimdi mahallelinin ve köyün hiç tanımadığı biri kayyım olarak oralara atanıyor. Arkadaş bu nasıl bir cüret, kimselerin tanımadığı ve de oy vermediği birilerini oralara muhtar atıyorsunuz? Köylerde, ilçe mahallelerinde insanlar kime oy verdiklerini iyi bilirler. Çünkü oy verdikleri kahvelerde, çeşitli olaylarda sınadıkları, inandıkları biridir. Seçilenle seçen en çok buralarda bir aradadır. Muhtar dediğin mahalle bakkalından alışveriş eder, cenazesi olana ilk taziyeye giden odur. Şimdi kimselerin tanımadığı ve seçmediği bir adam bir taziyeye gittiğinde acaba bu gökten düşen muhtara insanlar ne diyecektir? Atanan kayyım insanların elini sıkarken nasıl bir duygu içinde olacaktır? Hiç düşündünüz mü? Her şeyiyle anladık ki, Güneydoğu ve Doğu illerinde 6 milyon oy alan HDP’nin kökünü kurutmak istiyorsunuz. Bu mümkün mü? Bu boşuna bir çaba, insanlar artık korku sınırını aştılar, bunun farkında değil misiniz? Eğer demokrasi adında bir ortaoyunu oynanacaksa, benim bir oyun yazarı olarak bazı önerilerim olacak. Öncelikle, kendimizi kandırmayıp bu seçimleri büyük bir çoğunlukla boykot edebiliriz. Bu ülkede her şey oldu, bu da olabilir. Nüfusun yüzde ellisinin seçim sandığına gitmediği bir yerde, kaos olur, zaten kaos içindeyiz hiç olmazsa kendi rızamızla bir kaosa sürüklenelim. Bakalım neler olacak? Çünkü her türlü erkin tek başına ülkeyi yönettiği bir zamanda kaos önemlidir, yeni yollar bulmak için önemlidir, iktidar için de önemlidir, çünkü artık ülke yönetilemiyor. Yeni bir papaz bulunması çok zaman alır. “Seçimleri boykot etmeyelim” diyorsunuz, o zaman ne öneriyorsunuz? Her şey eski tas eski hamam olacak. Merkezi yönetimin bu kadar bastırdığı bir ülkede ne yazık ki, belediye başkanları ve yöneticileri elleri kolları bağlı birer göstermelik kurum olacaklardır, şimdi olduğu gibi ve daha fazlası. Size bazı örnekler vermek istiyorum, ben bir üniversite hocasıyım, çocuklarımı severim ama gördüğüm o ki, Kurtuluş Savaşı bile bilinmiyor. Geçmişe ait hiçbir şeyden haberleri yok. Grev nedir bilmeyen bir genç nesil yetişmiş. Belki gönüllü seçtiğimiz kaos bize yeniden ülkemizin tarihini, coğrafyasını, değerlerini hatırlatır. “Orda uzakta bir köy var, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” sözlerini terk edip “gitmeliyiz, bilmeliyiz” sözlerine geçebiliriz. Bize havai fişeklerin patladığı bir kaos gerekli, bize kendimizi hatırlatan! Not: Usta fotoğrafçı Ara Güler öldü. Bugün onun hakkında yazmayı düşünüyordum ama gazetemizin yazarı Mine Söğüt, Ara Güler için öyle güzel bir yazı yazmış ki ne ilave edeceğimi bilemedim. Ama büyük ustayı saygıyla selamlıyorum, bana doksanlı yıllarda yaptığım “Kadınlarımız” adlı seri yazı için fotoğraflarını hiç gocunmadan vermişti. Şimdi teşekkür zamanı. Sağ ol Ara Güler, bize bu ülkeyi tanıttığın için, uzun ömrünü bu topraklara adadığın için! 21 EKİM 2018 SAYI: 33982 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya Yazıişleri Müdürleri Serkan Ozan / Olcay Büyüktaş Akça Sorumlu Müdür Ozan Alper Yurtoğlu Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi: Murat Hantaş l Dış Haberler: Mine Esen l Ekonomi: Şehriban Kıraç l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Sertaç Eş Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Yayın Kurulu: Alev Coşkun (Başkan), Ali Sirmen (Bşk. Yrd.), Aykut Küçükkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Kemal Işık Kansu, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Miyase İlknur. l Okur Temsilcisi: Cengiz Yıldırım [email protected] l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05:50 05:35 05:58 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07:15 12:55 15:53 06:58 12:39 15:39 07:19 13:02 16:04 Akşam 18:23 18:09 18:33 Yatsı 19:42 19:27 19:50 yorum 13 Paris, kışkırtıcı sıcaktı. Tüm evlerin camları, dükkânların kapı ve pencereleri, sudan çıkmış balıklar gibi açıktı. Takvimler 31 Temmuz 1914’ü gösteriyordu. Monmartre Sokağı’nın köşesindeki Hilal Kahvesi’nde, geniş sırtını pencereye veren Jean Jaurès; her zamanki masasında kurmaylarıyla akşam yemeğini yiyordu. Sekiz gazeteciydiler. Üzgün ve endişeli. Dünya savaşının çıkmaması için çaba harcıyorlardı. Ama yapacakları fazla bir şey kalmamıştı. Jaures, ertesi gün için savaşı körükleyen Rusya’ya karşı, Emile Zola’nın “İtham ediyorum…” makalesine benzeyen bir başyazı tasarlıyordu. Kurup yönettiği gazete L’Humanité, yani İnsanlık adını taşıyordu. Akrebin onuna, yelkovanın çeyreği kalmıştı. Jaurès’in arkasındaki açık pencerenin tül perdesi kıpırdadı, içeriye tabancalı bir el uzandı. Silah üç kez patladı. Fransız sosyalizminin babası, masaya yığıldı. Bir kadın çığlık attı: “Jean Jaurès’i öldürdüler!” Siz bakmayın bizim ellerdeki bir çeşit etnik solculuğun, ırkçı sağcılıktan farkı olmadığına. Jean Jaurès öyle değildi. HHH Etnik ya da ırkçı milliyetçi değildi. Vatansever ve evrensel hümanistti. “Biraz evrensellik vatandan uzaklaştırır. Çok evrensellik, vatana yaklaştırır” derdi. Fransız sosyalistlerinin başına 1893 yılında geçmiş ve partinin gazetesi L’Humanité’yi çıkarmaya başlamıştı. Ne Rusya yanlısıydı ne de komünist. Çünkü Rusya’da Çarlık vardı ve budala Rus Çarı, kendi hükümdarlığının sonunu getirecek savaşı çıkarmaya hazırlanıyordu. Dolayısıyla Jaurès ve Faşizmin ayak sesleri sosyalistler, barıştan yana ve Rusya’ya karşıydılar. Jaurès, kendisine sunulan tüm iktidar makamlarını elinin tersiyle itmişti. Ama düşünen Fransa’nın çok saygı duyduğu bir filozof, bir bilgeydi. Rus Çarlığı tarafından satın alınan sağcı Fransız basını, Almanya’ya kaptırılan Alsace Lorraine bölgesinin geri alınması için savaş çığlıkları atarken Jaurès’in barış çabaları kendisine Alman ajanı damgası vurulmasına yol açtı. HHH Sanki AB’yi öngörmüşcesine İngiltere’ye önem veren ve Almanya ile savaşılmamasını savunan Jaurès, savaşın birinci değil ikinci raundunda haklı çıktı. Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya, Çarlık tacını kaybetti. Almanya’ya karşı zafer kazandıklarını sananların hepsi, faturayı 1940’larda çok ağır ödediler. Ama işte henüz 1914 yılıydı ve Fransız milliyetçileri için savaş naraları arasındaki tek bozuk akort, Jean Jaurès’in mantığa ve barışa davet eden sesiydi. Katili, anında yakalandı. Adı Raoul Villain ve dini imanı Katolik bir Fransız milliyetçisiydi. Cinayeti tek başına işlediğine karar verildi. 1919’da yargılandı ve beraat etti. Mahkeme masrafları da Jaurès’in dul eşine ödetildi. Jean Jaures’in 1904’te sosyalist hareketin sözcüsü olarak kurduğu L’Humanité gazetesi, 1920’den 1994’e kadar Fransız Komünist Partisi’nin resmi yayın organı oldu. Bugün de gayri resmi olarak aynı partinin görüşlerini yansıtır. HHH Zaman, elbette ki darıyı çöpten ayırdı. Jean Jaurès’in cenazesi gömüldüğü mütevazı kabrinden alınıp ülkesine hizmet etmiş gerçek kahramanların yanına, Panthéon’a taşındı. Ancak Fransa’da, pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi gerek sosyalist, gerekse komünist partiler artık can çekişiyor. Hatta tarihe gömülmek üzereler diyebiliriz. Çünkü kapitalizm dahil sermaye, sınıf ve emek ilişkilerine dayalı ideolojiler; spekülatif ekonomi araç ve aracıları karşısında cevapsız kaldılar. On yıl içinde insan emeği ile birlikte emekçi/işçi sınıfını yok edecek olan robotizasyon önünde de çaresizler… İdeolojilerin yeniden yazılmasına ihtiyaç var. Ve onları beklerken Batı kültürüyle çarpışmaya giren siyasal İslamcı göçmen nüfusa karşı büyüyen öfkenin etkisiyle, Avrupa bir kez daha Jean Jaurès’i öldüren faşist iklimin etki alanına girecek gibi görünüyor. Arapsabunu Yarı övgü yarı şaka, yerli ve milli bir sloganımız vardır: “Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar!” HHH Tarihte hiçbir gazeteci hiçbir konsoloslukta kaybolmamıştı. Yine de Türk polisi bazı deliller elde etmeyi başardı. Dışışleri Bakanımız’da bunların “dünya” ile paylaşılacağını ilan etti. Erdoğan’ın “@Turkish Presidency” tweet’lerini saymazsak, polisimizin performansı konusunda “dünya” ile ilk kez bir “paylaşım” yapacaktık. İşin bir ayağında da yine ve maalesef Trump vardı. Ve yine tehdit ediyordu!.. Çok şükür, hedefte biz değil bu kez Suudiler idi. Bu Papaz fiyaskosundan sonra “Bağımsız Türk adaleti” için önemli bir fırsat. Bu kez inşallah “gizli tanık” falan kullanmayacaktık. Eğer kullanacaksak da davaya mutlaka “gizli savcılar” ve “gizli hâkimler” bakmalı. Ki Papaz’da yaşadıklarımızı bir de Cemal Kaşıkçı davasında yaşamayalım. Derken... Allah’a şükür ki Suudiler Türk polisi ve Türk yargısının önünü kesti. 18 gündür dünya ile alay eder gibi davrandılar, sonunda Kaşıkçı’yı “yok ettiklerini” kabul ettiler. Böylece “etkin pişmanlıktan” yararlanıp Trump’ın milyarlarca dolarlık silah siparişlerini iptal etmesini önlemek istiyorlar. Ancak, devlet değil, IŞİD’den ve KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI Boko Haram’dan daha obledtuekr lbairrınvıadhawtşawnedawthü.maöhnemtry@egtagtüamnât.acüilole.mcomm görmüş oldu. Bu iğrenç vahşeti çölden fışkıran milyarlarca dolarlık zenginlikleriyle ve dünyanın dört bir yanından akıp gelen hacı adaylarının bırakacağı servetle kapatmalarına izin verilmemelidir. Kendi silahsız savunmasız vatandaşına tuzak kurup öldürmek, sonra da ülkeden özel insan kasabı gönderip bedenini parça parça etmek, Arapsabunu ile yıkanıp temizlenebilecek bir barbarlık değildir. Başta Trump’ın ABD’si ve Merkel’in AB’si, tüm dünya, Suudi adlı bu kanlı örgüte en ağır cezayı kesmez ise uygarlık “Petrodolar”a yenik düşmüş olacaktır. Şimdi ilk atılması gereken çok sembolik bir adım var; Suudi Başkonsolosluğu sokağının adını “Cemal Kaşıkçı” diye değiştirip ilk cezayı kesmek. [email protected] [email protected] Yerindelik merindelik Anayasamız değilse de, dünyanın en sağlam yönetmelikleri bizde. 8 Ekim 2013 tarihli “yamuk” bir yönetmelik ancak 5 yıl sonra düzeltilebildi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın, ilkokullarda söylenen “Andımız”ın “olumsuz hava koşullarında söylenme zorluğu” gerekçesini Danıştay hukuka uygun bulmadı. Adalet bakanlarının yenisi de eskisi de buna çok sinirlendi. İkisi de “Danıştay ‘yerindelik’ kararı veremez!” diyorlar. Haklılar. Demek ki “And”da hiç yerinde olmayan, onları çok rahatsız eden sözcükler var: “Türküm”, “Doğruyum”, “Çalışkanım”, “Küçükleri korumak”, “Büyükleri saymak”, “Yurdu ve milleti özünden çok sevmek!” Bunu içtenlikle ilan ettikleri için onlara teşekkür etmeliyiz. HHH Reis, cuma günü mübarek bir tespit yaptı: “Dünyadaki 500 üniversite arasında bizimkilerin esamisi okunmuyor!” Verilmiş sadakamız varmış ki okunmuyor. Okunsa idi, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Rektörü’nünki, ezan niyetine 5 vakit okunurdu: “Batı’dan çatışma kültürü ürünü birçok seküler haklar getirdiler: İnsan hakkı, işçi hakkı, kadın hakkı, çocuk hakkı. Eskiden kul hakkı diye bir şey vardı!” Rektör Bey haklı. Ama bu en son lafı başına çok iş açabilir. Sanal ortamda dolaşan eski bir Reis kaydı var: “Eğer bir gün duyarsanız ki Tayyip Erdoğan çok zengin olmuş, bilin ki haram yemiştir.” Siyasete ilk adımı attığı günlerde “Kul hakkı yemeden zenginlik olmaz” diyor. Ama sonraları pek “kul hakkı” lafı etmiyor. Belli ki, sermaye düşmanı, din istismarcısı ya da solcu denilmesinden korkuyor. Demek korkunun ecele faydası var ki, böyle bir şey olmuyor! Kader mader “Ülkeler için coğrafya, bireyler için de kayınpeder kaderdir!” diye yazmıştık. Sağ olsunlar, Cumhuriyet’in gayri kabili kıyas bir okur kitlesi var. Antalya Gazipaşa’dan A. Osman Samancılar, eposta ile adeta posta koyuyor. “Kayınpeder elbette kaderdir. Ama damatlar için değil, iç güveyileri için!” Hayda! Haklı olabilir. Biraz araştırdık. İkisi arasındaki farkı en net açıklayanın Aziz Nesin olduğunu gördük: “Kayınpederinin evinde pijama ile dolaşan adam, iç güveysidir.” Bakanlık ve hatta ucunda cumhurbaşkanı halefliği bile olsa parlak bir statü değildir. Yoksa, “durum içgüveysinden hallice!” diye bir deyimimiz olmazdı. Gelelim okurumuzun itirazına: “Türkçede nikâhla kazanılan çok sıfat var. Eski başbakan Tansu Çiller’in eşi Özer Bey’e de enişte denirdi. Eniştenin yazdığı kitaplardan biri de ‘Yaşam Düşüncedir’. Belli ki kendi hayat deneyiminden süzülmüş öneriler sunuyor. ‘Eş seçerken kayınvalideye dikkat edin!’ diyor. (Sayfa:287). Lütfen yazıyı düzeltin; kayınpeder değil, kayınvalide de kaderdir!” Düzeltiyor ve özür diliyoruz. ACI KAYBIMIZ Merhum Fethi ve Fikret Atalık’ın Oğulları, Vedat Atalık ve Merhum İkizler Sedat ve Nejat Atalık’ın Kardeşleri, Suat Atalık, Gül ve Murat Atalık’ın Amcaları İstanbul ve Paris Güzel Sanatlar Akademileri mezunu,1965 Devlet Sergisi Birincisi, Ressam ve Matematisyen Doç.Dr. REŞAT ATALIK’ı 17 Ekim Çarşamba günü kaybettik. Aziz naaşı 21 Ekim 2018 Pazar günü (bugün) Bostancı Kuloğlu Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Küçükyalı Mezarlığı’nda defnedilecektir. Güle güle Büyük Usta ATALIK Ailesi ÖLÜM Süvari Kurmay Albay Niyazi Gündüz ile Belkıs Gündüz’ün oğlu, Özcan Koyunoğlu Gündüz‘ün eşi, Ali Gündüz (19541975) ve Nilüfer Gündüz’ün babası, Yeşim Vardar Koyunoğlu, Osman Koyunoğlu, Eren Koyunoğlu ve Balin Koyunoğlu’nun eniştesi, Figen Koyunoğlu, Vildan Karsan, Recep Uygun ve Hasbal ailesinin Altay Abi’si, Yıldız Teknik Üniversitesi emekli öğretim üyesi, Prof. İnşaat Y. Müh (İTÜ) Ali Emir ALTAY GÜNDÜZ 19 Ekim 2018 günü sonsuz uykusuna yattı. Cenazesi 21 Ekim 2018 Pazar günü Şişli Camii’nde kılınacak öğle namazından sonra, Feriköy Mezarlığı’ndaki babası ve oğlunun kabrine defnedilecektir. AİLESİ C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle